Hermes’e
göre güneş evrenin görülebilen tanrısıydı. Yerle birlikte bizleri
güneş etrafinda dönmeye kul eden bu gizemdi.
Kütle çekim kuvveti evrenin önemli sırlarından biriydi. Galileo
bu sırrın izlerini denizden esen rüzgarla salınan şamdanda, samdana
sıkıca tutunmus olan dört meleği önemsemeden bulmuştu. Evren güneşin
yeni hükümdarları olduğunu insanlara duyurulması için Galileo’yu
seçmisti de, Galileo’ya meleklerin yontusunu yapmış olan ustanın
nasırlı el emeğini yok saymasını fısıldamış mıydı? Yontu ustasının
nasırlı ellerine kim haksızlık yapıyordu? Evren mi insanın aklı
mı?
Bu soruya yanıt aramayı bir yana bıraksak da şunları
düşünebiliriz. Bir noktadan tuturulmus halatın diğer ucunun salınımındaki
tekrarlanan düzen evrenin görünen tanrısı güneşe bağlılığın bir
sembolü idi ve melekler bu düzeni bozuyorlardı. Yoksa; tahtadan
bu dört meleğin düzeni bozmaktaki amacı kütle çekim kuvvetinin sırrını
iktidarlar için kullanacak olan kahinlerden saklamak mıydı?
Galileo yıldızlara bakarak konuşan bir kahin değildi ama meleklerin
direnmesine rağmen yerin iktidarlarının hizmetindeki bir kahin gibi
şamdandaki düzeni görmüştü. Çünkü şamdanın tek bir arzusu vardı,
görünen tanrı güneşe ve onun babası olan evrene düzenli salınarak
sonsuza dek ibadet etmekti. Ona sıkı sıkı tutunan meleklere inanmamıştı,
görünmeyen o nokta etrafında dönmekle ne geçmişi ne şimdisi ne de
geleceği olacaktı.
Galileo yıldızlara bakarak konuşan bir kahin olsaydı,
San Stefano Şövalyeleri için yapılmakta olan kilisenin önünden geçerken
bu kilisenin duvarlarını bir gün İnebahtı Deniz Savaşında Haçlılara
karşı ilk kez yenilen Türklerden alınan ganimet sancakların süsleyeceğini
öngörürdü. Peki onu göz hapisinde tutan Vatikan’a rağmen Firenze’nin
en büyük kilisesinin (Santa Croce) tabanına gömüleceğini öngöremez
miydi gözleri görmezken?
Kılıçsız tapınak şövalyesi Newton insan aklının evrendeki düzensizlikte
tekrarlanan düzeni arama stratejisi olan bu doğrusalcı ve indirgemeci
düşünceyi formülleştirdi. İnsan aklı evrenin görünen tanrısı güneşte
kendini görüp altın hareketlerin sırrını ele geçirdi. Ve üstü aydınlanma
ve sosyal bilimler simülasyon projeleri ile örtülen bir Batı uygarlığı
iktidarının (modernite) tarihi başladı.
Uygarlıkları adına geliştirdikleri simülasyon mekanizmaları
ile her yeri işgal etmeye başladılar. Ancak, karmaşıklasan dünyada
akıllarındaki altın oran ve altın hareketlerin sırrı yetmez oldu.
Uygarlıklarının günahından arınmak için, Havva’nın dişiliğini kusur
saydıkları gibi “tarihin sonu” nu ilan ettiler. Sonu gelen ise Buruno
evrenini inkarlarıydı.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxx
İnsan vücudu sahip olduğu bileşenlerle canlılar içinde en karmaşık
olanıdır, insanoğlunun davranışları çevresi (habitat) ile olan ilişkilerle
ve yaşamak için gösterdiği tepkilerle daha da karmaşıktır. Bugün
bilim ve teknoloji bağımlı simülasyon mekanizmaları dayatmaları
ile insan oğlunun davranışları daha da karmaşıklaşıyor. Bu karmaşık
insan davranışlarına bağlı dinamiklerle oluşan organizasyonların,
insani sistemlerin sayısı artıyor ve bunların bazıları sistem dayatmaları
dışında kendiliğinden aralarında örgütleniyor, kendiliğim dağılıyor.
Bu kendiliğinden simulasyonları ile, kendine ve çevresine çok farklı
duyarlılıklarda ve orantısız düzensizliklerde yeni insanoğlu davranış
dinamikleri ortaya çıkıyor. Sistem için bu “bozuk ürünlere” düzensiz
duyarlı insan davranışarı adı verebiliriz.
Modernite adı altında geliştirilen denetleyici
ve kolonyalist küresel gerçek-üstü mekanizmalarına, aydınlanmacı
ve ilerlemeci sanal yapılarla kurgulanmış küresel simülasyon mekanizmalarına
rağmen düzensiz duyarlı insan davranış dinamiklerini kontrol etmeleri
zorlaşıyor. Bu davranışlar için ellerindeki ortaya çıkmadan yok
edebilme teknolojileri yetersiz kalıyor. Partiler, lobiler, dernekler
ve çeşitli formatda sivil toplum örgütleri gibi sürdürülebilir organizasyonlarla
bunları düzenli duruma getirmelerinde ve normalleştirmelerinde gün
geçtikçe zaman kaybediyorlar. Düzensizlik içinde tekrarlanan düzeni
arayan, evrenin aklını taklit eden modernite kahinlerinin (bilim
adamları) zamanı sona eriyor. Bu bilim adamları da insanın kendinde
özgürleşmesini sağlayacak ve iktidarlarına son verecek olan sırrın
altın karmaşıklıkda olduğunu biliyorlar. Ancak, değişime ve evrime
neden olabilecek kaosun altın karmaşıklığını öngörmede çaresizler.
Çünkü altın karmaşıklığın habercileri (Hermes) kendilerinin yeni
kahinler olduğunu farkında olmayan sistemin “bozuk ürünleri” olan
düzensiz duyarlı insanlar.
Çevremiz değişimlerin, dönüşümlerin ve evrimin
habercileri ile dolu. Bu kendilerinin haberciler olduklarını bilmeyen
habercilerden farkında olmadan etkileniyoruz. Bu haberler sonrası
içimizde oluşan göremediğimiz, dokunamadığımız ve hissetmediğimiz
kırılmalar (kaos eşiği) sonrası değişimin, dönüşümün ve evrimin
nedenleri.
Bunların gizemlerinin izi Galileo’nun bir zamanlar
hiçe saydığı karmaşıklığın meleklerin, düzensiz duyarlı insan davranışları
dinamiğinde saklı. İnsanoğluna kendini iktidar olmadan çözmesinin,
kendini yeniden bulmasının, doğayı yeni bir yolda görmesinin, insani
sistemlerin yeniden kurulmasının şifrelerinin çözümü bu altın karmaşıklıkların
dilinde saklı.
Araştırma merkezleri, eğitim kurumları, hapishaneler,
hastaneler, hayvanat bahçeleri gibi modernite paradigmaları üzerine
kurulmuş simülasyonlarının trans-dinamiklerle sanaldan gerçek üstüne
dönüşmüş ürünleri (simülakr) Foucault’un ve öğrencilerinin salınım
yapan radikal eleştirilerine (boz yap) ugramışsa da bunların, karmaşıklık
paradigması ile temellenen kuramımıza göre, Batı uygarlığı iktidarının
yeni bir puzzle oyunu dışında değişimde ve dönüşümde bir anlamları
yoktur.
Düzensiz duyarlı insan davranışları dinamikleri
(DDİDD) altın karmaşıklığın kaynaklarıdır. Bunlar tarih boyunca
iktidarlar tarafindan “arızalı ürün” olarak görülmüş ve çeşitli
yöntemlerle etkisiz hale getirilmişlerdir. Ancak bu dinamikler bugünün
insanının karmaşıklaşan dünyasında önemi gün geçtikçe artmaktadır.
Sayılarının ve farklılıklarının artmasi yanında çevreye duyarlaşma
ile sosyal sistemlerin “trans-dinamikleri” olarak bunlardan kaynaklanan
kendiliğinden degişimlerin ve dönüşümlerin engellenmesi zorlaşmaktadır.
Bunlar modernitenin sosyal ve ekonomik rasyonal gerçekleri üzerine
kurulamayan ve ancak o an üzerine kurulacağı hiper-gerçeklerin neler
olacağına karar veren simülasyonları oluşturur. Baudrillard’ın kuramı
tanımı dışında kalan bu simülasyonlar karmaşıklıkta bir kaos eşiğine
neden olabilecek bir süreci başlatabilir.
Geliştirdiğimiz DDİDD kuramında; (kuram hakkında
daha geniş bilgi edinmek isteyenlere Ozgur Hayat Gazetesinde 2003
yılında bir dizi halinde yayınlanan söyleşilerimizi ve Davetsiz
Misafir Dergisi’nin 2004 Bahar ve Kış sayılarında yayınlanmış olan
denemelerimizi önerebiliriz) sosyal ve ekolojik sistemlerde bir
biri içine geçmis olan elemanları düzensiz davranışlar dinamiğinin
kendiliğinden örgütlediği kabul edilir. Bu örgütlenmede hiyerarjik
indirgeme ve orantı yoktur. Kuramın dili doğada mevcut kendiliğinden
simülasyonlara analoji ve metafor yapılarak (karmaşıklık paradigması)
geliştirilmeye calışılmaktadır. Kuram bireyden en geniş örgütlenmeye
kadar sosyal ve ekolojik sistemlerde bir simulasyon ürünü olarak
kendiliğinden ortaya çıkan düzensiz ve sisteme duyarlı dinamiklerin
bir kaosa neden olabileceğini ve kaos fazı sonrası sistemin dönüşebileceğini,
değişebileceğini ve evrimleşebileceğini söyler.
Bu arayış bir postmodern eleştiri olarak değerlendirilebilir. Ancak
sorgulamayı yaparken bunun yalnız bir eleştiri olmadığının, modernite
paradigmaları dışında bir çözümleme getirerek dünyaya yeni yollardan
bakma arayışlarına katkıda bulunma çabası yanında, sosyal ve ekolojik
sistemlerin gelişmesinin, değişmesinin ve evrimleşmesinin üzerine
modellerin önünü açma amacında bir kuram arayışı olduğu da göz ardı
edilmemelidir.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Kuram bir bireyin dinamiklari üzerine konuşmadan geniş insani sitemlerinin
davranışlarını incelemeye kadar uygulanabilir. Biz bu denemede somut
bir örnek olarak tüm dünyanın gözlemlediği ve üzerinde yazılmış
sayısız makalelerde tartışılan Irak işgalini aldık. Dünyayı sarmakta
olan global karmaşıklığın yanında Ortadoğu, özellikle Mezopotamya
bölgesi, insan dinamiklerinin kurguladığı çeşitli boyutlardaki ve
formlardaki insani sistemleri ile ve bu elemanların kendi iç dinamikleri
örgütlenmeleri ile, geniş bir karmaşık sosyal sistemler çukurları
ağı özelliği göstermektedir. Kendiliğinden organize olmuş bu örgütlenmeler
ve bunlar arasındaki etkileşmelerin, iletişimlerin ve ilişkilerin
bir saç örgüsü gibi dolanmışlıklarından oluşan bu karmaşıklık yapısı
ile Ortadoğu modernite iktidarlarının soğuk savaşla birlikte geliştirdiği
Baudrillard kuramı ile anlamlaşan sosyal gerçekler üzerine kurulmuş
küresel simülasyon programlarına büyük bir ölçüde duyarsız kalabilmiş
dünyadaki ender bölgelerden biridir. Aksine Ortadoğu’da kendiliğinden
oluşan düzensiz duyarlı insani davranışlar dinamiklerinin kurguladığı
simülasyonlar hükmetmektedir. Bu simülasyonlar Batı Uygarlığının
bu bölge halkları (ötekiler) için çok önceleri için kurguladıkları
simülasyon mekanizmalarını, örneğin Edward W. Said’in oryantalizm
paradigması kavramı ile kitabında (Şarkiyatçılık, Batı’nın Şark
Anlayışları, çev. Berna Ülner, Metis Yay. İst. 1999 ) uzun uzun
açıkladığı gibi, etkisiz kılmıştır. Bu yok edilemeyen yerel duyarlılığın
kurguladığı simülasyonların tükenmeyen kaynaklarından bir diğeri
de Ortadoğu’nun kültürel alt yapısının sahip olduğu karmaşıklıklar
sonrası ortaya çıkmış bağımsız kendiliğinden toplumsal değişimler,
dönüşümler ve evrimlerdir. Edward Said’in Şark’ı “onun karşıt imgesi,
düşüncesi, kimliği, deneyimi olarak Avrupa’nın tanımlanmasına yardımcı
olan” Ortadoğu’dur ve okuyuculara Goethe’nin şiirini hatırlatır;
“İnsan ırkının kaynağına (Şark) geri döneceğim,
orada saflığı, doğruluğu bulacağım.”
Avrupa’nın bütünleşmesinde gerekli Avrupa
ortak dilini arama projesinin en etkin aydınlarından biri olan Umberto
Eco da bu şiiri inkar etmez.
Düzensiz duyarlı insan davranışları dinamiğinin kendiliğinden simülasyonların
ürünleri olan simülakrlarla Ortadoğu’da Batı uygarlığının evrenselliğine
son verebilecek değişimi sezen (modernite paradigmaları ile öngöremedikleri
için) Yeni Dünya Düzeni mühendislerinin talimatları ile medeniyetler
çatısması projelerini hazırlamışlardır. Zira Batı uygarlığı iktidarının
devamı ve kuresel hegomonyası için Fukuyama gibi Yeni Dünya Düzeni
mühendislerinin (dünyadan soyutlanmış Harward gibi bilim mabetlerinin
kapalı havuzunda sırt üstü yüzen pregoklar) kehanetlerinin doğruluğunu
kabul etmekten başka çareleri kalmamıştır. Diğer taraftan bilim
kurguymuş gibi Hollywood filmlerinin yanında Sanal Moore’a ABD Başkanı
George W. Bush’u yok sayan bir simülasyonla gizlenmis Fahrenheit
9/11 “belgesel” filmleri çevirtip, kutsal kaseyi Paris’in gül çizgisi
üzerindeki Louevre müzesinde bulan Dan Brown’la Batı halkı yanında
Bati uygarliğının kullarını (kendiliğinden kölelerini) gerçek kasenin,
“İnsan ırkının kaynağına (Şark) geri döneceğim, orada saflığı, doğruluğu
bulacağım.”
saklı olduğu yer olan Ortadoğu’nun tarihini yok edecek savaşa hazırlamaktadırlar.
(SON)