Redeksiyonist bilim (indirgemeci bilim) temelde
bütünü parçalarına ayırma stratejisidir. Davranışlarını görebilmek
istediği bir bütünü ideal bir sisteme indirgemede yeterli olacak
kadar parçalarına ayırır. Ve bu parçaları kontrol ederek bütünün
görülmek isteneni öngörmeye çalışır.
Bu amaç için sonsuz küçükler matematiği (calculus,
entegral ve diferansiyel hesap) ) geliştirilmiş ve bu teknolojisi
ile donatılmış indirgemeci bilim ideal sistemlerin özellikle fizik
ve kimya yasalarını bulmada kayda değer bir şekilde çalışmıştır.
Örneğin atom altı fizik yasalarının ve atomik mertebede kimya yasalarının
anlaşılması yanında kozmolojik mertebede evrenin standart oluşum
modeli (Büyük Patlama Modeli) de temel taneciklerle ifade edilebilmiştir.
Bazı özel durumlarda biyolojide (moleküler) de iyi sonuçlar vermiştir.
“Aklın bu düzeni görme başarıları” insan aklında
metaforsal olarak lineerci toparlayıcı pragmatik, amprisist ve analitik
düşüncenin gelişmesine de neden olmuştur. Bu düşüncenin kazandığı
zaferleri doğanın insan aklı için tam olarak anlaşılabilir olduğunu
kanıtlamaya çalışan Dekartçılar kadar olmasa da “inkar” etmeme durumundayız.
Hala yeni “keşifler” için hayranlıkla peşinde koşulan
bu “kutsal” düşünce sisteminin “mantığına” göre parçalama işlemi
bütünün doğrusallığını bozmamalı, yani bu parçalar toplandığında
yaklaşıkla da olsa bütün elde edilmelidir. Düzenin öznesi olduğu
doğrusallığı, doğrusallığın nedeni olduğu düzeni bozabilecek olan
dinamikler yok sayılmalıdır. Bu gözlemlerimizle bulunan deliller
tarafından belirlenir ki, göreceli olması yanında bu seçimde kültürümüzün
ve hislerimizin de etkisi vardır. Seçim aklın aradığı düzene daha
kolay ve çabuk götürecek olanı seçmek, insanın doğa üzerinde kurmak
istediği iktidarının güçlenmesi yönünde olur.
* * * * * * * * *
Bu lineerci ve analitik yaklaşımın sınırlanmış
durumları karmaşık organizmalara, eko-sistemlere, organizasyonlara
ve topluluklara, küresel ekolojik değişimlere ve sosyal sistemlere
uygulanmıştır. İnsan aklının düzeni araması olan bu doğrusalcı ve
indirgemeci düşünce, bugün üstü bilim ve aydınlanma simülasyon projeleri
ile örtülen bir Batı uygarlığı ideolojisi iktidarına (modernite)
dönüşmüştür.
Ancak son yıllarda, özellikle bilgisayarların ortaya
çıkması ile, bu düşüncenin sınırlanmış durumlarının bile, bırakalım
sosyal sistemlere, doğal hayata uygulandığında epistemolojik hatalar
getirdiği görülmüştür. Özellikle global ekolojik çevrimlerde küçük
değişimlerin önemli oluşumlara neden olabileceği anlaşılmıştır.
Karmaşıklık sıralamasında canlı bir organizmadan
önce gelen biyolojinin temel yasalarının fizik ve kimya yasalarına
bağlı durumda olduklarını, ama onların aynı zamanda çok engin fazladan
bilgilere bağlı olduklarını ve bu bilgilerin ampirik olarak değil,
rastlantısal olarak ortaya çıktıklarını biliyoruz. Yani lineerci
ve analitikçi düşüncenin kapsama alanı, bir sistemi veya bir olayı
ideal bir yapıda görmek istesek de göremedikçe, sistem veya olay
bize göre karmaşıklaştıkça azalır ve içinde yaşadığımız doğal hayata
doğru da kaybolur. Doğal hayat öylesine karışıktır ki atom altı
parçacıklarla, atomlarla, DNA molekülleri ile açıklanamamaktadır.
Karmaşıklık sıralaması sonunda davranışları ile en karmaşık canlı
olan insana ve onun da bir dinamik olarak yer aldığı eko sosyal
sistemlere dayanır. Bu nedenler ile son yıllarda doğal hayatı ve
sosyal sistemleri indirgemeci bilimden bağımsız olabilecek (kalabilecek)
yeni bir düşünce ile anlama çalışılmaları başlamıştır.
* * * * * * * * *
“Karmaşıklık bilimcileri” karmaşıklıklardan düzenlere
nasıl geçildiğini ve düzenler öncesi mevcut olan karmaşıklığın nasıl
özellikleri olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Bunlara göre; karmaşıklık
ne bir metodolojidir ne de aletler, aygıtlar cümlesidir. Karmaşıklık
yeni bir dil sunmaktadır, ve onlara göre bu dil yeni bir yolda farklı
düşünmemizi ve dünyayı farklı görmemizi sağlayacaktır. Bu yeni düşünce
fiziksel bilimler, hayat bilimleri, ekonomi yanı sıra, sosyal bilimlere,
sanat anlayışına, idarecilik (işletme) ve örgütlenme bilimlerine
kadar bulaşmış durumdadır.
Sunulmaya çalışılan bu yeni dile göre ister fiziksel
olsun, ister biyolojiksel olsun, ister insani olsun, ister sosyal
olsun bir karmaşık olayın kökü parabolistiktir, karmaşık olaylar
ancak problemsel olarak determinist bir doğa yasasına indirgenebilirler.
Karmaşık sistemleri ve olayları anlamak için sistematiksel
bir alternatif metot geliştirilme arayışları yeni değildir. 19.
yüz yılın sonlarına doğru Fransız matematikçisi ve teorik fizikçisi
Henri Poincare üç cisim problemini (ay, güneş ve dünya) ifade eden
lineer olmayan hareket denkleminin (indirgemeci bilim teknolojisi
ile yazılmış olan) başlangıç koşullarına bağlı olarak öngörülmeyen
acayip dinamikler ortaya koymasından kaosun köklerini fark etmiştir.
O yılların hemen sonrası üç cisim probleminde bile öngörülemeyen
acayip oluşumların anlaşılması bir yana bırakılmış, lineerci ve
analitik düşüncenin iktidarının sürmesi adına çok cisim problemlerinde
geliştirilen istatistik fizik (Boltzman İstatistiği) ile ve güneş
sisteminden metaforsal olarak geliştirilen atom yapısı içinde kuvantum
fiziği ile anlaşılması istenenlere çare bulunmuştur. 1960’lı yılların
başında matematikçi Lorentz bu ara verişi bozmuştur. Lorentz bilgisayarda
bir meteoroloji probleminin lineer olmayan denklem sisteminin çözümlerinin
başlangıç koşullarına duyarlı olduğunu göstererek, H.Poincare nin
gördüklerini faz uzayında “acayip çekiciler” adı verilen boyutu
tam sayı olmayan bir şekle sokmuştur. Buna göre; Kuzey Amerika kıtasında
bir kelebek kanatlarını çarptığında bir kaosa neden olabilir, örneğin
Japon Adaları’nda bir tayfun ortaya çıkabilir. Tayfun ise dinamik
yapısı belli olan ve davranışları önceden öngörülebilen bir olaydır.
Başka bir değişle kelebek kanatlarının çarpması ile çıkan kaos sonrası
bir düzen oluşur; bu karmaşık bir sistemde kaosla düzenin birlikte
yaşadıklarını bize açıklayan somut bir örnektir.
Bilgisayarlarda yapılan benzer simülasyon deneylerinin
sonuçları meteorolojik gibi olaylardan daha karmaşık olan sistemler
hakkında da bizi bilgilendirmektedir. Özellikle lineer olmayan denklem
sistemlerini bile yazamadığımız yaşayan sistemlerin, organizmaların,
eko-sistemlerim ve hayvan ve insan topluluklarının başlangıç koşullarına
duyarlı olduklarını ve bunların davranışlarının dinamiklerinin,
deneyimlerimizden de gördüğümüz gibi, radikal olarak öngörülemez
olduklarını çekinmeden söyleyebiliriz.
* * * * * * * * *
Beyaz mermerlerle kaplı Pisa Katedrali’nin içinde
sallanmakta olan şamdan Galileo Galilei’nin aklında basitleşip,
gözünde düzenli sallandıkça doğanın sırlarını ortaya dökmüştür.
Katedralin duvarları ile sınırladığı doğrusallığı iktidarına sembol
yapmış olan Katolik Kilisesi’nin Galileo’nın aklına direnmesinin
temelinde yatan düzeni ret etmek değildir. Düzen için doğrusallaştırmada
nelerin önemli nelerin önemsiz olacağına karar vermedeki iktidar
kavgasıdır.
Aklın düzendeki sırrı arama stratejisine doğanın desteğini esirgemediğini
söylersek abartmış olmayız. Eski dinler bile doğanın ilahi düzenindeki
sırlara dayanırdı. Eski Mısır’da yıldızların arasındaki dengenin
sırrı Hermetik metinlerdeki erkek ve dişi unsurların birbirlerinin
içinde erimiş olmasında saklıydı. Eski Yunan’da dişiliğin sırrı
“Tanrıça Venüs” gezegeninin her dört yılda bir eliptik semada çizdiği
beş köşeli mükemmel yıldızın köşelerini bir birine birleştiren çizgilerin
kesişmesindeki altın oranda saklıydı. Kiliseyi güçlendiren her Pazar
düzenli bir şekilde tekrarlanan ayinlerdeki doğanın gizemli metaforsal
tekrarıydı.
Her yeri saran modernite iktidarına doğanın primleri
olan “hareket(ler)” var. Bunlar periyodik (titreşim) hareketleridir.
Dünya kendi etrafında 24 saatte bir gibi periyodik olarak düzenli
döndüğünde, güneş her gün doğduğunda dünyada yaşam ortaya çıkmıştır
ve bu yaşamının hala sürmesinin nedenidir bu düzen. Dünya güneşin
etrafında döndükçe her baharda (Nevroz) doğa yeniden canlanacaktır.
Doğada titreşim yapan daha çok yaşıyor ve kendini koruyor.
Düzeni veren bu periyodik hareketleri insan aklının
fark etmesinin tarihi altın oran tarihi gibi kadar çok eski değil.
Bu Newton ile başlayan aklın üç yüz yıllık bir hikayesi. Aklın bu
düzeninde dalga hareketleri birbirlerine karışmıyor. Özelliklerini
koruyorlar. Örneğin ışık ve ses dalgalarla temsil ediliyorlar. Güneşten
gelen ışığın kırmızısı ile trafik ışığının kırmızısı birbirine karışmıyor
çünkü. Fotonlar birbirine karışmıyor. Yoksa cep telefonu diye bir
şey olmazdı. Kuzuların sesi ile çobanın çaldığı kavalın sesi birbirine
karışmıyor.
Modernite iktidarı bu periyodik “altın hareketlerle”
kurulan düzendir. Bu düzeninin sırrı ise bu periyodik hareketler
öncesindeki karmaşıklıktadır. Ne olmuştu da bir ateş topu olan dünya
gece ve gündüz için kendi etrafında dönmeye başlamıştı. Sonra da
Nevroz için güneş etrafında dolanmaya başlamıştı. Ne olmuştu da
sesler dalgalar halinde yayılmaya başlamış ve bir birine karışmamıştır
da Beethoven’ın 9. senfonisi Batı Uygarlığının “Birleşik Avrupa”
iktidarının önünü açmıştır. Ne olmuştu da tek hücreliler örgütlenip
organizmaları oluşturmuşlardı akıllı insan için. Ne olmuştu da dişi
ve erkek olmuş, bunlar birbirlerinin içinde erimemiş, örgütlenip
aile olmuşlardı.
Her ne kadar düzenler öncesi karmaşıklıklardaki
bu sırları arayanlara uzun yıllar bilimin sapkınları denmiş ise
de, akademilerinin kapılarını kapatmışlarsa da, bu sırlarla dünyaya
yeni yolda baktığımızda aklın modernite iktidarı kalelerini bir
bir kaybedecek, ve insan yeniden özgürleşecektir. (SÜRECEK)