Öncelikle müzik videosunun veya videolu müziğin
yakın geçmiş içinde hızla geçirdiği evrimden bahsetmekte fayda
var. Müzik videosu ilk zamanlarında ‘söylenen’ bir şarkının performansını
görselleştirmek için kaydedilen bir video iken, günümüzde
şarkının söylenmesi veya bu söyleyişin performansı gibi bir durumdan
söz etmek çok da mümkün olmadığı için ister istemez değişmiş,
değişirken de kendine ait bir alt göstergebilim ve literatürü
oluşturarak hareketli görüntü
türlerinden biri haline gelmiştir. Bu türün belki de en önemli
özelliği bir çok sosyo-kültürel bağlantıyı barındırdığından—film
görselliği ile kurgu kültürüne
olası göndermeler, görsel kültür akımlarının simgeleri, sesin
hayalisunumu vb.—çok çeşitli görsel sonuçlara ulaşılıp, kimi zaman
çok kısa bir zaman biriminde sadece sunduğu müzik ve görsel eşleştirmelerle
bir çok somut veya soyut anlatıyı aktarabilmesidir. Hareketli
görüntünün giderek önem kazandığı, sesin herhangi bir hareketli
nesneden eksik olmadığı bir dönemde yaşadığımızı varsayarsak,
bu zamanın en önemli iletişim araçlarından biri.
Autechre - Gantz Graf’ın müzik videosunda rastladığımız
görüntüler, senkronizasyon, bütünlük ve aykırılık müzik videolarının
görsel kültürün gelişiminde ne kadar öncü bir rol üstlenebileceğinin
kanıtıdır. Alex Rutterford— kendisini grafik tasarım eğitimi almış
bir animastör olarak tanıtabiliriz — Gantz Graf videosu için “GANTZ
GRAF is, to me, a visual representation of the music”: ‘GANTZ
GRAF, benim için, müziğin görsel bir temsili’ diyor. Aslında müziğin
görsel temsilinin tam olarak ne olabileceği konusunda halen birçok
farklı görüş bulunmaktadır, fakat Rutteford’un bu söylediğinden
anladığımız, ‘hissel, içgüdüsel’ bir müzik temsilidir. Buradaki
hissellik ve içgüdüselliği tamamen tanımsız veya tanımlanamaz
olarak düşünmek çok da doğru olmaz; en temelde kastedilen algısal
olarak insan fiziğine yani göz ve kulağa doğru, uyumlu ve senkronik
görünen bir bütünlüktür.
Video hakkında ortaya atılan en önemli tartışma konularından biri:
‘Hepsi stil, hiçbir içerik yok,’ doğrultusundaki görüştür. Aslında,
video üzerinde beni çalışmaya iten iddialardan belki de en önemlisi
bu eleştiridir. Içeriğin, yani sıralı veya çizgisel (lineer) içeriğin
artık günümüz düşünce kuramlarında pek de yer almadığını söylemek
çok da yanlış olmaz. Aslında, tam olarak bahsettiğimiz şey, içerik
kurgusunun nasıl yapıldığı, yani, birbiriyle ilişkili olan bilgi
parçacıkları arasındaki ilişkilerin nasıl kurulduğudur. Yazılı
düşünce tarihinde bu kurgunun; zaman sıralı veya ilişki sıralı
olan bir metin olmaktan çıkması veyahut romansal, hikayesel bir
formdan ayrılması zaten çok öncelere dayanmaktadır; başka bir
deyişle, içeriğin sırasız, bağımsız olması, dahası ilişkilerin
de, ilişkileri kuran kişiye göre değişebileceği yönünde bir anlayış
çok uzun zamandan beri yazın dünyasında yerini almış durumdadır.
Buna en güzel örnek, her ne kadar çoğu zaman mısra formunda yazılsa
da şiir olabilir. Okumanın sırası, genellikle içerikten bağımsız,
kimi zaman gereksiz tekrarlı olabilir veya aradan bir kısmı çıkarıldığında
bütüne dair fazla bir anlam kaybı olmayabilir. Ayrıca okuyan veya
anlayan insana göre—yani ilişki bağını tanımlayan okuyucuya göre—bütün
içerik tamamıyla değişik algılanabilir.
Öte
yandan, bu içerik kurgusunun farklılığını ve çeşitliliğini diğer
sanat veya duyu formlarına aktarmamızın ise zaman aldığı çok açıktır.
Örneğin; bir sinema filminde anlatısal bir yol takip etmek ya
da artarda gelen kısa sekansları sırayla takip etmek çok daha
kolay ve ortak bir içerik kurgusu olarak benimsenmektedir. Oysaki,
aynen yazılı düşünce de olduğu gibi, görsel düşüncede de düşünülenler,
anlananlar ve en önemlisi algılananlar, izleyiciyle, onun kurduğu
ilişkilerle ve hatta izleyicinin sosyo-kültürel geçmişi ve tecrübeleriyle
birebir alakalıdır.
Kısacası sıralı veya sırasız herhangi bir görsel öğeyi takip etmek
ve sonucunda içeriğinin herkes için belli bir şey olduğuna kesin
olarak karar vermek aslında pek de mümkün değildir. Bu noktadan
yola çıkarsak, gördüğümüz her türlü görüntünün, özellikle de hareket
eden görüntülerin içeriğinin kesin olmaması gibi, içeriğinin olmaması
da mümkün değildir.
Video hakkındaki içerik tartışmasının temel olarak
hedef alındığı, soyut veya tanımlanamaz formlara gelecek olursak;
aslında bu formların tanımladıkları veya temsil ettikleri düşünceler
tamamen arketiplerdir. Bahsettiğimiz arketipler zihnimizdeki bazı
görsel düşünceleri simgelememize yarayan semboller olarak özetlenebilir.
Bu görsel düşünce sembolleri herhangi bir pozitif bilimdeki sembollerden,
kısaltmalardan veya şekillerden çok daha kolay bir şekilde üretilebilir
ve çözümlenebilir. Örneğin, çok karmaşık bir matematik problemini
çözerken kullandığımız semboller ve rakamlar bir takım düşünceleri,
teorileri, işlemleri yansıtmak için ürettiğimiz ve kullandığımız
sembollerdir; fakat, yansıttıkları ve kendileriyle olan ilişkilerinin
anlaşılması zor olabilir, yani sembol ve gerçek düşüncenin arasındaki
bağ kuvvetli olmayabilir. Öte yandan, görsel düşüncenin özüne
indirgenmiş, sembolize edilmiş, ilişkilendirilmiş hali bir bağ
olarak çok daha kuvvetlidir: Dik dikdörtgen, orta parmak, gökdelen
bina, muz, penis beşlisinde olduğu gibi. Bağ, sembol ve arketip
ilişkisinden yola çıkarsak, gördüğümüz şekillerin ve formların
bizim algımız üzerinde yarattığı etki aslında sıralı-kurgulu ve
dizili-anlatımlı bir videodaki içeriğin yarattığı etkiden farksızdır.
Hatta çoğu zaman kendini tekrar eden ve birebir olarak gerçekliği
yansıtmayan soyut görüntülerin insanlar üzerinde gerçekliği birebir
yansıtan görüntülerden çok daha fazla etkili olduğu, her defasında
farklı düşüncelere referans olduğu, görsel algı bilimi tarafından
ispatlanmıştır.
Peki
bu gördüğümüz görüntüler bize neyi anlatıyor olabilirler? Bu konuda
bir kaç ana teori üretilebilir. Birincisi, ‘sesin temsiliyeti’
iddiasına geri dönersek, bunlar bize sesin bir heykelini veya
mimarisini gösteriyor olabilirler. Heykel çoğu zaman gerçeklikte
algıladığımız, gördüğümüz nesnelerin bir imitasyonu bir ‘replica’sı,
yani bir kopyasıdır. Müzik, göremediğimiz fakat algıladığımız
bir kavram olduğu için, heykeli imitasyon veya kopya yoluyla üretilemeyecek
bir kavramdır. Bu heykeli sesin içindeki vuruşlara, tempoya, sesin
taşıdığı tiz ve bas değerlerine yani sesin fiziki kriterlerine
referans olacak şekilde üretmek, neredeyse en mantıklı çözümdür.
Kısacası, klipte görmüş olduğumuz formlar aslında o an duyduğumuz
ses için anlık bir heykel uygulamasını bize gösteriyor olabilirler.
Bu durum, arka arkaya yüzlerce heykel örneği görüyormuşuzcasına
izleme tecrübesini arttıran ve yoğunlaştıran bir varsayımdır.
Bir başka açıklama, bu ortak tecrübenin, yani
hem görsel hem de işitsel tecrübenin, tamamıyla gerçeküstü bir
tecrübeye gönderme yapıyor olabileceğidir. Buradaki gerçeküstü
kavramından kastımız bir çok ortam olabilir. Rüyalarda görülen
bir sahne, uyarıcı veya uyuşturucu bir madde kullanıldığında görülen
bir hayal veya siberuzay ortamındaki bir tecrübe olabilir. Ister
istemez her insan bu üç durumdan en az birini yaşamıştır ve bu
tecrübeye dair kafasında aslında çok da sonuçlandıramadığı, kesin
ve net olarak tanımlayamadığı bir takım görsel düşünceler barındırmaktadır.
Video, bu görsel düşünceleri somutlaştırmayı, bilinçaltındaki
veya hafızadaki eşlerini üretmeyi amaçlıyor ve o gerçeküstü tecrübede
görülen, görüldüğü hayal edilen görselleri barındırıyor olabilir.
Bu tip bir sunumun hem görsel hem de işitsel olarak tetikleyeceği
düşünceler veya etkileşimler, sıradan bir videodan veya görsellikten
çok daha ötedir.
İçinde bulunduğumuz görsel estetik döneminin
son derece sayısal ve de kopyalanabilir bir durumda olduğunu göz
önünde bulundurursak, akla en kolay gelebilecek bir başka açıklama
videonun bu duruma da bir gönderme yaptığıdır. Göstermiş olduğu
görüntülerin ve en önemlisi müziğin kendisinin son derece bilgisayarla
işlenmiş bir kimliğe sahip olması, tanımlanabilir
bir ses-yüz veya enstrüman-nesne olmaması tamamıyla bir anonimlik
sunumu olarak yorumlanabilir. Müellif kavramının her şeyle iç
içe geçtiği, karıştığı ve evrimleştiğinin belki de en önemli göstergelerinden
birisi, aynen bu videoda olduğu gibi müelliften ziyade bilgisayarın/yazılımın
kendi üslubunun çok daha baskın bir şekilde sergileniyor olmasıdır.
Her ne düşünülüp üretilmiş olursa olsun, Gantz
Graf ortaya koymuş olduğu görsel stil bakımından da çok kuvvetli
bir videodur. Içeriğin algılanması veya tartışılmasını bir kenara
bırakırsak, aslında bu tip bir görsel-işitsel sunum için en önemli
kriter çoğu zaman yaşadığımız o sunumdaki tecrübenin orijinalliği
veya o sunumdan aldığımız zevktir. Tıpkı çok iyi çekilmiş bir
fotoğraf serisinde veya çok iyi kurgulanmış bir uzun metraj filmde
olduğu gibi, video kendi tutarlılığını ve stilini, kendini tekrar
etmeden, tam aksine üstüne her geçen saniye yeni bir şeyler katarak
devam ettirmektedir. Bu durum, algıdaki akıcılığı sürüklerken,
aynı zamanda, zihnimizde oluşturduğu tecrübe, yansıma veya etkileşimin
kesintisiz olmasını sağlamaktadır.