Görünüşe
bakılırsa bu kalabalık yeni bir rekor kırmış durumda (Alkışlar ve
bağırışlar).
Çok sevgili misafirler, sevgili yoldaşlar,
Bu, Devrim'in zaferinden bu yana kutladığımız 45. İşçi Bayramı.
Hem ülkemizde, hem de ülkemizin dışında önemli olaylar olup bitiyor.
Devrim, zafer dolu yoluna her zamankinden daha güçlü ve başarılı
bir şekilde devam ediyor. Bunun en son kanıtı 15 ve 22 Nisan tarihlerinde
Cenova'da gerçekleştirilen ve devrimimizin diplomasi tarihine geçecek
olan toplantılardır. Bu toplantılar, dünyanın efendilerinin dünyaya
dayattıkları kokuşmuş siyasi ve ekonomik baskı sistemini korumak
amacıyla kullandıkları ikiyüzlülük, sürekli aldatmaca ve sinizmin
hakkından gelen ezici darbelerle doludur.
Ülkemiz yine sanık sandalyesine oturtuldu. Yani ABD yönetimi ve
Avrupa Birliği'ni oluşturan ülkeler, Küba'nın en doğu bölgesinde
zorla işgal edilmiş olan -bizzat bu durumun kendisi ülkemizin egemenlik
haklarının ve uluslararası hukukun ihlalidir- ve üzerinde Guantánamo
deniz üssünün yer aldığı 117.6 kilometre karelik alanda halihazırda
işlenmekte olan dünyanın en dehşetli insan hakları ihlallerini unutma
hatasına düştü.
Bu üssün kullanlması öncesinde bize hiçbir şey danışılmadı. Bize
sadece ABD hükümetinin tutukluları bu üsse nakletme kararını bildirmekle
yetindiler.
11 Ocak 2002'de Küba hükümeti ülkemizin bu konudaki tutumunu açık
seçik ortaya koyan bir bildiri yayınladı.
New York'taki İkiz Kuleler'e yönelik olarak işlenen korkunç suçun
gezegenimizdeki tüm bilinçli insanlar tarafından elbirliğiyle kınandığını
tüm dünya bilmektedir.
Fakat dünyanın en güçlü ulusunun hükümeti, dünyanın insan haklarının
temel ilkeleri saydığı tüm normları bir kenara iterek, aralarında
ABD'nin müttefiklerinin de bulunduğu pekçok ülkeden yüzlerce yurttaşın
kilit altında tutulduğu bu korkunç hapishaneyi yarattı. Bu tutuklular
orada kimlikleri açıklanmadan, yargılanmaksızın, yasal bir savunma
yapamadan, bedensel olarak tehdit altında, hiçbir ceza hukukuna
tabi tutulmaksızın ve belirsiz bir süreliğine tecrit edilmiş bir
şekilde tutulmaktadırlar. ABD, uygarlığa yaptıkları bu son derece
garip katkı için kendi topraklarını kullanabilirdi ama o bunu başka
bir ülkeye, her yıl Cenova'da insan hakları ihlalleri konusunda
suçladığı Küba'ya ait olan ve yasadışı bir şekilde, zorla işgal
altında tuttuğu bir toprak parçasında yapıyor. Buna rağmen İnsan
Hakları Komisyonu'nda takdire değer şeyler de yaşandı.
Bugünkü dünya koşullarında vahşi imparatorluktan, onun tehditlerinden,
her türlü baskı ve misillemelerinden, özellikle de en korunmasız
Üçüncü Dünya ülkelerine dönük olanlarından yaygın bir şekilde korku
duyulmaktadır. Cenova'da Amerika Birleşik Devletleri tarafından
hazırlanan ve dayatılan bir karar tasarısına karşı ret oyu kullanmak,
özellikle de bu tasarı onun küstahça kibrine ve buyurganlığına yaklaşık
50 yıldır meydan okuyan Küba'yı hedef alıyorsa neredeyse intihar
anlamına gelir. En güçlü ve en bağımsız ülkeler bile kararlarının
siyasi ve ekonomik sonuçlarını hesaba katmak zorunda hissederler
kendilerini.
Tüm bunlara karşın birkaç gün önce Cenova'da Küba ve -bazıları ilkesel
nedenlerle hareket eden, bazılarıysa şaşırtıcı bir cesaret gösteren
-20 ülke, ABD'nin sunduğu karar tasarısına karşı çıktı ve 10 ülke
ise çekimser oy kullanarak itibarırıı ve kendisine olan saygısını
korudu. Komisyon'un 53 üyesinden yalnızca 22 tanesi -bunların arasında
ABD de yer alıyor- bu rezilliğe iştirak etti. ABD'nin karar tasarısına
destek veren ülkelerden yedi tanesi Latin Amerika ülkesidir. Bu
Latin Amerika ülkelerinin dördü çok büyük bir yoksulluk çekmektedir
ve ABD'ye ileri derecede bağımlıdır. Bu ülkelerin hükümetleri tam
anlamıyla onursuzluğa mahkum hükümetlerdir. Hiçkimse bunları bağımsız
devletler olarak nitelendiremez. Bu ülkeler, bağımsızlıklarının
tamamıyla yapay olduğunu şimdiye kadar defalarca gösterdiler.
(1 Mayıs 2004, Havana)
ABD'ye destek vererek Küba aleyhine oy kullanan beşinci Latin Amerika
ülkesi olan Peru, emperyalizmin ve onun neo-liberal küreselleşme
sürecinin Latin Amerika'daki pek çok ülkeyi mahkum ettiği köleliğin
ve bağımlılığın düzeyini göstermek açısından iyi bir örnektir. Emperyalizm
empoze ettiği politikalarla bu ülkeleri göz açıp kapayıncaya kadar
siyasi iflasa sürüklemiştir. Peru'nun devlet başkanına olan halk
desteği birkaç ay içinde yüzde 8'e düşmüştür. Ülkeyi etkisi altına
alan devasa boyutlardaki ekonomik ve toplumsal sorunları böylesine
düşük bir destekle çözüme ulaştırmak kesinlikle imkansızdır. Aslında
Peru devlet başkanı hiçbir şeyi yönetmemektedir, yönetemez de. Ama
başka ülkelerde olduğu gibi toplumsal bir patlama yaşanana kadar
ulusötesi şirketler ve oligarşiler onu korurlar.
Konuşmamın bu noktasında Venezuela'lı kardeşimizi hatırlayarak şunu
haykırmak istiyorum: Çok Yaşa Venezuela! (Alkışlar ve 'Çok Yaşa
Venezuela' bağırışları) Çok Yaşa Bolivarcı Devrim Süreci! (Alkışlar
ve 'Çok Yaşa Bolivarcı Devrim Süreci' bağırışları) Çok Yaşa Chavez,
Bolivar'ın halkının cesur, zeki lideri çok yaşa! (Alkışlar ve 'Çok
Yaşasın' bağırışları). Ve de Şili ve Meksika hükümetleri var.
İlkini yargılayacak değilim. Şili devlet başkanının Cenova'daki
davranışının savaşarak can veren ve şimdi bu kıtanın tarihinde büyük
bir onur ve ihtişamla yer tutan Salvador Allende tarafından; Küba'nın
kınanması için bu karar tasarısını hazırlayıp teklif edenlerin düzenlediği
tertipler sonucunda kaybolan, işkence gören ve öldürülen -Küba'da
bu türden ya da bunlara benzer tek bir olay bile yaşanmamıştır-
milyonlarca Şili yurttaşı tarafından; gerçek anlamda insancıl bir
toplumun yaratılması idealini ve amacını paylaşanlar tarafından
yargılanmasını tercih ederim.
Meksika'nın, hakiki ve son derece etkili bir devrime dayanan güvenilir
uluslararası politikası sayesinde tüm Latin Amerika'nın ve dünyanın
gözünde sahip olduğu büyük prestijin ve etkinin küle dönüşmesini
izlemek gerçekten de çok acı verici.
Latin Amerika'nın Meksika'yla dayanışması ve ona destek olması büyük
önem taşımaktadır. Aynı şekilde Meksika'nın Latin Amerika'yla dayanışması
ve destek vermesi de son derece kritiktir. Meksika topraklarının
yarısından fazlası kuzeydeki komşusu tarafından ele geçirilmiştir
ve kalanı da büyük tehdit altındadır. Artık ABD-Meksika sınırını
Martí'nin sözünü ettiği Rio Bravo oluşturmamaktadır. ABD, Meksika'nın
çok daha içlerine doğru ilerlemiştir. Bu sınır artık her yıl 500
Meksikalının hayatını kaybettiği bir ölüm hattıdır. Ve bunun tek
nedeni o vahşi, acımasız ilkedir: Sermaye ve mallar için serbest
geçiş; insanlar için zulüm, dışlanma ve ölüm. Ve yine de milyonlarca
Meksikalı bu riski göze almaktadır. Bugün bu ülkenin Meksikalı göçmen
işçiler tarafından yollanan paralar sayesinde elde ettiği gelir,
petrol fiyatlarındaki yüksekliğe karşın petrol ihracatından elde
ettiği gelirden fazladır.
Böylesine insafsız ve haksız bir durum Cenova'da
Küba karşıtı karar tasarılarına destek vermekle, Küba'yı insan
hakları ihlaliyle suçlamakla gerçekten çözülecek mi?
Meksika açısından en kötü ve en aşağılayıcı durum,
15 ve 22 Nisan tarihlerinde Cenova'da kullandığı oyun Washington'da
belirlendiği haberinin gelmesiyle ortaya çıktı.
Avrupa Birliği her zaman olduğu gibi, Washington'la
ittifak halindeki ve ona tâbi bir mafya çetesi misali blok halinde
oy kullandı.
Küba Devrimi'ni hedef alan bu kirli ve ahlaksız
oyunlar sosyalist bloğun çözülüşüne dek hiçbir başarıya ulaşamamıştı.
Ancak çözülüşün ardından tüketim toplumunun kredi ve malları için
ölüp ölüp dirilen dönekler de oylarını Avrupa Topluluğu mafyasının
oylarına eklediler. Böylece İnsan Hakları Komisyonu'ndaki doğumu
tamamlamış oldular: Doğum forsepsle gerçekleşmişti. İmparatorluğun,
onun müttefiklerinin, destekçilerinin ve vasallarının, Komisyon
üyelerinin yüzde 60'ının karşı ya da çekimser oy kullanmasını
engellemek için oynadıkları iğrenç komediye karşı Küba'nın bir
an bile pes etmeden sürdürdüğü zorlu mücadelede karar forsepsle
çıkarılmış oldu. Bir keresinde gardlarını düşürmüşlerdi ve bunun
sonucunda oylamayı kaybettiler. O zamandan bu yana çabalarını
kat kat artırdılar. Her biri ABD'nin kontrolü altında olan uluslararası
örgütlerin verdiği kredilere, paraya ve kaynaklara tam bağımlı
olan ülkeler üzerinde uygulanan baskı ve tehditler artırıldı.
Bu zorlu koşullarda herşeyi riske atarak Yanki'nin
karar tasarılarına karşı oy kullanan ülkeler için gelecekte bir
anıt dikilmelidir (Alkışlar). Bu mücadelenin hikayesi tarihe geçmelidir.
Gördüğünüz gibi Komisyon'un 53 üyesinin yaklaşık yüzde 60'ı bu
yıl bizi desteklemiştir. İmparatorluk elde ettiği boş Pirus zaferini
başarıymış gibi sunmakta ve Küba'yı mahkum etmektedir. Oysa ki
sarfetmesi gereken efor ve ödemesi gereken siyasi maliyet her
sene daha da artmaktadır.
Aramızda kalsın, şunu söyleyebilirim ki, bugün
dünyada olanları, -Avrupa toplumunu ya da Avrupa'nın bazı bölgelerindeki
en kusursuz, en kutsal toplumlar da dahil olmak üzere hiçbir toplumu
dışarıda bırakmadan- tüm toplumlarda olan bitenleri iyice bir
gözden geçirecek olursak, insan hakları konusunda hiçbirinin sicilinin
Küba devriminin sicili kadar temiz olmadığını görürüz (Alkış).
Toplumun bir kısmını bir kuru ekmeğe muhtaç hale
getirirken diğer yarısını bolluk içinde yaşatan bir sistem, ahlaki
bakış açısından bakıldığında insani bir toplum olarak adlandırılamaz.
Egemen süpergüç tarafından yürütülen ve dünyayı
sömürürken imparatorluğa eşlik eden müttefikleri tarafından desteklenen
bu kampanyalar hile ve yalandan, dünyaya dayatılan ekonomik sistem
ortadan kaldırılmadan üstesinden gelinemeyecek olan devasa eşitsizlikleri
meşrulaştırma ihtiyacından kaynaklanan yüzsüz politik oyunlardan
başka birşey değiller. Bizler gerçek insan haklarını iyi biliriz.
Yanıbaşımızdaki gibi zengin bir toplum 44 milyon
yurttaşı tıbbi bakım hakkından yoksunken, milyonlarcası gettolarda
ve sayısız dilencisi köprü altlarında yaşarken; insan haklarından
bahsetmeye nasıl cüret eder anlayamıyorum. Öyle bir toplum ki
milyonlarca kişi ya okuma yazma bilmiyor ya da yarım biliyor,
milyonlarca ve milyonlarca kişi işsiz ve hapishaneler toplumun
en yoksul, en mahrum kesimlerinin çocuklarıyla dolu.
Diğer yandan, hiçkimse başka ülkelere -hangi
ülke olursa olsun- yağdırılan acımasız bombaları ya da imparatorluğun
patronunun ölecek masum insanlardan haberi yokmuş gibi kendini
"60 ya da daha fazla ülkeye önleyici saldırı başlatma"
hakkına sahip ilan ederken nasıl olup da insan haklarından bahsedebildiğini
açıklayamaz.
Küba'ya duyulan nefret, küçük bir ülkenin gezegenimizi
yağmalayan bu güce ve onun müttefiklerine gösterdiği umulmadık
dirençten kaynaklanmaktadır. Küba'nın varlığı ulusların savaşabileceklerinin,
sağlam durabileceklerinin ve kazanabileceklerinin bir kanıtıdır.
Küba'nın varlığı yeryüzünde yaşanmış gelmiş geçmiş en çirkin sömürü
sistemini dayatanlar için küçük düşürücüdür.
Bunu açıklamanın pekçok yolu var. Burada Venezuela'lı kardeşimiz
genellikle hakkında pek konuşmadığımız bir şeyi hatırlattı bize:
Halkımızın diğer ülkelerle yaptığı tıbbi işbirliğini. Devrim olmadan
bunların hiçbiri mümkün olamazdı. Herkesin gayet iyi bildiği gibi
Devrim zafer kazandığında halkımızın yüzde 30'u okuma yazma bilmiyordu
ve yüzde 60'ı yarı okur yazardı. O dönemde en az altıncı sınıfa
kadar okumamış kişilere yarı okur yazar deniyordu -şimdi bize
göre en az dokuzuncu sınıfa kadar eğitim almayanlar bu statüde.
Küba'nın eğitim meselesinde dünya çapında bir
numara olduğu gerçeğini; Kübalı çocukların bilgi testlerinde ilk
sıralarda, gelişmiş ülkelerden bile önde yer aldığını (Alkışlar);
nadir istisnalar dışında asgari eğitim düzeyimizin dokuz yıl olduğunu
ve dünyada başka hiçbir ülkenin nüfusunun çoğunluğu için bu asgari
düzeyi sağlayamadığını gözlerden saklamak istiyorlar.
Uyguladıkları suç niteliğindeki ablukaya, ilaç,
tıbbi ekipman ve teknolojiye ulaşmamızı engellemek için çıkardıkları
zorluklara karşın ülkemizdeki bebek ölüm oranının Birleşik Devletler'dekinden
düşük olduğunu biliyorlar (Alkış). Belki de bu oranı binde 6'nın
altına, belki de hiç de uzak olmayan bir gelecekte binde 5'in
de altına düşüreceğimizden haberleri yoktur. Eminiz -bu konuda
daha önce hiç konuşmamıştım- beş ya da altı yıllık bir süre içinde
ülkemizdeki yaşam beklentisi 80 yılın üzerine çıkacak (Alkı) ve
ülkemiz dünyadaki en ileri sağlık bakım hizmetlerinin merkezi
haline gelecek.
Üçüncü Dünya'da her yıl -aslında kurtarılabilecekken-
ölen milyonlarca çocuk hesaba katıldığında -pek çok ülkede rakamlar
her 1000 doğumda 150 ölüme kadar çıkmaktadır ve nüfusun çoğunluğunun
bu oranda bebek ölümüyle karşılaştığı ülkeler Cenova'da Küba'ya
karşı oy kullananlarla aynı ülkelerdir- her yıl bu dünyada bir
soykırım yaşandığı; her yıl bu gezegende Birinci Dünya Savaşı'nda
ölenlerden daha fazla ve neredeyse İkinci Dünya Savaşı'ndaki kadar
çocuk ve yetişkinin kurtarılabilecekken öldüğü fark edilecektir.
Bunlar kurtarılabilecek durumda olan fakat kaynak yetersizliği
nedeniyle yaşayamayan insanlardır.
Bu sistemin gelmiş geçmiş en canavarca, en acımasız
sistem olduğunu göstermek için hazır tuttuğumuz argüman cephaneliğimiz
muazzam zenginliktedir. Amerika Birleşik Devletleri'nin ve Avrupa'lı
müttefiklerinin dünyada her yıl işledikleri soykırımın ispatı
için basit matematiksel hesaplamaların kullanılması yeterli olacaktır.
Gerçeğin bu olduğunu biliyorlar, buna karşı çıkmaya
cesaret edemiyorlar; azgelişmişliği onlar yarattılar ve geri kalmışlığı
sömürgecilik yoluyla, doğal kaynakları yağmalayarak ve hatta milyonlarca
ve milyonlarca insanı köleleştirerek süreklileştirdiler ve tüm
bunların sonucunda dünyamızda korkunç bir yoksulluğun ve hala
çözülmeyi bekleyen çok ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden
oldular. Bu sorunları burada saymaya kalkışmayacağım ama bunların
türümüzün varlığını bile tehdit altına sokan neredeyse çözümsüz
sorunlar olduğunu belirtmeliyim.
Bu miting gibi etkinliklerin fazla uzamaması
gerektiğini hesaba katarak ve buraya gelmek ve saatlerce burada
kalmak için gösterdiğiniz çabayı dikkate alarak konuşmamı yalnızca
birkaç gerçeğin altını çizmekle sınırlayacağım. Şöyle söyleyeyim:
Zamanında feodalizme karşı oldukça ilerici bir rol oynayan ve
daha sonra ulusları yağmalayan, gezegendeki doğal kaynakları boşa
harcayan ve harap eden bir emperyalist sisteme dönüşen kapitalist
sistem, dürüst, samimi ve objektif bir insan hakları bakış açısından
bakıldığında en anlaşılmaz ve en uzlaşılamaz sistemdir.
Orada, Cenova'da dünya ekonomisinin sahibi çeteler
toplanmaktadır. Onlara kaç Üçüncü Dünya ülkesiyle işbirliği yaptıklarını,
Güney Afrika'daki apartheid rejimine karşı ne yaptıklarını, Üçüncü
Dünya'ya kaç öğretmen, kaç doktor yolladıklarını sormak lazım.
Daha önce de söylediğim gibi bu konuları gündeme getirmekten hoşlanmıyorum
ama bugün bu İşçi Bayramı'nda bunu yapacağım, çünkü burada bir
süre önce Cenova'da neler yaşandığını konuşup anlamaya çalışıyoruz.
Bu baylardan her birine, Üçüncü Dünya ülkelerinde
çalışan kaç doktorları olduğunu sormak gerekiyor. Bazı yardımlarda
bulunan Sınır Tanımayan Doktorlar gibi bazı örgütler ve bazı vakıflar
var. Ama o baylara şunu söylüyorum: Eminim ABD ve Avrupa'nın toplamda
Küba'nınki kadar çok doktoru bulunmuyordur Haiti'de. Bu doktorlar
son derece zor koşullar altında 7 milyondan fazla insana sağlık
hizmeti sunuyorlar (Alkış).
Onlara tek tek sorulabilir, çünkü adalet ve dayanışma
temelinde değil bencillik temelinde kurulmuş olan o toplumlar
başka insanlar için herhangi bir özveride bulunmaktan acizdir.
Bir
ülkeden, Haiti'den bahsettim. Bu ülkeye sürekli müdahale ediyorlar,
onu sürekli işgal ediyorlar ama oraya asla ve asla tek bir doktor
bile yollamadılar. Onlara Küba'nın şu anda Afrika ve Latin Amerika'da
bir dizi tıbbi bakım programı geliştirmekte olduğunu ve en az
17,000 Kübalı doktor, diş hekimi ve sağlık uzmanının başka ülkelerde
hizmet vermekte olduğunu, her yıl binlerce hayat kurtardıklarını
ve on milyonlarcasına sağlıklarını geri kazandırdıklarını ya da
sağlık güvencesi sağladıklarını söylesem acaba nasıl tepki verirler?
(Alkış) Ve kimse doktorsuz kaldığımızı düşünmesin, çünkü bu faaliyetlere
paralel olarak ülkemizdeki sağlık hizmetlerinde de gerçek bir
devrim yaşanmaktadır.
Geçenlerde Sáez'le polikliniklerdeki genel tadilatlar
ve bu sayede sunulabilecek yeni sağlık hizmetleri hakkında konuşuyorduk.
Öylesine sıkı çalışıyorlar ki bu yılın sonuna dek Havana'daki
82 tane ayakta tedavi hizmeti sunan kliniğin tadilatı ve bazı
yeni kurulan kliniklerin inşaatı tamamlanmış olacak. Bu klinikler
daha önce sunulmayan hizmetleri sunacaklar (Alkış). Ve bu sadece
küçük bir ayrıntı, çünkü sadece Havana'da değil ülkenin her yerinde
başka pek çok program daha devam ediyor.
Gidip hastanelerdeki akrabalarını ziyaret etmek
zorunda olan ve bunu yaparken toplu taşımanın zorluklarına katlanan
halkımızın bu koşuşturmadan ne çok tasarruf edebileceklerini hesapladık.
Devam etmekte olan sağlık programları sayesinde daha önce sadece
hastanelerde sunulan hizmetlerin büyük bir bölümü ayakta tedavi
hizmeti sunan kliniklerde de verilebilecek.
Kuşkusuz, kesinlikle kuşkusuz, ülkemiz dünyadaki en iyi tıbbi
bakım hizmetlerine sahip olacak. Eğer birkaç yıl önce on binlerce
genel tıp uzmanından bahsediyorduysak, Tıbbi Bilimlerde on binlerce
PhD sahibinden bahsettiğimiz gün de yakın demektir. Bu amaçla
ve buna ek olarak eğitim, kültür, spor alanlarında ve başka alanlarda
da programlar yürütüyoruz. Tüm bu programlar ülkemizdeki kalkınma
sürecinin başladığı ve ekonomimizin şeker kamışı ve benzeri ürünleri
üretmeye hasredildiği dönemdekine -çünkü cahil ve aç bir halkın
hayatta kalmak için yapabileceği tek şey buydu- göre çok daha
sağlam bir ekonomik temele dayanacaklardır.
Bizi insan haklarını ihlal etmekle suçlayan eşkiyaların,
Küba'nın tek bir kişinin bile kaybolmadığı dünyadaki tek ülke
olduğunu -halkımızın ne büyük başarılar elde ettiğine bakın-,
45 yıllık Devrim boyunca tek bir kişinin bile işkence görmediğini
söylemeye cesaretleri yoktur (Alkış).
Bizler, tek bir hükümlünün bile vurulmadığı ya
da bilgi almak için dövülmediği Sierra Maestra'da verdiğimiz savaşım
kadar temiz bir Devrim gerçekleştirdik. Burası ölüm mangalarının
hiçbir zaman varolmadığı, yargısız infazın gerçekleşmediği yegane
Latin Amerika ülkesidir ve bu 45 senedir böyledir. Eğer imparatorluğun
ve onun destekçilerinin engerek dilleri bizi itham edecek tek
bir vaka bulabilirse, yalnızca tek bir vaka bulabilirse, onlara
Küba Cumhuriyeti'ni hediye olarak sunmaya hazırız (Alkış).
Gerçek budur; abartmıyorum, bilakis. Bu 45 sene
boyunca ne yaptığımızı, savaşı kazanmamızı ve 45 senedir savunduğumuz
bir devrimi hayata geçirmemizi sağlayan ilkelerimiz sayesinde
koruduğumuz tereddütsüz çizgiyi biliyoruz biz. Bugün halkımız,
onun bilinci, kültürü, düşünceleri ne durumda, ne düzeyde birlik
sağlayabildi? Bizim halkımızdan daha yüksek bir kültür düzeyine,
daha yüksek bir siyasi bilince sahip bir halk bulunmamaktadır.
Ve bu sadece başlangıçtır (Alkış).
Bu sabah güneşin doğuşunu beklerken televizyonda
gördüm bunu, çok açıktı. Pek çok insanla röportajlar yapılıyordu
ve insanların neler dediğini duymalıydınız. Yeni bir dünyayı görebiliyordum.
Her yerden, ülkenin her yerinden öğrenciler vardı: Üniversite
öğrencileri; Enformasyon Teknolojileri Üniversitesi'nden öğrenciler;
sanat öğretmenliği okulundan öğrenciler; sosyal hizmet çalışanları
okulundan öğrenciler; öğretmenler ve hemşireler için düzenlenen
hızlı eğitim kurslarından öğrenciler; Latin Amerika'dan ve dünyanın
başka yerlerinden binlerce -"yabancı genç" demeyeceğim-
genç kardeşimizle paylaştığımız okullardan öğrenciler (Alkış).
Sadece binlerce doktorumuz Latin Amerika'ya dünyanın
başka yerlerine gitmekle kalmıyor, biz de oralardan binlerce genci
Küba'da tıp okumaları için davet ediyoruz ve insan bununla gurur
duymadan edemiyor.
Bizler aslında bilgiyi paylaşmak için çok daha
etkili yollar geliştiriyoruz ve kimbilir dünyanın geri kalanının
bu verimliliğe ve bu yöntemlere ulaşabilmesi ve daha da önemlisi,
bunları uygulamaya geçirebilmesi ne kadar zaman alacak...
Bununla birlikte, oldukça gelişkin eğitim programları
uygulamakta ve uygulayacak olan Venezuela'nın, Latin Amerika'nın
bağımsızlık mücadelesinin beşiği olan o kahraman ve yiğit halkını
Küba'nın bugün erişmiş olduğu düzeylere kısa zamanda taşıyacağından
en ufak bir kuşkum yok.
Cenova'da oynadıkları küçük oyunun siyasi maliyetinin
giderek daha da arttığını, bu yıl yürüttükleri faaliyetlerin "geri
teptiğini" söylüyordum.
Küba bu sene bir Komisyon temsilcisinin olan
biteni görmesi amacıyla Guantánamo deniz üssüne yollanmasını teklif
ettiğinde ikiyüzlü sürüsünde, özellikle de Avrupa Topluluğu'ndan
olanlarda panik yayıldı. Moralleri çöktü. Bazı Avrupa hükümetleri
gerçekten utandılar ve ilkelere göre hareket etmek konusundaki
başarısızlıklarını ve ikiyüzlülüklerini itiraf etmek ya da imkansızı
yapmak -imparatorluğa karşı çıkmak- zorundaydılar. Bu ikinci seçenek,
yüzyıllar boyunca sömürgesi durumunda kalanları hedef tahtasına
yerleştiren, bu sömürgelerde on milyonlarca yerliyi ortadan kaldıran
ve buralara yük katırlarından daha az özgürlüğe sahip kölelere
dönüştürdükleri sayısız Afrikalı insanı getiren yüce insan hakları
savunucuları için çok fazlaydı.
Onların Üçüncü Dünya'da yaşayan milyonlarca insana;
ulusal kaynakları ve merkez bankalarındaki tüm döviz rezervleri
yağmalanan, eşitsiz ticaret anlaşmalarının kurbanı olan milyonlarca
insana layık gördükleri muamele budur. Bu sayede elde edilen ganimet
çoğunlukla ABD ya da Avrupa bankalarına yatırılır ve imparatorluğun
ve onun müttefiklerinin yaptığı finansal yatırımlarda, ticari
ve mali açıkların kapatılmasında ve askeri maceralarda kullanılır.
Küba'nın Cenova'da sunduğu teklif neticesinde
bizzat Bush ve onun üst düzey yardımcıları çılgınca çalışmak zorunda
kaldı. Devlet başkanlarını şahsen davet ettiler. Bush'un nereden
zaman bulduğunu, özellikle de uyumayı çok sevdiği hesaba katılacak
olursa -öyle diyorlar- (Kahkahalar) kimse bilmiyor. Irak'la, hükümetin
mali sorunlarıyla, fonları artırmayı amaçlayan resmi ziyafetlerle
ve seçimle ilgili meselelerle nasıl
ilgilenebildiğini kimse bilmiyor. Belki de onu Führer diye adlandırmakla
haksızlık ediyoruz; belki de o bir dahidir.
Nasıl
oluyor da Bush yıllık 512 milyar dolarlık mali açıktan ve yine
yaklaşık bu düzeydeki bir ticaret açığından, yani toplamda bir
trilyon dolarlık bir açıktan bahsedebiliyor? Çünkü bu ve başka
ayrıcalıkları koruyabilmek için dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun
parasını manipüle ediyor ve harcıyor.
Üçüncü Dünya merkez bankalarının tüm rezervleri
denizötesi bankalarda, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri'ndeki
bankalarda tutulmaktadır. Ve tüm para -hak edilmiş ya da hak edilmemiş
para- sahipleri ellerindeki tüm paraları dolara çevirmekte ve
ABD bankalarına ya da herhangi bir gelişmiş ülkenin bankasına
yatırmaktadırlar çünkü kendi ülkelerinin zayıf para birimlerinin
sürekli olarak devalüasyona uğramasından korkmaktadırlar. Uluslararası
Para Fonu'nun şartlarından biri uyarınca bu Üçüncü Dünya ülkelerindeki
hiçbir merkez bankası insanların paralarını dolara ya da başka
konvertibl para birimlerine çevirmesine engel olamaz.
Bu para sahipleri biriktirdikleri -ya da soydukları-
para için güvenlik istemektedirler. Sahip oldukları tüm parayı
ülke dışına çıkarırlar; üstelik herhangi bir şey satın almak için
değil, hatta israf etmek için bile değil. Dışarı çıkarırlar, hepsi
bu. Avrupa ya da ABD bankalarına yatırılmış olan bu paralar işadamlarına
ya da ona ihtiyacı olan herhangi birine borç olarak verilir ve
ona en çok ihtiyacı olanlar arasında hükümetler de yer almaktadır.
500 milyar dolardan fazla bütçe açığını kapatmak için gerekli
olan para bu bankalardan gelmektedir.
Böylece Üçüncü Dünya uluslarına dayatılan ekonomik
sistem, bu ülkelerin sahip oldukları parayı daha gelişkin ülkelere
transfer etmek zorunda bırakmaktadır. Bu durum gelişmiş ülkelerin
kendi malları için daha fazla para talep edip başka ülkelerin
malları için daha az ödeme yapmaları kadar tiksindirici bir gerçektir.
Ve tüm bunların üzerinde Latin Amerika'nın 750 milyar doları aşan
borcu durmaktadır. Bu borç, geri kalan Üçüncü Dünya ülkelerininkilerle
birleştiğinde 2.5 trilyon doları bulmaktadır.
Bu durum halihazırda dünyayı bir felaketin eşiğine,
bir çıkmaza, çözümsüz sorunlara götürmektedir. Bu nedenle insanlık,
ekonomik adaletten ya da adil bir refah bölüşümünden daha fazlası
için mücadele etmek zorunda kalacaktır. İnsanlık, türümüzün hayatta
kalabilmesi için mücadele etmek zorunda kalacaktır. Bunu bu İşçi
Bayramı'nda, bu mitingin artık sona ermesi gereken bir sırada
söylüyorum (Kahkahalar).
Bu yıl Amerika Birleşik Devletleri 512 milyar
dolarlık bir bütçe açığına ve yine 500 milyar doların üzerinde
ticaret açığına sahiptir ve dünyanın geri kalanı bunu dışarı kaçan
ve bir daha asla geri dönmeyen paralarla ödemektedir. Onlar ise
bu parayı kendilerini en gelişkin savaş makineleriyle donatmak
için kullanmakta ve yeni hammaddeler için fetih savaşları açmaktadırlar.
Dünyada kurulan düzen, özellikle de İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra Bretton Woods anlaşmalarıyla -muhtemelen bu
ismi duymuşsunuzdur- kurulan düzen Amerika Birleşik Devletlerine
çok büyük ayrıcalıklar tanıdı çünkü o dönemde bu ülke dünyadaki
altın rezervinin yüzde 80'ine sahipti. Bu ülke savaşla yerle bir
edilmemişti, bunun yerine büyük miktarlarda, çok büyük miktarlarda
ihracat gerçekleştirmişti. Ama Avrupa yıkılmıştı, Asya da öyle.
Bu sayede ABD 30 milyar dolarlık altın biriktirebildi. Dünya ticareti
için gerekli olan sağlam parayı basma hakkı bu ülkeye bu nedenle
verilmiştir. Yine de basılan her doların belirli bir miktar altınla
desteklenmesi gerekiyordu.
Vietnam Savaşı'nda devasa miktarlarda para harcadıkları ve altın
rezervlerinin üçte bir düzeyine düşürdükleri 1971 yılından sonra
ünlü Bay Nixon bu para biriminin altına çevrilebilirliğini askıya
aldı ve o zamandan bu yana dolaşımda olan şey yalnızca kağıttan
ibarettir.
Bunu daha iyi ve daha derinlemesine açıklamak
zaman alır ama bizim yuvarlak masa toplantılarımız ve iki yeni
televizyon kanalımız var. Teknisyenlerimiz, öğretmenlerimiz ve
profesörlerimiz gerçekten de ilginç olan bu konuları halkımıza
açıklayabilir ve dünyanın aslında neyin etrafında döndüğünü anlamalarına
yardımcı olabilirler.
Uluslararası durum karmaşıktır. Bu yönetimin
maceracı politikaları -ah şu maceracılık!- dünyada giderek daha
çözümsüz hale gelen sorunlar yaratmaktadır. Dayatılan ekonomik
düzen hiç olmadığı kadar sürdürülemezdir ve bu nedenle dizginlenemez
toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına ve her an, her heryerde
bir devrimin patlak vermesi olasılığına kimse şaşırmayacaktır.
Halihazırda yaşananlar bunlardır.
İspanya'da etkileyici, cesaret verici bir olay
yaşandı. Bu neredeyse tamamıyla İspanya halkına, özellikle de
genç nesle ait olağanüstü bir başarıdır. Yaşanan trajediden yalnızca
48 saat sonra ve seçimlerin arefesinde verilen kahramanca mücadele,
İspanya hükümetinin 11 Mart'ta gerçekleşen korkunç olayı kendi
çıkarına ve savaş çığırtkanı ABD'nin lehine manipüle etmeyi amaçlayan
kalleşçe manevralarına yıkıcı bir darbe indirmiştir.
Seçimlerle birlikte neler yaşandığını herkes
biliyor. Kamuoyu yoklamalarına ve anketlere göre Bay Aznar'ın
muhafazakar partisi parlamentoda mutlak çoğunluğu elde edecekti.
Bunu elverişli ekonomik duruma ve en önemli medya araçları üzerindeki
tekele borçluydu. Fakat, İspanya'da korkunç bir trajedi gerçekleşti;
ölü ve yaralı sayısının 1000'i aştığı o terör eylemi. Sonra olayların
nasıl geliştiğine şahit olduk.
Bay "Anzar" -Bush, Aznar'a böyle hitap
etmektedir, bu ismi doğru düzgün telaffuz etmeyi bir türlü öğrenemedi-
(Kahkahalar) derhal haberleri manipüle etmeye ve ETA'yı suçlamaya
başladı. Oysa gerçekte ETA'nın olanlarla hiçbir ilgisi yoktu.
Herkes çeşitli örgütlerin nasıl çalıştıklarını
görebilir. Bu saldırının ETA'nın tarzına uymadığı son derece açıktı.
Aznar
hemen bunun ETA'nın işi olduğu suçlamasıyla ortaya çıktı ve ne
pahasına olursa olsun bunda ısrarcı oldu. Saldırı ayın 11'inde,
Perşembe günü gerçekleşmişti. Ayın 12'sinde, akşam saat 6:00'da
Küba televizyonundaki Yuvarlak Masa programında gazetecilerimiz
bu son derece olumsuz ve üstünkörü manipülasyonu kınadılar. Televizyonda
yayınlanan yuvarlak masa tartışmalarımız internet ve uydu üzerinden
aralarında İspanya'nında bulunduğu pek çok ülkeden izlenmektedir.
Gazetecilerimiz olan bitenle ilgili olarak Batı'da önemli bilgilerin
elde edildiğini umduklarını belirttiler ve İspanyol meslektaşlarına
ulaşabilmiş olan önemli uluslararası analizcilerin fikirlerini
dile getirdiler. İspanya'da medya söz konusu bilgiler ve fikirler
hakkında hiçbir şey söylemedi. Küba'nın yaptığı yayınların o destansı
siyasi mücadeleyi veren genç İspanyollara herhangi bir faydası
oldu mu bilmiyoruz. Seçimlerin başlamasına sadece 36 saat kalmıştı.
Ayın 13'ü olan Cumartesi günü Aznar hala ETA'ya
dönük suçlamasında ısrar ediyordu. El Kaide örgütü eylemi üstlenirken
Aznar'ın gözü dönmüşçesine ETA'nın suçlu olduğu tezini savunması
gözlerden kaçmadı.
ETA sorumlu olsaydı bu gerçekten de Aznar'a ve
ABD'ye büyük fayda sağlayacaktı çünkü Avrupa'da Irak savaşına
karşı büyük bir muhalefet vardı ve İspanyol halkı Irak'taki savaşa
en esaslı şekilde karşı çıkanlardandı (Alkış). Eğer ETA Avrupa'nın
orta yerinde bu eylemi gerçekleştirmiş olsaydı Bay "Anzar"ın
siyasi sermayesi artacak ve savaş taraftarı çizgisi büyük avantaj
elde edecekti.
Çok
daha fazla oy almayı umduğu seçimlerden 48 saat önce böyle kirli
bir manevraya kalkışmasının ardında yatan neden buydu; ama İspanyol
halkı bu numarayı fark etti. Cumartesi günü seçimlerin arefesinde
halk, çoğunlukla da genç nesil, hükümetteki partinin binaları
önünde kitlesel bir şekilde toplandı ve bu menfur kandırmacayı
protesto etti, kınadı. O sırada kimse tahmin bile edemese de -ben
de artık tepki vermenin imkansız olduğunu düşündüğümü itiraf ediyorum-
umulmadık olan gerçekleşti ve türlü kanallardan birbiriyle haberleşen
tüm bir halk düzen medyasını pek de kullanmaksızın bu kınamayı
bütün ülkeye yaydı. Birbirleriyle haberleşebilmek için bütün gece
boyunca her tür aracı kullandıkları söyleniyor. Ve ertesi gün
her zamankinden daha fazla insan oy kullanmak için sandık başına
gitti. Ve büyük haber, İspanyol halkı Santo Domingo'dan, Honduras'tan,
El Salvador'dan gençleri askere alan ve hatta Sandinista ordusundan
küçük bir birliği canlı siper olarak Irak'a yollayan -bunu kim
akıl edebilirdi, kim akıl edebilirdi!- ve onları oralara yollamak
için gerekli prosedürleri hızlandırma işini bizzat üstlenen o
hilekarı sağduyulu bir şekilde cezalandırdı. Bir gün genç Latin
Amerikalıların o haksız, soykırımcı savaşa canlı siper olarak
yollanacağını kim düşünebilirdi!
Medyanın büyük çoğunluğu Aznar'ın ithamını desteklemiş
olmasına karşın İspanya'da halkın bu hilekarı nasıl geri püskürtebildiğini
ve onu nasıl yendiğini herkes gördü. Tıpkı benzer koşullarda Venezuela
halkının ülkelerindeki hain oligarşiyi defalarca yenilgiye uğratması
gibi... Halklara güvenmeliyiz, çünkü halklar ne kadar çok öğrenirlerse,
ne kadar çok genel kültür ve siyasi kültür edinirlerse, onlara
okuma yazması olmayan cahil sürüleri gibi muamele etmek de o kadar
zorlaşır.
Eğer devam etmeme izin verirseniz söyleyeceğim
fazla birşey kalmadı. Ama yine de siz bilirsiniz (Alkış).
Şu anki hükümet İspanyol askerlerinin Irak'tan
geri çekilmesi sözünü tutmuştur. Bu kuşkusuz övgüye değer bir
davranıştır. Fakat önceki hükümet döneminde İspanya devleti bu
yarımkürenin tarihinde eşi görülmemiş bir şey yapmış ve İspanyol
Lejyonu'yla birlikte Irak'a gönderilmek ve canlı siper olarak
kullanılmak üzere çok sayıda Dominikli, Honduraslı, Salvadorlu
ve Nikaragualı genci askere almıştır. Latin Amerika'nın eski sömürge
imparatoru olarak saygı ve itibar görmek ve hatta Latin Amerika
ve Karayipler'de belirli bir rol üstlenmek isteyen İspanya, önceki
hükümetin icraatleri sonucunda Irak'a yollanan bu Latin Amerikalı
gençlerin evlerine geri dönmeleri için mücadele etme sorumluluğu
ve ahlaki göreviyle karşı karşıyadır.
Şimdi iktidarda yeni bir hükümet bulunmaktadır
ama devlet önceki hükümetin yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmelidir.
O askerlerin savaşta yer almalarında İspanya'nın sorumluluğu bulunmaktadır
ve onların Irak'tan geri çekilmelerinin sağlanması da yine onun
ahlaki görevidir.
Sömürge güçlerinin neyse o olarak kaldıklarını
ve her zaman evvelki tebalarının irfan sahibi anavatanın yardımına
ihtiyaç duyduğuna inanma eğiliminde olduklarını siz gayet iyi
bilirsiniz. Tıpkı bize insani yardımda bulunduğunu söyleyen Avrupa'da
olduğu gibi bazen yardımdan bahsederler ve bir gün bunun karşılığını
almaya karar verirler.
O insanlar Guantánamo'daki korkunç hapishaneyi
unutmuşlardır; Amerika Birleşik Devletleri'nin Kübalı beş kahramanı,
bilgi elde ederek ülkelerini terörizme karşı savunmakta olan beş
genci nasıl korkunç bir haksızlıkla, zalimane ve acımasız bir
şekilde hapiste tuttuğunu hatırlamazlar; ABD hükümetlerinin Küba'ya
karşı icat ettiği ve 45 senedir uyguladığı terörizmi hatırlamazlar
(Bağırışlar).
Hayatlarını kaybeden binlerce Kübalı yurttaşımızın
hikayesini tekrarlamaya gerek yok; Barbados'ta neler olduğundan
burada bahsetmeye gerek yok. Gerçek şu ki Avrupa Topluluğu hiçbir
şeyi hatırlamamıştır. Orada Miami'de ABD hükümeti'yla yakın bağları
olan gangster çetesinin desteği ve tam bir dokunulmazlık altında
Küba'ya karşı serbestçe kurulan kumpasları, yapılan suikast ve
terör planlarını hatırlamamıştır. Bay Bosch, Miami'de özgürlüğü'nün
tadını çıkarmaktadır. O ve Posada Carriles bir Küba uçağının havada
infilak etmesine yol açan planı örgütlemişlerdir. Hayır, hatırlamıyorlar,
hatırlayamazlar da.
Emperyalizm, 45 sene boyunca komplolar, ülkemizi
istikrarsızlığa sokmayı amaçlayan girişimler planlamıştır ve hala
da planlamaktadır. İşbirlikçilerine paralar ödemekte ve bu alana
daha fazla yatırım yapılmasının şart olduğunu söylemektedir. Sonra
Küba yabancı bir güç için çalışan bu işbirlikçilerini cezalandırmak
için gerekli önlemleri aldığında bağırıp şikayette bulunmasınlar
(Alkış).
Eğer Küba kendini savunursa, eğer kimse kendisinin
cezadan muaf olduğunu düşünmesin diye işbirlikçilerini tutuklayıp
cezalandırırsa, işte o zaman ülkemize karşı büyük kampanyalar
başlatırlar. Onlar ülkemizin kendini korumasını engellemek istiyorlar
ve bu ülke verdiği mücadelelerde her zaman gözettiği standartları
ihlal etmeksizin kendini kanunlarla savunmaya devam edecektir.
Ve gerekirse kanının son damlasına kadar kendini silahla koruyacaktır
(Alkışlar ve bağırışlar).
Bu yüzden herhangi bir yanılsamaya kapılmasınlar
ve ağlayıp feryat ederek, bizi insan hakları ihlalcileri gibi
göstererek gelmesinler.
Küba'ya yaptıklarının aynısını Venezuela'ya da
yapıyorlar: Provokasyon eylemleri tertip ediyorlar, olaylar çıkartıyorlar,
insanları öldürüyorlar ve sonra Venezuela hükümetini suçluyorlar.
Onların durumu gerçekten ilginç. Yani Venezuela halkının henüz
bizim halkımızın ulaştığı bilgi düzeyine erişmeden böyle direnebilmesi
çok ilginç. Bu, halkın içgüdüsüdür ve halk kararlı olduğunda onu
kandırmak zordur.
(Havana MUsic Band)
Küba'da herkes gerçeklerin gayet iyi farkındadır ama imparatorluk
bu kampanyaları Küba'nın dışarıdaki ününü lekelemek için yürütmektedir.
Bu yüzden uykularımız kaçıyor değil. Onların bugün ne düşündüklerinin
bir önemi yok, önemli olan yarın ne düşünecekleri. Bu Devrim dünya
tarihine damgasını kazınamaz bir şekilde vurmuştur (Alkışlar).
Utanacak hiç ama hiçbir şeyi yoktur çünkü ahlaki ilkeleri yıldızlar
kadar yüksektir. Ortaya çıkan ve insan haklarıyla hiçbir alakası
olmayan türden kişisel hatalar bir yana, devrimin pratikleri her
zaman güvenilir olmuştur. Hiçbir ekonomik, siyasi, idari ya da
hukuksal hatanın yapılmadığını iddia etmek naiflik olacaktır.
Bununla birlikte, hiç kimse Devrimin kutsal ilkeleriyle, insanları
ilgilendiren meselelerle ilgili temel konularda hata yapmaz, aldatmacaya
kalkışmaz. Bu türden konularda hata yapılmasına ya da aldatmacaya
izin verilmez.
Bugün, yani bu İşçi Bayramı'nda yaptığımız şey
gerçekten de bunca yıllık mücadele deneyimine dayanan büyük yeni
bir devrim gibi bir şey. Bu, hiçbir toplumsal ayrımcılık gözetmeksizin
her bir Kübalı yurttaşımızın refahı için şimdiye kadar yaptıklarımızın
ötesine geçen ve yine aynı hayranlık verici insancıl çizgiyi izleyen
bir şey.
Yapılanları hepimiz biliyoruz ve siz bunun kanıtısınız,
ama gerekli bilgiden, gerekli deneyimden yoksun olduğumuz için
yapılabilecek daha neleri yapamadığımızı da biliyoruz. Devrimin
nasıl yapılacağını, onun ne olduğunu anlatan bir kitap yok. Bu
küçük ülkenin dünyanın gelmiş geçmiş en güçlü ülkesi karşısında
45 yıl boyunca nasıl direneceğini anlatan bir kitap da yok. Bizi
silahlarıyla yenemediği gerçeğini anlatan bir kitap da yok. Bunun
bedelini iyi biliyordu.
Halkımızı hafife aldıkları Domuzlar Körfezi saldırısı
70 saat bile sürmedi ve Füze Krizi sırasında emperyalist saldırı
planları ve halkımızın kararlılığı nedeniyle dünya kendini havaya
uçurmanın eşiğine geldi. Ve biz tüm bu yıllar boyunca uygulanan
ablukaya ve özel döneme dayandık. Bu, asla kimsenin alt edemeyeceği,
iyi hazırlanmış, eğitimli, devrimci gençlerinin taşıdığı büyük
güçle birlikte son derece tecrübeli ve mücadelede pişmiş bir halktır
(Alkışlar ve bağırışlar).
Dolayısıyla yaptığımız şeyin bu ülkeyi bir kez
daha dönüştüreceğini biliyoruz; ülkemiz halihazırda son derece
etkileyici bir biçimde değişmektedir.
Bize siyasi ve toplumsal dersler verebileceklerini
sanan eski sömürgeci güçlerden bahsetmiştim. Eğer sömürgeci güçler
isterlerse onlara birkaç şey öğretebiliriz ama kimse onların bize
birşey öğretecekleri fikrine kapılmak konusunda tez canlılık göstermesin.
Ünlü insani yardımı için Avrupa Ekonomik Topluluğu'na
olan şükranlarımızı çoktan sunduk ve şimdi onları daha fazla yardım
eli uzatmaları konsunda aceleci olmadığımıza dair uyarıyoruz.
Buna yakından bakalım: Eğer onlardan her yıl
1.5 milyar dolarlık mal satın alır ve onlara çoğunluğu hammade
formunda ancak 500 milyon dolarlık mal satarsak insani yardımı
veren biziz demektir. Çünkü bize sattıkları 1.5 milyar dolarlık
maldan yaklaşık 500 milyon dolar net kar sağlıyor olmalılar. Sonra
süslü bavullarıyla ortaya çıkıp küçük bir parça yardım öneriyorlar
ve kaldıkları beş yıldızlı otellerde yolculuk ettikleri uçaklarda
getirdiklerinden daha fazlasını harcıyorlar. Yani Avrupa Topluluğu'nun
bu saçmalıkla bize gelme zahmetine girmesine gerek yok.
Kimse buraya gelebileceğini ve demokrasimizi
nasıl geliştirmemiz gerektiği konusunda iki kuruşluk tavsiyelerde
bulunabileceğini de düşünmesin. Çünkü bu ülkenin yeterinden fazla
deneyimi vardır, çok mücadele etmiştir ve fedakarlıklar ve kanımız
pahasına yeterince başarılı olmuştur. Hiçbir Avrupa ülkesi bize
demokrasi hakkında küçük dersler verme düşüncesiyle gelmesin çünkü
devasa eşitsizlikler içinde yüzen Avrupa'daki hiçbir ülke bugün
Küba'nın sahip olduğu gerçek, eşitlikçi ve tam katılımcı demokrasiye
sahip değildir. Küba bu demokrasiye halkın iktidarı aldığı ve
zenginliğin adil bir şekilde dağıtıldığı günden bu yana sahiptir.
Ve halk sadece iktidarı almakla kalmamıştır; o iktidarı NATO'suz
ya da İblis'le askeri anlaşmalara girmeksizin savunan da yine
aynı halktır (Alkışlar ve bağırışlar).
Onların bizim sahip olduğumuz eşitlik, insancıllık ve istisnasız
herkese gösterilen itina düzeyine sahip olup olmadıklarını anlamak
için bu ülkede yapılanları teker teker tartışmak ve dünyanın en
zengin ülkelerinde yapılanları tartışmak yeterli olacaktır. Sahip
olduğumuz demokrasi başka hiçbir yerde bulunmamaktadır.
Ne olduğumuzdan oldukça eminiz, ne yaptığımızdan
ve neye sahip olduğumuzdan. Ama öyle görünüyor ki bazı budalalar
bunu hala fark etmediler ve demokrasinin nasıl kurulacağını bize
öğretme bahanesiyle iç işlerimize burunlarını sokmakta ısrar ediyorlar.
Her halükarda biz de böylesi cömert jestlere, onlara eşitliğin
nasıl yaratılacağını, ayrıcalıkların nasıl ortadan kaldırılacağını
ve devrimci bir demokrasinin nasıl kurulacağını öğreterek karşılık
verebiliriz.
Bunlar hakkında böyle aklıma geldikleri için
konuşuyorum çünkü yazmak için fazla zamanım olmadı.
Irak'a yollanan genç Latin Amerikalılardan ve
onların ülkelerine dönmelerinin gerektiğinden bahsettim. Emperyalizm
bugün canlı siperler arıyor ve orada paralı asker olarak bulunan
Polonyalılar da bir gün çekilmeye karar verebilirler. Polonyalılar
pek çok kez işgal edilen, pek çok kez istila edilen, defalarca
bölünüp parçalanan bir ülkenin tarihine daha uygun davranmalı
ve gençlerinin bir fetih savaşına paralı askerler olarak kiralanmasına
artık devam etmemelidir.
Hiç şüphem yok ki bugün bu çirkin savaşa destek
vermek için birliklerini yollayarak saçma sapan ve utanç verici
bir şekilde hareket edenler fazla zaman geçmeden bu konuda daha
ciddi ve başka şekilde düşünmeye başlayacaklar.
Ve tüm bunları söylediğime göre sanırım ABD halkıyla
ilgili düşüncelerimizi söylemek de görevim.
Küba halkı dahil, dünya halkları Amerikan halkından
nefret ediyor değildir. Ne de -çoğunluğu siyah, melez ya da Latin
Amerikalı olan- genç Amerikalı askerlerin ölmeleri istenmektedir.
Bugün gereksiz ve aptalca bir savaşın kurbanları olan bu gençlerin
askerliği seçmelerinin nedeni yoksulluk ve işsizliktir.
Biz Irak'taki hiçbir hükümeti ya da mevcut hiçbir
siyasi sistemi savunmuyoruz; bu tamamiyle Iraklıların karar vereceği
bir şeydir. New York'ta ve Madrid'teki saldırılarda ölenlerle
dayanışma hissettik ve bu tür yöntemleri kınıyoruz. Dünyanın Irak
halkına beslediği büyük ve giderek artan sempatiyi yaratan şey
Bağdat'ın ve diğer şehirlerin acımasızca bombalanmasıdır. Bu bombalamalar
masum siviller arasına terör ve ölüm tohumları ekmekte, milyonlarca
çocuğu genci, hamile kadını, anneyi ve yaşlıları tüm hayatları
boyunca etkileyecek olan korkunç travmayı tamamen göz ardı etmektedir.
Bunlar apaçık yalanlara dayandırılmış, hiçbir şekilde haklı çıkarılamayacak
bombalamalardır. Sempati büyümektedir çünkü milyarlarca insan
bunun Irak'ın kaynaklarına ve hammaddelerine sahip olmak için
yürütülen bir fetih savaşı olduğunu fark etmiştir, çünkü bu savaşta
hiçbir meşruiyet, hiçbir yasallık vesaire bulunmamaktadır, çünkü
uluslararası hukuk ihlal edilmiştir, çünkü Birleşmiş Milletler'in
yetkileri ve otoritesi göz ardı edilmiştir.
Bugün Irak halkı bağımsızlığı, hayatı, çocuklarının
hayatı ve meşru hakları ve kaynakları için mücadele etmektedir.
ABD hükümeti bu yüzden, şiddet, savaş ve terör
yolunu seçmekte ısrar ettiği için karmaşık bir durumla karşı karşıya
kalmıştır. Bu görüşü ortaya atmaya ahlaki açıdan hakkım var çünkü
bu savaş çığırtkanı politika yürürlüğe sokulmadan uzun zaman önce,
11 Eylül 2001'de yani tam da İkiz Kuleler'e düzenlenen korkunç
saldırının gerçekleştiği sırada ülkemizde gerçekleştirilmekte
olan ve 4,500 genç ilkokul öğretmeninin göreve başladığı yeni
okul yılının açılış töreninde şunları söyledim:
"ABD Hükümetinin tepkisinin ne olacağını
bilmek çok önemli. Büyük olasılıkla gelecek günler dünya için,
Küba'yı kastetmiyorum, tehlikeli olacak. Küba birkaç nedenle dünyanın
en barışçıl ülkesidir: politikamız, mücadele biçimimiz, öğretimiz
ve de yoldaşlar, mutlak korkusuzluğumuz nedeniyle."
[...]
"Önümüzdeki günler ABD'nin hem içinde hem
de dışında gergin geçecektir. Bir dizi insan görüşlerini dillendirme
hakkını kendinde bulmaya başlayacaktır."
"Ne zaman böyle bir trajedi yaşansa, hatta
bazen bunların engellenmesi bu denli zor olduğunda bile soğukkanlı
olmaktan başka hiçbir yol göremiyorum. Ve özgün koşullarda düşmana
birşeyler önermek mümkün olsa, yıllardır bize karşı son derece
acımasız olan düşmana bir öneride bulunmama izin verilse, Amerikan
halkının iyiliği için ve biraz önce dile getirdiğim iddialara
dayanarak, güçlü imparatorluğun liderlerine itidali korumalarını,
soğukkanlı davranmalarını, öç alma ya da nefret duygusuyla hareket
etmemelerini ve oraya buraya bombalar atarak insan avına çıkmamalarını
önerirdim."
"Dünyadaki sorunların hiçbirinin, hatta
terörizmin bile güç kullanarak çözülemeyeceğini ve her bir güç
kullanımının, her pervasız güç kullanımının dünya sorunlarını
ciddi şekilde artıracağını tekrarlamak istiyorum."
"Çözüm
ne güç kullanımında ne de savaştadır. Bunu her zaman dürüst olmuş
birinin tam güvenilirliğiyle, Küba'da yaşanan mücadele yıllarına
tanıklık etmiş birinin sağduyulu kanaati ve deneyimiyle söylüyorum.
Böyle bir belanın çözüme ulaştırılabilmesi ancak aklın ışığında
ve uluslararası kamuoyunun güçlü fikir birliğine ve desteğine
dayanan zekice oluşturulmuş politikalarla mümkündür. Bu beklenmedik
olay terörizme karşı uluslararası bir mücadelenin başlatılması
için kullanılmalıdır diye düşünüyorum. Fakat terörizme karşı bu
uluslararası mücadele orda burda terörist öldürülerek, yani onlarınkilerle
aynı yöntemlerin kullanılmasıyla, masum yaşamların kurban edilmesiyle
başarıya ulaşamaz. Bu herşeyden önce Devlet terörizmine ve öteki
korkunç suçlara son verilerek, soykırıma son verilerek ve dürüstçe
bir barış politikası güdülerek ve vazgeçilemez ahlaki ve yasal
standartlara saygı gösterilerek çözülebilir. Uluslararası barışı
ve işbirliğini hedefleyen bir yol seçilmedikçe dünya kurtarılamaz."
Irak savaşı pek çok insanın hatırına Vietnam Savaşı'nı getiriyor.
Benim aklıma ise Cezayir özgürlük savaşını getiriyor. Bu savaşta
Fransızların kudretli askeri gücü çok farklı bir kültüre, dile
ve dine sahip bir halkın direnişi karşısında tuzla buz olmuştu.
Irak'ta olduğu gibi çölümsü bölgelerle dolu bu ülkede halk Fransız
birliklerini ve onların o dönem için oldukça ileri olan teknolojilerini
alt etmeyi başarmıştı. Fransızlar daha önce de, Bush'un seleflerinin
neredeyse nükleer silah kullanma noktasına geldikleri Dien Bien
Phu'da yenilgiye uğramışlardı.
Bu tür bir savaşta hegemonik durumdaki süpergücün
tüm cephanesi işe yaramaz hale gelir. Bu süpergüç sahip olduğu
devasa güçle bir ülkeyi işgal edebilir ama eğer o ülkenin halkı
işgalcilere karşı kararlı şekilde mücadele verirse o ülkeyi yönetmesi,
idare etmesi imkansızdır.
Sayın Bush'un bir gün Suriye Devlet Başkanı'na
ve İran hükümetindeki yetkililere nazik mektuplar yollayacağı
ve Irak sorununun çözümü için alçak gönüllü bir şekilde yardım
talep edeceği daha önce hiç aklıma gelmezdi. Bu ülkelerin ikisi
de şimdiye dek terörist sayılmaktaydı. Bundan da şaşırtıcı olan
şey şu ki, basındaki haberlere göre iki gün önce ABD deniz birlikleri
Felluce'den çekilmiş ve onların yerine Saddam Hüseyin'in ordusunda
görev almış eski bir generalin yönetiminde Irak'lı askerler yerleştirilmiştir.
Şu anki ABD yönetiminin hiçbir barış çabasını
ya da girişimini eleştirmem fakat ABD birliklerinin Irak'tan çekilmesi
-zaten buraya asla gönderilmemeliydiler- ve Irak halkına tam bağımsızlıklarının
iade edilmesi dışında herhangi bir çözüm olabileceğinden son derece
kuşkuluyum. Bu çözüme, orada yaratılmış olan karmaşık durum için
muhakkak bir çare bulacak olan uluslararası topluluk da destek
verecektir.
Bu arada biz Kübalılar olanları izlemeye devam
edeceğiz ve bizleri fiziksel olarak ortadan kaldırmayı amaçlayan
politikaları savunma hakkını kendinde görenlere karşı en kararlı
mücadelemizi sürdüreceğiz. En kötüsü de biraz önce bahsedilen
değişikliklerin hızandırılmasından söz edenlerin, eski ölümcül
fikirleri bizim için son derece tanıdık olan şahıslarla aynı kişiler
olmasıdır.
Şimdi yine ekonomimizi olumsuz şekilde etkileyecek
ve ülkemizi istikrarsızlaştıracak yeni önlemlerin yolda olduğu
tehditlerini haykırarak gırtlaklarını yormaktadırlar. İmparatorluğun
elinde mahkum tutulan ve en utanç verici ve acımasız insan hakları
ihlali davasına eşsiz bir vakarla göğüs geren beş yurttaşımızı
iade etselerdi çok daha iyi olurdu. Bu yurttaşlarımızın tamamiyle
tecrit altında tutuldukları federal hükümet hapishanelerindeki
durumları Guantánamo deniz üssünde esir tutulanlarınkinden daha
iyi değildir. Fakat tüm bunlara karşın Amerika Birleşik Devletleri'ni
yönetenlere daha soğukkanlı, daha duyarlı, daha aklı başında ve
daha irfan sahibi olmalarını önermekten çekinmiyoruz.
Devrimi ortadan kaldırmak için çaba harcamakta
ısrar edenlere, bugün bu 1 Mayıs'ta burada toplanmış olan kalabalık
adına -tıpkı daha önce Girón'da ve mücadelemizin başka kritik
anlarında söylediğim gibi- sadece şunu söylüyorum: