SAYI 43 / 1 HAZİRAN 2005

 

İLAHİ SUNAKTAKİ ÖLÜMCÜL FOTOĞRAFLAR
(İngilizce >>>)

Kubilay Akman*




Amerikalı fotoğrafçı Joel-Peter Witkin (Brooklyn, New York, 1938) en hafif ifadeyle izleyiciye “yorucu” imgeler sunuyor. Witkin’i izlerken ölüme, yaşama, dinlere, sanat tarihine, bedene, acıya ve hazza dair karmaşık bir problem yumağıyla yüz yüze geliyoruz.

İspanyol meslektaşım Joan Fontcuberta’nın da (Photovision dergisi editörü) ifade ettiği gibi şu içinde bulunduğumuz son çeyrek yüzyılda dünya “absürd” çağından “dehşet” çağına geçti.** Bunda kuşkusuz Amerikan tarzı aşırılıkların globalleşen kitle iletişim araçları kanallarıyla dünyaya yayılmasının büyük bir rolü var. Artık her an yeni yeni sapkınlıklar, aşırı sosyallikler duyuyoruz ve neredeyse şaşırmaz duruma geldik. Televizyonlar ve gazeteler bu dehşet manzaralarıyla dolu.

Witkin’in sanatı, belki de en temel olarak bu “absürd”den “dehşet”li olana doğru dönüşen sosyal/kültürel atmosferden beslenir. O gerçekdışı halelerin gerisinde, onun fotoğraflarında
yaşadığımız dünyanın tuhaf, tekinsiz ve karanlık taraflarına yönelik bir ayna, oldukça stilize edilmiş bir formda tutulmaktadır.

Kadavraları, olağandışı bedenleri, travestileri, çeşitli fetişist nesneleri ve hayvanları fotoğraflarında kompoze eden Witkin’in sürekli olarak aşırı, uç veya ölümcül şeylere yönelmesinde sanırım Amerikan toplumunun bir üyesi olması kadar, yaşadığı kişisel deneyimlerin de belli bir rolü vardır. Henüz küçük bir çocukken evlerinin önünde bir trafik kazasına tanık olur. Bir kız çocuğunun kafasının kopup savrulduğunu görür. Bu geleceğin fotoğrafçısını derinden sarsan bir sahnedir. Yine o yıllarda babası ona Life ve Look dergilerinden, Daily Mirror’dan veya News’ten bazı fotoğraflar gösterir. Aralarında sözsüz, bakışlarla sürdürülen bir diyalog vardır. Bir camcı olan babası asla bu fotoğrafları çekemeyecektir. Oğlunun, onun adına bir gün bu alana yönelmesini ummaktadır. Küçük çocuk da babasına bakışlarıyla “Evet, yapacağım” demektedir.

Daha sonra, Amerika’nın çeşitli eyaletleri ve Avrupa ülkelerinde sürdürdüğü askerlik hizmeti boyunca (1960’ların ilk yarısı) bir foto-teknisyen ve belgesel fotoğrafçı olarak yaşadığı deneyimler de onun sanatsal yolunun çizilmesinde etkili olacaktır. Bu dönemde Witkin, çeşitli trafik kazalarında veya intiharlarda ölen birçok askerin cesedini görüntülemiştir. Tanık olduğu ölümler onu rahatsız etmemektedir. Sanatçıya göre “ölüm değil, asıl şiddeti kurumsallaştırmaya yönelik insan kapasitesi rahatsız edicidir.”

Union School of Art’ta (New York) ilk olarak heykel eğitimi almış olan, New Mexico Üniversitesi’nde (Albuquerque) fotoğraf ve sanat tarihi alanında öğrenim gören, Columbia Üniversitesi’nde burslu olarak şiir üzerine araştırmalar yapan Witkin, köklü akademik birikimini mistik bir duyarlılıkla birleştirebilmeyi başarmıştır. Sanatçı, gençlik yıllarında Yoga öğrenmek üzere Hindistan’a seyahat etmiş, Doğu dinlerine yönelik ilgisi sürekli canlı kalmıştır. Witkin, yaşadığımız çağda “her gün biraz daha fazla merak, gizem ve yazgı duygusundan kopar hale gelmemizi” üzücü bulmaktadır. Bu nedenle, geniş bir sanat kültürüyle yoğrulmuş olan Witkin’in, Batı’nın büyük başyapıtlarını parodileştirdiği çalışmalarında hep bir dinsel/mistik taraf bulunmuştur. O, sanatını kişisel arınması için bir araç, öldüğünde ilahi sunakta Tanrı’ya sunulacakyakarışlar olarak görür. Bu yapıtlar aynı zamanda, reklam kültürü yoluyla sürekli güzel, kusursuz, pürüzsüz olanı ön plana çıkaran modern toplumların ikiyüzlülüğüne karşı, dinsel bir argümantasyon kadar tüm sanat tarihinin yapıbozumundan gücünü alan eleştiri öğeleri olarak da alınabilirler. Aynı zamanda Witkin’in fotoğrafları kendi kurgusallıkları içinde mizahidir. Witkin’e göre “mizah yaşamın sürdürülebilmesini sağlayan temel insan özelliğidir. Eğer insanlar şeylerde mizahi bir taraf göremezse, gerçekliğe yaklaşımlarının büyük bir kısmı eksilir.”

Witkin’e göre yaşarken “her dakika bir ahlaki karar anıdır. Her birimizin kalbinde bir moral şifre vardır, bu yazgı ve yazgının hedefini bulmaya yönelik bir sorudur. Hayat bir sınav yeridir. Yüce bir sınav alanı olması gerekir.” Sanatçı bu sınavın bilincini her zaman zihninde taşır. Fotoğrafları bu içsel muhasebelerin, ruhsal yolculukların ve araştırmaların izdüşümüdür. Witkin’in spiritüel arayışına teknik bir arayış eşlik eder. Fotoğraflarının kimyasal yapısında (Witkin giderek dijitalleşen fotoğrafçılık alanında hâlâ geleneksel teknikleri kullanmaya devam ediyor), filmlerinde ve baskılarında bazı bilinçli deformasyonlar, oynamalar yapar. Witkin’in yarattığı fotoğrafların estetik değeri salt onların içerdiği kompozisyondan kaynaklanmaz. Teknik tercihleri de onun üslûbunun ayrılmaz parçalarıdır. Mesela, Witkin kompozisyonlarının sahip oldukları teknik vasıflardan ya da bir tür olarak fotoğraftan sıyrılarak ele alındıklarında nasıl bambaşka şeyler haline geldiklerine örnek olarak Mustafa Horasan’ın yağlıboyalarını alabiliriz. Bilindiği gibi, Horasan Witkin’in bazı fotoğraflarını model olarak almış, bunlara dayanarak yağlıboya çalışmalar yapmıştı. Bana göre, kuşkusuz bu yapıtlar da çıkış noktaları olan modelden ayrı olarak, başlı başına sanat değerine sahipler. Ama onlar artık bambaşka şeyler, her şeyden önce “resim”dirler ve resimsel bir değere sahipler. Alımlayıcıya yaşattıkları duyguların da –her ne kadar böylesi şeylerin ölçülüp tartılabilmesi pek mümkün olmasa da- tamamen farklı olduğuna inanıyorum.

***

Witkin bir travestiyi alıp Venüs konumuna yerleştirdiğinde veya bir cüceyi Daphne yaptığında, dönüp Batı Avrupa’nın, özellikle onun kaynağı olan Antik Yunan’ın sanat, mitoloji ve düşünce geleneğiyle uğraşırken belki de şu veya bu düzeyde bu geleneğe karşı duyduğu, bazı toplumsal ve felsefi dayanakları olan öfke duygusu kadar tamamen kişisel cinsel obsesyonlardan da esinlenmektedir. Ne kadar doğru bilmiyorum, kulağıma gelen bazı rivayetlere göre Joel-Peter Witkin ilk cinsel deneyimini bir hermafroditle yaşamıştır. Mutlaka psikiyatrlar ve psikanalistler bu ilk deneyimin genç bir erkeğin bilincinde açacağı yaraları kabul edeceklerdir. Bu ve benzeri yaşantılar Witkin’in sürekli “normal” dışı seksüel bireyleri veya onların edimlerini anlatmayı tercih etmesinde etkili olmuş olabilir. Hiçbir sanatçının yapıtı içinde bulunduğu sosyal bağlamlardan, yaşantılardan azade değildir. En sofistike, dolayımlı sanatsal üretimlerde dahi bu süreç işlemektedir. Sanırım, Witkin örneğinde sosyal pratiklerle sanatsal ifade yolları arasındaki bağlantı olgusu çok daha belirgindir.

Dünyanın dört bir yanında tuhaf, akıl-dışı, sapkın, ayrıksı bireyleri fotoğrafik kompozisyonlarına dahil etmek üzere araştırmakla; morgları birer fotoğraf stüdyosuna çevirerek, aşırılığın sıradan ve gündelik hale geldiği imgeler kurarak geçen bir ömür... Neden? Bu soru yerinde değildir. Edebiyatçılar aynı imgeleri edebi düzeyde niçin kuruyorsa, sinemalar korku ve kâbus filmlerini niçin gösteriyorsa, bu ayrıksı manzaralar kutsal metinlerde, resmi evraklarda, gazete sayfalarında, televizyonlarda niçin tasvir ediliyorsa; ya da neden Witkin’in fotoğraflarını gördüğümüzde en ince ayrıntısına kadar onları inceliyor ve albümlerinin sayfalarını peş peşe çeviriyorsak Witkin de aynı güdülerle bu tür yapıtlar üretmeye yönelmiş olamaz mı? Sonuç olarak aynı görüntülere bakmaya devam ediyorsak Witkin’i ve bizi baştan çıkaran öğeler aynı demektir. Dolayısıyla “neden” sorusu ontolojik dayanağını yitirmektedir.




*Araştırma Görevlisi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir
** Bkz., Photovision, Madrid, Sayı:19