Ünlü
sinema oyuncusu ve yönetmen Mel Gibson, Braveheart(Cesur
Yürek) adlı filminin son sahnesinde, celladın işkencesi altında
son nefesini, yürek paralayan bir çığlığa dönüştürerek “özgürlük”
diye bağırarak verir. Bu çığlık, özgürlüğünü yitirmiş İskoç halkının
önderi olan bir kurtuluş savaşçısının, halkı için istediği özgürlük
talebidir. Mel Gibson’ın canlandırdığı, İskoç halk kahramanı William
Wallace, özgür olmayan bir halkın kendi ideallerini, kendi kültür
ve sanatını, geleneklerini kısaca kendini gerçekleştiremeyeceğinin
ve tarih sahnesindeki yerini onuruyla alamayacağının bilincinde
ve inancındadır ve nitekim bu inancı nedeniyle ölümü göze almaktan
çekinmez.
William Wallace'ın öyküsünde söz konusu olan, bir
halkın özgürlüğüdür. Bizim bu yazıda sözünü etmek istediğimiz özgürlük
ise aydınlanma yolunda ilerleyen “yolcu”nun içsel
özgürlüğüdür. Nasıl ki tutsak edilmiş bir halk özgür olmadan kendi
varlık potansiyelini gerçekleştiremezse, içsel özgürlüğünü kazanamamış
“yol”cu da aydınlanma yolunda kendi potansiyelini
gerçekleştiremez.
Tasavvuf, Zen, Yoga
ve Toltek gibi aydınlanmayı amaçlayan tüm kadim
öğretilerde aydınlanmaya giden yolun, özgürleşmekten geçtiği ve
bu mümkün olmadan aydınlanmanın ya da bizim geleneğimiz olan Sufizm’deki
adıyla hidayete ermenin, daha doğrusu ermenin mümkün olmadığı altı
çizilerek belirtilmiştir. Bütün bu kadim öğretilerde anahtar kavram
özgürleşmedir. Bu nedenle öncelikle özgürleşmekten ne anladığımızı
açmamız gerekir. Özgürleşmenin sözlük anlamı, bilindiği gibi bir
şeyden kurtulma, bağımsızlaşma, tutsaklığın sona ermesi vb. olarak
belirtilebilir. Dolayısı ile mahkumiyeti sona eren mahkum için özgürlüğüne
kavuştu denir. Bizim üzerinde durmak istediğimiz içsel özgürlük,
toplumsal kurallardan, genel kabullerden, öğrenilmiş davranışlardan,
hurafelerden özgürleşmedir. Mevlana toplumsal kuralları
tanımlarken şöyle der: “İnsanlar ne ki kendilerine lazım atmışlar,
ne ki kendilerine lazım değil almışlar”. Toltek
felsefesinin yayıcılarından birisi olan Amerikalı yazar ve antropolog
Carlos Castaneda ise bu konuda kahramanı Don
Juan’ın ağzından şöyle söyler:”Dünya sonsuz bir
giz kaynağı, insanların yaptıkları ise sonsuz bir saçmalıktır.”
Hintli büyük bilge Sri Nisargadatta Maharaj’ın
özgürlüğe ulaşmış insana bakışı: “Özgürlüğe ulaşmış insan
toplumsal değer yargılarına, adet ve geleneklere uymak zorunda değildir.
O beklentilere uygun davranma durumunda olduğu zaman artık özgür
değildir. Onun özgürlüğü anın gereklerini yerine getirmekte, durumun
gereksinimine itaat etmekte yatar” şeklindedir.
Kişisel gelişim ve aydınlanma yolunda belli yerlere gelmiş insanlar
kendi yaşadıkları toplum ve zamanlarda kaçınılmaz olarak toplumla
ve onun kurallarıyla çatışmışlar ve bir çoğu bu yolda yaşamını yitirmiş,
kurallarıyla çatıştıkları toplumlar tarafından yok edilmişlerdir.
Hallacı Mansur, Nesimi, Muhyiddin-i
Arabi gibi isimler hemen akla gelen doğulu, bilgeler, ermişlerdir.
Aynı şekilde batıda da Sokrat, Bruno,
Galileo gibi örnekler toplumları tarafından aynı
nedenlerle cezalandırılmış, yok edilmiş seçkin insanlardır.
Toplum denilen organizasyon her zaman bireyin içsel özgürlüğüne
karşı hoşgörüsüz davranmıştır. Çünkü toplum için önemli olan birey
değil, bir çeşit sürü olan toplumun devamı ve selametidir. Aydınlanma
arzusu içinde kendi potansiyelini geliştirmek ve ruhsal gelişim
basamaklarını tırmanarak daha üst insan olmanın yollarını arayan
“arayıcı insan” toplum ve onu yönetenlerin umurunda
olmamıştır hiçbir zaman. Hatta toplumlar arayış içindeki bu insanları
eğer cezalandırmamışlarsa küçük görmüş ve aşağılamışlardır. Aydınlanmış
insanların değerleri ancak onlar öldükten sonra anlaşılmıştır.
İçsel özgürlüğe ulaşmanın yolunun toplumsal değer yargılarından,
gelenek ve göreneklerden kısaca öğrenilmiş davranışlardan kurtulmaktan
geçtiğini ifade ettik. Aydınlanma yolunda olan insan için içsel
özgürlük niçin önemli, niçin böylesine bir ruh haline ihtiyaç vardır?
Bunu biraz açmamız gerekir. Bilindiği gibi insan denilen canlının
iki tür yaşamı vardır:
I-Fiziksel Yaşam (Bütün canlılarda olduğu gibi)
II-Zihinsel Yaşam (Bu yaşam şekli insana özgüdür.)
İnsanın fiziksel yaşamı bütünüyle fizik ve biyolojik yasalara bağlı
olarak geçer. Yani insan da diğer canlılar gibi doğar, yer içer,
ürer ve vakti geldiğinde ölür.
Diğer yönden insan belli bir yaşa geldikten sonra zihinsel yaşama
adım atar. Bu yaşam bütünüyle zihinde cereyan eder. Zihin sonu gelmeyen
bir faaliyet içerisindedir. Zihinsel yaşam öğrenilmiş davranışların,
gelenek ve göreneklerin, ahlak, hukuk,din vb. üst yapı kurumlarının
kısacası tüm entelektüel etkinliğin alanıdır. İnsan bu yaşam alanında
geçmişin anılarının ve geleceğin hayallerinin esiridir. Bu esarettir
ki onu daha üst bilinç seviyelerine ulaşmaktan alı koyar. Daha üst
bilinç seviyelerine ve giderek “Kozmik Bilince”
ulaşmanın yolu zihindeki bu aktivitenin durdurulmasından geçmektedir.
Bu amacı gerçekleştirmek için yoga, meditasyon, zikir, dua, müzik
gibi bir çok pratikler geliştirilmiştir. Bütün bu pratiklerin amacı
zihnin sonsuz vıdıvıdısından kişiyi aktivite süresince de olsa uzak
tutup zihnin sakinleşmesini ve “Kozmik Bilinçle”
bağ kurmasını sağlamaktır.
Sonuç olarak “Hakiki Bilgi”nin içselleşmesinin
ve bizi aydınlanmaya götürebilmesinin yolunun içsel özgürlükten
ve buradan yola çıkarak zihnin sükunete ulaştırılmasından geçtiğini
söyleyebiliriz.