SAYI 19 / 08 KASIM 2004

 

İÇSEL ÖZGÜRLÜK VE AYDINLANMA

Ali Sarıgül



Ünlü sinema oyuncusu ve yönetmen Mel Gibson, Braveheart(Cesur Yürek) adlı filminin son sahnesinde, celladın işkencesi altında son nefesini, yürek paralayan bir çığlığa dönüştürerek “özgürlük” diye bağırarak verir. Bu çığlık, özgürlüğünü yitirmiş İskoç halkının önderi olan bir kurtuluş savaşçısının, halkı için istediği özgürlük talebidir. Mel Gibson’ın canlandırdığı, İskoç halk kahramanı William Wallace, özgür olmayan bir halkın kendi ideallerini, kendi kültür ve sanatını, geleneklerini kısaca kendini gerçekleştiremeyeceğinin ve tarih sahnesindeki yerini onuruyla alamayacağının bilincinde ve inancındadır ve nitekim bu inancı nedeniyle ölümü göze almaktan çekinmez.

William Wallace'ın öyküsünde söz konusu olan, bir halkın özgürlüğüdür. Bizim bu yazıda sözünü etmek istediğimiz özgürlük ise aydınlanma yolunda ilerleyen “yolcu”nun içsel özgürlüğüdür. Nasıl ki tutsak edilmiş bir halk özgür olmadan kendi varlık potansiyelini gerçekleştiremezse, içsel özgürlüğünü kazanamamış “yol”cu da aydınlanma yolunda kendi potansiyelini gerçekleştiremez.

Tasavvuf, Zen, Yoga ve Toltek gibi aydınlanmayı amaçlayan tüm kadim öğretilerde aydınlanmaya giden yolun, özgürleşmekten geçtiği ve bu mümkün olmadan aydınlanmanın ya da bizim geleneğimiz olan Sufizm’deki adıyla hidayete ermenin, daha doğrusu ermenin mümkün olmadığı altı çizilerek belirtilmiştir. Bütün bu kadim öğretilerde anahtar kavram özgürleşmedir. Bu nedenle öncelikle özgürleşmekten ne anladığımızı açmamız gerekir. Özgürleşmenin sözlük anlamı, bilindiği gibi bir şeyden kurtulma, bağımsızlaşma, tutsaklığın sona ermesi vb. olarak belirtilebilir. Dolayısı ile mahkumiyeti sona eren mahkum için özgürlüğüne kavuştu denir. Bizim üzerinde durmak istediğimiz içsel özgürlük, toplumsal kurallardan, genel kabullerden, öğrenilmiş davranışlardan, hurafelerden özgürleşmedir. Mevlana toplumsal kuralları tanımlarken şöyle der: “İnsanlar ne ki kendilerine lazım atmışlar, ne ki kendilerine lazım değil almışlar”. Toltek felsefesinin yayıcılarından birisi olan Amerikalı yazar ve antropolog Carlos Castaneda ise bu konuda kahramanı Don Juan’ın ağzından şöyle söyler:”Dünya sonsuz bir giz kaynağı, insanların yaptıkları ise sonsuz bir saçmalıktır.” Hintli büyük bilge Sri Nisargadatta Maharaj’ın özgürlüğe ulaşmış insana bakışı: “Özgürlüğe ulaşmış insan toplumsal değer yargılarına, adet ve geleneklere uymak zorunda değildir. O beklentilere uygun davranma durumunda olduğu zaman artık özgür değildir. Onun özgürlüğü anın gereklerini yerine getirmekte, durumun gereksinimine itaat etmekte yatar” şeklindedir.

Kişisel gelişim ve aydınlanma yolunda belli yerlere gelmiş insanlar kendi yaşadıkları toplum ve zamanlarda kaçınılmaz olarak toplumla ve onun kurallarıyla çatışmışlar ve bir çoğu bu yolda yaşamını yitirmiş, kurallarıyla çatıştıkları toplumlar tarafından yok edilmişlerdir. Hallacı Mansur, Nesimi, Muhyiddin-i Arabi gibi isimler hemen akla gelen doğulu, bilgeler, ermişlerdir. Aynı şekilde batıda da Sokrat, Bruno, Galileo gibi örnekler toplumları tarafından aynı nedenlerle cezalandırılmış, yok edilmiş seçkin insanlardır.

Toplum denilen organizasyon her zaman bireyin içsel özgürlüğüne karşı hoşgörüsüz davranmıştır. Çünkü toplum için önemli olan birey değil, bir çeşit sürü olan toplumun devamı ve selametidir. Aydınlanma arzusu içinde kendi potansiyelini geliştirmek ve ruhsal gelişim basamaklarını tırmanarak daha üst insan olmanın yollarını arayan “arayıcı insan” toplum ve onu yönetenlerin umurunda olmamıştır hiçbir zaman. Hatta toplumlar arayış içindeki bu insanları eğer cezalandırmamışlarsa küçük görmüş ve aşağılamışlardır. Aydınlanmış insanların değerleri ancak onlar öldükten sonra anlaşılmıştır.

İçsel özgürlüğe ulaşmanın yolunun toplumsal değer yargılarından, gelenek ve göreneklerden kısaca öğrenilmiş davranışlardan kurtulmaktan geçtiğini ifade ettik. Aydınlanma yolunda olan insan için içsel özgürlük niçin önemli, niçin böylesine bir ruh haline ihtiyaç vardır? Bunu biraz açmamız gerekir. Bilindiği gibi insan denilen canlının iki tür yaşamı vardır:

I-Fiziksel Yaşam (Bütün canlılarda olduğu gibi)
II-Zihinsel Yaşam (Bu yaşam şekli insana özgüdür.)


İnsanın fiziksel yaşamı bütünüyle fizik ve biyolojik yasalara bağlı olarak geçer. Yani insan da diğer canlılar gibi doğar, yer içer, ürer ve vakti geldiğinde ölür.

Diğer yönden insan belli bir yaşa geldikten sonra zihinsel yaşama adım atar. Bu yaşam bütünüyle zihinde cereyan eder. Zihin sonu gelmeyen bir faaliyet içerisindedir. Zihinsel yaşam öğrenilmiş davranışların, gelenek ve göreneklerin, ahlak, hukuk,din vb. üst yapı kurumlarının kısacası tüm entelektüel etkinliğin alanıdır. İnsan bu yaşam alanında geçmişin anılarının ve geleceğin hayallerinin esiridir. Bu esarettir ki onu daha üst bilinç seviyelerine ulaşmaktan alı koyar. Daha üst bilinç seviyelerine ve giderek “Kozmik Bilince” ulaşmanın yolu zihindeki bu aktivitenin durdurulmasından geçmektedir. Bu amacı gerçekleştirmek için yoga, meditasyon, zikir, dua, müzik gibi bir çok pratikler geliştirilmiştir. Bütün bu pratiklerin amacı zihnin sonsuz vıdıvıdısından kişiyi aktivite süresince de olsa uzak tutup zihnin sakinleşmesini ve “Kozmik Bilinçle” bağ kurmasını sağlamaktır.

Sonuç olarak “Hakiki Bilgi”nin içselleşmesinin ve bizi aydınlanmaya götürebilmesinin yolunun içsel özgürlükten ve buradan yola çıkarak zihnin sükunete ulaştırılmasından geçtiğini söyleyebiliriz.