"Marksizm bilme ile ilgili olduğu gibi hissetme ile de ilgili bir şeydir"
Raymond Williams
Antonio Gramsci, 1926'da 35 yaşında ve İtalyan Komünist Partisi'nin lideri ve parlamentoda milletvekiliyken Mussolini'nin faşist rejimince tutuklandı ve Sicilya yakınındaki Ustica adasında geçirdiği bir yıl dışında ölüm yılı olan 1937'ye dek zamanını ya hapishanede ya da hastanede yazarak geçirdi.
Hapishanede "Sonsuzluk için bir şeyler yapmanın önemi fikriyle doldum -ki sanıyorum bu, tüm mahkumlar için tipik -" diyerek 30'dan fazla defterden oluşan hapishane defterlerini yazmıştır. Bu belki de bir parça, politikaya girdiği için ihmal ettiği akademik hayatına bir borcunu ödemedir. Gramsci'nin basit okul defterlerinde varlığa kavuşan düşünceleri, beynin durdurulamaz üretiminin dâhice bir örneğidir. Yazılarda bağlantılar web ya da bir network gibi çok katmanlıdır. Direktifler veren bir tarzda değil de açık bir metin olduğu için açık ve dikkatli bir okuma gerektirir.
Antonio Gramsci'nin düşüncesinde; Dil, din, felsefe, sağduyu (kamusal düşünüş) ve folklor yani bütün bunların iç içe geçmesinden oluşan "kişinin dünyaya dair tasavvuru" olarak da tanımlanan kültür, hegemonya oluşturularak toplumun yönlendirilmesinde kullanılır. Klasik Marksist anlayıştaki kültürün yardımcı bir bileşen olmasından farklı olarak, Gramsci düşüncesinde kültür, iktidara gelme mücadelesinin en önemli aracı ve savaş alanıdır. Mevzi savaşlarında güçlü olan, manevra savaşındaki kazanımını sürdürebilir.
Bu makalede Gramsci'nin "Kültürel Makaleler"i üzerinden kültürün bileşenleri ve onların toplum üzerinde etkileri tartışılacak. Fakat öncelikle Gramsci'nin ürettiği "Hegemonya" , "Mevzi ve Manevra Savaşları", "Organik Entelektüel", kavramları üzerinde duralım:
HEGEMONYA
Gramsci "güç" ve "iktidar" üzerine düşünmüştür. Gücün nasıl elde edildiği ve kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığını inceler. Devlet = Politik Toplum + Sivil Toplum' dur, der. Devlet, Marks'tan farklı olarak, tepeden inme değildir. Hegemonyayı, topluma egemen güç ya da güçler olarak tanımlar: baskın fikirler, ideolojiler, felsefe. Hegemonya, mutlak bir güç değil, değişen ittifaklar sonucu oluşan, her an değişebilen ve sivil topluma danışarak oluşturulan egemen güçtür. İttifaklar gizli ya da açık olabilir. Hegemonyalar sivil toplumdaki değişimlerle değişebilir. "İttifaklar", "Değişebilirlik", "Pazarlığa tabilik", "Sivil toplumun rızası" hegemonya kavramını açıklamakta önemli sözcüklerdir.
Gramsci'nin tarif ettiği sivil toplum, TÜSİAD, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Munzur Çevre Gönüllüleri Derneği, Mahalle Afet Gönüllüleri, dini cemaatlerin Işık Evleri, BEKSAV, Hasan Keyfe Sadakat İnisiyatifi, Nükleer Karşıtı Platform vb. olabilir. Sivil toplum çok dinamiktir, değişkendir ve birbirinden çok farklı öğelerden oluşur.
Gramsci, hegemonya kavramını oluştururken, İtalya'daki neolinguistik akımın öncülerinden üniversitedeki hocası Bartoli'nin dilin değişim modelinden ilham almıştır. Buna göre, toplumda birçok ideoloji birbiriyle rekabet halindedir: Küçük ittifaklar, küçük pozisyon savaşları, fikir savaşları ve toplumdan geçen her tür düşünce toplumda iz bırakır. Felsefi bir bakış açısı, döneme etki etmiş bir kitap, Yunus Emre, Mevlana ya da Nasreddin Hoca gibi bir folklorik figür de olabilir bu. Aslında tüm bunlar toplumda sağduyuyu oluşturan toplumun bilinçaltına ince ince akan, iz bırakan felsefi akıntılardır. Bu izlerden bazıları zaman zaman büyüyüp sivil topluma egemen olmaya başlayabilir.
Gramsci'ye göre "sağduyu/kamusal düşünüş" birbirine çok zıt öğeler, çelişkili düşünceler barındırabilir. Her düşünce ona yapışabilir. İnsanlar, dünyayı anlamaya çalışırken sağduyuya başvururlar. "Sağduyu, ideolojik çelişkinin can alıcı tarafıdır", "Gündelik dünyanın işleyişinin pratik bir bilincini" sağlar.
Gramsci'ye göre felsefe, toplumsal bir etkinlik olup kültürel normlar ve değerler evreninden, sağduyu olarak herkes tarafından paylaşılan dünya görüşünden başka bir şey değildir. Bundan dolayı, ona göre, tüm felsefeler somut olup bir yer, bir zaman ve bir halka aittir. Din de sıradan insanın felsefesi olarak görülebilir.
Mussolini "İtalya'yı kurduk, şimdi sıra İtalyanları yaratmakta" derken, din, sanat gibi kültürel aygıtları yeni toplumu yaratmakta nasıl kullanacağının haberini vermiştir. İktidar, tüm kültürel ve ekonomik aygıtları kullanarak toplumu biçimlendirmeye ve denetlemeye çalışır.
ORGANİK ENTELEKTÜEL
Entelektüeli, "Organik entelektüel" ve "Geleneksel entelektüel" olarak ayırır. Geleneksel entelektüele kuşkuyla bakar, onlar kendilerini sınıflar üstü sayarlar ve toplumdaki belli akımları savunurlar. Okuyan, yazan, şair, iyi eğitilmiş, çok dil biliyor vs olabilirler.
Organik entelektüellerse kendi sınıflarının temsilcileridir. İşçi sınıfından gelip bir sendikanın başına geçen kişi, fabrikadaki işçileri düşük maaşlara karşı çıkmak amacıyla örgütleyen kişi örnek olarak verilebilir. Diğer sınıflardan gelen bir kişinin, diğer bir sınıfın entelektüeli olması için, o yaşam biçimini benimsemesi, o kitlenin içinde erimiş, özelliklerini almış olması gerekir.
MANEVRA VE MEVZİ SAVAŞLARI
Gramsci, mevzi ve manevra savaşlarında, gerçek savaş alanını metaforlaştırır. I. Dünya savaşında iki ayrı savaş stratejisi izlenmiştir. Mevzi savaşı cephede devam eden bir savaş değildir, savaşta ordunun yanında cephe gerisinde tüm endüstri ve örgütler de katkıda bulunur. Saldırılarla zayıf düşen cepheler, arka plandaki mevzilerden silah, malzeme, erzak ve bunlara ihtiyaç duyulduğunda temin edebilecek bir organizasyon sistemi ile desteklenir. Tek bir saldırıyla yenilmek mümkün değildir, tam tersi bir durumda ise, düşmanın ani ve güçlü bir saldırısıyla yenik düşülebilir.
Manevra savaşını kazanmak için önce mevzide yani sivil toplumda kazanmak gerekir. İktidarın oluşumunda bir zorbalık varsa rıza da vardır. Gramsci, Rıza oluşturmada liderliğin çok önemli olduğunu hissetmiştir. Bu yüzden organik entelektüellerin önemi büyüktür. Türkiye'de 12 Eylül öncesinde farklı bir yerel yönetim deneyimlenen Fatsa'nın efsanevi Belediye Başkanı Fikri Sönmez buna iyi bir örnek olabilir. Fatsa halkının içinden gelen bir belediye başkanı olarak "Çamura Son Kampanyası", "Fatsa Halk Kültür Şenliği" gibi deneyimlerin sahiplenilişi, "organik entelektüel"in liderlik gücünün önemine işarettir.
"Evet, Fatsa Halk Kültür Şenliği yurdumuzdaki diğer belediyelerin düzenlediği festivallerden farklı olmuştur. Fatsa'daki Şenlikte halka toplumsal içerikli filmler gösterilmiştir. Yani, araştırılmıştır. Ülkemizde sinemalarda oynayan en iyi filmler, toplumsal içerikli, insanları eğitecek, öğretecek, ileriye dönük yetiştirecek, yeni nesile hitap edecek toplumsal içerikli filimler oynatılmıştı. Burada Dallas, Şahin Tepesi gibi, kültürümüze yabancı olacak filmler gösterilmemişti. Bu şenlikte Hamsi Güzeli seçilmemişti. Bu şenlikte Fındık Güzeli de, Kiraz Güzeli de seçilmemişti. Ancak, bu şenlikte Fatsa Köylerinden gelen folklor gruplarına etkinliklerini sergileme fırsatı tanınmıştı. Fatsa'nın mahallelerinde, yoksul kesimden insanların gelip tiyatro, koro ve benzeri faaliyetlerde bulunmasına imkan sağlanmıştı. Bu şenlikte spor karşılaşmaları yapılmıştı. Voleybol, atletizm, bisiklet yarışmaları, futbol karşılaşmaları ile halkın spora eğilimi geliştirilmişti.(...)" (1)
Baskı yerine, yönlendirme ve ikna etme bu yönetim tecrübesinde yaşanmıştır.
Kültürün içerisinde çok çeşitli anlam nehirleri yer alır. Anlam çizgisi baskın olan paralel düşüncelerden biri egemen olur. Alt sınıflar üzerinde sosyal otorite ve liderliği yürüten yönetici sınıfın tarihi bloğu bunu güç ve rıza ile yapar. Yaşadığımız ülkeye baktığımızda, Türkiye Cumhuriyet'inin kuruluşunda da kaçınılmaz olarak karşıt güçlerle de işbirliği yapılarak ortak bir his yaratılıyor. Türklüğün ulusa benimsetilmesi için asgari bir tutkal gerekiyor. Bu tutkal, dil ve etnisite oluyor. Türklük ve Türkçe konuşulması ortak bilince işleniyor. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi kurumlar topluma bunu yerleştirme görevini yapıyor.
Hegenomik Blok hiçbir zaman tek bir ekonomik kategoriden oluşmaz. İttifaklar oluşur. İttifakların ideolojileri önemlidir, çünkü ideoloji, dar ekonomik çıkarların ulusun çıkarlarıyla çatışmasını engeller.
Gramsci'ye göre ideoloji, gündelik hayatın içinde kökleşmiş, maddi bir olgudur. Evrensel doğruluk iddiasında fikirler, anlamlar ve yaşanan pratiklerdir, ancak öte yandan belli sosyal grupların ittifakını destekleyen anlam haritalarıdır ve çok önemli ölçüde hayatı anlamlandırma yolunda dinden beslenir. İdeoloji her ne kadar birbirine yapışmış bir fikirler bileşimi olarak görünse de, çoğunlukla sağduyunun parçalanmış yansımalarıdır. İdeoloji, yapıtaşları olan felsefe, din ve kültürün parça parça hallerinin yoğrulmasıyla oluşur. Gramsci'ye göre ideoloji bitmeyen bir dengeler hali olarak her zaman var olacaktır. Popüler kültürse insanların yaşamlarını ve düşüncelerini organize etmeye devam edecektir.
"Sağduyu/Kamusal Düşünüş" en önemli ideolojik çatışma alanıdır. Çünkü her şey doğru diye varsaydığı olsa da varsayımlar tek tek ortaya döküldüğünde çatışmalar olabilir. Egemen gruplar dünya görüşlerini ve iktidarlarını buna uygun görüşlerle sürdürmeye çalışır. Ama bu görecelidir ve değişkendir. Hegemonya kimin kazanacağının baştan belirlenmiş olmadığı geçici bir uzlaşma ve bir ittifaklar serisidir. Statik bir bütün değildir, iktidarla çok yakından ilintili değişen söylemleri içerir. Her zaman yeniden kazanılmalıdır, yeniden pazarlık edilmelidir, son tahlilde, kültür de bütün bunların anlam çatışmaları üzerine kurulu bir savaş alanıdır. Diyalektiğe uygun olarak kendi zıddını da içinde barındırır. İktidarı hedefleyen karşıt hegenomik yapı ise önce, sivil toplum içinde baskın olmaya uğraşmalıdır. Sivil toplumda başarılı olan iktidarı kazanır. Yani, mevzi savaşları verildikten sonra daha kökten ve ani manevra savaşı kazanılabilir.
Şimdi, Gramsci'nin İtalyan kültürünü irdeleyen Kültürel Makale'lerinden söz edeceğiz;
FÜTÜRİZM
"Başka bir din yok! " " Dünya harabe halini alacak!" sloganlarıyla burjuva yüksek sanatının karşı bir akım olarak Italya'yı etkisi altına alır. Sosyal bilimler ve mimarideki yapısökümcülüğü öncüler.
Gramsci, Fütürizmin yükselişi için, "o dönemde sanatsal üretimin yükselen gücüne baktığımızda, kim bir inanç ve fikirle yola çıktıysa baskın çıkması kaçınılmazdı," der. Dönem edebiyatı ise "Gazetelerin pezevengi" dir. Üçüncü sayfaya konuşlanmış ve yeterli dozda yoğunlaştırılmış şekilde, saygıdeğer burjuvaların göbekleri için iyi bir sindirim sağlar.
Gramsci, Fütürizmin soldan yeterli sahiplenmeyi görmediğini söyler, zaten daha sonra da faşizmin ellerine düşüp ideolojik sanatı haline gelecektir. Fütürizm, İtalya'dakinin aksine, Rusya'da solun ideolojik aygıtı olarak yükselir.
Gramsci 'ye göre fütürizm devrimcidir. Fütüristler, sanatsal modernizm ve endüstriyelleşmeyi eşit konuma getiriler. Bir yandan da fütüristleri eleştirir; "Fütürizmin yeni bir şeyi keşfetmediğini söylüyorlar, ama neden o zaman kendilerine eğlendirici değil de sanatçı diyorlar?" diye sorar. Maalesef, Papini' nin söylediği gibi " Şahinler dünyayı fethetmek için Roma'yı terk etmiştir, kazlarsa korumak için kalmıştır. Ama kazların çırpınışlarını kimse ciddiye almıyor," der.
Fütürizmin profesyonel sanatçıların, yazarların klişelerine saldırmasını, işçi sınıfının karşılanmamış, sezgisel isteklerini bir karşılığı olup olamayacağını düşünür. Gramsci, Fütüristlerin büyük bir işçi sınıfı seyircisine sahip oluşlarını vurgular. İşçi sınıfı, fütüristlerin ikon kırıcılıklarından yani yerleşmiş inanç, gelenek veya kurumlara karşı çıkması ve saldırmasından etkilenmekte, sergilerini dağıtmaya yönelik sokak savaşlarında onları desteklemektedir. İnatçı ve azimli işçi sınıfı, var olan sanat anlayışını yıkıp yeni bir ekonomi ve uygarlık kurabilir. Yeni sistemi şekillendirmenin yolu, burjuvazinin kurduğu sisteme demir yumruklar atmaktan geçer.Bu inançla, işçilerin hegemoni mücadelesine gelir; Lenin' in tanımladığı üzere " İşçilerin devleti, bir süre, burjuvaların olmadığı bir burjuva devleti olarak kalacaktır"
1922'de Troçki'ye yazdığı mektupta, Gramsci, İtalyan solunun fütürizme gereken önemi vermediğinden, onu faşistlerin kullanımına terk ettiğinden söz eder. 1930'larda artık faşist devletin ulusal sanatı haline gelen Fütürizm'den umudunu keser.
PİRANDELLO TİYATROSU
"Yaşam" ve "Yaşamın Formu" arasındaki çelişki, bireyin kendiliğindenci, başka bir deyişle , dürtüsel davranışlarıyla toplumca dayatılanlar arasındaki çelişki, insanların kendilerini nasıl hissettiği ve başkalarının onları nasıl gördüğü Pirandello tiyatrosunun temellerini oluşturur.
Gramsci, oyunun yeni bir estetik ve kültürel bakış açısı yaratan bir açılım yaratıyor oluşu üzerinde durur. Pirandello'nun Gramsci için önemi entelektüel ve ahlaki yönünden çok kültürel açılımından dolayıydı. Pirandello oyunu, geleneksel Aristocu-Katolik yolun gerçekçi nesnelliğinin tam tersine modern felsefe nesnelliğinin diyalektik kavranmasıydı.
İstisnai karakterlerce oynandığından ve romantik bir form taşıdığından "sağduyu" ve "iyi duyu/doğru akıl" arasındaki savaşı seyircilerine izlettirebildi.
Pirandello' da kültür tarihi, sanat tarihine baskın çıktığından, bu tiyatronun kültürel değeri, estetik değerinden önemlidir. Pirandello, bir yaratıcı sanatçıdan çok entelektüel iklimin kâşifidir.
Fütüristlerle kıyaslandığında "sıradan İtalyan"ı mekânsızlaştırma, aidiyetinden ayırma işini çok daha iyi yapar ve 19. yy melodram anlayışının yerine modern eleştirisel bir davranış geliştirir. Gramsci, Pirandello'nın oyunlarının yalnızca Pirandolla tarafından yönetilebileceğinden söz eder.
Katolikler, hayatı kavrayış biçiminden dolayı Pirandello tiyatrosuna karşıdır. Her ne başka neden olursa olsun, geleneksel tiyatrodaki burjuva ve küçük burjuva "hayırsever" ve "pozitivist"liğine karşı oluşu, Katoliklerin bu tiyatroya karşı olması için yeterlidir. Felsefe, Pirandello' nun tiyatrosundan çıkarılamaz ama yine de Pirandello tiyatrosu bir felsefe değildir. Hayat kavrayışı, nesnellikle verilir. Ama iki soru önemlidir:
Felsefe anlatılır mı yoksa karakterler bireysel olarak onu yaşar mı? Saklı felsefe kültürle mi açığa çıkarılır?
Kavramlar felsefi sistemlerden mi alınmıştır yoksa yaşayan canlı kültürden, en düşük popüler kültürden hatta folklorden mi?
Pirandello, Sicilyalı, köylü ve Avrupalı özelliklerle donanımlı biridir. Bu üçünün çelişkisi onda birleşir. Buradan yola çıkarak diğer insanların çelişkilerini hisseder ve anlatır, hayatın dramını bu çelişkilerin dramı olarak gösterir.
Yöresel köylüyü, tanımlayıp, karikatürize ederken milli, Avrupalı bir kimliğe dönüşme isteği, Sicilya lehçeli tiyatronun değil, İtalyan tiyatrosunun da meselesidir. Bu da İtalyan'ın henüz tek bir milli kimliğe kavuşmadığını gösterir. Bölgesel seviyeden milli ve Avrupalı bir seviyeye geçmek için herhangi bir mekanizma yoktur.
Pirandello, kendi hayat ve insan anlayışını yarattı, fakat bireysel kaldı ve halk kültürüne nüfuz edemedi fakat yaptığı en önemli şey, geleneksel tiyatro anlayışını yıkmak oldu.
İÇİÇE GEÇEN DİL, FELSEFE, DİN, FOLKLOR ve SAĞDUYU
DİL
Gramsci düşüncesinde, Gramsci'nin de bir dilbilimci olmasının etkisiyle dil ve linguistik (dilbilim) kıyıda köşede değil tam da merkeze konuşlanır.
Hegemonya kavramı, yüksek dilsel yeniliklerinin, yüksek değer konuşan topluluklar ve düşük değer konuşan topluluklar arasındaki yayılımı ve dilsel ilişkiler modelinden, ortaya çıkmıştır.
Spontan felsefe (sıradan adamın felsefesi) , dille folklorun birbiri içinde erimesidir. Bu model İtalyan neolinguistik (daha sonra uzamsal linguistik olarak adlandırılacak) akımının öncülerinden Bartoli tarafından kurulmuştur.
Pozitivist neogramercilerin savunduğu ses değişimlerinin istisnasız etkisinin aksine, baskın topluluğun dilinin alt topluluklara etkisi, şehrin köye etkisi, baskın sosyokültürel grubun, alt gruba etkisi, standart dilin lehçeye değerlilik etkisi savunulmuştur. Bartoli, "bölgesel alanlar" diye adlandırdığı teorisinde, iki verili linguistik formun eski olanının, merkezi bir alandan çok, çevresel alanda, ulaşılabilir bir alandansa izole bir alanda, küçük bir alandansa geniş olanında varlığını sürdürdüğünü göstermiştir.
Gramsci, entelektüeller ve diğer insanlar arasındaki ilişkiyi, hegenomik kültür ve alt kültür arasındaki etkileşimi açıklarken bu modeli kullanmıştır. (Zorlamanın pasif rızasındansa, saygınlığın (itibarın) aktif rıza sağlaması )
Gramsci' ye göre linguistik ilişkiler, geçmiş ve bugünkü güç ilişkilerinin tarihi izleri olmanın yanı sıra, hayatın özenli filozofik kavrayış biçiminin, özensiz folklorik kavrayış biçiminin üzerinde olması gibi kültürel etkilerin ve itibar ilişkilerinin modelidir. Var olan kültürel yapıların kırılarak ve yıkılarak yerine halk sınıfları için yenilerinin kurulması gerekir.
İtalya'da dil ve edebiyat Gramsci yazmadan önce de önemli bir sorundu. Yalnızca nüfusun %2 'lik kısmının konuştuğu ortaçağ Floransa İtalyancası, 1861' eki birleşmeden sonra kültürel itibarından (Dante vs.) dolayı ortak dil kabul edilmişti. Bundan sonra da farklı bölgelerde farklı lehçeler oluşmuştu.
1900'lerde işçi sınıfı, kendi dili ve öğretilen dil arasındaki boşluktan dolayı, resmi ilişkiler ve yazışmalar için ayrı, gündelik hayatı içinse apayrı bir dil kullanıyordu.
Dil ve folklor Gramsci için " kendiliğinden/doğal felsefe " olarak birbiri içinde eriyordu. Folkloru analitik bir model olarak; uzamsal bir alan; zaman, yer, baskınlığın ve baskı altına alınanın katmanlaşması olarak görür. Her bir dil, " dünyanın bütünsel bir algısıysa" folklor " yaşamın ve dünyanın algısıydı". Lehçe farklılıkları yüzünden, dil kavrayışı ölü ve anlaşılmaz, folklor kavrayışı ise özensizdi ve sistematik değildi. Bu, ideoloji kavrayışı ve entelektüel ahlak ve Reformasyon ile de bağlantılıydı. Hegemonya ilişkileri üzerinden yerel aidiyetler yıkılmalı ve bütünsel büyük bir kültürel başkalaşıma gidilmeliydi. İnsan neden insandır? (Dil = hayal gücü ya da düşünce)
Gramsci, linguistik yeniliklerin yayılma biçimleri olarak, Eğitim Sistemi, Gazeteler, Sanatçı yazarlar ve popüler yazarlar, tiyatro ve sesli filmler, radyo, kamusal toplantıların her çeşidi, eğitimli ve daha az eğitimli toplumsal tabakalar arasındaki konuşmalar, yerel lehçeler'i gösterir.
Esperanto'yu burjuvaların iş yaşamlarını kolaylaştırmak üzere tasarlanmış bir dil olarak eleştirir. Dilin yayılımı, üretici yazma faaliyeti, ticaret ve alışveriş gibi mali faaliyetlerle ilgilidir ve dil yaşayan bir varlıktır, yapay olarak yaratılsa da varlığını sürdüremeyecektir.
FOLKLOR
Folklor, belli bir topluluk ya da ulusun, geleneksel hikâyeleri, alışkanlıkları ve davranış biçimleridir. Folklor, Folk-lore (insanların bilgisi) sözcüklerinden gelmektedir. Geçmişte, folklor bilimi, malzemelerin toplanması, seçilmesi, sınıflandırılması biçiminde metodolojik bir çalışma sürdürdü. Gramsci, resmi anlayışın aksine folkloru " yaşamı ve dünyayı" belli bir zaman ve yerde kavrayış olarak tanımladı. "Kamusal düşünüş/ Sağduyu" nun ise folklorun filozofik hali olduğunu söyledi. Hayat ve dünya algısının yaşayan kanıtları ancak folklorde bulunabilirdi. Felsefenin ve bilimsel gelişmelerin de, az çok şekil değiştirmiş olarak folklorun gelenek mozaiğine sürekli olarak düştüğü söylenebilirdi. Folklor kültürel koşulların insan yaşamına yansıması olarak da ele alınabilir ancak koşullar değişse de bazen folklordeki yansıması aynı kalır. Modern düşünceyle ilgili olarak tüm dinler de folklor sayılabilir ama şu da unutulmamalıdır ki Katoliklik entelektüellerce oluşturulmuştur ve bir hiyerarşisi vardır.
Folklor çalışmalarının doğası değiştirilmeli, folklor çok daha derin ve geniş bir şekilde ele ve ciddiye alınmalıdır. Folkloru, dolayısıyla toplumun sağduyusunu doğru okursak, büyük yığınların, modern kültür ve geleneksel kültür ayrımının kalktığı yeni bir kültür doğurmasını sağlayabiliriz. Folklor daima, baskın gruba bağımlıdır ve motiflerini eski geleneklerle bağlantılardan alır. Bunun yanında sağduyu gibi folklorden daha çelişkili ve parçalı bir şey yoktur.
Popüler Şarkılar
Popüler Şarkılar; halk tarafından halk için yaratılmış olanlar, halk için fakat halk tarafından yaratılmamış olanlar ve halk için ve halk tarafından yaratılmamış ama hislerine ve düşüncelerine uyan şarkılar olarak ayrılabilir. Gramsci'ye göre tüm popüler şarkılar üçüncü kategoriye indirgenebilir, çünkü bir şekilde halka ve onun yaşam algısına nüfuz ederler
DİN VE FELSEFE
Entelektüeller ve halk arasındaki uzaklık Gramsci' nin vurguladığı temel motiflerdendir. Bu durumun kökenleri, 14-15 yüzyıla, kilisedeki entelektüel, burjuvazi, halk hiyerarşisine dayanır.
Gramsci, Hapishane Defterleri' nin bir bölümünde din üzerine şunları söyler;
"Kamusal düşünüşün başlıca öğeleri dinden gelir, bundan ötürü de kamusal düşünüş ile din arasındaki ilişki, kamusal düşünüş ile aydınların felsefe sistemleri arasındaki ilişkiden daha sıkıdır. Fakat din konusunda da bir ayrım yapılmalıdır; Her din, hatta Katolik dini bile, kendi içinde birbirinden ayrı, hatta çelişik hale gelen birçok dini içerir. Bir köylü Katolikliği, bir küçük burjuva ve şehir işçileri Katolikliği, bir kadınlar Katolikliği ve bir de yamalı bohça gibi birlikten yoksun bir aydınlar Katolikliği vardır. Fakat kamusal düşünüş üzerine, sadece Katolikliğin bugünkü en kaba ve en az işlenmiş şekilleri değil, daha önceki dinlerin, bugünkü Katolikliğin eski şekillerinin, heretik (kendi dininin inançlarına karşı çıkan) halk hareketlerinin, geçmişteki dinlerle ilgili batıl bilgilerin de etkisi vardır. " (2)
Gramsci bu öğelerin tamamının kamusal düşünüş/sağduyu açısından eleştiri-dışı olduğunu anlatır. "Kamusal düşünüş, dağınık anlayışların bulanık bir karışımıdır; ne istenirse bulunur içinde dinsel bağımsızlığın milli bağımsızlığa koşut gittiğini örnek verir, İngiliz İnsanı ve Din isimli makalesinde. Bir İngiliz'in asla bir İtalyan'ın yönetimindeki kiliseyi kabul etmeyeceğinden dem vurur.
Hümanizm ve Rönesans adlı kısa makalesinde, Rönesans'ın eleştirisini yapar. İnsanı hayatın merkezine koyan Rönesans, herkes "hiçbir şey olmadığını düşünmek yerine her şey olduğunu düşündüğü" için değil bu düşünme biçiminin altı doldurulmuş ve toplumda yaygınlaşmış olsaydı büyük bir kültürel devrim olurdu. Rönesans yeni bir kültür değil, yalnızca egemen sınıflarda "yeni bir adam" yarattı. Rönesans'ın, kuzey Avrupa' daki gibi reformlarla desteklenerek bilimsel ve seküler bir ilerleyişe yol açmadığını da vurgular.
Gramsi, Batı'da burjuva kültürel değerlerinin Hıristiyanlıkla yakından bağlantılı olduğunu öne sürer, dolayısıyla hegemonyaya karşı polemiğini dini normlar ve değerler üzerinden kurar.
Roma Katolikliğinin insanların düşünceleri üzerindeki güçlü etkisi ve Kilise'nin bilgili insanlarla, daha az eğitimli insanların dininin arasındaki boşluğu doldurma uğraşısı Gramsci'yi etkiler. Rönesans hümanizminde bulunan dinin entelektüel eleştirisinin kitleleri cezbeden Reformasyon' un bileşenleriyle birleştirilmesini Marksizm'in görevi olarak görür. Gramsci'ye göre, Marksizm, ancak insanların ruhsal ihtiyaçlarını karşıladığında, dinin yerini alabilir ve bu yolla insanlar varlıklarının dışavurumunu fark ederler.
SONUÇ ve TÜRKİYE
Hegemonya, varlık koşullarından en önemlisi olan kültürün doğası gereği dinamiktir , "sürekli yenilenmesi, yeniden yaratılması, savunulması ve değişikliğe uğratılması gerekir". Hegemonyayı ele geçirmek; kültürün aygıtları olan bir dönemdeki dil, din, sağduyu, folkorü anlamak ve değiştirebilmekten geçer. İktidar, önce sivil toplumda, toplumun kendi rızasıyla kazanılır.
Yakınımıza baktığımızda, Türkiye'de yaşanan son seçimler ele alındığında, dinsel düşüncenin ve dinsel sivil toplum örgütlülüğünün etkisini hissedebiliriz. 1980 darbesinden itibaren sol muhalefete karşı kullanılan dinsel düşünce, gündelik hayata ve kültüre nüfuzunu artırarak ve mevzilerini sağlamlaştırarak toplumda hegenomik hâkimiyet kazandı. Halk seçimlerde sağduyusunu ve rızasını gösterdi. Ancak iktidardaki dinci parti, karşıtlarını da içine alma çabasıyla (Solcu Kültür Bakanı) ve toplumun değişik kesimlerinin önceliklerine de önem vererek (Avrupa Birliği, Kürt Sorunu, Düşünce Özgürlüğü, vb. sözde ya da gerçek tartışılabilir), büyük bir kesimin rızasını da alarak ve tavizler de vererek iktidarı ele geçirdi. Sivil toplumda başka yönde bir baskınlık rüzgârı esinceye dek iktidarda kalacağa benziyor.
Gramsci düşüncesinde herkes kültürlüdür, herkesin kendine göre bir neden sonuç ilişkisi kurma biçimi vardır. Fakat bu kültürü gelenekselliğinden ve boş inançlılığından soyutlayıp organik hale getirmek gerekir. Gramsci, "Her kim olursa olsun iyi düşünürse, doğru eyleme geçer" Sokratik idealine bağlıdır. Sivil toplumda hegenomik kazanım için "Sağduyu/Kamusal Düşünüş" ün doğru yorumlanıp doğru yönlendirilmesi gerekir.
KAYNAKÇA
1. Pertev Aksakal, Fatsa Devrimci Yol Savunması, Bir Yerel Yönetim Deneyimi; Simge
Yayınevi 2. Hapishane Defterleri, Antonio Gramsci, Siyasal Düşünce Klasikleri Dizisi, 5. BASKI 3. Antonio Gramsci, Selections From Cultural Writings, Harward University Pres,
Cambridge, Massachusetts, 1985 4. Ders notları (CULT 543- Sonbahar dönemi)