Antropoloji,
çok kısa bir tanımla, insanı her yönüyle inceler. Avrupalıların
“Keşifler dönemi” dediği, benim ise “İşgaller dönemi” demeyi tercih
ettiğim zamanlarda “Yeni Dünya”lara giden işgalcilerin, misyoner,
yazar ve bilimadamlarının o dünyaların insanları hakkındaki gözlemlerinden
doğmuş olan bir bilimdir.
Antropoloji, zaman içinde diğer disiplinlerle
etkileşerek kendi içinde birçok dala ayrılmıştır. Bu dallardan
en önemlilerinden biri toplumların kültürel yapılarını ele alan
kültürel antropolojidir. Etnoloji ise kültürel antropolojinin,
belirli bir dönemin kültürlerini inceleyen bir alt dalıdır. Burada
bir önek olarak etno (ethno) Yunancada halk anlamına gelir ve
bu önek farklı alanları tanımlamada da, özellikle son yıllarda
dünyanın çeşitli yerlerindeki düşünürlerin farklı konularda etnoloji
odaklı olarak yoğunlaşan çalışmalarında sıklıkla kullanılır. Etnomatematik
buna bir örnektir. Terim, ilk olarak 1960’lı yılların sonlarında
Brezilyalı matematikçi Ubiratan D’Ambrosio tarafından kullanılmıştır.
D’Ambrosio o döneme değin hiç sorgulanmayan bir kabullenişi “Bugün
matematik olarak anlaşılan kesinlikle bütün dünyayı saran ve baskın
olan Batı uygarlığıyla bir bütünleşmiş bir bilimdir. Yerküremizde
bir uygarlığın kurulmasının tek yolu kaybedenlerin itibarlarının
iadesiyle birlikte kazananlarla kaybedenlerin birlikte bir yeni
matematik için birarada hareket etmeleridir. Böylece etnomatematik
barış için bir adımdır”(1) diyerek sorgulamıştır. Buradan hareketle
zaman içinde etnobotanik, etnoastronomi (2), etnomüzik, etnoşiir,
etnotarih, etnofelsefe gibi sözcükler de türetilip gerekli kavramsallaştırmalar
yapılmış ve yapılmaktadır.
Bütün bu çalışmaların özünde Avrupamerkezli bilimsel
düşünce ve kültürel öğeler dışında, yüzyıllardır iddia edildiğinin
aksine, ondan hiç de geri olmayan bir bilimselliğin ve kültürelliğin
varlığının yadsınamayacağıdır. Nitekim, günümüzde dünya toplumları
Batılı (Western) ve Batılı Olmayan (non-Western) olmak üzere haksız
bir bölümlemeyle düşünülmektedir. Bu düşünüşün altındaki temel
paradigma Avrupamerkezli ya da Batılı bilimin, felsefenin, sanatın
kısacası varoluşun diğerleri karşısındaki tartışılmaz üstünlüğüdür.
Bu konuları deşmeye gelecek sayıdaki “Etnofelsefenin Çokkültürlü
bir Dünyanın Olanaklılığındaki Yeri” başlıklı yazımda devam edeceğim.
Bu yazıdaki tartışmamızın konusu etnocinselik
ve etnopornografi. Cinselliğin, bütünüyle kültürel bir olgu olduğu
tartışılmaz. Yaşanan coğrafyanın farklılığı nasıl bizi yediklerimiz,
içtiklerimiz, giydiklerimizle farklı kılmışsa; dilimiz, üretim-tüketim
ilişkilerimiz farklıysa cinsellik anlayışımız da farklıdır. Örneğin,
kimi toplumlarda endogami doğal karşılanırken kimi toplumlarda
yasaklanmıştır. “Yerli” topluluklarının çıplaklığı ve cinseliği
“Batılı-Doğulu”(3) bir bakışla anlaşılamaz. Bir başka örnek de,
Türkiye gibi kapalı toplumlarda erkekler arası cinsel ilişkide
“etkin” taraf eşcinsel olarak algılanmaz. Bununla birlikte, zaman
içinde, bütün bu yukarıda saydıklarımın değişmesi de gözden kaçırılmamalı.
Örneğin, eşcinselliğin lanetlendiği İngiltere’den 17-18.yüzyıllarda
birçok eşcinsel özgürlük için Osmanlı İmparatorluğuna sığınıp
“Osmanlı” olmuştur.
Her ne kadar sonradan kalıcı davranış değişiklikleri
kazanılsa da temel olarak bizi biz eden, başka bir deyişle biçimlendiren
bu kültürel değerleri kazanma sürecimizi bilemeyiz, anımsayamayız,
daha doğrusu bu değerlerin oluşumunu bilmek işin doğasına aykırıdır.
Kültürel değerler sonradan kazanılmaz, adı üzerinde içinde bulunulan
kültürle kazanılır.
Cinsellik de, ne şekilde kazanıldığı tam olarak
belirlenemeyen değerlerle oluşur. Öncelikle, ilk bilgilerin kazanıldığı
gerek çekirdek gerekse geniş aile çevresinin etkisinden söz etmeliyiz.
Ailede kazanılan kadın-erkek cinsel kimliklerinin varlığı tüm
yaşam boyunca bireyin yaşantısına, dolayısıyla da cinselliğine
etki eder. Değil mi ki aile hayatı geleneklerin sürdürümcülüğünün
ya da gelenek eğitiminin temelidir. Burada, vurgulanması gereken,
nasıl insan “insan” olarak doğmaz “insan” olursa, doğadaki diğer
canlılardan farklı olarak, aynı şekilde kadın ya da erkek de olunur,
doğulmaz, ayrımcılık yapmayalım buna eşcinselliği de ekleyelim.
“Öteki”nin cinselliğinin çekiciliği ve
bu çekiciliğin söylenceleştirilmesi her çağda yaygındır. Oryantalizmin
çıkış nedenlerinden biri de, Endüstri Devrimi Avrupası’nda, yaşamı
ağır bir şekilde çalışmaktan dolayı, işkence içinde geçen Batı
Avrupalı için birer imge olarak kurguladığı harem, hamam, saray,
nargile, dansözler, dansörler, cariyeler, içoğlanları, tütsüler,
taze meyvelerle tasavvur edilen bir yaşamın çekiciliğidir. Viktorya
dönemi İngilteresi’nde yazılan kitaplar (4), çizilen resimler
bunun bir göstergesidir. Bu, elbette, bir söylemden/söylenden
öte bir şey değildir. Coğrafyamızda ve/ya da Doğu’da birkaç saray
dışında, bu kurulan imgenin varlığı söz konusu bile değildir.
Günümüzde de bu fantaziler yoğun olarak devam
etmektedir. Bu noktada erkek egemen bir anlayış neredeyse tüm
dünyada baskındır. Ötekinin cinselliğinden beslenen bütün bu kurgular,
çoğunlukla erkekler için tasarımlanır ve erkeklere sunulur. (Genç)
Kadın neredeyse dünyanın her yerinde binlerce gazete, dergi, televizyon
dizisi, sinema filmi, web portalı, VCD, DVD olarak, binbir şekilde
dönüşerek her gün bitmeksizin, hatta artan bir hızla, yaşama sunuluyor.
Bir varlık ve imge olarak kadın sadece medyada tüketilmiyor, farklı
tezahürlerde de şekilleniyor. Hem bu tezahürlere hem de ötekinin
cinselliğinin kullanımına somut bir örnek “Batılı” erkeklerin
Tayland’a ve Kamboçya’ya oralı seks işçileriyle cinsellik yaşamak
için giderken, “Doğulu” erkeklerin de Eski Doğu Bloğu ülkelerinden
kendi ülkelerine gelen seks işçisi kadınları tercih etmeleridir.
Bu sürecin devamı, dünyaya dikte ettirilen kapitalizmin vahşiliğinin
körüklenmesiyle, çok kısa bir zaman içinde, şu sıralar açıkça
gündeme gelmese de, erkeklerin, eşcinsellerin, hatta çocukların
da birer imge ve meta olarak, bütün bu mecralarda kullanılmasıdır.
Bir insanın kendi kültüründen biriyle yaşadığı
cinsel ilişki ile başka bir kültürden biriyle yaşadığı cinsel
ilişki arasında bir takım farkların olması doğaldır. Ancak, dikkat
edilmelidir ki, bu deneyimleri yaşayanların çoğu eş olarak kendilerine
kendi kültürlerinden birini seçerler. Böylece, ötekiyle yaşanan
cinsellik bir çeşit “kitch” konumuna düşer.
Kültürel değerler, değişen teknolojiyle o kültürün
içinde varolur. Televizyon dünyanın her yerinde televizyondur
ancak gerek mekan tasarımında edindiği yer(5) gerekse sunulanlar
birbirlerinde farklıdır. Her ne kadar Batı kaynaklı yapımlar dünyada
yaygın olsa da, örneğin, bir Türkiyeli ailenin televizyonda tercihi
“Ally McBeal” mi yoksa “Bir İstanbul Masalı” mıdır? Bireylerin,
filmi izlerken, kendilerini özdeşleştirebilirliklerini düşündüğümüzde,
kesinlikle “Bir İstanbul Masalı” ya da türevleridir, diyebiliriz.
İnternet, tarih boyunca, dünyada tütünden sonra
en hızlı yaygınlaşan buluştur. Raslantı bu ya İnternet de tütün
gibi Amerikalıdır. Yine Amerika’da büyük bir ticaret işkolu olan
pornografi interneti kullanarak bütün dünyaya yayılmıştır. Buna
paralel VCD ve DVD de özellikle kopyalarıyla ucuz bir şekilde
bu yayılıma eşlik etmiştir. Düzgün beslenemeyen, ilaç alamayan,
kitaba elini sürmemiş dünyanın her yerinden milyonlarca genç/yaşlı
erkeğin bu ürünlere kolayca ulaşmaları ironiktir (6).
Günümüzde artık pornografinin çeşitleri sayılamayacak
kadar çok. En basitinden iki ya da daha fazla insan arasında gerçekleşen
heteroseksüel/homoseksüel ilişkiler bağlamında düşünürsek neden
bir insan fiziksel özellikler ve teknik olarak neredeyse mükemmel
olan bir Andrew Blake, bir Philip Mond filmi ya da en basitinden
California yapımı bir porno film dururken bir Hint, bir Uzakdoğu,
bir Türk yapımı porno filmi izlemeyi seçer. Az önce verdiğim örneklerle
bağdaştırırsak, kendi imgelem dünyalarına yakın olanı seçer insan,
bununla birlikte “öteki” de bir merakla deneyimlenebilir ancak
az önce vurguladığımız gibi, özdeşleştirme bu noktada aksar. Ötekinin
cinsel çekiciliği sadece bir söylem boyutundan öteye geçemez ve
dolayısıyla da “kitch” olduğundan kalıcılığını çabuk yitirir.
Bugün, Amsterdam’da bir sex shop da Turkish delight
diye bir raf yapılmış ve orada normal şartlar altında 2,5 dakikadan
bile fazla izlenemeyecek Şahin K. yapımı ve benzer filmlerin alıcı
bulmasının, yargılarımın geçerliliğini pekiştirdiği düşüncesindeyim.
Avrupa’da geleneksel değerlerini aşamamış Türkiye kökenli bir
delikanlı Türk olmayan kadınlarla cinsel ilişki kurabilir fakat
çoğu zaman, sıklıkla sözettiğimiz gibi, eşini Türkiye’den hatta
kendi mezhebinden, yöresinden, memleketinden seçer. Bununla bir
benzerlik içinde, fiziksel özellikleri aşina, dili bildik bir
film izlemek tercih nedeni haline gelir. İmge dünyasının en belirleyici
faktörünün dil olduğu unutulmamalıdır. Kürtçe porno filmlerin
de yapılmaya başlanmış olması buna işaret eder.
Farklı cinsellik algılamaları ve bunların özellikle
ticari olarak internet ya da VCD’lerde işlenmesine başta etnocinsellik
ve/ya da etnopornografi denebilir diye düşünmüştüm. Google da
etnosexuality taraması yaptığımda bu sözcüğün kullanıldığı, hatta
çeşitli üniversitelerde, sosyoloji bölümlerinde bu başlık altında
derslerin okutulduğunu öğrendim. Toplumlardaki cinsel rollerin
işlendiği derslerdi bunlar. Aradan biraz zaman geçince etnopornografi
de yoktur dedim, ama arama motorunda ethnopornography yazınca
iki sayfa verinin çıkması içimde bir burukluk oluşturmadı değil.
“Amerika’nın yeniden keşfi” dedim kendi kendime, hatta az daha
Gutenberg sendromum (7) tutacaktı ancak etnocinsellik ya da etnopornografi
yazınca bir şey çıkmayınca en azından bir başlangıç yapmanın küçük
de olsa bir hazzını yaşadım.
(Devam edecek)
Notlar
(1) Ercan, Bora. Yeni Disiplinlerin Ortaya Çıkmaları
ve Bir Örnek Olarak Etnomatematik.. Matematik Dünyası, 2005 III,
Ocak 2006
(2) Ascher, Marcia. Etnomatematik, Matematik
Dünyasına Çokkültürlü Bir Bakış, , Çev. Ercan, Bora, Okyanus Yayınları,
Nisan 2005
(3) Doğulu düşünce de birçok bakımdan Batılı
düşünceyle özdeşlikler gösterir. Hans Peter Duerr, Çıplaklık ve
Utanç-Uygarlaşma Sürecinin Miti adlı kitabının Arsız Göz başlıklı
8. Bölümünde bu olguyu oldukça sağlam bir şekilde irdeliyor.
(4) Bu kitaplara en güzel örnek yazarının adını
sakladığı, bu nedenle Anonim olarak bilinen The Lustful Turk (Şehvetli
Türk) tarafımdan Türkçeleştirildi ve Çiviyazıları yayınları Aykırı
Edebiyat dizisinden “Harem” adıyla basıldı.
(5) Özellikle ilk zamanlarda televizyonun evin
başköşesine konulmasına ve üzerine yerleştirilen dantellere dikkatinizi
çekerim.
(6) Burada bir komplo teorisi kurarak, özellikle
geri kalmış toplumlarda bir dönem “afyon” olarak kullanılan dinin
yerine bilgisayar (pornografisi) nin bir devlet politikası olarak
kullanıldığını söyleyebiliriz.
(7) Matbaa geç geldi bu nedenle entelektüel
her şey bize geç gelecektir sendromu, isim babasının adını bilmemem
benim cahilliğim, bağışlasın, ama beynine sağlık bulanın çünkü
bu görüşe katılıyorum.