SAYI 67 / 05 ARALIK 2005

 

MİNERVA: BİR ÖZGÜRLÜK DÜŞÜ, DÜŞÜŞÜ VE DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ

Ulaş Başar Gezgin
ulas@teori.org




'M
inerva Cumhuriyeti’nin nerede olduğunu biliyor musunuz? Ya da ‘Minerva Prensliği’nin? Ben de iki gün önceye dek bilmiyordum. Bir havayolları dergisi için Pasifik’teki ada-ülkelerini anlatan tanıtım yazıları yazmaya başladım ve bu nedenle, bu ada-ülkelerden biri olan Tonga’ya odaklanmıştım. Okuduğum kaynaklardan birinde, Tonga’nın uluslararası anlaşmazlık içinde olduğu hiçbir devlet bulunmadığı yazıyordu ve bir geçerken sözü gibi, “yalnızca, Minerva’yı işgal etti” deniyordu. Minerva’yla tanışmam böyle oldu. Sizin tanışmanız ise, bu yazıyla oldu işte…

1970’lerin başında, bir Amerikalı milyoner, 30,000 kişilik bir nüfusu barındıracak özgürlükçü bir devlet kurmayı amaçladığını bildiriyordu. Arayışların sonucunda, uluslararası hukuka göre hiçbir devlete ait olmayan Minerva Resifleri uygun görüldü. Resifler, gelgitte suların yükselmesiyle yitip gidiyor, alçalmasıyla yeniden ortaya çıkıyordu. Dolayısıyla, hiç bir ülke, bu resiflerde hak iddia etmiyordu. Yaşanabilir bir kara parçası değildi; bu nedenle, o milyoner, bölgede yapay bir ada kurdurdu. Resif, kumla dolduruldu.

Minerva Cumhuriyeti, Ocak 1972’de kuruldu. Ülke, adını, 1829’da o bölgede batan ‘Minerva’ adlı balina gemisinden almıştı. Minerva Resifleri’ne en yakın olan iki devlet, Fiji ve Tonga idi. Minerva’yı tanıyan tek devlet, Tonga oldu. Tanıdı tanımasına ama Haziran 1972’de Minerva’yı işgal etti. Gerekçe şuydu: Orası, bizim balık tuttuğumuz yer!

“Hadi canım, böyle devlet mi olur?!” diyorsanız, biraz hukuk: Montevideo Devletlerin Hakları ve Ödevleri Sözleşmesi’nin (1933) 1. Maddesi’nde şöyle diyor: “Devlet, uluslararası hukukun bir öznesi olarak, şu nitelikleri taşımalıdır: (a) sürekli bir nüfus, (b) tanımlanmış bir bölge, (c) hükümet ve (d) diğer devletlerle ilişkide bulunma yeteneği.”

Bu sözleşme ve Minerva topraklarının uluslararası sularda olması gerçeği yanyana konunca, ortada çağımızın siyasal düşüncesi için oldukça önemli bir olay ortaya çıkmış oluyor. “Minerva’yı kursunlar, kurmasınlar; iyiydi, kötüydü”yü bir yana bırakıp işin felsefesini konuşalım: ‘Yeni Dünya’daki birçok devlet, aynı Minerva’nın kurulduğu gibi kuruldu. Bu da, gerçekte, uluslararası hukukun yalan olduğunu gösteriyor. Bu hukukun yalan olduğunu daha önce de görmüştük: Uluslararası Ceza Mahkemeleri, Amerikan askerlerini yargılayamıyor; çünkü öyle olursa, ‘Amerika’ adlı terörist devlet, para yardımını kesiyor. Anımsanacaktır: Aynı terörist devlet, B.M. kararlarını hiçe sayıp da girmişti Irak’a.

Minerva’nın olumlu yanı, soykırım üstüne kurulmamış olması. Hangi ulus-devleti kazarsanız kazın, altından en az bir soykırım çıkacaktır. Şimdi, yapılan araştırmalarda, Türkiye’deki gençlerin %80’inin Amerika Birleşik Terörist Devletleri’nin yurttaşı olmak için can attığı ortaya çıkıyor. Gençlerin son beş yıldaki bütün konuşmalarını kaydetsek, ‘Yeşil Kart’ sözcüğünün ne kadar çok geçtiğini görüp hayret edeceğiz; ‘Yeşil Kart’ın onda biri kadar, ‘sömürgecilik’ sözcüğü geçmez. Bir merkezkaç ülkesinin aklı başında insanları için bu, utanç verici bir durumdur. Hele Amerika Birleşik Terörist Devletleri’nin yurttaşı olmak, olabilecek belki de en utanç verici şeydir.

Ama şimdi durun: Kanada yurttaşlığı için ne düşünüyorsunuz? “Olabilir” diyorsunuz değil mi, “terörist ülke değil”. Ama tarihinde çok değil birkaç onyıl geriye gidin bakalım. Ne görüyorsunuz?: İnanılmaz soykırımlar! Karın üstünde zorla soyulup tecavüz edilen yerli kadınlar. Verem araştırmaları hastanesinde toplanan ve orada deney için verem mikrobu verilen yerli çocukları. Çoğu öldüler. Çevresi sarılıp yemek verilmeyen, açlıktan ölen yüzlerce insan. Bir devlet başka türlü nasıl kurulabilirdi?

Kanada, soykırımı kabul ediyor; ülkede, soykırım üstüne kapsamlı belgeseller çekiliyor. Yerlilerden çeşitli iş kollarında vergi alınmıyor. Ayrıca, Kanada’nın soykırım için özür dilemesinin üstünden yıllar geçti. Ama gerçekten, özür neyi değiştirir? Sen gelmişsin, insanların yoketmişsin; onların toprağında devlet kurmuşssun, sonra da; burası “Quebec mi olsun yoksa Kanada’nın bir parçası olarak kalsın mı?” diye tartışıyorsun. Yuh, yani. Kanada, Yeni Zelanda, Avustralya; bunlar da, Amerika Birleşik Terörist Devletleri’nden daha az kanlı değillerdir. Şu an soykırım yapmıyor olmaları, ellerindeki kanın yıkanıp gittiği anlamına gelmez.

Kanada’da bugün, uzagörürlerde (televizyon) sigara ve içki reklamı yapmak yasak. Ama bir tek yerli kanalında serbest. Yerlilerin çoğu, mutsuz; ve uyuşturucu bağımlılığı son derece yaygın. Dün Çin’de Afyon Savaşı döneminde yaptıklarını, hala utanmadan uyguluyorlar: “Uyuşturucu bağımlısı yap; böylece, dünyadan haberi olmasın.”

Yeni Zelanda’da, Beyazlar’ın bana “Hey ahbap, bur’da ne arıyorsun? Niye geldin ha?” yönlü soruları beni çok öfkelendiriyor. Sana mı söyleyeceğim niye geldiğimi… Maori dostlara sorarım olsa olsa.

Evet, biraz gergin bir yazı oldu. Şimdi, Minerva’ya dönüp bitirelim:
Minerva, başarısız bir çalışma oldu. Galiba, ordu olmadan devlet kurulamıyormuş. (Bu konuyu başka bir yazıda açalım.) Minerva’nın Sürgünde Minerva Parlamentosu var. Turizm Bakanlığı var ve Bakanlık, Minerva tanıtım yazısında, ülkenin güzelliklerinden sözedip, bugünkü hava durumunu bildirip şöyle diyor: “Yalnız, şöyle bir sorun var: Ülkemiz işgal altında. Bu nedenle, siz turistlerin güvenliğini güvence altına alamıyoruz.”

Zamanında para bastırmış ve bayrağı olan Minerva’yı kuranlar, 1982’de yeniden adaya çıkıyorlar ama mutlulukları, yalnızca 3 hafta sürüyor. Tonga Ordusu, onları kovuyor. Ve böylece, Minerva, -‘Ezginin Günlüğü’ne gönderme yaparak- kıyısız bir ada-devlet olarak, siyasal düşünce tarihi defterimize yazılıyor.

 

http://www.minervanet.org/