'Minerva
Cumhuriyeti’nin nerede olduğunu biliyor musunuz? Ya da ‘Minerva
Prensliği’nin? Ben de iki gün önceye dek bilmiyordum. Bir havayolları
dergisi için Pasifik’teki ada-ülkelerini anlatan tanıtım yazıları
yazmaya başladım ve bu nedenle, bu ada-ülkelerden biri olan Tonga’ya
odaklanmıştım. Okuduğum kaynaklardan birinde, Tonga’nın uluslararası
anlaşmazlık içinde olduğu hiçbir devlet bulunmadığı yazıyordu
ve bir geçerken sözü gibi, “yalnızca, Minerva’yı işgal etti” deniyordu.
Minerva’yla tanışmam böyle oldu. Sizin tanışmanız ise, bu yazıyla
oldu işte…
1970’lerin başında, bir Amerikalı milyoner, 30,000
kişilik bir nüfusu barındıracak özgürlükçü bir devlet kurmayı
amaçladığını bildiriyordu. Arayışların sonucunda, uluslararası
hukuka göre hiçbir devlete ait olmayan Minerva Resifleri uygun
görüldü. Resifler, gelgitte suların yükselmesiyle yitip gidiyor,
alçalmasıyla yeniden ortaya çıkıyordu. Dolayısıyla, hiç bir ülke,
bu resiflerde hak iddia etmiyordu. Yaşanabilir bir kara parçası
değildi; bu nedenle, o milyoner, bölgede yapay bir ada kurdurdu.
Resif, kumla dolduruldu.
Minerva Cumhuriyeti, Ocak 1972’de kuruldu. Ülke,
adını, 1829’da o bölgede batan ‘Minerva’ adlı balina gemisinden
almıştı. Minerva Resifleri’ne en yakın olan iki devlet, Fiji ve
Tonga idi. Minerva’yı tanıyan tek devlet, Tonga oldu. Tanıdı tanımasına
ama Haziran 1972’de Minerva’yı işgal etti. Gerekçe şuydu: Orası,
bizim balık tuttuğumuz yer!
“Hadi canım, böyle devlet mi olur?!” diyorsanız,
biraz hukuk: Montevideo Devletlerin Hakları ve Ödevleri Sözleşmesi’nin
(1933) 1. Maddesi’nde şöyle diyor: “Devlet, uluslararası hukukun
bir öznesi olarak, şu nitelikleri taşımalıdır: (a) sürekli bir
nüfus, (b) tanımlanmış bir bölge, (c) hükümet ve (d) diğer devletlerle
ilişkide bulunma yeteneği.”
Bu sözleşme ve Minerva topraklarının uluslararası
sularda olması gerçeği yanyana konunca, ortada çağımızın siyasal
düşüncesi için oldukça önemli bir olay ortaya çıkmış oluyor. “Minerva’yı
kursunlar, kurmasınlar; iyiydi, kötüydü”yü bir yana bırakıp işin
felsefesini konuşalım: ‘Yeni Dünya’daki birçok devlet, aynı Minerva’nın
kurulduğu gibi kuruldu. Bu da, gerçekte, uluslararası hukukun
yalan olduğunu gösteriyor. Bu hukukun yalan olduğunu daha önce
de görmüştük: Uluslararası Ceza Mahkemeleri, Amerikan askerlerini
yargılayamıyor; çünkü öyle olursa, ‘Amerika’ adlı terörist devlet,
para yardımını kesiyor. Anımsanacaktır: Aynı terörist devlet,
B.M. kararlarını hiçe sayıp da girmişti Irak’a.
Minerva’nın
olumlu yanı, soykırım üstüne kurulmamış olması. Hangi ulus-devleti
kazarsanız kazın, altından en az bir soykırım çıkacaktır. Şimdi,
yapılan araştırmalarda, Türkiye’deki gençlerin %80’inin Amerika
Birleşik Terörist Devletleri’nin yurttaşı olmak için can attığı
ortaya çıkıyor. Gençlerin son beş yıldaki bütün konuşmalarını
kaydetsek, ‘Yeşil Kart’ sözcüğünün ne kadar çok geçtiğini görüp
hayret edeceğiz; ‘Yeşil Kart’ın onda biri kadar, ‘sömürgecilik’
sözcüğü geçmez. Bir merkezkaç ülkesinin aklı başında insanları
için bu, utanç verici bir durumdur. Hele Amerika Birleşik Terörist
Devletleri’nin yurttaşı olmak, olabilecek belki de en utanç verici
şeydir.
Ama şimdi durun: Kanada yurttaşlığı için ne düşünüyorsunuz?
“Olabilir” diyorsunuz değil mi, “terörist ülke değil”. Ama tarihinde
çok değil birkaç onyıl geriye gidin bakalım. Ne görüyorsunuz?:
İnanılmaz soykırımlar! Karın üstünde zorla soyulup tecavüz edilen
yerli kadınlar. Verem araştırmaları hastanesinde toplanan ve orada
deney için verem mikrobu verilen yerli çocukları. Çoğu öldüler.
Çevresi sarılıp yemek verilmeyen, açlıktan ölen yüzlerce insan.
Bir devlet başka türlü nasıl kurulabilirdi?
Kanada, soykırımı kabul ediyor; ülkede, soykırım
üstüne kapsamlı belgeseller çekiliyor. Yerlilerden çeşitli iş
kollarında vergi alınmıyor. Ayrıca, Kanada’nın soykırım için özür
dilemesinin üstünden yıllar geçti. Ama gerçekten, özür neyi değiştirir?
Sen gelmişsin, insanların yoketmişsin; onların toprağında devlet
kurmuşssun, sonra da; burası “Quebec mi olsun yoksa Kanada’nın
bir parçası olarak kalsın mı?” diye tartışıyorsun. Yuh, yani.
Kanada, Yeni Zelanda, Avustralya; bunlar da, Amerika Birleşik
Terörist Devletleri’nden daha az kanlı değillerdir. Şu an soykırım
yapmıyor olmaları, ellerindeki kanın yıkanıp gittiği anlamına
gelmez.
Kanada’da bugün, uzagörürlerde (televizyon) sigara
ve içki reklamı yapmak yasak. Ama bir tek yerli kanalında serbest.
Yerlilerin çoğu, mutsuz; ve uyuşturucu bağımlılığı son derece
yaygın. Dün Çin’de Afyon Savaşı döneminde yaptıklarını, hala utanmadan
uyguluyorlar: “Uyuşturucu bağımlısı yap; böylece, dünyadan haberi
olmasın.”
Yeni Zelanda’da, Beyazlar’ın bana “Hey ahbap,
bur’da ne arıyorsun? Niye geldin ha?” yönlü soruları beni çok
öfkelendiriyor. Sana mı söyleyeceğim niye geldiğimi… Maori dostlara
sorarım olsa olsa.
Evet, biraz gergin bir yazı oldu. Şimdi, Minerva’ya
dönüp bitirelim:
Minerva, başarısız bir çalışma oldu. Galiba, ordu olmadan devlet
kurulamıyormuş. (Bu konuyu başka bir yazıda açalım.) Minerva’nın
Sürgünde Minerva Parlamentosu var. Turizm Bakanlığı var ve Bakanlık,
Minerva tanıtım yazısında, ülkenin güzelliklerinden sözedip, bugünkü
hava durumunu bildirip şöyle diyor: “Yalnız, şöyle bir sorun var:
Ülkemiz işgal altında. Bu nedenle, siz turistlerin güvenliğini
güvence altına alamıyoruz.”
Zamanında para bastırmış ve bayrağı olan
Minerva’yı kuranlar, 1982’de yeniden adaya çıkıyorlar ama mutlulukları,
yalnızca 3 hafta sürüyor. Tonga Ordusu, onları kovuyor. Ve böylece,
Minerva, -‘Ezginin Günlüğü’ne gönderme yaparak- kıyısız bir ada-devlet
olarak, siyasal düşünce tarihi defterimize yazılıyor.