1975 yılının Nisan ayı ile 1979 yılının Ocak ayı
arasında, yani sadece birkaç yıl içinde, Kamboçya'da, yaklaşık
1,5-2 milyon insan açlıktan öldü, ortadan kayboldu ya da kurşuna
dizildi. Sonunda Khmer Rouge yönetimi, Kamboçya sınırlarına giren
Vietnam orduları tarafından devrildi ve Pol Pot ve onun gerilla
ordusu; güç savaşlarına Çin, Amerika Birleşik Devletleri ve Tayland
tarafından desteklenen düşük yoğunluklu savaş stratejisiyle devam
etmek üzere kaçtı. Nihayetinde Pol Pot, 1998'de öldü. Bu makalede,
o tarihi anlara yoğunlaşıp, o zamanlar Kamboçya'da neler olup
bittiği hakkında zihnimizde daha net bir resim oluşturabilmek
için ayrıntıları inceleyeceğiz. Sonuç olarak da, olaylara karşı
verilen olası tepkilerin yanı sıra ana tepkileri de düşünüp bu
trajik hikayeden ders çıkaracağız.
Kanlı
bir iç savaştan sonra Khmer Rouge, başkent Phnom Phen'e girdi
ve 1975 yılının Nisan ayında siyasal erk adına ne varsa hepsini
ortadan kaldırdı. İşte yeni rejimin yürürlüğe koyduğu uygulamalar:
-Şehirlerin boşaltılması.
-Budizm’in ve diğer dinsel tapınma biçimlerinin yasaklanması.
-Ekonomik üretim ve tüketimin kamulaştırılması.
-Kitapların yakılması ya da kimi zaman, onlara hükümetin el koyması.
-İfade, seyahat, ikamet etme ve meslek seçme özgürlüklerinin ortadan
kaldırılması.
-Örgün eğitimin kaldırılması.
-Para, pazar ve mahkemelerin kaldırılması.
-Kadın-erkek ayrımının kaldırılması ve kadının, sosyal hayatın
tüm alanlarına katılımının desteklenmesi.
-''Komünizmin Yeni İnsanı''nın yetiştirilmesi için, çocukların,
ailelerinden koparılması.
-Mülkiyetin kamulaştırılması. (Hinton,1998)
-Yabancı dillerin kullanımının yasaklanması. (Van Schaack,1997)
-Ambulanslar da dahil olmak üzere arabalar, buzdolapları, çamaşır
makineleri, televizyon setleri, telefon ve daktiloların hurdaya
kaldırılması.
SOYKIRIM MI SİYASETKIRIM MI?
Kamboçya'da yapılanların soykırım olarak adlandırılmasına karşılık,
bu konu hakkında bazı haklı şüpheler var: Soykırım, ulus-devletlerin
ortaya çıkmasının kaçınılmaz sonucudur. Birleşmiş Milletler Soykırım
Sözleşmesi'nde, 2. maddede geçen soykırım tanımı, ''ulusal, etnik,
ırksal ya da dinsel.....vb. bir grubu, tamamen ya da kısmen yok
etmek amacıyla gerçekleştirilen eylemler'', olarak yapılmıştır.
Fakat soykırımın yasal anlamı, devletin kendi eliyle gerçekleştirdiği
tüm kitle katliamlarını kapsamaz. Öyleyse; Kamboçya tarihi, bir
soykırım örneği sayılmaz: Halk, 2.maddede belirtilmiş olan nedenlerden
farklı nedenlerden dolayı katledilmiştir (karş. Van Schaack,1997).
Bazı yorumcularsa, soykırım sözcüğünün içerdiği bu dar kapsamı
Sovyetler Birliği'nin müdahelesine bağlarlar. Gerçekte bu, hikayenin
sadece bir kısmı: 2. Madde’de geçen devlet eliyle kitle katliamı
tanımına karşı çıkanlar, sadece -genellikle politik muhaliflere
karşı saldırgan bir tutum içinde olan- Sovyetler Birliği değil,
aynı zamanda Latin Amerikalı ve Mısırlı delegelerdi. Karşı çıkmışlardı;
çünkü muhaliflere yaptıkları yüzünden mahkemede yargılanmaktan
korkmuşlardı (van Schaack,1997). 2. Madde’de geçen tanım, Naziler
tarafından sosyalistlere, komünistlere ve eşcinsellere karşı yapılan
katliamları bile kapsamamaktadır. Dahası, soykırımın 2. Maddedeki
tanımlanış biçimi, devletlerin, kitle katliamları için bahaneler
uydurmalarına engel olmamaktadır: Politik muhaliflere karşı sert
bir tutum içinde olan devletler, devletin yaptığı kitle katliamlarının
milliyet, etnisite, ırk ve dinden kaynaklanmadığını; siyasal muhaliflerin
sözkonusu devletlerin bekası için gerçek bir tehdit olmalarından
ileri geldiğini öne sürerek suçlamalardan kaçabilirler. Aslında
bu, 1965-1966 yılları arasında, Endonezya’da, yaklaşık bir milyon
Endonezya Komünist Partisi üyesinin öldürüldüğü kitle katliamında
öne sürülen gerekçe idi. Her zamanki gibi, ‘iç düşman’ sayılmışlardı.
İşte bu yüzden, soykırım araştırmacıları, 2.
Maddedeki tanımı desteklemekte oldukça isteksiz. Araştırmacılar,
Kamboçya'da (1975-1979) olanları andıran olayları kapsamak için,
soykırımı tekrar tanımlamayı tercih ediyorlar (karş. Chalk, &
Jonassohn, 1990). Bir diğer araştırmacı grubuysa, 2. Maddedeki
tanımla hiç uğraşmadan diğer kitle katliamı çeşitleri için terimler
ürettiler: Örneğin; siyasetkırım, ''örgütlü siyasal muhalefetleri
nedeniyle hedef gösterilen insanların topluca öldürülmesi'' olarak
tanımlanırken, halkkırım ''devlet eliyle kitle katliamı'' olarak
tanımlanıyor.
Fakat Kamboçya katliamları, aslında bu, bu halkkırımın
ana izleği olmasa da, etnik yok edişleri de kapsar: Neredeyse
bütün Vietnamlılar, Çinlilerin yarısı, Kamboçya'daki Lao ve Cham
halkının yarısına yakını, 1975-79 yılları arasında öldürüldü (Fein,1993).
Tanımla ilgili problemler, ''devletin aracı
olduğu kitle katliamları'', ''devlet terörü'' ve devletin uyguladığı
şiddetin diğer türleri arasında karşıtlıklar çizildiğinde, tekrar
gündeme geliyor. Krain (1997), devlet terörizmini, devletin, insanlar
arasında korku uyandırmak amacıyla gerçekleştirdiği vahşi eylemler
olarak tanımlarken, katliam ve halkkırımı, devletin teşvik ettiği
kitle katliamlarının alt türleri olarak tanımlıyor. Katliam ve
halkkırım, tam da kitle katliamları ile tanımlanırken, devlet
terörizmi,, kitle katliamlarının varlığını gerektirmiyor.
NEDEN KAMBOÇYA'DA?
Neden böylesine büyük bir katliam Kamboçya'da
oldu? 1990'ların başlarının Kamboçyası'nda; alan araştırması yapan
antropolog Hinton, Kamboçya'daki kitle katliamlarının nedeninin
kültürle tam olarak açıklanamayacağını kabul etse de, saygınlık
ve şeref gibi kültürel değerlerin Pol Pot tarafından komuta edilen
Kamboçya ordusunun daha alt kademelerinde önem taşıdığını düşünüyor.
Buna rağmen, Doğu Asya toplumlarının çoğunda olduğu gibi, Kamboçya'da
da, üstlere itaatin temel normlardan biri olması dikkate değer.
Toplumsal uzamın hiyerarşik parçalanımı da,
Tay dilinde olduğu gibi Kamboç dilinde de açıkça kodlanır: Farklı
sosyal tabakalara seslenmek için farklı sözcükler vardır. O kadar
ki, ''Kamboçça konuşmak, saygı göstermektir'' bile denebilir.
Yemek-içmek gibi günlük aktiviteleri anlatmak için bile, konuşan
ve dinleyenin statüsüne göre kullanılan oldukça değişik sözcükler
var. Gerçekten de Khmer Rouge yönetimi tarafından yapılan yeniliklerden
biri de, güç ve statü farklılıklarını yansıtan sözcüklerin kaldırılması
ve onların yerine ‘kardeş’ ve ‘yoldaş’ gibi sözcüklerin ve sosyal
olarak asimetrik biçimlerde ifade edilegelmiş günlük aktivitelere
karşılık gelen kırsal ve kentli konuşma diline ait eşdeğerlerinin
getirilmesi idi. Ebeveynler ve çocukları arasındaki hamilik taslayan
konuşmalar bile, ''yoldaş anne'' ve ''yoldaş baba'' konuşmalarına
dönüştü (Hinton,1998).
Krain (1997), katliam ve siyasetkırımın yapısal
analizini yapıp yedi etkenin birlikteyken daha yüksek bir olasılıkla
soykırımlara ya da siyasetkırımlara yol açtığını ortaya koyuyor.
Bunlar: dış savaş, iç savaş, anayasadışı değişiklik, dekolonizasyon
geçmişi, siyasal erkin az sayıda kurumda merkezileşmesi, saldırgan
bir devletteki etnik homojenlik seviyesi ve devletin dünya ekonomisinde
marjinalleşmesidir.
GÜNAH KEÇİSİ OLARAK POL POT: SADDAM'IN ESKİ VERSİYONU
Kamboçya'daki
olaylara karşı gösterilen tepkilerin en yaygını, Pol Pot'u ve
onun sözde ideolojisini suçlamaktı. Varsayım şuydu: Kamboçya devletinin
vahşi uygulamalarından komünizm sorumludur. Bu görüşün destekçileri,
bu eski kanlı rejimin kalıntılarını canlandırmakta oldukça istekliler.
Elbette ideolojisi de dahil olmak üzere Pol Pot'un ne şeytan olduğunu
doğrulamak amacıyla, işkence aletleri, çekilen fotoğraflar ve
diğer dökümanlar sergilenmekte. Bununla birlikte, sanki burada
Freud’cu bir komedi oynanıyor: Pol Pot'u suçlayan ve onun ideolojisini
eleştirenler, insanlığa karşı verdiği sözleri tutan ve yönetimde
insan hakları meşalesini taşıyan o yaşlı amca değildi. Ölü sayısı
yüksek olsa da, Kamboçya kitle katliamı, daha önce hiç görülmemiş
bir şey değildi ve hiçkimse ya da hiçbir kurum, insan coğrafyasında
herhangi bir yerde bir daha olmayacağının garantisini veremez.
Kamboçya kitle katliamında kurban olanların
sayısı, bir önceki yüzyılda olmuş olan ve içinde bulunduğumuz
yüzyıldaki şu beş yıllık süre içinde olmaya devam eden Amerikan
kolonileştirme macerasında kurban olanların sayısından az değil.
Aynı şekilde, Latin Amerika'da devlet erkini meşrulaştırma aracı
olarak kullanılan devlet katliamları da daha az şiddetli ve daha
az kanlı değil. Daha da ötesi, Khmer Rouge yönetiminden önceki
hükümet, siyasal muhaliflerle taciz, işkence, faili meçhuller
ve kayıplar yoluyla başa çıkma noktasında, daha az kötü ünlü değildi.
Son olarak, Khmer Rouge yönetiminin çöküşünden sonra, Pol Pot'un
takipçilerinin, Amerika ve Çin'den, Vietnam'a karşı savaştıkları
için, finansal ve lojistik destek almaları bir rastlantı değil.
A.B.D. Hava Kuvvetleri’nin o zamana dek o çapta görülmemiş hava
saldırısı da dahil olmak üzere –A.B.D.’nin diğer suçlarını saymıyoruz
bile- A.B.D.’nin Kamboçya tarihindeki trajedilerdeki suç ortaklığı
unutulamaz. Yaklaşık 350,000 Kamboçyalı köylü, bu yoğun bombalama
sırasında öldü. Bombalamanın yoğunluğu, Japonya'dakini bile çok
aşmıştı.
Sorumluluğun, Kamboçya kültürünü, komünizmi
ve Pol Pot'u aştığı oldukça açık. Fakat, eğer ki, bütün bunlar
Kamboçya kültürünü oluşturan belli unsurlar yüzünden olmuş olsaydı
ve tabii bu unsurların hemen hemen Doğu Asya kültürlerinin hepsinde
görüldüğünü de göz önüne alırsak, kitle katliamları, yalnızca
Doğu Asya'da gerçekleşir; dünyanın başka hiçbir yerinde görülmezdi.
Fakat siyasal tarihin son devirlerine şöyle bir bakacak olursak,
devlet eliyle yapılan bu kitle katliamlarının Doğu Asya'ya ya
da tüm Doğu Asya ülkelerine özgü bir şey olmadığını görürüz. Aynı
şey komünizm için de geçerli: Eğer bu, komünizme bağlı olsaydı;
komünist ülkeler haricindekilerde kitle katliamları görülmezdi.
Fakat durum böyle değil. Sonuç olarak Pol Pot'un şeytan gibi gösterilmesi,
Pol Pot'un gizli bir melek olması nedeniyle değil; kitle katliamları,
bir kişi tarafından gerçekleştirilmediği için temel olarak yanlıştır.
Tarihi olayları açıklamada bireyler üzerine bu kadar çok odaklanılması
genellikle Avrupalı ve Amerikalı bilim adamlarına özgüdür ve maalesef
ki bu, alternatif tarihçilik arayışında olan çoğu bilim insanına
da geçmiştir. Bu tarz açıklamalar; Hitler, Saddam, Bush ya da
Stalin gibi insanları, halkının isteklerine karşı hareket eden
psikopatlar olarak tanımlar. Bu yaklaşım, insanların Freud'gil
bilinçdışı babacıl eğilimleri nedeniyle sürekli güç kazanmaktadır.
Bu “lider-kalabalıkları-yönlendirir” biçimindeki tarih anlayışı,
siyasal kütleleri lider pozisyonlara taşıyan koşulların yanı sıra,
otoriteyi elinde bulunduran siyasal kütlelerin sorumluluklarını
da gözden kaçırır: Pol Pot; tabii ki gücü tek başına ele geçirmemiştir,
ordunun yanında bir de komünist parti vardı. Bu iki anahtar organizasyonun
üyeleri, Pol Pot'tan daha az sorumlu değiller. Daha açık olmak
gerekirse; hem komünizmi hem de Amerikancılık’ı ortadan bölen
belli bir tür ideoloji sorumludur ve sanırım bunun adı çok da
yabancı değil: Despotizm; yani halk için devlet yerine tam tersi.
MEŞRULAŞTIRMA PROBLEMİ ve EKONOMİK ve POLİTİK İDEOLOJİLERİ
AYIRT ETME İHTİYACI
Doğal
olarak, ekonomik ideolojilerle politik ideolojiler arasına bir
çizgi çekme ihtiyacı hissediyoruz. Meşrulaştırma problemi ise
her yerde mevcut. Bu, vatandaşlara belli bir partiye oy vermeleri
için rüşvet teklif edilen ‘katılımcı demokrasilerde’ bile ciddi
bir problem. Bir paket pirinç ya da hububat, işi hallediyor. Teokrasinin
meşrulaşması, ümmet ya da Yehuda'nın oğulları, resmi inancı sekülarize
edilmemiş halde takip ettikleri sürece gerçekleşir. Komünist toplumlar,
sözkonusu problemden muaf değiller: Devrimci hükümetler tarafından
atılan adımların en azından bazıları, desteksiz olabilir. Ve son
olarak, kraliyet yönetimi, biyolojik bir oligarşi olarak hareket
ettiği suçlamasıyla potansiyel olarak karşı karşıya kalıyor. Bunlar,
politik değerlendirmeler. Bütün devletlerin muhalifleri vardır;
fakat devletin onları nasıl karşıladığı ekonomik bir sorun değil.
İfade özgürlüğü, ekonomik açıdan komünist olan bir devletle çelişmez;
fakat evet, bütün vatandaşlardan komünizme saygı göstermesi beklenilen,
kökenindeki nedenlere yabancılaşmış, devrimin, köklerini söktüğü
varsayılan din ve töreler gibi eski kurumların yerini alan, siyasal
açıdan komünist olan bir devletle çelişir. Bu noktada ortadan
kaldırılması gerekenler, din ya da töreler değil, onların içerisinde,
vatandaşları koyun haline getiren belli unsurlardır.
İnsan hakları ve bunun ekonomik politikalar
ile ilişkisi anlaşıldığında ekonomik değerlendirmelerin çok fazla
meşrulaştırılmasına özünde gerek kalmaz: En temel düzeyde; bir
toplum, hiç kimse, özel hastanelerin astronomik faturaları yüzünden
ölmüyorsa; okul öncesi, ilk ve orta okul eğitimi, toplumun tüm
kesimleri için doğal bir hak olarak görülüyorsa, böylelikle insanların
okumaz-yazmaz olması önleniyorsa ve hiç kimsenin ekonomik olanaksızlıklar
yüzünden yüksek öğrenim görememesi söz konusu olmuyorsa, adil
bir toplumdur. Tabii ki bu liste, vatandaşların; ulaşım hakkı,
telekomünikasyon hakkı ve tacizden uzak ya da mal sahiplerinin
kiracılara mal sahibi olmalarından kaynaklanan güçle birçok şeyi
kısıtlamadığı, bedava ya da ucuz barınma hakkı gibi temel haklarını
kapsamak üzere uzatılmak zorundadır. Bu liste, tekrar iki kat
ya da daha fazla uzatılabilir ve bizler bunun kapsayıcı bir liste
olduğunu iddia etmiyoruz ve bu liste, Kamboçya’nın siyasal tarihini
konu olan bir çalışmada elbette kapsayıcı olamaz. Fakat ne olursa
olsun böyle bir listeye duyduğumuz ihtiyaç, ekonomik ve politik
ideolojiler arasına bir çizgi çekmenin gerekliliğinin altını çiziyor.
İşte bu, bizi, bir devletin politik açıdan bir krallık; fakat
ekonomik açıdan sosyalist ve hatta komünist olma olasılığına götürüyor.
Tarihin unutulmuş bir sayfası da benzer satırlar taşıyor : Khmer
Rouge rejiminden önce başta olan Kamboçya Kralı Sihanouk da Vietkong
güçlerini ve Amerikan emperyalizmine karşı savaşan Kamboçyalı
komünist isyancıları desteklemişti (karş. Willmott,1981). Kral
Sihanouk, Budist sosyalizminin savunucusu olarak bilinir.
Sovyet tecrübesi ise tam tersinin de mümkün
olabileceğini gösterdi. Ekonomik eşitlik, politik eşitlikten farklıdır.
Sınıf farkının olmadığı bir toplumun oldukça yakın olduğu Sovyet
Devrimi'nin en üst noktasında bile, komünist büyükler adı altındaki
politik elitler ve yabancılar- yani komünist parti üyelerinin
haricindeki kalabalık kitleler- arasındaki asimetri bitemedi,
belki de kasten bitirilmemişti. Sonuç olarak, gerçekte, Sovyet
toplumu, ekonomik açıdan komünist bir toplumdu ve politik açıdan
krallıklara benziyordu. Buna benzer bir sahne de Kamboçya'da yaşandı:
Köylüler ('eski insanlar') ve boşaltılmış şehirlerin eski sakinleri
('yeni insanlar') arasında bir hiyerarşi oluşturuldu. Yazılı olmayan
farklı yasalara tabiydiler. Örneğin; bir 'eski insan' patates
çaldığı takdirde uyarılırken, bir 'yeni insan' aynı suçu işlediğinde
ölüme mahkum ediliyor, kurşuna diziliyordu (Hinton,1998). Bunun
üstüne, Khmer Rouge üyeleri ve diğerleri arasındaki asimetriden
bahsetmeye bile gerek yok.
Sovyet başarısızlığına karşı ise verilecek iki
yanıt vardı: Bir taraf, Sovyet tecrübesinin, komünist devlet ilan
edilmiş olsa da, gerçek bir komünist devleti örneklemediğini söylemekte.
Sonuç olarak komünizmin yüzünü kara çıkarmamış olmaktalar ve yoksul
kitleler için hala bir umut var. Diğer tarafsa, bu başarısızlığı,
komünizmin sosyal sınıfları yok etmek için hazırlanmış bir politik
program olmaktaki başarısızlığı olarak değerlendirmekte.
Solcu çevrelerde Kamboçya kitle katliamlarına
karşı gösterilen tepkiler de aynı doğrultuda ele alınabilir: Bir
taraf, uzun süre boyunca, katliam haberlerinin; Şeytan Amerika’nın
Kore ve Vietnam'da, şimdi de Irak'ta, yaptığı propaganda çabasına
benzediğini düşünüyordu. Yine aynı taraf, uzun süre; sanki 2.
Paylaşım Savaşı’nın sonlanmasından yarım yüzyıl sonra Filipin
adalarında saklanırken bulunan ve Japon Güneş-Tanrı imparatorlarına
olan kör bağlılıklarından, savaşın bittiğine inanmayan kaybolmuş
Japon askerleriymiş gibi, Stalin'in kötülüklerine inanmadılar.
Fakat yine de, bu kadar çok enformasyon ve dezenformasyon kampanyasının
içinde, siyasal güç merkezlerinin verdiği haberleri tartmakta
bir kuşku kırıntısı olsun, elbette gerekli.
Khmer Rouge'un Pekin'e yakınlık duyduğunu, gerçekte
bir köylü devleti kurmak için şehirleri boşaltmayı öngören Maoist
bir program uyguladığını ve açıkça, Mao'nun Büyük Sıçrayışı'ndan
ilham aldığını fark eden ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin Khmer Rouge'la
bağlantıları olan tek yabancı ülke olduğunu aklında tutan bir
diğer taraf, şiddeti, karşı-devrimci eğilimler taşıyan Maoist
karanlık politikalara bağladı. Khmer Rouge, asıl nedenleri gözden
kaçırarak, şehirleri, eşitsizliğin kökeni olarak gördü. Aynı şekilde
Willmott (1981), Kamboçya Komünist Partisi'nin sınıf analizinin
hatalı olduğunu ve bu nedenle, partinin, şehirleri boşaltma programlarının
ve benzerlerinin memnuniyetsizlikle karşılanacağı yönlü bir beklentisinin
olmadığını ileri sürüyor. Tamamıyla Stalinci olan üçüncü bir taraf
ise, bu durumu, kulaklarına kutsal krallık ninnileri mırıldanılan
ve din namlı afyona bağımlı olan gerici toplumun direnişine yordu.
PEKİ YA ŞİMDİ?
Hiçbir Khmer Rouge üyesi, siyasetkırım eylemlerinden
dolayı cezalandırılmadı. Hatta sözde Kamboçya ‘demokrasisi’nde,
hükümette yüksek mevkilere bile geldiler. Amerika mı? Tabii ki
cezalandırılmayacaktı. O, uluslararası hukukun kanun koyucusu
ve gerçeklerin tek yargıcı .
Her zamanki gibi, güçlü olan kazanıyor.
Kaynakça
Chalk, F. ve Jonassohn, K. (1990). The history and sociology of
genocide: analyses and case studies. New Haven, Conn.: Yale University
Press.
Fein, H. (1993). Revolutionary and anti-revolutionary
genocides: a comparison of state murders in Democratic Kampuchea,
1975 to 1979, and in Indonesia, 1965 to 1966. Comparative Studies
in Society and History, 35(4), 796-823.
Hinton, A. L. (1998). Why did you kill?: The
Cambodian genocide and the dark side of face and honor. The Journal
of Asian Studies, 57(1), 93-122.
Krain, M. (1997). State-sponsored mass murder:
the onset and severity of genocides and politicides. The Journal
of Conflict Resolution, 41(3), 331-360.
van Schaack, B. (1997). The crime of political
genocide: repairing the Genocide Convention’s blind spots. The
Yale Law Review, 106(7), 2259-2291.
Willmott, W. E. (1981). Analytical errors
of the Kampuchean Communist Party. Pacific Affairs, 54(2), 209-227.