SAYI 41 / 1 MAYIS 2005

 

SİZE GEBER ANNE DİYEBİLİR MİYİM?*

Devrim Güven





İnsan zihni durmaksızın daldan dala atlayan bir maymun gibi. Bazen durmasını istediğimiz bir dalda durmayan bazense istemediğimiz bir dala tutunup kalan bir maymun. Bütün bunlar yaşamımızdaki ruhsal sorunların temel kaynağı.

Bu maymunu bir süreliğine de olsa ortadan kaldırmak ya da tek bir şeyle oyalamak meditasyonun amaçlarından biri. Maymunu tamamıyla ortadan kaldırma istenci zen meditasyonunun amacı ancak bunu deneyimlemek çok zor; bu nedenle zihni tek bir şeye odaklamak meditasyonda mantra uygulamasıyla gerçekleşir. Hiçbir çağrışımı olmayan genellikle iki heceli bir sözcük nefeslerle bağlanarak yinelenir. Daha popüler bir söylemle zihnin detoksu da diyebiliriz bu kısa sürece.

İnsan gibi, toplumların da zihinleri olduğunu düşünüyorum: içinde her şeyi barındıran, param parça, huzursuz, rahatlamak için fazladan bir şeyler isteyen. Toplumlar arası etkileşim ve iletişimin artması kültürler arası eşitliği, ekonomik üstünlüğü olan toplumların lehine bozduğu bir gerçek. Maddi dünyanın zenginliği ile manevi dünyanın zenginliği arasında ise keskin bir ters orantı var. Bunu vahşi beyazlar anlayamadıklarından Afrika, Okyanusya ve Amerika halklarının ruhsal dünyalarını alt üst etmişlerdir.

20.yy başında kızılderilileri kasıtlı olarak alkol bağımlısı yapan ve ellerinde kalan son toprakları da kolayca alan beyazlar bugün artık başka yöntemler geliştiriyorlar. Dünyayı aptallaştırma politikaları bunlardan biri. Bu konuyu burada kesmeliyim aksi takdirde komplo teorisi olarak algılanabilir.

Bir toplumun bireyleri arasındaki mekanik iletişim olanaklarının artması da beraberinde bireylerin ruhsal yönden kısırlaşması sonucunu getiriyor, az önceki örnekte olduğu gibi. Çok daha somuta indirgeyerek söyleyelim: TV, internet, radyo, telefon, cep telefonu derken bireyler kendilerine yabancılaşıyorlar; bu yabancılaşma beraberinde diğer bireylere de yabancılaşmayı getiriyor.

Bu saptamaya insanların birbirleriyle daha çok etkileşim halinde oldukları, bu nedenle de yabancılaşma olmadığı savıyla karşı çıkılabilir elbette. Belki de şöyle söylenmeli: aynı yöntemleri kullanan insanlar, dolayısıyla da aynı söylemleri kullanırlar, bu da aynılaşmayı getirir, işte bu aynılaşma ruhsal yoksulluktur.

Bırakalım Batı toplumunu Doğu toplumunu artık. Kendi toplumumuza gelelim ve sözü başlığa getirelim. Ne kadar kaçsanız da yakalanmışsınızdır Semra hanıma mesela. Gremlinler diye bir film vardı ya, öyle aynen, kaçamıyorsunuz, TV’de seyretmeseniz bile gazetede çıkıyor karşınıza, internette çıkıyor bu lanet olası kabus.

Elbette kişiselleştirmemek gerek bu durumu Semra hanım özelinde, ona X hanım demek X’e hakaret olacağı için X değişkenini de kullanamıyorum. Lakin bu kadının üç aşağı beş yukarı Türkiyeli birçok annenin bilinçaltının bir krokisi olduğunu da gözardı edemeyiz. Toplumsal devinimler ve dönüşümler aile kurumunun aşılmasıyla gerçekleşir. Annelerin oğlanlarına yaptıkları insan onuruna aykırı tavırlarını aşmanın yolu antik mitolojideki baba katlinin bugün bu ülkede ana katli olmasından geçer, özgürlük için.

İnsanlarının zihni 1980’den beri eğitilen bir maymun milad takvimine göre 2000’li yıllar Türkiyesi: TV karşısında dizilere kilitlenmiş, internette eş/arkadaş arayan, mesaj atmaktan sağ baş parmak refleksleri aşırı gelişmiş birey olamayan yığınlar topluluğu. Sahi, bu toplumun ya da bireylerinin meditasyona falan gereksinimi yok, zaten onlar büyük bir ritüel olarak TV karşısında meditasyon yapmaktalar.

*Geber Anne, Sezgin Kaymaz’ın bir romanının adı.