SAYI 37 / 11 NİSAN 2005

 

TELAFİ İMKANSIZDIR VE KİMİ ZAMAN AF DA


Mustafa Murat Tatlı






"Herkes Bizim Gibi Olamaz”1 Faruk Ulay’ın öykülerinden birinin adı. Öykü, “Bakma saatine. Saatine bakarsan gidersin” 2 diye başlıyor ve öykünün bir yerinde, ilk bakışta çingeneye benzer bir kadın, ‘Gitmek için saate bakmak gerekli midir?’, ‘Saate bakmadan da gidilebilir mi?’ vb. üzerine beyanatlarda bulunuyordu. Aslında her daim saate bakmalı ve gitmeli; bir, her yere ve her şeye gecikmişlik duygusu yaratarak.

Ama bu arada, güncele dair yorumlarda bulunma sıkıntımdan dolayı şu olguya kısaca değinmek istiyorum; “Bizi neden sevmiyorsunuz?” Ya da şöyle dile getirilebilir; Türk kamuoyundaki anti-amerikan tavırdan rahatsız olan bir grup şahıs var. Bu kamuoyunun spontane gelişimi, kendiliğindenliği, re’sen vücut buluşu benim bu konuya ilgi göstermemin nedeni oldu. Şunu söyleyebilirim ki; bir insanın bir başkasından nefret etmesini yargılamam ama, ‘Beni neden sevmiyorsun?’ şeklindeki soruyu yargılamaya değer bulurum. Zira güçlü olan, kendisinden nefret edenden, her daim, bu nefretin haksızlığını kanıtlayacak bir vicdan azabı bekler. Emmanuel Levinas, Hitlerizmin Felsefesi Üzerine Birkaç Düşünce isimli makalesinde şöyle demişti; “Vicdan azabı –telafi edilemez olanı hiçbir şekilde telafi edemiyor olmanın acı dolu ifadesi –affı doğuran pişmanlığın habercisidir ve af telafi eder.” 3 Ve kendisine ilk defa bu kadar çok güvendiğim Türk kamuoyu, kışkırtıcı bir aforizma olarak okunmamak kaydıyla, diyebilir ki; telafi imkansızdır. Zira, Levinas’tan ödünç alınan bir ifadeyle denilebilir ki; sana duyulan nefret, telafi edilemez olanı bir türlü telafi edemiyor olmanın acı dolu ifadesidir. ‘Benden kimse nefret edemez.’ şeklindeki kudretli perspektif zararlıdır çünkü af, kimi zaman imkansızdır. Her savaş elbette bir gün biter ama, geriye kan yerine kin dolu ruh akıtan derin yaralar kalır. Her düşmanın korkusu kandan ziyade ruhtur, kırmızıdan ziyade gridir. Türk kamuoyuna ilk defa bu kadar çok güveniyorum çünkü, ilk kez bu kadar kendiliğindendir, spontanedir, resendir; manipule edilmemiştir.

Öyledir; her türlü kudreti haiz otoriter yapılar, manipulasyon yeteneklerinin de sınır tanımadığına inanırlar. Öyle ya, her türlü iletişim teknolojisinin ve devlet cihazının emirlerine amade olduğunu düşünürler. Öyledir; kendi yapıp ettikleriyle narsist bir ilişki kurmuş güç odakları, yaptıklarının yanlış olduğunu düşünenleri, gereksiz, yararsız ve hatta yersiz muhalefet yapmakla yargılarlar. Bu aşırı ego-şişkinliği, bu abartılmış kendine-güven, bu deviriyorsam yumruğum güçlüdür tavrı, herhangi bir iletişim sürecinde karşı taraftakini, söz konusu iletişimin bir öznesi değil nesnesi olarak algılar. Manipulasyon sürecinde, kamuoyu iletişimin nesnesi, boş kap, doldurulmayı bekleyen bellek olur. Ancak, yaptıkları hataların bile iyi bir amaca hizmet ettiğini, dolayısıyla bunların doğru-hatalar olduğunu düşünen aşırı-ergonomik yapılar, kendi doğru-hatalarına katılmayanları patolojik olmakla suçlarlar. Ve genellikle barış elçisi olarak gönderdikleri, sürdüregeldikleri ve sürdürecekleri thanato-siyaset’leridir; ölüm-siyaseti.

Nuray Mert, bir söyleşisinde, “Bize kimse ne düşüneceğimizi öğretemez.” demişti. Eklemek gerekir, “Çünkü hiç kimse, doldurulmaya hazır boş bellek değil, üzerine yazı yazılmaya hazır tabula-rasa’larsa hiç değil.”
“Herkes Bizim Gibi Olamaz” isimli öykünün kahramanı kadına, “Çingene misiniz?” diye sormuş ve kadın suale yanıt olarak şöyle demişti; “Kimin ne olduğunu öğrenmenin kabalıktan geçmeyen yolları da vardır.” 4
Ve son olarak şunu söyleyebilirim ki, bizler Jean Paul Sartre’den ‘muhalefetin estetiği’ni, Michel Foucault’tan ise, ciddi bir muhalif olabilmek için, ille de asık suratlı olmak gerekmediğini öğrendik.
Bir suali cevap hakkı doğmadan yanıtlamanın da yolları vardır.

“Bizi neden sevmiyorsunuz?” şeklindeki suali yanıtlamaya çalışırken...

DİPNOTLAR
1 ULAY, Faruk (2003), “Herkes Bizim Gibi Olamaz”, Tuhaf İnsanlar Zamanı, içinde, Birinci Baskı, YKY, İstanbul, s. 93-101.
2 A.g.k., 93.
3 LEVİNAS, Emmanuel (2003), “Hitlerizmin Felsefesi Üzerine Birkaç Düşünce”, Sonsuza Tanıklık, içinde, Çev. Medar Atıcı, Birinci Baskı, Metis Yayınları, 41-49.
4 Bkz. (1), ULAY, 96.