Ne
yazdığımızdan öte nasıl yazdığımız önemlidir. Bu önermenin çeşitlemeleri
de yapılabilir: Ne söylediğimiz kadar nasıl söylediğimiz; nereye
gittiğimiz kadar nasıl gittiğimiz; ne düşündüğümüz kadar da nasıl
düşündüğümüz önemlidir. Bu çeşitlemelerden konumuzla ilgili olanı
ise neyi nasıl okuduğumuzdur.
Çağımız hız çağı. Üretimde hız her şeyin, tüm
etik, insani değerlerin önünde. Bu hastalık kültürel üretim için
de geçerli, ne yazık ki. Örneğin, artık bilgisayar kullanmayan
yazar neredeyse yok. Bilgisayarda yazmanın teknik olarak sağladığı
kolaylıklar elbette tartışılmaz. Fakat bu teknik kolaylıklar da,
her şeyin karşıtıyla gelişmesi olan diyalektik gereği, beraberinde
köklü aksaklıkları getiriyor. Yazarken kaç kez yap-boz yaptığımızı
düşünelim örneğin ya da düşünsel süreçle üretim süreci arasındaki
zamanlamayı. Sanki yazılar bilgisayardan ‘premature’ çıkıyor.
Ekranda metnin elde tutulamamasından kaynaklanan eksiklikler,
gözden kaçan yanlışlar da cabası. Burada Sadık Yemni’ye de bir
atıf yapmak durumundayım. Son romanı Yatır’ı, metinlerin kayıtlı
olduğu disketleri attıktan sonra içine sinerek bitirebildiğinden
söz etmişti bir sohbetimizde.
Yıllar önce Ankara’da Ali Pekşen daktilo seslerinin
yazı yazarken başka bir hissiyat verdiğini iddia ediyor. Ben de,
aman canım ne ilgisi var, öyleyse tüyle yazalım türünde bir karşı
çıkış yapıyordum. Oysa, şimdi düşünüyorum da herkes bilgisayarın
karşısında ve bu neredeyse bırakamayacağımız bir tutku, bir alışkanlık.
Böylece, hoşgeldin tehlike, çünkü bırakalım yazılanları, okunanlar
ne şekilde okunmakta: hızla göz gezdirilen, anlaşılmayan, yanlış
anlaşılan yazılar.
Yunancada parmak anlamına geliyor daktilo, ilginç
değil mi? Dil işte bu: büyük oyun, bitimsiz. Kökenini bilmeden
kullandığımız nice sözcük var böyle. Bakkala bakalis diyen bir
Yunanlı da şimdi nereden bilsin bak ve al sözcüklerinin bileşiminin
kendi diline böyle girdiğini.
Manchester’dan ilk kez Türkiye’ye gelirken benden
Türkçe tuşlu bir daktilo getirmemi istemişti Gürgenç. Bilgisayar
kullamayı sevmiyordu hiç. Onun, karakter uyuşmazlıklarından dolayı
şiir yazarken yaşadığı zorluklar hala daha aklımda, hatta ı’sızlık
diye de bir şiir yazmıştı.
İzinsiz Gösteri’ye yazılar internetten geliyor.
Başka bir şekli nasıl olabilir diye düşünelim. Bulamayız. İlk
kez bir yazı mektupla, daktiloya çekilmiş olarak geldi. Dostumuz
Gürgenç’in yazısını bilgisayara aktarıp kirletmek istemedim. İşin
doğasına ne kadar uygun ne kadar aykırı bilemeyeceğim ama bu yazıyı
olduğu gibi yayımlıyoruz. En azından belki bilgisayarda yazarken
ya da okurken başka bir farkındalıkla bu süreci yaşayabiliriz.
Son olarak bir ekleme yapmadan geçemeyeceğim.
İnternet kullanmaya ne kadar direnmiş olsa da artık kullanıyor
Gürgenç. Bu, kaçınılmaz olarak, kayalara çiviyle yazanlardan bize
doğru akan bir doğrusal çizginin son noktası, amaçlarımız aynı
sonuçta. Tabii bu doğrusal çizgiyi eğrisel hale getirmek de olasıdır.
Sonun sonu notu: bilgisayarda
bunları yazarak paradoksal durumlar da üretiyorum, ünlü ‘yalancı’
paradoksunun son hali şu olabilir mi?
Bilgisayarda yazılan yazılara inanmayınız
Bu yazı bilgisayarda yazılmıştır.