Başkalarını anlamak bilgeliktir.
Kendini anlamak aydınlanmadır.
Lao Tse
Aydınlanma
kavramı, kadim zamanlardan beri insanın ilgisini çekmiş ve bu konuda
hatırı sayılır bir birikimin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Temel
psikolojik hali huzursuzluk olan insan, bu psikolojik halden kurtulmak
için çok değişik yöntemler denemiş, girip çıkmadığı boya kalmamıştır.
Aydınlanma fikri bize göre bu arayışlardan en kayda değer olanıdır.
Bu fikrin varlığı bile, acı içindeki, huzursuz insan için ümit kaynağı
olmuştur. Biz bu yazımızda aydınlanma pratiklerinden değil, doğrudan
doğruya aydınlanma kavramının kendisinden söz edeceğiz. Aydınlanma
nedir, ya da ne değildir bunu açmaya çalışacağız. Ancak aydınlanma
kavramının tanımlarına girmeden önce bu konudaki farklı iki temel
tezin altını çizmemiz gerekiyor:
Birinci teze göre insan yer yüzünde var olduğu günden beri
aydınlanmaya yeteneklidir. Bu yetenek tüm zamanlar boyunca yaşayan
insanlarda mevcuttu. Sorun, kişinin bu yeteneğini kullanmaması yada
kullanabileceği şartlara sahip olmamasıydı. Bu, kişinin aydınlanma
bilgisine ulaşamadığı ya da ilgi duymadığı anlamına geliyordu. Tasavvuf
Felsefesinde buna “El görmemek” ya da “nasipsizlik” deniyor.
Bu aydınlanma anlayışına göre siz zaten mükemmelsiniz. Sorun bu
mükemmelliğinizin “farkında” olmayışınızdan kaynaklanmaktadır.
İnanıp, güvenebileceğiniz birisi (bu birisi aydınlanma mutluluğuna
ulaşmış birisidir) bu bilgiyi size verdiğinde ona inanır ve yönergeleri
izlerseniz, o mutlu hale siz de ulaşabilirsiniz. Bu anlayışa göre
söz konusu olan “keşif”tir. Siz mükemmel hale gelmek
için çabalamaz, mükemmelliğinizin farkına varırsınız. Bu anlayışa
sahip bir çok aydınlanma ekolü mevcuttur.
“Aydınlanma, bilinmeyen tarihlerden bu yana sürüp gelen ‘cehalet
gecesinin’, yükselen bilgelik ‘güneşi’ önünde eriyip kaybolmasıdır.
Fakat gerçekte hiçbir şey olmamıştır. Güneş her zaman orada idi.
Onun için gece yoktur.”(1)
Birinci teze başka bir örneği Huston Smith’in “Kutsal Bilinçdışı”
kavramında görmek mümkündür.
“Bir felsefeci ve dinler tarihçisi olarak, bu ‘insanca en iyi’ye
ilişkin görüşümü şöyle açıklamaya çalışayım: Eğer Marx toplumsal
bilinçdışımızın ve Freud kişisel bilinçdışımızın-her ikisi de gerçek
nedenleri ve güdüleri gizleyen üst yapılara, daha doğrusu alt yapılara
işleyerek- maskelerini düşürmüşlerse en üst insan olanağı için daha
derine dalıp, benliğimizin dip sınırını oluşturan ‘kutsal bilinçdışı’nın
farkına varılmalıdır.’(2)
Yazar, aydınlanma denilen dönüşümü kişinin, doğuştan herkeste var
olan ve adına “kutsal bilinçdışı” dediği bilincin
bu bölümüyle bir şekilde temas etmesi olarak tanımlıyor.
“Benim düşünceme göre, aydınlanmış bir varlık kendi en derin
bilinçdışı ile temas halinde olan bir varlıktır; öyle bir bilinçdışı
ki (sunacağım nedenlerden ötürü) kutsal kabul edilmeyi hak eder.
Yüzyılımız bizi, zihinlerimizin bizden gizli kalmış bölgeleriyle
ve algılarımızı denetledikleri güçlü yollarla tanıştırmıştır. Benim
savım, bilinçdışı zihinlerimizin bu en yakın katmanlarının altında,
var olduğu biçimiyle dünyaya gizemli biçimde açılan bir en alt katmanın
bulunduğudur. Bu en alt katmana erişmek için sözcüğün en iyi anlamında
nesnel olmak ve bu nesnellikle kazanılan erdemleri ve kazançları
elde etmek gerekir(3)
Aydınlanma kavramının irdelenmesinde ikinci temel teze göre “aydınlanma
yetisi” insanın evriminin belirli bir diliminde ortaya çıkmış bir
özelliktir. Bu da şu anlama gelmektedir ki her insan bireyi potansiyel
olarak aydınlanmaya aday değildir. Aydınlanma konusunda şansları
olanlar bir şekilde bu yetiyi kazanmış seçkin kişilerdir ki bunlar
gelecekteki “kozmik bilince” ulaşmış insan türünün öncüleridir.
Aydınlanma yetisi giderek daha küçük yaşlara doğru yayılmakta ve
daha fazla bireyde ortaya çıkarak ivme kazanmaktadır. Yani günümüzde
aydınlanmaya aday insan sayısı geçmişe göre daha fazladır.
“Kozmik bilinç” kavramı, kendisi bir aydınlanma deneyimi yaşamış,
Kanada’lı bir psikiyatrist olan Richard M. Bucke tarafından 1901
yılında yazılmış Cosmic Consciousness adlı kitapta ortaya atılmıştır.
Kendisi aydınlanma deneyimi yaşadıktan sonra, yaşamını bu konu üzerinde
araştırma yapmaya adamıştır. Bucke insanlık tarihi boyunca “kozmik
bilinç” dediği ve evrim yoluyla insan türünde ortaya çıkan yetiyi
kazanmış ve bunu göstermiş olan bir düzineden çok insan örneği buldu.
Bucke göre bunlar arasında tam “kozmik bilince” ulaşmış olanlar
şunlardır: Buda, Krişna, Hz.İsa, Pavlus, Plotinos, Hz. Muhammed,
Dante, Juan de la Cruz, William Blake, Walt Whitman ve Madam Guyon’dur.(4)
“Eğer insan evriminin henüz tamamlanmadığı varsayımında haklıysak,
geçmişte olduğu gibi gelecekte de zaman zaman zihinde yeni yetiler
ortaya çıkacaktır. Bunu kabul ettikten sonra, Bu kitapta ‘Kozmik
Bilinç’ adı verilen şeyin böyle ortaya çıkmış bir yeti olduğunu
varsayalım…İlk olarak şu belirtilebilir ki yeni duyu rastlantı sonucu
şu yada bu insanda ortaya çıkmaz. Ortaya çıkması için yüce bir insan
kişiliğinin var olması ve yetinin doğması için gereken ön koşulları
sağlaması zorunludur.”(5)
Buraya kadar yazdıklarımızı özetlersek; bütün insanlar doğuştan
getirdikleri yada bazı insanlar sonradan kazandıkları bir aydınlanma
yetisine sahiptirler. İster doğuştan isterse sonradan kazanmış olsunlar
her insan bireyi aydınlanmaya doğru yürüme ödeviyle karşı karşıyadır.
Bu insan olmanın bir gereğidir. Bu ödev insanın kendi kendine yüklediği
bir ödev değildir. Kozmik bilince ulaşmak için çaba içinde olmak
var olmanın ve var olanlar içerisinde bilince sahip tek canlı olmanın
bir gereğidir. Kozmik bir borç ve yükümlülüktür. Bu gün ve geçmişte
herkes, insanlığın içinde bulunduğu olumsuz durumdan şikayet ede
gelmiştir. İnsanlığın içinde bulunduğu durum bir yanlışlık değildir.
Verili olan, insan türünün sahip olduğu bilinç düzeyiyle ilgilidir.
Geleceğin insanlığı-eğer insanlığın başına bir kaza gelmezse-tüm
bireyleri aydınlanma yetisine sahip, aydınlanmış, kozmik bilince
sahip bir insanlık olacaktır.
“Tinsel yaşamda yolculuğa başlayabilmek için yolun tam haritasını
edinmek zorunlu değildir. Tersine, böyle tam bir bilgiyi edinme
konusunda diretmek, gerçekte ileri doğru yürüyüşe yardımcı olmaktan
çok, onu engelleyebilir. Tinsel yaşamın daha derin sırları, riski
göze alanlara ve tinsel yaşamla ilgili gözüpek deneyler yapanlara
açıktır. Her adımda güvenceler arayan tembellere göre değildir.
Kıyıda durup okyanusla ilgili varsayımlarda bulunan kişi, onun yalnızca
yüzeyini bilecektir; ama okyanusun derinliklerini bilmek isteyen
kişi onun içine dalmaya gönüllü olmalıdır.”(6)
İnsanı aydınlanmaya , kozmik bilince ulaştıracak sayısız yollar
vardır. Bu gerçek, Tasavvuf Felsefesinde çember örneği ile ifade
edilmiştir. Çemberin merkezi, Hakikati başka bir deyişle aydınlanmayı,
sonsuz sayıdaki yarıçaplar ise Hakikate yani aydınlanmaya giden
yolları ifade eder. Sonuç olarak diyebiliriz ki önemli olan yolda
olmaktır, seçilen yol ya da yolun neresinde olunduğu değil.