Çevirmenin
Notu: Eisenstein’in Arcitecture and Montage adlı bu makalesi, Selected
Works: Towards a Theory of Montage, Volume II (Seçme Eserler: Bir
Montaj Kuramına Doğru, Cilt II) (1994, British Film Institute) adlı
İngilizce yayımlanan kitabından çevrilmiş ve bu çeviri ARREDAMENTO
dergisinde, Mayıs 2004'de yayımlanmıştır. Makaledeki dipnotlar için
yeni bir düzenleme yapılmış ve tamamamı metnin sonunda verilmiştir.
Eisenstein’in dipnotlarını editörün notlarından ayırmak için sonuna
(E.) kısaltması eklenmiştir. Ayrıca makaleyi Türkçe’ye çevirirken,
metnin anlaşılırlığını artırmak için bazı ek açıklamalar yapma ihtiyacı
doğmuştur. Bu açıklamalar da metnin sonunda, ‘çev.’ kısaltmasıyla
sunulmuştur. Yine metne katkısı olabileceği düşüncesiyle bazı fotoğraflar
da eklenmiştir. Bunları ‘şekil’ diye adlandırılan yazının orjinal
görsellerinden ayırmak için ‘Foto’ diye adlandırdık.
'Güzergah-
path’ kavramı sinemada tesadüfen kullanılmamaktadır. Günümüzde,
gözün ve bir nesnenin göze nasıl göründüğüne bağlı olarak değişen
algılayışların takip ettiği hayali yol anlamındadır. Zamandan ve
mekandan oldukça uzakta, tek bir anlamlı kavram çerçevesinde, belirli
bir düzen içinde bir araya getirilmiş pek çok olguya maruz kalan
zihnin izlediği yol anlamına da gelebilir. Bu olgular, hareketsiz
seyircinin önünden geçen değişik izlenimlerdir.
Geçmişte ise durum tam tersiydi: seyirci, görsel algısı ile uyum
içinde daldığı bir dizi özenle düzenlenmiş olgunun içinde hareket
etmekteydi.
Bu gelenek çocuk çizimlerinde saklıdır. 1
Yanlızca gözün hareketi mekanda hareket eden çocuğa verilmez; resmin
kendisi de, konunun pek çok yönünün birbiri ardına açığa çıkartıldığı
yol (path) olarak görünür.
Bu tipik bir çocuk çizimidir. Bu çizimin içsel dinamiklerini anlamadan,
onu, tepenin etrafındaki ağaçlarla birlikte küçük bir gölün yenidensunumu
olarak göremeyiz. Çizimdeki ağaçlar, yetişkinlerin bir resimde ya
da bir film karesinde gösterebileceği tarzda, tek bir bakış açısıyla
tasvir edilmez. Burada bir dizi ağaç tasvir edilir, ki bu tasvirler
ağaçların arasında gözlemcinin takip ettiği yol boyunca açığa çıkar.
Eğer A-B çizgisi gözlemcinin izlediği yolu temsil ederse, o zaman,
1. sekanstan 9. sekansa verili her hangi bir noktada, her bir ayrı
ağaç ‘makülce’ yerleştirilir: söz konusu ağacın ön görünümü, güzargahda
her bir benzer noktada temsil edilir.
Eski Rus binalarının bu güne ulaşabilen çizimleri de tamamen bu
tarzdadır; örneğin, 15 yy.’dan kalma Kolomenskoye sarayı.2
Bu sarayın ‘plan’ ve ‘dikey resminin (elevation)’ özdeş bir birleşimi
vardır. Çünkü güzargah, planın içinden geçen bir devinimdir; binaların
ön cephelerinin görünüşü ise dikey resimde gösterilir; bu cephelere
ise plandaki özel noktalardan bakılır.
Hint resminden bir örnekte bu daha da açık görülebilir. Bu resim,
tamamen aynı ilkeye uygun bir tasvirle, çevresinde ağaçlar ve binalar
olan bir gölcüğü gösterir.3
(Şekil 1)
Garip olan şu ki, 20. yüzyıl dönemecindeki sanatsal çöküş döneminde
(burjuva toplumunun çöküşü), sanattaki gerilemenin tüm biçimleriyle
damgalanmış olduğu bir dönemde (bununla ilgili diğer yorumlar için
aşağıya bakınız), benzer türde bir arkaizmin tuhaf bir ‘rönesansı’
ortaya çıktı. Bunu, sinematografi içindeki başkalaşımının bir uyarısı
olarak resmin bir tür feryadı gibi yorumlayabiliriz. Şekil
1’de, David Burlyuk’un bir dizi resim için çizdiği taslak
gösteriliyor.4
Biraz farklı bir üslupla, Eyfel Kulesi’ni yapısal unsurlarını yerinden
oynatarak bozan Delaunay’ın5
sahip olduğu amaca benzer bir amacın peşindedir.
Sinematografiye geçmeden önceki bu son aşamada resmin, anlatımını
iç dünyaya kaydırması da gariptir; oysa çizimin ve resmin başlangıcındaki
benzer amaç, nesneleri, ilgiyi içten dışa döndürerek (extroversion)
sunmaktı. Bu içe kapanma (introversion), şüphesiz, çevreyi kuşatan
gerçekliği, engin ufukları araştırma özelliğine sahip diğer örnekten
farklı olarak, ‘kendi içine’ geri çekilme ve gerçeklikten uzaklaşmanın
derin anlamlarını içerir.
Resim, bir olgunun, görsel çok-boyutluluğu ile eksiksiz temsilini
oluşturma yeteneğine sahip değildir. (Bunu gerçekleştirmeye yönelik
sayısız deneme vardır.) Yalnızca film kamerası düz bir yüzey üzerinde
bu sorunu çözmüştür, ama film kamerasının bu kapasitesine sahip,
tartışmasız öncülü . . . mimarlıktır. Çekim tasarımının, çekim ve
çekim uzunluğunun değişiminin (başka bir değişle belirli bir izlenim
süresi) en mükemmel örneklerini bize Eski Yunan bırakmıştır. Victor
Hugo ortaçağ katedrallerini ‘taştaki kitaplar’ diye adlandırır (Notre
Dome’ın Kamburu’na bakınız). Atina Akropolü’ne de, en eski
filmlerin mükemmel örneği diye bakılabilir.
(Şekil 2)
Burada, Choisy’nin Mimarlık Tarihi’nden uzun bir
alıntı yapacağım.5
Bu alıntıyı tırnak içine almayacağım ve sizden bir sinemacı (film-maker)
gözüyle bu metne bakmanızı rica edeceğim: uygun bir biçimde düzenlemiş
genel bir mimari izlenimi için bir montaj dizisi tasarlamak, bu
izlenimi Akropol binasının çevresinde yürürken edinmekten daha zordur
(bakınız Şekil 2).
Akropol,7
çevresinden izole edilmiş bir kayalıktır ve bu kayalığın tepesi
ulusal tanrılara tapınmaya vakfedilmiştir. ‘T’ noktasında, Poseidon’un
üç çatallı mızrağının izi vardır, yakınında ise Atena’nın anısına
büyütülen zeytin ağacı.
Bu kutsal yerin çok yakınında, her iki tanrı için birer tapınak
inşa edilmiştir.
Burası yangıdan sonra boşalmış; bu nedenle, tam da efsanenin belirttiği
yere yeni bir mabet inşa etmek mümkün olmuştur. Tapınak ‘S’ noktasına
kaydırılmış ve Erechtheum’un adı verilmiştir.
En yüksek nokta, yani ‘P’noktası, büyük Atena tapınağı Partenon’un,
o dönemdeki (yani Pisistratidae dönemi) ve İran Savaşı sonrası dönemdeki
yeriydi.
Partenon ve Akropol girişi arasına bir dizi daha küçük tapınaklar
yerleştirilmiş, hem antik hem de yeni Akropol’e ait. . . . Aynı
yerde, MÖ 5.yy’da Atena Promachos’un ( Savaşçı) olağanüstü büyük
heykeli dikildi.
Propylaea (M), Akropol’un ön cephesini biçimlendirdi (hem eski hem
de yeni düzenlemede). . . .
Bu iki düzenleme yalnızca ayrıntılarda farklıydı. İlki değişik dönemlere
ait binaların bir koleksiyonuydu; oysa ikinci düzenleme, tek bir
plan dahilinde yapılmış ve yangın nedeniyle boşalan bu alana uyarlanmıştı.
Yeni Akropol’un görünürdeki asimetrisi, bahsedilen bina gurubuna
sadece pitorekslik8
kazandırma aracıdır ve bu binalar diğerlerinden daha ustalıkla düzenlenmiştir.
. . .
(Şekil 3)
(Şekil 4)
(Bu), Akropol’ün MÖ 5.yy’daki ziyaretçilerinden önce göz önüne serilen
bir dizi panoramadan belli olur:
Propylaea’nın Görünüşü: Propylaea planının genel
fikri Şekil 3’de görülebilir.
Şekilde, simetrik merkezi
blok ve önemli ölçüde farklı iki kanat görüyoruz- sağ tarafta geniş
, sol tarafta ise daha dar olan.
İlk bakışta, bu plandan daha dengesiz bir şey olamaz gibi görünür,
ama gerçekte, tamamıyla dengelenmiş bir bütünü içerir ve bu bütün
içinde, kütlelerin genel simetrisi, detaylardaki gizli bir farklılıkla
tamamlanır. . . . Optik simetrisi kusursuzdur. . . .
Kaidenin İlk Görünümü; Atena Promachos:
Propylaea’yı geçtikten sonra izleyicinin gözü Partenon’u,
Erechtheum’u ve Atena Promachos’u içine alır.
Ön planda Atena Promachos’un heykeli yükselir; Erechtheum ve Partenon
arka plandadır ve bu nedenle, ilk manzaranın tümü heykelin yanında
ikincil duruma düşer. Heykel merkezi bir noktadadır ve birlik izlenimi
yaratır. Partenon sadece, ziyaretçiler bu devasa heykel parçasının
görünümünü yitirince önem kazanır.
(Şekil 5)
(Foto 1)
Partenon ve onun eğik perspektifi (Şekil
5 ve Foto 1): modern düşünceye göre, Partenon- Akropol’un
büyük tapınağı- ana girişin karşısına yerleştirilmeliydi, fakat
Eski Yunanlılar çok farklı düşündüler. Akropol’un uçurumu çarpık
çurpuk bir yüzeye sahiptir, ve Eski Yunanlılar, onun doğal rölyefini
değiştirmeden, ana tapınağı uçurumun kenarındaki en yüksek noktaya,
şehre karşı yerleştirdiler.
(Şekil 6)
Böyle yerleştirildiğinden, Partenon her şeyden önce izleyiciyi eğri
bir biçimde karşılar. Eski toplumlar genellikle eğri görünümleri
tercih ettiler: böylesi daha etkilidir çünkü dış cepheler daha heybetli
görünür. 9
Her birine özel bir rol verilir. Eğik bir görünüm genel yasadır,
oysa dış cephenin bir görünümü hesaplanmış bir istisnadır (Şekil
6).
Propylaeum’un ana gövdesi ön cepheyi sunar, Akropol kaidesini geçip
Partenon’nun pronaosunun hemen önüne geldiğimizde. Etkileri dikkatlice
hesaplanmış olan verdiğimiz iki örnek hariç, diğer tüm yapılar kendilerini
belli bir açıdan sunarlar- Atena Ergane tapınağının (H), seyirci
E noktasında onun bölgesine ulaştığında olduğu gibi. . . .
İlk Erechtheum manzarasından sonra, Akropol’e giden yolu takip edelim.
B noktasında Partenon hala bizim görüş alanımızdaki tek yapıdır;
ama C noktasına hareket edersek, bu tapınak bize öylesine yakın
olur ki onun şeklini tam olarak kavrayamayız; o anda Erechtheum
manzaranın merkezi olur. Bize en zarif siluetini sunduğu nokta elbette
bu noktadır (Şekil 7).
(Şekil 7)
Çıplak duvarı (a) Karyaditler Taraçası10
canlandır ve bu taraçalar özellikle onlar için yapılmış bir fonun
önündeymiş gibi göze çarpar.
Böylece Şekil 4’te, bizim önümüzde, üç önemli noktaya
uyan üç resim oluşur: A1, B ve C.
Her birinde yalnızca tek bir mimari devinim egemen kılınmıştır:
C noktasında Erechtheum; B noktasında Partenon; ve A1 noktasında
Atena Promachos. Bu tip bir temel motif, izlenim açıklığı ve görüntü
birliği sağlar.
Bunun nasıl sorumluca ve dikkatlice düşünülerek
yapıldığına, Choisy’nin aşağıdaki ek yorumları tanıklık etmektedir:
Erechtheum ve Atena
Promachos. Başlangıç noktasına geri dönelim (Şekil
4), yani A1 noktasına. Bu noktada bizim tüm ilgimiz Atena
Promachos üzerinde yoğunlaşmıştı. Karyaditler ile birlikte Erechtheum
arka plandadır. Zarif karyaditlerin, tanrıçanın devasa heykeliyle
oluşturduğu kontrasın gücüyle ezilmiş görünmesinden korkulmuş olunabilir;
mimar bunu önlemek için heykelin temelini öyle bir oturtmuş ki Karyaditler
Taraçası’nın görünmesine engel olmuştur- A1-K çizgisi. Taraça seyirciye
kendisini, seyirci yalnızca dev heykele onun tamamını göremeyecek
denli yakın olduğunda gösterir ve bu nedenle karşılaştırma ancak
zihinde mümkün olur.
Daha sonra Choisy konuyu şöyle özetler:
Eğer şimdi Akropol’un bize
sunduğu görüntüleri tekrar hatırlarsak, istisnasız hepsinin bıraktıkları
ilk izlenimlere göre hesaplandığını görürüz. Hatıralarımız bizi
hep ilk izlenimlere geri götürür. Yunanlılar tüm bu düzenlemelerle
Akropol’ü beğenilen bir tapınak yapmak için uğraştılar.
Propylaea’nın her iki tarafı, tam da binanın genel görünümü önümüze
serildiği an dengeye ulaşır (Şekil 3).
Atena Promachos’a (Şekil 4) bakarken karyaditlerin
görünmemesi de yine ilk izlenime göre hesaplanır.
Partenon da olduğu gibi, basamaklarının asimetrik yükselişiyle dış
cephesinin tüm görünümü, Atena Ergane tapınağının yakınlarındaki
bölgeden geçerken seyirciye gösterilir.
Hoşa giden bir ilk izlenim yaratma, Yunanlı mimarların kesinlikle
değişmez kaygılarıydı.
Bir film çekiminin etkisi belirli bir şeydir; çünkü
her yeni çekime ait ilk izleniminin etkisi büyüktür. Ama bu çekimlerin
montajının, yani ardışık bir biçimde yan yana koymanın etkisini
hesaplamak ise aynı derecede güçtür.
Gelin şu başarılı dört ‘pitoreks çekimin’ genel kompozisyon şemasını
çizelim (Şekil 8).
(Şekil
8)
Daha kesin, daha zarif ve başarılı bir yapı tasarımlamak bu sekansı
tasarımlamaktan daha zordur.
Çekim (a) ve (b) simetrik olarak eşittir ve aynı zamanda her ikisinin
karşısı da uzaysal kamsam olarak eşittir. Çekim (c) ve (d) ayna
simetrisi ve işlevine sahiptir; sanki, çekim (a)’nın sağ ve sol
tarafının büyümesi ve sonra tek ve dengeli bir kütleye dönüştürülmesi
gibi. Heykel motifi (b) çekim (c) içinde tekrar edilir, bir grup
heykel vasıtasıyla, vb.
Bir sonraki özel kaygımız bu görüntülerin her birinin seyirciye
sunulduğu sürenin uzunluğunu analiz etmek olabilirdi. Ama burada
bu konunun ayrıntılarına girmeyeceğiz. Yalnızca şunu belirtelim
ki, bu montaj dizisinin uzunluğu önemli ölçüde binanın kendi ritmine
ayak uydurur: noktadan noktaya mesafe uzaktır ve birinden diğerine
hareket etmek için geçen zaman ihtişama uygun bir süredir.
Atina Akropolü’nün ‘montaj taslağı’nda, şüphesiz, diğer antik anıtlardakine
benzer eşsiz bir sanatsallık buluruz.
Farklı bir bakış açısıyla (ve elbette farklı nitelik ve kapsamda!)
Hıristiyan (Katolik) katedrallerinde montajın diğer unsurlarını
bulabiliriz.
Bu, her hangi bir kilisede bulunan ‘Çarmıhın Durakları
(Stations of Cross)’ denilen heykel grubunu yorumunda ortaya çıkar.
Bu heykeller, efsaneye göre Golgota’ya11giden
tören alayının durduğu yirmi yeri temsil eden yirmi heykelden oluşur.
Bu yirmi ‘durak’, genellikle katedralin dış gezinti yerine, birbirlerine
belirli bir uzaklıkta yerleştirilir. Benim Chartres Katedrali’nde
ve pek çok diğer katedralde gördüklerim böyleydi. Fakat hac mekanlarında,
özellikle toplu hac ziyareti yapılan yerlerde, katedralin dışına
da yerleştirilebilir. Bu tür bir yerleşimi Meksika’da, Amecameca
hac merkezinde görme fırsatım olmuştu. Meksika’daki Katolik kiliselerinin
çoğu gibi, bu kilise bir putperest tapınağının olduğu yere inşa
edilmişti. Deneyimli sömürgeciler ve misyonerler, yeni inanç, bilinen
bir yerin popüleritesini kaçırmasın diye ve diğer tanrılara giden
hac yollarını kendi Katolik amaçlarına yönelik kullanmak için kiliseleri
buralara yaptılar. Bu nedenle bu kilise, pek çoğu gibi, yüksek piramit
şeklindeki bir tepeye yerleştirilmiş. Bu tepe aynı basit nedenle
piramit şeklindedi; yani doğal bir oluşum değildir; kolay ufalanan
ve oldukça büyük olan pramit, putperestlik dönemindeki ibadet alanlarının
yapım biçimlerine benzer bir şekilde, suni olarak yaratılmıştır.
Oldukça dik olan tepenin çevresinde dolambaçlı bir yol düzenlenmiş,
ve nihai amaç (‘Golgota’) en tepedeki kilisede olmak üzere, ‘yirmi
durak’ bu yol boyunca yerleştirilmiş. ‘Duraktan’ ‘durağa’ yol belirli
bir uzunlukta yukarı doğru çıkar. Bu mesafeyi tırmanma işi hayli
etkileyicidir, çünkü ‘duraktan’ ‘durağa’ gitmek ve en tepeye diz
çökerek çıkmak bir gelenektir. Bu nedenle, duraktan durağa ilerleyen
hacıların hem fiziksel yorgunlukları artar hem de duygusal tepkileri.
Diğer bir hac mekanında (Mexico City’nin yakınındaki Los Remedios)
yalnızca diz çökülmez, gözlerde gözbağıyla kapatılır. Gözbağı sadece
en tepede çıkarılır (‘kutsal bilgiye’ ulaşmayı sembolize eder).
Hazır ilgimizi Katoliklik konusuna çevirmişken, Amecameca ve Chartres
Katedrali’nin hacılarından bahsederken; Katolik dininin merkezi
olan Roma’da ve onun kalbinde St. Peter’sdeki12
bir montaj yapısı örneği üzerinde de duralım. Bu montaj yapısı,
katedralin yüksek altarının13
üstünde, ünlü çardağın altında, katedralin yüksek mihrabını aşan
11.5 metre uzunluğundaki sütunlarla birliktedir
(Foto 2). Bu mihrabı yalnızca Papa kullanır ve
ancak kutsal törenlerde kitleleri kutsamak için.
Urban VIII Papa Barberini’ye ait arma rölyeflerindeki sekiz temsilden
bahsediyorum. Bu armalar, saçağı destekleyen devasa sütunlara ait
dört kaidenin dıştaki iki yüzünü süsler. Çardak, sütunlar ve arma
rölyefleriyle birlikte kaide düzenlemesi, büyük usta Berini’nin
en göze çarpan kompozisyonlarından birini oluşturur. Bu katedral,
1633’de Urban VIII’nin papalık döneminde ve onun onuruna inşa edilmiştir.
Armanın bu birbirinin aynı sekiz rölyefi önemsiz gibi dururlar;
oysa gerçekte hem birbirinin aynısı değillerdir hem de önemsiz olmaktan
uzaktırlar. .................................................................................................................................................................................
...(Foto 2)
Bu sekiz arma rölyefi, bütün bir senaryosunun sekiz çekimi, sekiz
montaj dizisidirler. Genel tasarımlarında benzerlikler bulunmakla
birlikte, tamamlayıcı ayrıntılarda farklılaşırlar ve bir araya geldiklerinde,
aşama aşama göz önüne serilen bir bütün dramayı temsil ederler.
Hem dramanın ana konusu, ki Urban VIII ile yakından ilgilidir; hem
de başında Urban VIII’in bulunduğu Katolikliğin en kutsal yeri içindeki
tasarımının yerleşimi; çardağı, sütunların kaidelerini ve bu kaideleri
süsleyen armaya ait sekiz rölyefi anlatan dramayı betimlemiş olan
bir yazar tarafından adlandırıldığı gibi satire marmorea tremenda
‘mermerdeki büyük hiciv’ diye tanımlanmayı tamamıyla haklı çıkarır.
Bu rölyeflerde neler olmaktadır?
Durum pek çok bilgin tarafından betimlenmiştir:
1. Fraschetti: Vida de Bernini
2. Gaetano Dossi: El Baldaquino de San Pedro
3. Prof. G.E. Curatolo, ........ Profesörü: El Arte Juno
Lucina en Rome. Historia de la Obstetricia desde sus origenes hasta
el siglo XX, con documentos ineditos (Roma, 1901). Ayrıca
şu makaleler:
4. Chronique Médicale’de Dr. Nouyr (Paris, 1903)
5. Dr. G.J. Witkowski’nin kitabında, L’Art profane de l’eglise,
ses licences smboliques, satiriques et fantaisistes (Paris,
1908)
6. Ve son olarak,Guillermo Dellhore’nın büyük çalışması La
lglesia Católicaante la Critica en el Pensamiento y en el Arte
(Mexico City, 1929)
Yukarıdaki yazarlar daha eski betimlemelere de
göndermede bulunur. Kendi bakış açılarıyla ve tamamıyla farklı amaçlarla
da olsa her biri aynı şeyi anlatır.
İlk ikisi bütün öyküyü önemsememeye çalışır. Üçüncüsü-Profesör Curatolo-
17. yy. jinekoloji bilgisinin durumunu gösterme amacıyla yazar!
Dr. Nouyr, 1903’teki makalesinde, tıbbi bakış açısıyla yazar ve
G.J. Witkowski, 1908’de proşüründe, Roma Kilisesi’ne saldırır- şunu
söylemek gerekir ki, tüyler ürpertici öykülere ve alaya daha ciddi
durumlardan daha çok ilgi gösteren bir saldırıdır bu; yazar belirli
bir derecede gerçek din karşıtı özgür düşünceye sahip olsa bile.
Son olarak, bu konu, entellektüel açıdan ataizme dayanan Dellhore’nin,
papaz ve din karşıtlığı mücadelesine adanan kitabının son bölümünü
oluşturur. Henri Barbusse, 17 Mayıs 1930’da Le Monde’deki yazısında
şunları söyler:
Bu çalışmasında Dellhore,
Meksika’daki, genel olarak ise Amerika’daki ve dünyanın pek çok
yerindeki clericalisme (siyasette kilisenin etkisini destekleme-çev.)
karşı pek çok sayıda yazılmış dokumanı ve ikon yorumunu bir araya
getirir. Okuyucuya Katolik dinine karşı tam bir cephane sunar. .
. .
Kilise karşıtı mücadele, her yerde verilmesi gereklidir. . . . özellikle
de İspanyolca konuşulan ülkelerde . . . İspanyol halkının ilerlemesinin,
Katolik dininin kendisini özellikle İspanyol ruhuna derin bir şekilde
yerleştirdiği gerçeğiyle önlendiğini kimse inkar edemez. İspanyol
Amerikası’nda Orta Çağı hatırlatan fanatizm ve bilgisizlik taraftarlığı
(obscurantism) hüküm sürmektedir. 1926’da Meksika’da, ‘Çok yaşa
Hz. İsa!’ çığlıklarıyla ülkeyi kana bulayan siyahlar giyinmiş kalabalığı,
papazlara ait araç gereçleri gördük. Bir an sayıları 30 000’i bulan
ve ülkeye üç yıldır öfke saçan bu fanatiklerin bulaşmadıkları bir
suç yoktur. Guillermo Dellhore’nın cesur, intikam alan çalışması,
trajik clericalism dalgasının henüz yatışmadığı bu dinlerde önemlidir.
Bu çalışmanın Latin Amerika’da ve özellikle Meksika’da kazandığı
büyük başarılardan dolayı sevinç duyulmalıdır. . . . (Ocak
1929’da satış miktarı 2000, Eylül’de 6400, Ekim’de 10300’dür)14
Tüm bu başlangıç, okuyucunun merakını uyandırdı
diye düşünüyorum; bu nedenle, sekiz sekansın (çekimin) drama montajını
anlatmaya başlayacağım. Dokunaklı bir şekilde ironik olan taş oymacısı
Bernini’nin15
, Roma’da, St. Peter’sde, aziz gömütünün üzerinde olan altarın üstündeki
ünlü çardağı destekleyen dev gibi kolonlara ait dört kaideye .
. . . . . . . . .......... . . . . . . ... . . .. . . . .. . . .
(Şekil 9)
oyduğu sekiz arma rölyefini.
Arma
rölyeflerinin tümünün boyutları, tasarımı ve yerleştirimi aynıdır
(bakınız Şekil 9). Urban VIII’nın üyesi olduğu
Barberini ailesinin hanedanlık arması(nişanı) olan
üç arıyı gösterir. Kalkanın üzerinde, onu çevreleyen geleneksel
dekoratif kıvrımlı çizginin içinde, bir kadın başı vardır. Arma
rölyefinin altında ise, daha az geleneksel olmayan süslemeler. Bu
süslemelere ait girdap gibi dönen halatlar kendi kendilerini, bir
satyr (yarı insan yarı keçi şeklinde bir yarıtanrı) kafasına dönüştürür.
Birbirine çapraz konulmuş bir çift kocaman anahtarın (‘St Peter’in
anahtarları’) üzerine yerleştirilmiş bir papalık tacı (‘üçlü taç’)
bütün bunların yukarısındadır (bakınız Şekil 10,
Foto 3 ve Foto 4).
Arma rölyeflerinin genel düzenlemesi böyledir.
Nitekim hepsi aynı olmaktan uzaktır ve bu durum hiç bir şekilde
dikkat çekici değildir. Ancak, eğer bunları daha dikkatli incelemeye
başlarsak, göreceğiz ki, sol taraftaki ön kaideden diğerlerine doğru
ilerledikçe, her bir kalkanın üst tarafındaki kadın başının yüzündeki
ifade keskin bir biçimde değişmektedir. Sakin ve rahat olma durumundan,
sekizinci arma rölyefine kadar acı ve terörün tüm aşamalarından
geçer ve sonuncuda sükunete geri döner (bir parça farklı bir karakter
tipine sahip olsa da). Ama hepsi bu değil: altıncı kalkanın üstündeki
kadın başı birden kaybolur ve yerini daha az geleneksel olmayan
Rönesans süslemesi alır: kanatlarla birlikte bir çocuk başı (putto).Yedinci
ve sekizinci kalkanların üstündeki kadın başları, yeni ve farklı
bir yüz ifadesiyle tekrarlanılır. Kalkanın alt bölümündeki satyr
maskesi de fark edilebilir bir bozulmaya uğrar. Kalkan üzerindeki
Barberini
ailesinin üç arısına da tam olarak aynı şey olur. İşte .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . (Şekil 10)
bahsettiğimiz saçağın bir planı (Şekil 11). Bu
plan,
kaidelerdeki arma rölyeflerinin nasıl düzenlendiğini gösteriyor.
(a) kenarının uzunluğu yaklaşık olarak sekiz metredir. Ayrıca hepsinde
en dikkat çekici olan, kalkan yüzeylerinde görülen bozulmadır. İlkinde
yüzey düzdür, ikinci kalkandan başlayarak altıncıya kadar alt bölümü
dışa doğru şişkinleşir, altıncı kalkan ile birlikte bu kısım düzgünleşir
ve son iki kalkanda düz kalır. . . . Bunun anlamı ne olabilir?!
Yazınsal anlamda bu ne tür bir alegoridir?
(Şekil 11)
Bir açıklama yapmak için yukarıda saydığımız yazarlardan her hangi
birine geri dönelim. Göreceğiz ki, ilk iki yazar, gerçeğin kendisini
yadsımayıp, şikayetçi sözlerle dikkate almamaya çalışır: ‘. . .
Bu düzenlemeler, arma rölyefi ile birlikte ele alınırsa, bazı insanların
fantezi kurmalarına ve gizemli imalar yaratmalarına neden olur.
. . .’
Gizemli olmaktan uzak, amaçlı ve aşikar olan
bu imalar gerçekte nedir?
‘Birlikte ele alınırsa’ bu sekiz kalkan neyi temsil eder?
Sorunun cevabı Witkowski tarafından verilir. Bu sekiz kalkan
doğumun bir kadın fizyonomisindeki
değişik aşamalarını ifade eden görüntülerdir. Kadın dölyatağı yükünü
serbest bırakırken rahatlar.
Kalkanın zirvesinde gerçek büyüklükte bir kadın başı vardır; onun
yukarısında, üstüne taç yerleştirilmiş, papaya ait, çapraz bir şekilde
konulmuş anahtarlar.
Doğum ağrılarının her sıkıntısında, yüz ifadesi değişir. Sahne sol
taraftaki ön kaidedeki yüz ile başlar; kadının yüzü önce kasılmayı,
sonra, ikinci ve onu takip eden kaidelerde, şiddeti gittikçe artan
bir dizi kıvranmayı yansıtır. Aynı
zamanda, kadının saçı gittikçe darmadağınık bir hale alır; gözleri,
önce dayanılabilir düzeyde bir acı çekmeyi ifade eder, sonra bitkin
bir bakış yüklenir; kapalı olan ağzı önce açılır, sonra doğum sırasında
çığlık atar. Zola bu nadir arkeolojik bulgunun farkında olmamalı,
yoksa onu Roma çalışmasında kullanmama hatasına düşmezdi. Sanatsal
doğalcılığın böylesine haykıran bir örneğininin yanında, yazınsal
doğalcılığın ustasını görmek en azından merak uyandırıcı olurdu.
Sükûnet, bir an için, acıların arasında deri göner, fakat yüz hala
acı içindedir; sanki uyuşmuş, sersemlemiş gibi- sonra doğum sancıları
daha büyük bir şiddetle geri gelir; suratı tekrar kasılır, kadın
dehşete düşmüş gibidir. . . .
Sonunda doğum gerçekleşir: karnının şişkinliği iner ve kadının başı
yok olur, değişmeyen papalık nişanları altında gülümseyen, kıvırcık
saçlı, melek gibi bir bebeğin başına yer açmak için. . . .
Ama hepsi bu değil. Papalığa ait kalkanın alt kısmında, .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . .(Foto
3)
sanatçının, hamile bir kadının heykel gövdesi biçiminde
oyduğu bir satyr başı bulunur; bu başın alt bölümü, kadın üreme
organlarının dış bölümünü temsil eder. Bu anatomik ayrıntılar tam
ve eksiksizdir, ve doğum aşamalarından geçtikçe farkedilebilir değişimler
geçirirler. (Witkowski, L’Art profane, 1.Cilt,
sayfa 255-6)
Bu noktada, Witkowski’nin, süslemenin alt bölümüne
ilişkin ayrıntılı betimlemelerini kesip, onun kaba yorumları yerine,
E. Curatolo’nun söylediklerine kulak verelim. Curatolo bütün resmin
son derece şaşırtıcı resimsel doğruluğu ile ilgilenir- inceliklerini
belki de sadece bir jinekoloğun deneyimli
gözleri taktir edebilir! Ayrıca Curatolo’nun söyledikleri, bütün
hikayenin kamuoyunca çok az bilindiği gerçeğinin bir açıklamasıdır.
Belki de kitabın başlığı, Roma’yı süsleyen
17.yy.’a ait büyük şaheserleri bilmelerine rağmen, bu hünerli sanatçının,
kadındoğum bilimiyle ilgili bazı bilgilere sahip olanlara gösterdiği
en orijinal yapılarından habersiz olanların hayranlığından çıkacaktır.
Bernini’nin Vatican bazilikasında bulunan orijinal yapısını bilen
gerçekte çok az kişi vardır. Pek çok insan, mimarlık ve güzel sanatların
en seçkin kimi sevdalıları da dahil, bundan
habersizdir; kısmen bu yapının büyük sanat eserinin-
. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . (Foto 4)
St Peter’in saçağı- önemsiz bir ayrıntısı olması, kısmen de
kavramsallığının kadındoğumcular hariç tam olarak anlaşılamaması
nedeniyle. (Curatolo, El Arte)
Aynı anatomik kesinlik Dellhore’nın yaptığı satyr başı çizimleriyle
de onaylanır.
Tüm bunlar ne ile ilgilidir? Katolikliğin Roma’daki en kutsal yerinde,
Papa’nın burnun dibine yerleştirilmiş Barberini ailesine ait sekiz
arma rölyefi boyunca, Barberini Papalığına karşı yapılmış açık saldırıyı
içeren bu anıtsal parçayı kullanarak alay etme fikri nereden geliyor?
St Peter’in yüksek altarına ait saçağı temel alan bu montaj düzeninde,
doğum yapan bir kadının mermerden yapılmış temsilinde gizli olan
sır nedir?
Katolizmin gayretli savunucuları, şüphesiz, hemen bu ‘sembolün’
açıklayıcı bir yorumunu ele alırlar. Bu tür yaklaşımlardan bir tanesi
Witkowski tarafından ileri sürülür. Bu yorum, yazarın yukarıda bahsettiğimiz
gözlemlerinin 1903’de Fransa’da ilk defa yayımlanmasından hemen
sonra ortaya çıkar. Onun kalemi, gerçekte, sadece bu yaklaşım çizgisini
kopyalama becerisine sahiptir. Bunlar, mürekkebin kağıt üzerine
kendinden emin bir şekilde akıtılarak ve bulaştırılarak yazılan
yapay duygulardı:
Papalığı, Tanrı aşkına büyük
acılar içinde canları doğuran bir kadınla karşılaştırırsak; bu bazen,
tıpkı kilisenin çoğunluğu gibi bir papa için de tamamen ıstırap
çektiren bir hamilelik ve bir doğumdur. Papanın ve Kilisenin, İncil’e
uygun olarak, zarafetin çocuğunu dünyaya getirebilmek için tahammül
edemediği hoşnutsuzluklar, mücadeleler ve acılar! . . .
Kilise bir annedir- annenin durmadan onayladığı gizli bir metafor;
Papa Onu dünyada canlandırdığından ve kişileştirdiğinden beri, sanatçının
Onu bir kadın olarak kişileştirmesi ve papalılık nişanlarıyla giydirmesi
gerektiği neden bir sürpriz olsun ki? (Witkowski, L’Art
profane, sayfa 262)
Fakat yaygın olan bir efsane, öykünün çok farklı
bir açıklamasını saklamaktadır. Bu açıklamayı, Dr. P. Nouyr’in kaydettiği
şekilde, Lamberto Lelli’nin konuşmalarından aktarıyorum:
Urban, Büyük mimar [Bernini]
tarafından yapılan saçağı hizmete sokarken, Papa’nın bir erkek yeğeni,
belki Taddeo- ki daha sonra kardinal, sonra Kilisenin başkumandanı
ve Palatina Prensi olacaktır, Bernini’nin öğrencilerinden birinin
kız kardeşine aşık olur ve onu hamile bırakır.
Bu talihsizlik sonucunda, kızın abisi, bu durumu bir evlilikle sonuçlandırması
ve papa ile arasına girmesi için ustasına yalvarmaktan başka bir
çözüm düşünemez.
Bernini, İsa’nın çocukları arasında toplumsal sınıf farklılıklarının
hakim olmaması gerektiğine kendinden emin ve içten bir şekilde inandığından
dolayı, adalet istemek için papaya gider.
Urban yalnızca bu isteği ret ermez, kaba önermesinden dolayı sanatçıyı
azarlar: ‘Bernini,’ der Papa, ‘nasıl böyle bir düşünceye sahip olabilirsin?
Papa’nın yeğeni bir duvarcının kız kardeşiyle evleniyor! Bunu bir
daha dile getirmemelisin ve bu kadını kuzenimi ayartmaktan alıkoymalısın.’
Sanatçı, öfkelenmiş ve hakarete
uğramış bir halde çalışmasına geri döner. Mutsuz annenin acılarına
tanık olduğu ve yeni doğmuş küçüğün ağlamalarını duyduğu zaman şu
kutsal yemini eder: ‘ Papa kendi kanından olanı tanımayı ret etti-
kendi ailesinin bir mensubunun çocuğu! Çok iyi. Geri kalan hayatı
boyunca, kitlelere seslendiği altarın yakınında, İsa’nın dünyasına
daldığı kilisenin ortasında, gözlerinin hemen altında masum kurbanları
bulunacak: anne ve çocuk, ve hatta şehit olmalarının gerçek tarihi’
Se non évero, é ben trovato [doğru
olmayabilir, ama iyi bir öykü], birisinin anlatabileceği renkli
bir anektot. Fakat, öykünün eleştirel doğruluğuna ve gerçeğe benzerliğine
son verebilecek bir ayrıntı daha bulunmaktadır. Profesör Curatolo
şöyle yazar:
Fakat dahası var. Bir dakikalık
bir incelemeyle, doğum yapan kadının taklit edildiği sekansla başlayan
heykellerin ilkindeki Papalık tacında, küçük bir çocuk yüzünün olduğunu
(altıncı kalkanın üst kısmına oyulmuş büyük yüzle karıştırılmamalı)
ve bu yüzün diğer yedi taçta bulunmadığını fark ederiz.
Bu bebeğin başı, Şekil 12’de gösterildiği gibi
yerleştirilmiş olup, Profesör Curatolo tarafından yorumlanmaz. Witkowski’nin
bakışı ise yanlıştır. Onları, kadın başının minyatür biçimindeki
bir versiyonu olarak yorumlar.16
Tacın altındaki yazılar, bir bölüm başlığı gibi ya
da papalık tacı ile süslenmiş, ailenin yeni evladının doğumu ilgili
bir kitabe gibi bir şey olarak okunabilir.
Dellhore daha ince bir yorumu tercih eder:
Bu açıklama mantıklıdır ve taşlamanın kendi yorumunu
sunar.
Annenin başı yerine yeni doğmuş küçüğün başını
taşıyan son kalkanı oyduktan sonra, Bernini bunun küçük bir minyatüre
kopyasını çıkardı; bu kopyayı ise üst kısımdaki papalık tacına yerleştirdi,
tam da doğmakta olan Barberini ailesinin mantıksal olarak olması
gereken yere.
Papa- erkek kuzeninin adına- ailesinin bir evladını ret etti, ve
büyük heykeltraş, adalet ve ahlak dersi verme görevini üstlenerek,
gayrı meşru çocuğun başını papalık tacına, tam da olmayı hak ettiği
yere yerleştirdi. (Dellhore, La lglesia Católica,
sayfa 357)
Bu bebeğin öyküsünün farklı yorumları ister doğru ister yanlış olsun,
şu bir gerçek ki, yukarıdaki anekdot, öykünün onlara yüklediği tarihsel
kişiliklerin karakterleriyle önemli ölçüde uyum içindedir.
Bu kesinlikle Urban VIII ve Barberini ailesine denk gelmektedir.
Pasquino’nun cümleleriyle ölümsüzleşen, sonsuza dek onlara bağlanmış
popüler bir söylemle: Quod non fecerunt barbari, fecerunt
Barberini [‘Barbarların yapmadığını bizim Barberiler yaptı’]
Alaylı şaka ya da vecize anlamı taşıyan Pasquinade kelimesini Pasquino’dan
aldık. Okuyucuya onun ünlü hiciv ve alaylarından bazılarını anımsatmak
ilginç olabilir. Bunlar papalık tiranlığı yılları boyunca canlı
kaldı. Tiranlığı protesto etmek için çıkan en zehirli ve hicivli
sesti onunkisi.
Pasquino kimdi? Daha doğrusu, papalığa yönelmiş
alaycı şakaların çoğundan sorumlu olan Pasquino ve Marforia kimdi?
Pasquino et Morforio, les bouches de marbre de Rome, trduits et
publiés pour la premiére fois par Marie Laffont (Paris,
1877) adlı kitapta, Pasquino ile ilgili olarak Castelvetro’nun Ragione
d’alcune cose’sinde aktardığı şu anlatıları okuruz. Pasquino ilgili
bu olaylar 16.yy’da geçer:
'Ben çocukken,’ dedi Ferrare’nin
yaşlı adamı, akıllı ve bilgili Tibaldeo, ‘Usta Pasquino adında ünlü
bir terzi yaşardı. Dükkanı Parione kasabasındaydı. Şehrin çok sayıda
zanaatçısının elbiselerini dikerdi- yalnızca onlarınkini değil,
o ve çırakları Papa’yı, kardinalleri, Apostolic Curia’nın diğer
piskopozlarını ve monsenyörlerini de giydirirlerdi. Onun alaycı
ve kırıcı şakalarını küçümseyen bu kişiler, ki bu onların sıradan
insanları hor görmeleriydi, bunlardan dolayı incindiklerini göstermenin
saygınlıklarına yakışmadığını hissederlerdi. Bu gururlu hoşgörü
sadece teşvik edici olurdu. Eğer her hangi birisi, güçlü insanların
yaşam biçimini ve yaptıklarını eleştiren kötü niyetli bir söz uydurmaya
cesaret ederse, kendini bu kişinin gözüpekliliğinin sonuçlarından
korumak için, Pasquino’nun ve onun çıraklarının kötü şöhretinin
arkasına sığınır ve bu vecizeyi onlara atfederdi. Gel zaman git
zaman, Roma sarayının mensupları ve papazlar hakkında söylenmiş
her kötü sözden Pasquino’nu sorumlu tutmak gelenek haline geldi.
‘Şimdi anlatacaklarım onun ölümünden sonra oldu. Parione’deki bir
caddeyi tamir etmek için kazan bir işçi, biraz bozuk, eski bir mermer
gladyatör büstünü terzi dükkanının karşısına yerleştirdiğinden dolayı
yaya kaldırımını tıkamıştı. Bu büstü orada görenler, ona Usta Pasquino
adını verdiler ve her muzip beyanı ya da taşlamayı bu büste atfetmeye
devam ettiler. Cezalandırılmaktan muaf olmayı garantilediği için,
Pasquino, bu olaydan sonra Papaları cezalandırma aracı oldu.’ (Laffont,
Pasquino et Morforio, sayfa 7)
Marie Laffont bizim için önemli olmayan birkaç
ayrıntıya daha yer verir. Fioravanti ve Martinelli’nin Rome ricercata’sını
aktarırken, ‘Morforio’nun aslını, diğer bouche de marbre’yı
[mermerin ağzı] anlatır: eski Mars forumunun yıkıntıları altında
bulunan bir büst- Martris forum, ya da bozulmuş
biçimiyle Mars fori, sonra Morforio.
Pasquino takma adı verilen büst, Palazzo Orsini’nin köşesine konduğundan
beri bir çeşit gazete olmuştur:
Capi Rioni
ya da kasaba memurları duyuruları asmak için şehrin merkezindeki
bu büstü kullandılar; afiş yapıştıran kimselerin kullanmasına müsait
olan bir ana yol üzerindeydi. Büstün eteğine, şehirle ilgili duyurular
ve yönetmelikler yapıştırmaya başladılar; zamanla, kilise de resmi
evlilik ilanları, papaya ait ilanları ve ceza aflarını teşhir etmek
için kullandı burayı. Ancak bu durum, hoşnut olmayanları, protestolarını
ve taşlamalarını içeren yazıları gece olduğunda gizlice büste eklemeye
tahrik etti.
Pasquino’yu canlandıran bu hikayenin kabul edilmesiyle Morforio’ya
kadar genişletilmesi bir oldu. Morforio, Pasquino’nun kuzeni, en
sıkı arkadaşı ve tartıştığı kimse yapıldı; bozulmuş bu iki büst,
özgürlüğün ve Roma’nın kederli ama dokunaklı sembolleriydi artık;
birbirleriyle konuşup yanıt verebiliyorlardı ve ölümsüz diyalogları
kötülüklerin ve keyfi yönetimin cezalandırılmasının daimi aracıydı.
. . . Onlara teşekkür etmeliyiz; şimdi bu talihsiz şehrin sakinlerinin
gerçekte ne düşündüğünü biliyoruz- bir şehir ki, zafer ve şanın
on iki yüzyılının kefareti altında, polis casuslarının ve cellatlarının
boğucu elleriyle beş asırdan beri susturulmuştu. . . .
Bu hicivlerin ve taşlamaların
çoğu anonimdir. Fakat onlara hayat veren güçlü ilham kaynağında,
bu kadar bol olmalarında ve ince ironilerinin zarafetinde- aynı
anda, insanın kafasını karıştıran, acımasız, alaya alan - antik
ruhu ve Roma dehasını fark edebiliriz. (İbid., sayfa 12-14)
Moreri, Grand dictionnaire historique ou
le mélange curieux de l’histoire sacrée et profane (1759)
adlı çalışmasında, şaşkınlığını dile getir: ‘otoritelerin insanların
ağızlarını nasıl kapatacaklarını çok iyi bildikleri bir şehirde,
bir parça mermeri susturabilecek gizli gücü henüz bulamamış olmaları
hayret vericidir’.
Ancak bunu gerçekleştirmeye yönelik girişimler oldu: M. A. Gazeau,
Les Bouffon adlı kitabında (Paris, 1882), Roma’daki Pasquino büstünün
bir resmini gösterir (sayfa 181), ama aslında onun bir terzi olmadığını,
ayakkabıcı olduğunu iddia eder ve ‘mermer dudakları’ susturmaya
yönelik girişimler hakkında şunları yazar:
Pek çok papa, bu dizginlenemeyen
küfürlü hicivleri başarısız bir şekilde baskı altına almaya çalıştı;
o zamanlar bunlar iftira içeren hakaretlere dönüşerek yozlaşmıştı.
Diğerlerinin içinde Adrian VI (1522-3), hırsa dönüşen cimriliği
nedeniyle güçlü bir şekilde saldırıya uğramış, oda büstün yerinden
sökülüp Tiber’e atılmasına karar vermişti. Suda boğarak Pasquino’dan
kurtulmuş olunamayacağı, bunun Pontine bataklıklarındaki kurbağalardan
daha fazla gürültülü çıkaracağı kendisine hatırlatılarak kararından
döndürülebildi. Adrian VI, bu planı uygulamaya koymayacak kadar
güçlü bir sezgiye sahipti.
Papa Adrian aynı zamanda Romalıların çok fazla
nefret ettikleri bir kişiydi; öyle ki, ölümünden bir gün sonra halk
onun en büyük düşmanının evinin dışında toplandı ve evin girişini
‘Roma halkının kurtarıcısına’ yazısıyla süslediler.
Bunlardan ayrı olarak, Pasquino’nun Papa Urban VIII’e yönelik saldırıların
sayısı oldukça fazladır; Laffont bunların tümünü anlatmaktadır.
Hedefdekiler Papa, onun ailesi, ve özellikle erkek kuzeni. Pasquino
Don Taddeo’nun, ki bu adam çardağın kaidelerinde anlatılan ‘işlerinden’
dolayı suçlu olan kişidir, hadım edilmesini önerir: ‘Castrate Francesco,
Antonio ve Don Taddeo Il grosso e idioto Pasquino
broşüründe bulunabilir. Ona Alms’ı soran Beggar’a Pasquino‘nun
Cevabı adlı diğer bir broşüründe, Papa’nın hırsını şiddetle
cezalandırır:
Ohimé, Io no ho quattrino
Yutto ’l mio é da Barberino!
[Yazık, çeyrek peniğim yok;
Sahip olduğum her şey Barberino’da!]
Pasquino e le api [Pasquino ve
Arılar] adlı kafiyeli cümlelerle yazılmış bir broşürde Arılara,
Barberini ailesinin hanedanlık amblemine saldırılır:
Armalarında taşıdıkları o arıların ismiyle tanınan Papa’ya ve onun
kuzenine:
Pasquino: Sahi
arılar, canının istediği kadar nektar toplamak için cennetten Roma
topraklarına kovuldunuz, göster bana şimdi balmumunu ve izin ver
tadayım yaptığınız tatlı balı.
Arılar: Ne kadar açgözlüsün! Barbarca yaptığın
savaş ve benim için yeryüzünde döktüğün kan- bunlardır senin balmumun
ve balın.
Pasquino’nun kendisi her yönüyle papa-karşıtı olsaydı,
Katolikler ismini broşür yayınlama amaçları için kullanırlardı.
Örneğin, Kalvinist’lere saldıran Katoliklerce yazılmış daha az keskin
olmayan bazı broşürler vardır; Passevent Parisien respondant
à Pasquin Romain. De la vie de ceux qui sont allez demeurer à Genéve
et se disent vivre selon la réformation de l’évangile: faict en
forme de Dialogue (Paris, 1556) genel başlığı altında toplanmıştır.
Bunlar Pasquino ve Passevent arasında geçen diyaloglar biçiminde
yazılmıştı ve her şekilde Kalvinistlere saldırıyordu. ‘Les gros
paillardz de leur Eglise, comme Calvin, Favel et Viret’.
Aynı
şekilde Bernini’ye düşüncelerinin kapsamı ve onları uygulaması açısından
engel olunmamıştır. Bir yandan hicivlerindeki cesaret, diğer yandan,
içinde, sarakasının17
okunu atmaktan korkmadığı St Peter’sin ana yapısı, her ikisi de
bu insanın tipik özelliğidir. Şimdi, St Teresa’nın mistik coşkunluğunun
resmini yapma kisvesi altında (yine bir kilisenin, bu defa Santa
Maria delle Vittorie kilisesinin18
en kutsal yerinde) Bernini’nin, kendi gerçekliği içinde
şaşırtıcı olmayan şiddetli bir histeriğin orgazm halini ve onun
kendinden geçişini nasıl resmettiğini anımsatmamız gerekir (Foto
5). Bu muzip bir şakaydı ve Papa’yı hedef alıyordu. Aynı
Papa, 9 yıl sonra, müstehcen , şehvetli ve açık saçık
olan tüm resimlerin Hıristiyan evlerinden uzaklaştırılması
için bir yönetmelik yayımladı. Bu iki eşkıya arasında varolan arkadaşlıktan
dolayı, St Teresa’nın büstü aynı zamanda büyük bir sanatçı da olan
birinin- Bernini’nin- karakterine uygundu. Şunu unutmamalıyız ki
bu ikili, Roma
Panteon’unun revağından ‘yüz seksen altı bin paund değerindeki bronzların
’(Larousse, Grand dictionnaire universel)
yıkıcı talanından beraberce sorumludur. ‘Urban, Peter’i giydirmek
için Flavian’ı soydu’. Pasquino’nun hazır ve nazır şakacı yorumuydu
bu. Belki de bu, Urban’nın hedef aldığı ve kışkırttığı Bernini’nin,
iki Rönesans çan kulesiyle Agrippa Panteon’un şeklini bozmasının
‘karşılığıydı.’ Nasıl düşünülürse düşünülsün, ‘Bernini’nin eşek
kulakları’ takma
adını tamamen korudular. Daha sonra, sanatsal zevk egemen
- - - - - - - - -. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .(Foto
5)
oldu, ve bu iki ‘dovecotes (güvercinlik)’ artık yok oldu; ama
1725’lerde, o yıllarda yapılmış mimari çizimlerin albümlerinde görülebileceği
gibi onlar hala yerlerindeydiler. Fakat tarih Urban VIII’un başına
daha kötü bir çift eşek kulağı yerleştirdi: bilmesinlercilik (obscurantism)
ve zulmün çift taraflı mengenesi. İnsanlık 1633’ü, St Peter’deki
yüksek altarın üzerindeki çardağın yapım yılını hiçbir zaman unutmayacak.
Çünkü onun yapıldığı yıl Roma tarihinin ve papalığın en utanç verici
zamanlarıdır: aynı yıl- 22 Ocak 1633’de-, ‘Engizisyon mahkumu’,
Galileo Galilei zorla ve alenen sözünden döndü; onun ‘Copernik’in
kabul olunmuş doktrinlere karşı geliştirdiği öğretileri’ni ret etmesi
sağlandı!
Şu sorunun sorulması doğaldır: Nasıl oldu da kimse Bernini’nin muzip
eşek şakasını fark etmedi? Nasıl oldu da yıllarca, burnunun dibinde,
tüm Barberini klanına yöneltilmiş bu mermer taşlama varken Papa
Urban VIII ayin yaptı? Ayrıca masal, bir takım söylentilerin ve
şüphelerin ortaya çıktığı gerçeğini ima etmektedir. Bu bağlamda,
Papa’ya Bernini’niyi bu düzenlemeyle ilgili sorgulaması gerektiği
söylendi. P. Noury bunu şöyle anlatır:
Papa Urban VIII ondan eserini
açıklamasını istediğinde Bernini belirsizce yanıt verdi: ‘Bu çalışma
ailenizle ilgilidir’. Papa sanatçının Barberini ailesinin armaları
kastettiğini sanır, fakat sanatçının kafasında bu cümlenin farklı
bir anlamı vardı.
Armalar dokunulmadan kaldı.
Bu ima fark edilmemiş olarak kaldığı ölçüde, süs
amaçlı bu armaların tahrip edilmemiş olarak korunduğu şahitlerce
tespit edilir; Örneğin Dr. H. Vigouroux Dr. Witkowski’ye, Roma’daki
kardeşi The Abbé Vigouroux’un kendisine bu konuda gönderdiği bir
mektuptan bahseder:
Chronique médicale’de
yayımlanan çizimler tamamiyle doğru, ancak bu armalı kalkanlarda
insanın gördüklerini kavrayabilmesi için bir doktor olması gerekir.
Ben onları hep fark ettim, çünkü St Poul ve St Peter’un mezarının
hemen yanına, yerden yaklaşık bir metre yüksekliğe yerleştirilmiş.
Herkes onları görebiliyor; ama önceden uyarılmadıkça kimsenin bir
şeyden şüphelenmeyeceği kesin. Oraya gittiğimde, erkekler ve kadınlar
yakında yapılan ayin müziğini (Mass)19
duymak için bu armalı kalkanlara yaslanıyorlardı, ve onların içinde
birilerine ait armalardan daha fazla bir şey görmüyorlardı.
Roma dergisi L’Asino, Chronique médicale’de
yayımlanan materyali ele geçirip bu talihsiz kalkanlar konusunda
insanların gözlerini açana kadar hiç bir şeyin farkına varmayan
bu erkeklerin ve kadınların nasıl davrandığını, 1903 yılı boyunca
haftalık yayımlanan bu dergide basılan birkaç başlıktan çıkartabiliriz:
Bernini Heykellerinin Öneminin Açığa Vurulmasının
Sonuçları . . .
St Peter Katedrali’ne Yapılan Geçersiz Hac Ziyaretine Tüm Dünyadan
Meraklı Ziyaretçilerin İnanılmaz Akını .
Hıristiyanlık’ın Önemli Bazilikası20
Komedi Tiyatrosuna döndü . . .
Gösteriler, Kargaşa, Şiddet . . .
Vatikan’ın Aldığı Önlemler
Roma Curia (papaz hükümeti)’sı Bernini’nin Oyduğu Armalı Kalkanları
Görüşme Eğiliminde . . .
Bu kasırga ve karışıklıkların neden daha
önce ortaya çıkmadığı, Bernini’nin hicvinin kendi bütünlüğündeki
sırrının neden daha sonra açığa vurulmadığı bilmecesini çözmek istiyorsak,
cevabı papalarda, St Peter’de, Noury ve Witkowsky’de aramamız boşunadır;
ne de Roma Curia’nın bu Barberini ailesinin bahtı kara armalı kalkanlarını
hiçbir zaman açıkça gizlemedikleri o saçağın altında.
Bilmecenin cevabı önemli ölçüde şu gerçekte yatar: resmin tamamı,
montaja dayalı ifadenin gerçek ‘imgesi’, sadece, bir birini izleyen
‘film karelerinin’ ardışık olarak yan yana konulmasıyla ortaya çıkmaktadır.
Kalkanlar kendi başına bir anlam ifade etmezler. Tek tek ve ayrı
olarak baktığımızda her biri dilsizdir. Ama sekizi bir araya geldiğinde,
ve St Peter’sin kabri ve bir tüm bazilika ile birlikte ele aldındığında
bu düzenleme, asırların içinden papalık tacının altında gizlenmiş
yağmacılara ve eşkıyalara karşı çınlamaktadır.
Görüntüler, görüntülerin farklı aşamaları ve onları oluşturan unsurlar
kendi içlerinde masum ve okunmaz haldedirler. Asıl darbe, bu unsurlar
ardışık bir görüntü içinde yan yana getirildiği zaman indirilir.
Kalkanların sütunların çevresine, sağ açıya ve birbirinden altı
metre uzaklığa yerleştirilmesi- daha doğrusu ‘teşhir edilmesi’-,
koskocaman dörtkenarlı çardağın bütün çevresinde dolaşmak ve belirli
bir köşeden (sol taraftaki ön direk) başlamak gerekliliği, bu sekiz
montaj dizisinin kurnacza yapılmış ayırımını hazırlayan faktörlerdir.
Öyle bir yöntem ki onunla, Katolikliğin can evinde, en zehirli hiciv,
yüzyıllarca şifrelenmiş biçimde kalmayı becerdi.
Bu hicvin parçalarını birbirinden ayırmak, ardışık olarak yan yana
konulduklarında ortaya çıkaracakları görüntüyü gizlemenin en iyi
aracıdır.
Benzer bir örneği anımsatmaya çalışalım. Aslında de bu örnek, Avrupa
kıtasının diğer kıyısında, hemen hemen üç yüz yıl sonra, ve tamamıyla
farklı bir sınıf bağlamında ortaya çıkar. O her yerde, sansürün,
mesela 1905’deki çarlık hükümetinden daha az kemirici olmayan bir
sansürün uyanıklığından kaçınmanın bir aracıydı. Her iki durumda
sansürcüyü aldatabilmenin yöntemi aynıydı. Her iki durumda temel
ilke, ancak ardışık olarak yan yana koyma biçimindeki montaj tekniğiyle
anlam kazanacak görüntülerinin ayrı ayrı gösterilmesiydi. Bu örnekteki
araç oyulmuş mermer değildi ve yüzyıllar boyu sürmesi için tasarlanmamıştı;
hicivli bir derginin sayfaları üzerindeki çizerin mürekkebiydi.
Bunlardan biri, açık, ileri derecede bir korumanın kalabalık okları
gibi, düşmana doğru yağdırılıyordu, otokrasiyi yıkmaya yönelik hareketin
ilk dalgası olarak büyük ve yaygın bir kabarmaya eşlik ederek.
Bunu, bir kalabalığın askeri güçlerce dağıtılması türünden olaylara
her hangi bir imada bulunulmasının kesinlikle yasak olduğu 1905’de
etkin olan yaşlı bir gazetecinin hatıralarına dayanarak aktarıyorum.
Böyle bir sahne bir dergide nasıl iletilebilirdi? Yasağın etrafını
dolaşıp geçen bir yol bulundu: alakasız iki resim çizildi. Bir tanesi-
kusursuz bir sinematografik kare!- uygun adım yürüyüş yapan bir
dizi asker ayaklarını gösteriyordu; diğeri ise düzensiz bir şekilde
gerileyen sivillerin karmakarışık ayaklarını. Resimler sansürcüye
ayrı ayrı ve farklı günlerde gösterildi. Sansürcü bu süslemelerin
geçmesinde bir mahsur görmedi; resimlerin tek başlarına fazla bir
önemi yoktu ve kendi içlerinde zararsızdılar. Fakat bu resimler
derginin sayfalarında, tek bir görüntünün, birden canlanıp harekete
geçen bir kalabalığın dağıtılma görüntüsü içinde kaynaşacak şekilde
yerleştirildiler. Sansürcü aldatılıyordu. Üstü kapalı anlatım hedefine
ulaşmıştı. Bu fark edilince derginin dağıtımı durduruldu ama çok
geç kalınmıştı. Sansürcünün ismi Savekov idi; magazinin adı ise
Zritel’[Seyirci].
Shebuyev’in dergisi Pulemët [Makine-Silah] bu tür
montajı, derginin maskelenmesinin gerekli bir parçası olarak ortaya
koydu. Pek çok sayısında ön ve arka kapaklar bu montaj görevini
yerine getiriyordu. Resmettikleri şeşlerin ve onların grafiksel
anlamları, önemli ölçüde, ilk ve son sayfanın yan yana konulmasıyla
açığa vuruluyordu.
3. Sayının kapağında ‘bir Rus deniz eri’, ‘Rusya’nın özgürlüğü denizde
doğdu’ başlığıyla birlikte gösteriliyordu. Arka kapakta ‘God-fearing
savaşçıları’ başlığı vardı ve sinirlendirilmiş Kazaklar’ın dörtnala
giden bir müfrezesi gösteriliyordu. İkisinin yan ayna konulmasının
ne anlama geldiği açıktır. 4. Sayının kapağı Baba Gapon’u gösteriyordu,
arkasında tipik Rus suratlarınadan oluşan kalabalıkla birlikte.
Başlık şöyleydi: ‘Beni İzleyin’. Arka kapakta da aynı başlık vardı:
‘Beni İzleyin’, fakat üstündeki resim bir protestodan topallayarak
uzaklaşan yaralı insan kalabalığını gösteriyordu . . .vb.
Zritel’de, zihinde resimleri yan yana koyma açısından
daha karmaşık olan bir yöntemin ‘montajlarını’ kullandı. Örneğin
bir çizim yirmi beş karanlık figür gösteriyordu, onların arasından
II. Nicholas’ı, III.Alexander’ı, pek çok grandükü, Kronstadt’ın
Papaz John’unu ve pek çok bakanı tanımak oldukça kolaydı. Başlı
şuydu: ‘25 siluet’, onu bir çarpı işareti izliyordu ve sonra ‘4’
rakamı. Çizimler sansürden geçti, ne olduğu fark edilemedi: dörtle
çarpılmış yirmi beş karanlık figür yüz karanlık figür ediyordu,
bir ‘Karanlık Yüz’. Ondan sonra ‘Karanlık Yüz’ ifadesi genel bir
kullanım kazandı, kullanılması kesin olarak yasaklanmasına rağmen.
İç mimariyle ilgilenilseydi, mimarlık tarihi içinde daha ‘doğrudan’
örnekler gösterilebilirdi. Faaliyet alanlarını ve önemlerini aşama
aşama ortaya koyan Hagia Sophia’daki yükselen yer altı mezarlarının
sistemleri, ya da montaj dizilerinin hesaplanmış büyüsünü çoğu kere
kendimce taktir ettiğim Chartres Katedrali’ndeki kemer altları ve
kemerli yapının birbirini karşılıklı etkilemesi.
Bu örnekler montaj tekniğini mimarlıkla birleştirmekle kalmaz; montaj
içinde mise en cadre ve mise en scéne arasındaki daha yakın, daha
acil bağın canlı bir şekilde altını da çizer. Köşe taşlarından biridir
bu, onsuz ne yerküre anlayışı olabilirdi ne de montaj sanatının
daha planlı ve tutarlı öğretisi.
DİPNOTLAR
1. Eisenstein’in bahsettiği bu çizim bulunamamıştır.
2. Şimdi Moskova’nın kuzey doğu banliyösünde bulunan Kolomenskoye,
1952’de Eski Rusya’nın büyük Prenslerinin yazlık ikametkahı oldu.
Burada gönderme yapılan ahşap sarayın yapımına 1667’de başlandı
ama Büyük Catherine’nin emriyle yıkıldı. Kolomenskoye şimdi Rus
mimarisinin açık hava müzesi haline getirilmiştir.
3. Bu resim de bulunamamıştır.
4. David D. Burlyuk (1882-1967), Rus sanatçı, şair, eleştirmen ve
Fütürismin kurucularından. 1918’de Rusya’dan göç etti.
5. Robert Delaunay (1885-1941), özellikle
renk ve devinim arasındaki ilişkiyle ilgilenen Fransız ressam. Ayrıca
sayfa 120’ye bakınız.
6. Fransız mimar ve mühendis Auguste Choisy’a (1841-1909) gönderme
yapılmaktadır. Mimarlık Tarihi (Histoire de I’architecture) (1899)
adlı eseri, tartıştığı binaların aksonometrik gösterimiyle resimlendirilmiştir.
13. Altar: üzerinde tanrıya sunulan şeylerin bulunduğu
Hıristiyan kiliselerindeki masa veya yüksek yer (çev).
14. Dellhore’nın kitabında bizi ilgilendiren konu bir detay bolluğuyla
başlar ve çok miktarda fotoğraf ve çizimle sunulur. Bu tür ayrıntılara
ilgi duyan okuyuculara, bizim yalnızca özet bir biçimde anımsatabildiğimiz
bu kitabı öneririz. (E.)
16. İlk kalkandaki kadının ağzı kapalıdır ve neredeyse gülümsemektedir;
ayrıca, yukarısındaki taç, ortasında, şirin bir gülümsemeyle bakan
bir kadın yüzü taşıyan tek taçtır. (E.)
17. Saraka: İğneleyici ve küçümseyici söz, dokunaklı
alay, acı söz, istihza (çev.).
18. Bu kilisenin ön cephesi (E.)
19. Mass: Katolık kiliselerinde ekmek ve şarabın
takdisi ayini; ve bu ayine mahsus müzik (çev.)
20. Basilica: dikdörtgen şeklinde ve iki tarafı
sütünlu, tamamı yarım daire şeklinde salondan ibaret kilise vs.;
bu üslupla yapılmış katolik kilisesi (çev.)
21. Mahkeme, papaz hükümeti (çev.)
22. Kara Yüzler, devrimci Rusya öncesinde Yahudilere karşı planlı
katliamlar yürüten Sami karşıtı terörist gruplardı.