SAYI 29 / 01 ŞUBAT 2005

 

MONTAJ VE MİMARLIK

Sergey M. Eisenstein

Çeviren: Ali Pekşen


Çevirmenin Notu: Eisenstein’in Arcitecture and Montage adlı bu makalesi, Selected Works: Towards a Theory of Montage, Volume II (Seçme Eserler: Bir Montaj Kuramına Doğru, Cilt II) (1994, British Film Institute) adlı İngilizce yayımlanan kitabından çevrilmiş ve bu çeviri ARREDAMENTO dergisinde, Mayıs 2004'de yayımlanmıştır. Makaledeki dipnotlar için yeni bir düzenleme yapılmış ve tamamamı metnin sonunda verilmiştir. Eisenstein’in dipnotlarını editörün notlarından ayırmak için sonuna (E.) kısaltması eklenmiştir. Ayrıca makaleyi Türkçe’ye çevirirken, metnin anlaşılırlığını artırmak için bazı ek açıklamalar yapma ihtiyacı doğmuştur. Bu açıklamalar da metnin sonunda, ‘çev.’ kısaltmasıyla sunulmuştur. Yine metne katkısı olabileceği düşüncesiyle bazı fotoğraflar da eklenmiştir. Bunları ‘şekil’ diye adlandırılan yazının orjinal görsellerinden ayırmak için ‘Foto’ diye adlandırdık.


'Güzergah- path’ kavramı sinemada tesadüfen kullanılmamaktadır. Günümüzde, gözün ve bir nesnenin göze nasıl göründüğüne bağlı olarak değişen algılayışların takip ettiği hayali yol anlamındadır. Zamandan ve mekandan oldukça uzakta, tek bir anlamlı kavram çerçevesinde, belirli bir düzen içinde bir araya getirilmiş pek çok olguya maruz kalan zihnin izlediği yol anlamına da gelebilir. Bu olgular, hareketsiz seyircinin önünden geçen değişik izlenimlerdir.

Geçmişte ise durum tam tersiydi: seyirci, görsel algısı ile uyum içinde daldığı bir dizi özenle düzenlenmiş olgunun içinde hareket etmekteydi.

Bu gelenek çocuk çizimlerinde saklıdır. 1 Yanlızca gözün hareketi mekanda hareket eden çocuğa verilmez; resmin kendisi de, konunun pek çok yönünün birbiri ardına açığa çıkartıldığı yol (path) olarak görünür.

Bu tipik bir çocuk çizimidir. Bu çizimin içsel dinamiklerini anlamadan, onu, tepenin etrafındaki ağaçlarla birlikte küçük bir gölün yenidensunumu olarak göremeyiz. Çizimdeki ağaçlar, yetişkinlerin bir resimde ya da bir film karesinde gösterebileceği tarzda, tek bir bakış açısıyla tasvir edilmez. Burada bir dizi ağaç tasvir edilir, ki bu tasvirler ağaçların arasında gözlemcinin takip ettiği yol boyunca açığa çıkar. Eğer A-B çizgisi gözlemcinin izlediği yolu temsil ederse, o zaman, 1. sekanstan 9. sekansa verili her hangi bir noktada, her bir ayrı ağaç ‘makülce’ yerleştirilir: söz konusu ağacın ön görünümü, güzargahda her bir benzer noktada temsil edilir.

Eski Rus binalarının bu güne ulaşabilen çizimleri de tamamen bu tarzdadır; örneğin, 15 yy.’dan kalma Kolomenskoye sarayı.2 Bu sarayın ‘plan’ ve ‘dikey resminin (elevation)’ özdeş bir birleşimi vardır. Çünkü güzargah, planın içinden geçen bir devinimdir; binaların ön cephelerinin görünüşü ise dikey resimde gösterilir; bu cephelere ise plandaki özel noktalardan bakılır.

Hint resminden bir örnekte bu daha da açık görülebilir. Bu resim, tamamen aynı ilkeye uygun bir tasvirle, çevresinde ağaçlar ve binalar olan bir gölcüğü gösterir.3


(Şekil 1)

Garip olan şu ki, 20. yüzyıl dönemecindeki sanatsal çöküş döneminde (burjuva toplumunun çöküşü), sanattaki gerilemenin tüm biçimleriyle damgalanmış olduğu bir dönemde (bununla ilgili diğer yorumlar için aşağıya bakınız), benzer türde bir arkaizmin tuhaf bir ‘rönesansı’ ortaya çıktı. Bunu, sinematografi içindeki başkalaşımının bir uyarısı olarak resmin bir tür feryadı gibi yorumlayabiliriz. Şekil 1’de, David Burlyuk’un bir dizi resim için çizdiği taslak gösteriliyor.4 Biraz farklı bir üslupla, Eyfel Kulesi’ni yapısal unsurlarını yerinden oynatarak bozan Delaunay’ın5 sahip olduğu amaca benzer bir amacın peşindedir.

Sinematografiye geçmeden önceki bu son aşamada resmin, anlatımını iç dünyaya kaydırması da gariptir; oysa çizimin ve resmin başlangıcındaki benzer amaç, nesneleri, ilgiyi içten dışa döndürerek (extroversion) sunmaktı. Bu içe kapanma (introversion), şüphesiz, çevreyi kuşatan gerçekliği, engin ufukları araştırma özelliğine sahip diğer örnekten farklı olarak, ‘kendi içine’ geri çekilme ve gerçeklikten uzaklaşmanın derin anlamlarını içerir.

Resim, bir olgunun, görsel çok-boyutluluğu ile eksiksiz temsilini oluşturma yeteneğine sahip değildir. (Bunu gerçekleştirmeye yönelik sayısız deneme vardır.) Yalnızca film kamerası düz bir yüzey üzerinde bu sorunu çözmüştür, ama film kamerasının bu kapasitesine sahip, tartışmasız öncülü . . . mimarlıktır. Çekim tasarımının, çekim ve çekim uzunluğunun değişiminin (başka bir değişle belirli bir izlenim süresi) en mükemmel örneklerini bize Eski Yunan bırakmıştır. Victor Hugo ortaçağ katedrallerini ‘taştaki kitaplar’ diye adlandırır (Notre Dome’ın Kamburu’na bakınız). Atina Akropolü’ne de, en eski filmlerin mükemmel örneği diye bakılabilir.


(Şekil 2)

Burada, Choisy’nin Mimarlık Tarihi’nden uzun bir alıntı yapacağım.5 Bu alıntıyı tırnak içine almayacağım ve sizden bir sinemacı (film-maker) gözüyle bu metne bakmanızı rica edeceğim: uygun bir biçimde düzenlemiş genel bir mimari izlenimi için bir montaj dizisi tasarlamak, bu izlenimi Akropol binasının çevresinde yürürken edinmekten daha zordur (bakınız Şekil 2).

Akropol,7 çevresinden izole edilmiş bir kayalıktır ve bu kayalığın tepesi ulusal tanrılara tapınmaya vakfedilmiştir. ‘T’ noktasında, Poseidon’un üç çatallı mızrağının izi vardır, yakınında ise Atena’nın anısına büyütülen zeytin ağacı.

Bu kutsal yerin çok yakınında, her iki tanrı için birer tapınak inşa edilmiştir.

Burası yangıdan sonra boşalmış; bu nedenle, tam da efsanenin belirttiği yere yeni bir mabet inşa etmek mümkün olmuştur. Tapınak ‘S’ noktasına kaydırılmış ve Erechtheum’un adı verilmiştir.

En yüksek nokta, yani ‘P’noktası, büyük Atena tapınağı Partenon’un, o dönemdeki (yani Pisistratidae dönemi) ve İran Savaşı sonrası dönemdeki yeriydi.

Partenon ve Akropol girişi arasına bir dizi daha küçük tapınaklar yerleştirilmiş, hem antik hem de yeni Akropol’e ait. . . . Aynı yerde, MÖ 5.yy’da Atena Promachos’un ( Savaşçı) olağanüstü büyük heykeli dikildi.
Propylaea (M), Akropol’un ön cephesini biçimlendirdi (hem eski hem de yeni düzenlemede). . . .

Bu iki düzenleme yalnızca ayrıntılarda farklıydı. İlki değişik dönemlere ait binaların bir koleksiyonuydu; oysa ikinci düzenleme, tek bir plan dahilinde yapılmış ve yangın nedeniyle boşalan bu alana uyarlanmıştı. Yeni Akropol’un görünürdeki asimetrisi, bahsedilen bina gurubuna sadece pitorekslik8 kazandırma aracıdır ve bu binalar diğerlerinden daha ustalıkla düzenlenmiştir. . . .


(Şekil 3)


(Şekil 4)

(Bu), Akropol’ün MÖ 5.yy’daki ziyaretçilerinden önce göz önüne serilen bir dizi panoramadan belli olur:

Propylaea’nın Görünüşü: Propylaea planının genel fikri Şekil 3’de görülebilir.

Şekilde, simetrik merkezi blok ve önemli ölçüde farklı iki kanat görüyoruz- sağ tarafta geniş , sol tarafta ise daha dar olan.

İlk bakışta, bu plandan daha dengesiz bir şey olamaz gibi görünür, ama gerçekte, tamamıyla dengelenmiş bir bütünü içerir ve bu bütün içinde, kütlelerin genel simetrisi, detaylardaki gizli bir farklılıkla tamamlanır. . . . Optik simetrisi kusursuzdur. . . .

Kaidenin İlk Görünümü; Atena Promachos: Propylaea’yı geçtikten sonra izleyicinin gözü Partenon’u, Erechtheum’u ve Atena Promachos’u içine alır.

Ön planda Atena Promachos’un heykeli yükselir; Erechtheum ve Partenon arka plandadır ve bu nedenle, ilk manzaranın tümü heykelin yanında ikincil duruma düşer. Heykel merkezi bir noktadadır ve birlik izlenimi yaratır. Partenon sadece, ziyaretçiler bu devasa heykel parçasının görünümünü yitirince önem kazanır.


(Şekil 5)


(Foto 1)

Partenon ve onun eğik perspektifi (Şekil 5 ve Foto 1): modern düşünceye göre, Partenon- Akropol’un büyük tapınağı- ana girişin karşısına yerleştirilmeliydi, fakat Eski Yunanlılar çok farklı düşündüler. Akropol’un uçurumu çarpık çurpuk bir yüzeye sahiptir, ve Eski Yunanlılar, onun doğal rölyefini değiştirmeden, ana tapınağı uçurumun kenarındaki en yüksek noktaya, şehre karşı yerleştirdiler.


(Şekil 6)

Böyle yerleştirildiğinden, Partenon her şeyden önce izleyiciyi eğri bir biçimde karşılar. Eski toplumlar genellikle eğri görünümleri tercih ettiler: böylesi daha etkilidir çünkü dış cepheler daha heybetli görünür. 9 Her birine özel bir rol verilir. Eğik bir görünüm genel yasadır, oysa dış cephenin bir görünümü hesaplanmış bir istisnadır (Şekil 6).

Propylaeum’un ana gövdesi ön cepheyi sunar, Akropol kaidesini geçip Partenon’nun pronaosunun hemen önüne geldiğimizde. Etkileri dikkatlice hesaplanmış olan verdiğimiz iki örnek hariç, diğer tüm yapılar kendilerini belli bir açıdan sunarlar- Atena Ergane tapınağının (H), seyirci E noktasında onun bölgesine ulaştığında olduğu gibi. . . .

İlk Erechtheum manzarasından sonra, Akropol’e giden yolu takip edelim. B noktasında Partenon hala bizim görüş alanımızdaki tek yapıdır; ama C noktasına hareket edersek, bu tapınak bize öylesine yakın olur ki onun şeklini tam olarak kavrayamayız; o anda Erechtheum manzaranın merkezi olur. Bize en zarif siluetini sunduğu nokta elbette bu noktadır (Şekil 7).


(Şekil 7)


Çıplak duvarı (a) Karyaditler Taraçası10 canlandır ve bu taraçalar özellikle onlar için yapılmış bir fonun önündeymiş gibi göze çarpar.

Böylece Şekil 4’te, bizim önümüzde, üç önemli noktaya uyan üç resim oluşur: A1, B ve C.

Her birinde yalnızca tek bir mimari devinim egemen kılınmıştır: C noktasında Erechtheum; B noktasında Partenon; ve A1 noktasında Atena Promachos. Bu tip bir temel motif, izlenim açıklığı ve görüntü birliği sağlar.

Bunun nasıl sorumluca ve dikkatlice düşünülerek yapıldığına, Choisy’nin aşağıdaki ek yorumları tanıklık etmektedir:

Erechtheum ve Atena Promachos. Başlangıç noktasına geri dönelim (Şekil 4), yani A1 noktasına. Bu noktada bizim tüm ilgimiz Atena Promachos üzerinde yoğunlaşmıştı. Karyaditler ile birlikte Erechtheum arka plandadır. Zarif karyaditlerin, tanrıçanın devasa heykeliyle oluşturduğu kontrasın gücüyle ezilmiş görünmesinden korkulmuş olunabilir; mimar bunu önlemek için heykelin temelini öyle bir oturtmuş ki Karyaditler Taraçası’nın görünmesine engel olmuştur- A1-K çizgisi. Taraça seyirciye kendisini, seyirci yalnızca dev heykele onun tamamını göremeyecek denli yakın olduğunda gösterir ve bu nedenle karşılaştırma ancak zihinde mümkün olur.

Daha sonra Choisy konuyu şöyle özetler:

Eğer şimdi Akropol’un bize sunduğu görüntüleri tekrar hatırlarsak, istisnasız hepsinin bıraktıkları ilk izlenimlere göre hesaplandığını görürüz. Hatıralarımız bizi hep ilk izlenimlere geri götürür. Yunanlılar tüm bu düzenlemelerle Akropol’ü beğenilen bir tapınak yapmak için uğraştılar.

Propylaea’nın her iki tarafı, tam da binanın genel görünümü önümüze serildiği an dengeye ulaşır (Şekil 3).
Atena Promachos’a (Şekil 4) bakarken karyaditlerin görünmemesi de yine ilk izlenime göre hesaplanır.
Partenon da olduğu gibi, basamaklarının asimetrik yükselişiyle dış cephesinin tüm görünümü, Atena Ergane tapınağının yakınlarındaki bölgeden geçerken seyirciye gösterilir.

Hoşa giden bir ilk izlenim yaratma, Yunanlı mimarların kesinlikle değişmez kaygılarıydı.

Bir film çekiminin etkisi belirli bir şeydir; çünkü her yeni çekime ait ilk izleniminin etkisi büyüktür. Ama bu çekimlerin montajının, yani ardışık bir biçimde yan yana koymanın etkisini hesaplamak ise aynı derecede güçtür.

Gelin şu başarılı dört ‘pitoreks çekimin’ genel kompozisyon şemasını çizelim (Şekil 8).


(Şekil 8)

Daha kesin, daha zarif ve başarılı bir yapı tasarımlamak bu sekansı tasarımlamaktan daha zordur.

Çekim (a) ve (b) simetrik olarak eşittir ve aynı zamanda her ikisinin karşısı da uzaysal kamsam olarak eşittir. Çekim (c) ve (d) ayna simetrisi ve işlevine sahiptir; sanki, çekim (a)’nın sağ ve sol tarafının büyümesi ve sonra tek ve dengeli bir kütleye dönüştürülmesi gibi. Heykel motifi (b) çekim (c) içinde tekrar edilir, bir grup heykel vasıtasıyla, vb.

Bir sonraki özel kaygımız bu görüntülerin her birinin seyirciye sunulduğu sürenin uzunluğunu analiz etmek olabilirdi. Ama burada bu konunun ayrıntılarına girmeyeceğiz. Yalnızca şunu belirtelim ki, bu montaj dizisinin uzunluğu önemli ölçüde binanın kendi ritmine ayak uydurur: noktadan noktaya mesafe uzaktır ve birinden diğerine hareket etmek için geçen zaman ihtişama uygun bir süredir.

Atina Akropolü’nün ‘montaj taslağı’nda, şüphesiz, diğer antik anıtlardakine benzer eşsiz bir sanatsallık buluruz.

Farklı bir bakış açısıyla (ve elbette farklı nitelik ve kapsamda!) Hıristiyan (Katolik) katedrallerinde montajın diğer unsurlarını bulabiliriz.

Bu, her hangi bir kilisede bulunan ‘Çarmıhın Durakları (Stations of Cross)’ denilen heykel grubunu yorumunda ortaya çıkar. Bu heykeller, efsaneye göre Golgota’ya11giden tören alayının durduğu yirmi yeri temsil eden yirmi heykelden oluşur. Bu yirmi ‘durak’, genellikle katedralin dış gezinti yerine, birbirlerine belirli bir uzaklıkta yerleştirilir. Benim Chartres Katedrali’nde ve pek çok diğer katedralde gördüklerim böyleydi. Fakat hac mekanlarında, özellikle toplu hac ziyareti yapılan yerlerde, katedralin dışına da yerleştirilebilir. Bu tür bir yerleşimi Meksika’da, Amecameca hac merkezinde görme fırsatım olmuştu. Meksika’daki Katolik kiliselerinin çoğu gibi, bu kilise bir putperest tapınağının olduğu yere inşa edilmişti. Deneyimli sömürgeciler ve misyonerler, yeni inanç, bilinen bir yerin popüleritesini kaçırmasın diye ve diğer tanrılara giden hac yollarını kendi Katolik amaçlarına yönelik kullanmak için kiliseleri buralara yaptılar. Bu nedenle bu kilise, pek çoğu gibi, yüksek piramit şeklindeki bir tepeye yerleştirilmiş. Bu tepe aynı basit nedenle piramit şeklindedi; yani doğal bir oluşum değildir; kolay ufalanan ve oldukça büyük olan pramit, putperestlik dönemindeki ibadet alanlarının yapım biçimlerine benzer bir şekilde, suni olarak yaratılmıştır. Oldukça dik olan tepenin çevresinde dolambaçlı bir yol düzenlenmiş, ve nihai amaç (‘Golgota’) en tepedeki kilisede olmak üzere, ‘yirmi durak’ bu yol boyunca yerleştirilmiş. ‘Duraktan’ ‘durağa’ yol belirli bir uzunlukta yukarı doğru çıkar. Bu mesafeyi tırmanma işi hayli etkileyicidir, çünkü ‘duraktan’ ‘durağa’ gitmek ve en tepeye diz çökerek çıkmak bir gelenektir. Bu nedenle, duraktan durağa ilerleyen hacıların hem fiziksel yorgunlukları artar hem de duygusal tepkileri. Diğer bir hac mekanında (Mexico City’nin yakınındaki Los Remedios) yalnızca diz çökülmez, gözlerde gözbağıyla kapatılır. Gözbağı sadece en tepede çıkarılır (‘kutsal bilgiye’ ulaşmayı sembolize eder).

Hazır ilgimizi Katoliklik konusuna çevirmişken, Amecameca ve Chartres Katedrali’nin hacılarından bahsederken; Katolik dininin merkezi olan Roma’da ve onun kalbinde St. Peter’sdeki12 bir montaj yapısı örneği üzerinde de duralım. Bu montaj yapısı, katedralin yüksek altarının13 üstünde, ünlü çardağın altında, katedralin yüksek mihrabını aşan 11.5 metre uzunluğundaki sütunlarla birliktedir
(Foto 2). Bu mihrabı yalnızca Papa kullanır ve ancak kutsal törenlerde kitleleri kutsamak için.

Urban VIII Papa Barberini’ye ait arma rölyeflerindeki sekiz temsilden bahsediyorum. Bu armalar, saçağı destekleyen devasa sütunlara ait dört kaidenin dıştaki iki yüzünü süsler. Çardak, sütunlar ve arma rölyefleriyle birlikte kaide düzenlemesi, büyük usta Berini’nin en göze çarpan kompozisyonlarından birini oluşturur. Bu katedral, 1633’de Urban VIII’nin papalık döneminde ve onun onuruna inşa edilmiştir.

Armanın bu birbirinin aynı sekiz rölyefi önemsiz gibi dururlar; oysa gerçekte hem birbirinin aynısı değillerdir hem de önemsiz olmaktan uzaktırlar.
................................................................................................................................................................................. ...(Foto 2)

Bu sekiz arma rölyefi, bütün bir senaryosunun sekiz çekimi, sekiz montaj dizisidirler. Genel tasarımlarında benzerlikler bulunmakla birlikte, tamamlayıcı ayrıntılarda farklılaşırlar ve bir araya geldiklerinde, aşama aşama göz önüne serilen bir bütün dramayı temsil ederler. Hem dramanın ana konusu, ki Urban VIII ile yakından ilgilidir; hem de başında Urban VIII’in bulunduğu Katolikliğin en kutsal yeri içindeki tasarımının yerleşimi; çardağı, sütunların kaidelerini ve bu kaideleri süsleyen armaya ait sekiz rölyefi anlatan dramayı betimlemiş olan bir yazar tarafından adlandırıldığı gibi satire marmorea tremenda ‘mermerdeki büyük hiciv’ diye tanımlanmayı tamamıyla haklı çıkarır.

Bu rölyeflerde neler olmaktadır?

Durum pek çok bilgin tarafından betimlenmiştir:

1. Fraschetti: Vida de Bernini
2. Gaetano Dossi: El Baldaquino de San Pedro
3. Prof. G.E. Curatolo, ........ Profesörü: El Arte Juno Lucina en Rome. Historia de la Obstetricia desde sus origenes hasta el siglo XX, con documentos ineditos (Roma, 1901). Ayrıca şu makaleler:
4. Chronique Médicale’de Dr. Nouyr (Paris, 1903)
5. Dr. G.J. Witkowski’nin kitabında, L’Art profane de l’eglise, ses licences smboliques, satiriques et fantaisistes (Paris, 1908)
6. Ve son olarak,Guillermo Dellhore’nın büyük çalışması La lglesia Católicaante la Critica en el Pensamiento y en el Arte (Mexico City, 1929)

Yukarıdaki yazarlar daha eski betimlemelere de göndermede bulunur. Kendi bakış açılarıyla ve tamamıyla farklı amaçlarla da olsa her biri aynı şeyi anlatır.

İlk ikisi bütün öyküyü önemsememeye çalışır. Üçüncüsü-Profesör Curatolo- 17. yy. jinekoloji bilgisinin durumunu gösterme amacıyla yazar!

Dr. Nouyr, 1903’teki makalesinde, tıbbi bakış açısıyla yazar ve G.J. Witkowski, 1908’de proşüründe, Roma Kilisesi’ne saldırır- şunu söylemek gerekir ki, tüyler ürpertici öykülere ve alaya daha ciddi durumlardan daha çok ilgi gösteren bir saldırıdır bu; yazar belirli bir derecede gerçek din karşıtı özgür düşünceye sahip olsa bile.

Son olarak, bu konu, entellektüel açıdan ataizme dayanan Dellhore’nin, papaz ve din karşıtlığı mücadelesine adanan kitabının son bölümünü oluşturur. Henri Barbusse, 17 Mayıs 1930’da Le Monde’deki yazısında şunları söyler:

Bu çalışmasında Dellhore, Meksika’daki, genel olarak ise Amerika’daki ve dünyanın pek çok yerindeki clericalisme (siyasette kilisenin etkisini destekleme-çev.) karşı pek çok sayıda yazılmış dokumanı ve ikon yorumunu bir araya getirir. Okuyucuya Katolik dinine karşı tam bir cephane sunar. . . .

Kilise karşıtı mücadele, her yerde verilmesi gereklidir. . . . özellikle de İspanyolca konuşulan ülkelerde . . . İspanyol halkının ilerlemesinin,
Katolik dininin kendisini özellikle İspanyol ruhuna derin bir şekilde yerleştirdiği gerçeğiyle önlendiğini kimse inkar edemez. İspanyol Amerikası’nda Orta Çağı hatırlatan fanatizm ve bilgisizlik taraftarlığı (obscurantism) hüküm sürmektedir. 1926’da Meksika’da, ‘Çok yaşa Hz. İsa!’ çığlıklarıyla ülkeyi kana bulayan siyahlar giyinmiş kalabalığı,
papazlara ait araç gereçleri gördük. Bir an sayıları 30 000’i bulan ve ülkeye üç yıldır öfke saçan bu fanatiklerin bulaşmadıkları bir suç yoktur. Guillermo Dellhore’nın cesur, intikam alan çalışması, trajik clericalism dalgasının henüz yatışmadığı bu dinlerde önemlidir. Bu çalışmanın Latin Amerika’da ve özellikle Meksika’da kazandığı büyük başarılardan dolayı sevinç duyulmalıdır. . . .
(Ocak 1929’da satış miktarı 2000, Eylül’de 6400, Ekim’de 10300’dür)14

Tüm bu başlangıç, okuyucunun merakını uyandırdı diye düşünüyorum; bu nedenle, sekiz sekansın (çekimin) drama montajını anlatmaya başlayacağım. Dokunaklı bir şekilde ironik olan taş oymacısı Bernini’nin15 , Roma’da, St. Peter’sde, aziz gömütünün üzerinde olan altarın üstündeki
ünlü çardağı destekleyen dev gibi kolonlara ait dört kaideye . . . . . . . . . .......... . . . . . . ... . . .. . . . .. . . . (Şekil 9)
oyduğu sekiz arma rölyefini.


Arma rölyeflerinin tümünün boyutları, tasarımı ve yerleştirimi aynıdır (bakınız Şekil 9). Urban VIII’nın üyesi olduğu Barberini ailesinin hanedanlık arması(nişanı) olan
üç arıyı gösterir. Kalkanın üzerinde, onu çevreleyen geleneksel dekoratif kıvrımlı çizginin içinde, bir kadın başı vardır. Arma rölyefinin altında ise, daha az geleneksel olmayan süslemeler. Bu süslemelere ait girdap gibi dönen halatlar kendi kendilerini, bir satyr (yarı insan yarı keçi şeklinde bir yarıtanrı) kafasına dönüştürür. Birbirine çapraz konulmuş bir çift kocaman anahtarın (‘St Peter’in anahtarları’) üzerine yerleştirilmiş bir papalık tacı (‘üçlü taç’) bütün bunların yukarısındadır (bakınız Şekil 10, Foto 3 ve Foto 4).

Arma rölyeflerinin genel düzenlemesi böyledir.

Nitekim hepsi aynı olmaktan uzaktır ve bu durum hiç bir şekilde dikkat çekici değildir. Ancak, eğer bunları daha dikkatli incelemeye başlarsak, göreceğiz ki, sol taraftaki ön kaideden diğerlerine doğru ilerledikçe, her bir kalkanın üst tarafındaki kadın başının yüzündeki ifade keskin bir biçimde değişmektedir. Sakin ve rahat olma durumundan, sekizinci arma rölyefine kadar acı ve terörün tüm aşamalarından geçer ve sonuncuda sükunete geri döner (bir parça farklı bir karakter tipine sahip olsa da). Ama hepsi bu değil: altıncı kalkanın üstündeki kadın başı birden kaybolur ve yerini daha az geleneksel olmayan Rönesans süslemesi alır: kanatlarla birlikte bir çocuk başı (putto).Yedinci ve sekizinci kalkanların üstündeki kadın başları, yeni ve farklı bir yüz ifadesiyle tekrarlanılır. Kalkanın alt bölümündeki satyr maskesi de fark edilebilir bir bozulmaya uğrar. Kalkan üzerindeki Barberini
ailesinin üç arısına da tam olarak aynı şey olur. İşte . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . (Şekil 10)
bahsettiğimiz saçağın bir planı (Şekil 11). Bu plan,
kaidelerdeki arma rölyeflerinin nasıl düzenlendiğini gösteriyor. (a) kenarının uzunluğu yaklaşık olarak sekiz metredir. Ayrıca hepsinde en dikkat çekici olan, kalkan yüzeylerinde görülen bozulmadır. İlkinde yüzey düzdür, ikinci kalkandan başlayarak altıncıya kadar alt bölümü dışa doğru şişkinleşir, altıncı kalkan ile birlikte bu kısım düzgünleşir ve son iki kalkanda düz kalır. . . . Bunun anlamı ne olabilir?! Yazınsal anlamda bu ne tür bir alegoridir?


(Şekil 11)

Bir açıklama yapmak için yukarıda saydığımız yazarlardan her hangi birine geri dönelim. Göreceğiz ki, ilk iki yazar, gerçeğin kendisini yadsımayıp, şikayetçi sözlerle dikkate almamaya çalışır: ‘. . . Bu düzenlemeler, arma rölyefi ile birlikte ele alınırsa, bazı insanların fantezi kurmalarına ve gizemli imalar yaratmalarına neden olur. . . .’

Gizemli olmaktan uzak, amaçlı ve aşikar olan bu imalar gerçekte nedir?

‘Birlikte ele alınırsa’ bu sekiz kalkan neyi temsil eder?

Sorunun cevabı Witkowski tarafından verilir. Bu sekiz kalkan

doğumun bir kadın fizyonomisindeki değişik aşamalarını ifade eden görüntülerdir. Kadın dölyatağı yükünü serbest bırakırken rahatlar.

Kalkanın zirvesinde gerçek büyüklükte bir kadın başı vardır; onun yukarısında, üstüne taç yerleştirilmiş, papaya ait, çapraz bir şekilde konulmuş anahtarlar.

Doğum ağrılarının her sıkıntısında, yüz ifadesi değişir. Sahne sol taraftaki ön kaidedeki yüz ile başlar; kadının yüzü önce kasılmayı, sonra, ikinci ve onu takip eden kaidelerde, şiddeti gittikçe artan bir dizi kıvranmayı yansıtır. Aynı
zamanda, kadının saçı gittikçe darmadağınık bir hale alır; gözleri, önce dayanılabilir düzeyde bir acı çekmeyi ifade eder, sonra bitkin bir bakış yüklenir; kapalı olan ağzı önce açılır, sonra doğum sırasında çığlık atar. Zola bu nadir arkeolojik bulgunun farkında olmamalı, yoksa onu Roma çalışmasında kullanmama hatasına düşmezdi. Sanatsal doğalcılığın böylesine haykıran bir örneğininin yanında, yazınsal doğalcılığın ustasını görmek en azından merak uyandırıcı olurdu.

Sükûnet, bir an için, acıların arasında deri göner, fakat yüz hala acı içindedir; sanki uyuşmuş, sersemlemiş gibi- sonra doğum sancıları daha büyük bir şiddetle geri gelir; suratı tekrar kasılır, kadın dehşete düşmüş gibidir. . . .

Sonunda doğum gerçekleşir: karnının şişkinliği iner ve kadının başı yok olur, değişmeyen papalık nişanları altında gülümseyen, kıvırcık saçlı, melek gibi bir bebeğin başına yer açmak için. . . .

Ama hepsi bu değil. Papalığa ait kalkanın alt kısmında, . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . (Foto 3)
sanatçının, hamile bir kadının heykel gövdesi biçiminde
oyduğu bir satyr başı bulunur; bu başın alt bölümü, kadın üreme organlarının dış bölümünü temsil eder. Bu anatomik ayrıntılar tam ve eksiksizdir, ve doğum aşamalarından geçtikçe farkedilebilir değişimler geçirirler.
(Witkowski, L’Art profane, 1.Cilt, sayfa 255-6)

Bu noktada, Witkowski’nin, süslemenin alt bölümüne ilişkin ayrıntılı betimlemelerini kesip, onun kaba yorumları yerine, E. Curatolo’nun söylediklerine kulak verelim. Curatolo bütün resmin son derece şaşırtıcı resimsel doğruluğu ile ilgilenir- inceliklerini belki de sadece bir jinekoloğun deneyimli
gözleri taktir edebilir! Ayrıca Curatolo’nun söyledikleri, bütün hikayenin kamuoyunca çok az bilindiği gerçeğinin bir açıklamasıdır.

Belki de kitabın başlığı, Roma’yı süsleyen 17.yy.’a ait büyük şaheserleri bilmelerine rağmen, bu hünerli sanatçının, kadındoğum bilimiyle ilgili bazı bilgilere sahip olanlara gösterdiği en orijinal yapılarından habersiz olanların hayranlığından çıkacaktır.

Bernini’nin Vatican bazilikasında bulunan orijinal yapısını bilen gerçekte çok az kişi vardır. Pek çok insan, mimarlık ve güzel sanatların en seçkin kimi sevdalıları da dahil, bundan
habersizdir; kısmen bu yapının büyük sanat eserinin- . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . (Foto 4)
St Peter’in saçağı- önemsiz bir ayrıntısı olması, kısmen de
kavramsallığının kadındoğumcular hariç tam olarak anlaşılamaması nedeniyle.
(Curatolo, El Arte)

Aynı anatomik kesinlik Dellhore’nın yaptığı satyr başı çizimleriyle de onaylanır.

Tüm bunlar ne ile ilgilidir? Katolikliğin Roma’daki en kutsal yerinde, Papa’nın burnun dibine yerleştirilmiş Barberini ailesine ait sekiz arma rölyefi boyunca, Barberini Papalığına karşı yapılmış açık saldırıyı içeren bu anıtsal parçayı kullanarak alay etme fikri nereden geliyor? St Peter’in yüksek altarına ait saçağı temel alan bu montaj düzeninde, doğum yapan bir kadının mermerden yapılmış temsilinde gizli olan sır nedir?

Katolizmin gayretli savunucuları, şüphesiz, hemen bu ‘sembolün’ açıklayıcı bir yorumunu ele alırlar. Bu tür yaklaşımlardan bir tanesi Witkowski tarafından ileri sürülür. Bu yorum, yazarın yukarıda bahsettiğimiz gözlemlerinin 1903’de Fransa’da ilk defa yayımlanmasından hemen sonra ortaya çıkar. Onun kalemi, gerçekte, sadece bu yaklaşım çizgisini kopyalama becerisine sahiptir. Bunlar, mürekkebin kağıt üzerine kendinden emin bir şekilde akıtılarak ve bulaştırılarak yazılan yapay duygulardı:

Papalığı, Tanrı aşkına büyük acılar içinde canları doğuran bir kadınla karşılaştırırsak; bu bazen, tıpkı kilisenin çoğunluğu gibi bir papa için de tamamen ıstırap çektiren bir hamilelik ve bir doğumdur. Papanın ve Kilisenin, İncil’e uygun olarak, zarafetin çocuğunu dünyaya getirebilmek için tahammül edemediği hoşnutsuzluklar, mücadeleler ve acılar! . . .

Kilise bir annedir- annenin durmadan onayladığı gizli bir metafor; Papa Onu dünyada canlandırdığından ve kişileştirdiğinden beri, sanatçının Onu bir kadın olarak kişileştirmesi ve papalılık nişanlarıyla giydirmesi gerektiği neden bir sürpriz olsun ki?
(Witkowski, L’Art profane, sayfa 262)

Fakat yaygın olan bir efsane, öykünün çok farklı bir açıklamasını saklamaktadır. Bu açıklamayı, Dr. P. Nouyr’in kaydettiği şekilde, Lamberto Lelli’nin konuşmalarından aktarıyorum:

Urban, Büyük mimar [Bernini] tarafından yapılan saçağı hizmete sokarken, Papa’nın bir erkek yeğeni, belki Taddeo- ki daha sonra kardinal, sonra Kilisenin başkumandanı ve Palatina Prensi olacaktır, Bernini’nin öğrencilerinden birinin kız kardeşine aşık olur ve onu hamile bırakır.

Bu talihsizlik sonucunda, kızın abisi, bu durumu bir evlilikle sonuçlandırması ve papa ile arasına girmesi için ustasına yalvarmaktan başka bir çözüm düşünemez.

Bernini, İsa’nın çocukları arasında toplumsal sınıf farklılıklarının hakim olmaması gerektiğine kendinden emin ve içten bir şekilde inandığından dolayı, adalet istemek için papaya gider.

Urban yalnızca bu isteği ret ermez, kaba önermesinden dolayı sanatçıyı azarlar: ‘Bernini,’ der Papa, ‘nasıl böyle bir düşünceye sahip olabilirsin? Papa’nın yeğeni bir duvarcının kız kardeşiyle evleniyor! Bunu bir daha dile getirmemelisin ve bu kadını kuzenimi ayartmaktan alıkoymalısın.’

Sanatçı, öfkelenmiş ve hakarete uğramış bir halde çalışmasına geri döner. Mutsuz annenin acılarına tanık olduğu ve yeni doğmuş küçüğün ağlamalarını duyduğu zaman şu kutsal yemini eder: ‘ Papa kendi kanından olanı tanımayı ret etti- kendi ailesinin bir mensubunun çocuğu! Çok iyi. Geri kalan hayatı boyunca, kitlelere seslendiği altarın yakınında, İsa’nın dünyasına daldığı kilisenin ortasında, gözlerinin hemen altında masum kurbanları bulunacak: anne ve çocuk, ve hatta şehit olmalarının gerçek tarihi’

Se non évero, é ben trovato [doğru olmayabilir, ama iyi bir öykü], birisinin anlatabileceği renkli bir anektot. Fakat, öykünün eleştirel doğruluğuna ve gerçeğe benzerliğine son verebilecek bir ayrıntı daha bulunmaktadır. Profesör Curatolo şöyle yazar:

Fakat dahası var. Bir dakikalık bir incelemeyle, doğum yapan kadının taklit edildiği sekansla başlayan heykellerin ilkindeki Papalık tacında, küçük bir çocuk yüzünün olduğunu (altıncı kalkanın üst kısmına oyulmuş büyük yüzle karıştırılmamalı) ve bu yüzün diğer yedi taçta bulunmadığını fark ederiz.

Bu bebeğin başı, Şekil 12’de gösterildiği gibi yerleştirilmiş olup, Profesör Curatolo tarafından yorumlanmaz. Witkowski’nin bakışı ise yanlıştır. Onları, kadın başının minyatür biçimindeki bir versiyonu olarak yorumlar.16 Tacın altındaki yazılar, bir bölüm başlığı gibi ya da papalık tacı ile süslenmiş, ailenin yeni evladının doğumu ilgili bir kitabe gibi bir şey olarak okunabilir.

Dellhore daha ince bir yorumu tercih eder:

Bu açıklama mantıklıdır ve taşlamanın kendi yorumunu sunar.

Annenin başı yerine yeni doğmuş küçüğün başını taşıyan son kalkanı oyduktan sonra, Bernini bunun küçük bir minyatüre kopyasını çıkardı; bu kopyayı ise üst kısımdaki papalık tacına yerleştirdi, tam da doğmakta olan Barberini ailesinin mantıksal olarak olması gereken yere.

Papa- erkek kuzeninin adına- ailesinin bir evladını ret etti, ve büyük heykeltraş, adalet ve ahlak dersi verme görevini üstlenerek, gayrı meşru çocuğun başını papalık tacına, tam da olmayı hak ettiği yere yerleştirdi.
(Dellhore, La lglesia Católica, sayfa 357)


Bu bebeğin öyküsünün farklı yorumları ister doğru ister yanlış olsun, şu bir gerçek ki, yukarıdaki anekdot, öykünün onlara yüklediği tarihsel kişiliklerin karakterleriyle önemli ölçüde uyum içindedir.

Bu kesinlikle Urban VIII ve Barberini ailesine denk gelmektedir. Pasquino’nun cümleleriyle ölümsüzleşen, sonsuza dek onlara bağlanmış popüler bir söylemle: Quod non fecerunt barbari, fecerunt Barberini [‘Barbarların yapmadığını bizim Barberiler yaptı’]

Alaylı şaka ya da vecize anlamı taşıyan Pasquinade kelimesini Pasquino’dan aldık. Okuyucuya onun ünlü hiciv ve alaylarından bazılarını anımsatmak ilginç olabilir. Bunlar papalık tiranlığı yılları boyunca canlı kaldı. Tiranlığı protesto etmek için çıkan en zehirli ve hicivli sesti onunkisi.

Pasquino kimdi? Daha doğrusu, papalığa yönelmiş alaycı şakaların çoğundan sorumlu olan Pasquino ve Marforia kimdi? Pasquino et Morforio, les bouches de marbre de Rome, trduits et publiés pour la premiére fois par Marie Laffont (Paris, 1877) adlı kitapta, Pasquino ile ilgili olarak Castelvetro’nun Ragione d’alcune cose’sinde aktardığı şu anlatıları okuruz. Pasquino ilgili bu olaylar 16.yy’da geçer:

'Ben çocukken,’ dedi Ferrare’nin yaşlı adamı, akıllı ve bilgili Tibaldeo, ‘Usta Pasquino adında ünlü bir terzi yaşardı. Dükkanı Parione kasabasındaydı. Şehrin çok sayıda zanaatçısının elbiselerini dikerdi- yalnızca onlarınkini değil, o ve çırakları Papa’yı, kardinalleri, Apostolic Curia’nın diğer piskopozlarını ve monsenyörlerini de giydirirlerdi. Onun alaycı ve kırıcı şakalarını küçümseyen bu kişiler, ki bu onların sıradan insanları hor görmeleriydi, bunlardan dolayı incindiklerini göstermenin saygınlıklarına yakışmadığını hissederlerdi. Bu gururlu hoşgörü sadece teşvik edici olurdu. Eğer her hangi birisi, güçlü insanların yaşam biçimini ve yaptıklarını eleştiren kötü niyetli bir söz uydurmaya cesaret ederse, kendini bu kişinin gözüpekliliğinin sonuçlarından korumak için, Pasquino’nun ve onun çıraklarının kötü şöhretinin arkasına sığınır ve bu vecizeyi onlara atfederdi. Gel zaman git zaman, Roma sarayının mensupları ve papazlar hakkında söylenmiş her kötü sözden Pasquino’nu sorumlu tutmak gelenek haline geldi.

‘Şimdi anlatacaklarım onun ölümünden sonra oldu. Parione’deki bir caddeyi tamir etmek için kazan bir işçi, biraz bozuk, eski bir mermer gladyatör büstünü terzi dükkanının karşısına yerleştirdiğinden dolayı yaya kaldırımını tıkamıştı. Bu büstü orada görenler, ona Usta Pasquino adını verdiler ve her muzip beyanı ya da taşlamayı bu büste atfetmeye devam ettiler. Cezalandırılmaktan muaf olmayı garantilediği için, Pasquino, bu olaydan sonra Papaları cezalandırma aracı oldu.’
(Laffont, Pasquino et Morforio, sayfa 7)

Marie Laffont bizim için önemli olmayan birkaç ayrıntıya daha yer verir. Fioravanti ve Martinelli’nin Rome ricercata’sını aktarırken, ‘Morforio’nun aslını, diğer bouche de marbre’yı [mermerin ağzı] anlatır: eski Mars forumunun yıkıntıları altında bulunan bir büst- Martris forum, ya da bozulmuş biçimiyle Mars fori, sonra Morforio.

Pasquino takma adı verilen büst, Palazzo Orsini’nin köşesine konduğundan beri bir çeşit gazete olmuştur:

Capi Rioni ya da kasaba memurları duyuruları asmak için şehrin merkezindeki bu büstü kullandılar; afiş yapıştıran kimselerin kullanmasına müsait olan bir ana yol üzerindeydi. Büstün eteğine, şehirle ilgili duyurular ve yönetmelikler yapıştırmaya başladılar; zamanla, kilise de resmi evlilik ilanları, papaya ait ilanları ve ceza aflarını teşhir etmek için kullandı burayı. Ancak bu durum, hoşnut olmayanları, protestolarını ve taşlamalarını içeren yazıları gece olduğunda gizlice büste eklemeye tahrik etti.

Pasquino’yu canlandıran bu hikayenin kabul edilmesiyle Morforio’ya kadar genişletilmesi bir oldu. Morforio, Pasquino’nun kuzeni, en sıkı arkadaşı ve tartıştığı kimse yapıldı; bozulmuş bu iki büst, özgürlüğün ve Roma’nın kederli ama dokunaklı sembolleriydi artık; birbirleriyle konuşup yanıt verebiliyorlardı ve ölümsüz diyalogları kötülüklerin ve keyfi yönetimin cezalandırılmasının daimi aracıydı. . . . Onlara teşekkür etmeliyiz; şimdi bu talihsiz şehrin sakinlerinin gerçekte ne düşündüğünü biliyoruz- bir şehir ki, zafer ve şanın on iki yüzyılının kefareti altında, polis casuslarının ve cellatlarının boğucu elleriyle beş asırdan beri susturulmuştu. . . .

Bu hicivlerin ve taşlamaların çoğu anonimdir. Fakat onlara hayat veren güçlü ilham kaynağında, bu kadar bol olmalarında ve ince ironilerinin zarafetinde- aynı anda, insanın kafasını karıştıran, acımasız, alaya alan - antik ruhu ve Roma dehasını fark edebiliriz. (İbid., sayfa 12-14)

Moreri, Grand dictionnaire historique ou le mélange curieux de l’histoire sacrée et profane (1759) adlı çalışmasında, şaşkınlığını dile getir: ‘otoritelerin insanların ağızlarını nasıl kapatacaklarını çok iyi bildikleri bir şehirde, bir parça mermeri susturabilecek gizli gücü henüz bulamamış olmaları hayret vericidir’.

Ancak bunu gerçekleştirmeye yönelik girişimler oldu: M. A. Gazeau, Les Bouffon adlı kitabında (Paris, 1882), Roma’daki Pasquino büstünün bir resmini gösterir (sayfa 181), ama aslında onun bir terzi olmadığını, ayakkabıcı olduğunu iddia eder ve ‘mermer dudakları’ susturmaya yönelik girişimler hakkında şunları yazar:

Pek çok papa, bu dizginlenemeyen küfürlü hicivleri başarısız bir şekilde baskı altına almaya çalıştı; o zamanlar bunlar iftira içeren hakaretlere dönüşerek yozlaşmıştı. Diğerlerinin içinde Adrian VI (1522-3), hırsa dönüşen cimriliği nedeniyle güçlü bir şekilde saldırıya uğramış, oda büstün yerinden sökülüp Tiber’e atılmasına karar vermişti. Suda boğarak Pasquino’dan kurtulmuş olunamayacağı, bunun Pontine bataklıklarındaki kurbağalardan daha fazla gürültülü çıkaracağı kendisine hatırlatılarak kararından döndürülebildi. Adrian VI, bu planı uygulamaya koymayacak kadar güçlü bir sezgiye sahipti.

Papa Adrian aynı zamanda Romalıların çok fazla nefret ettikleri bir kişiydi; öyle ki, ölümünden bir gün sonra halk onun en büyük düşmanının evinin dışında toplandı ve evin girişini ‘Roma halkının kurtarıcısına’ yazısıyla süslediler.

Bunlardan ayrı olarak, Pasquino’nun Papa Urban VIII’e yönelik saldırıların sayısı oldukça fazladır; Laffont bunların tümünü anlatmaktadır. Hedefdekiler Papa, onun ailesi, ve özellikle erkek kuzeni. Pasquino Don Taddeo’nun, ki bu adam çardağın kaidelerinde anlatılan ‘işlerinden’ dolayı suçlu olan kişidir, hadım edilmesini önerir: ‘Castrate Francesco, Antonio ve Don Taddeo Il grosso e idioto Pasquino broşüründe bulunabilir. Ona Alms’ı soran Beggar’a Pasquino‘nun Cevabı adlı diğer bir broşüründe, Papa’nın hırsını şiddetle cezalandırır:

Ohimé, Io no ho quattrino
Yutto ’l mio é da Barberino!
[Yazık, çeyrek peniğim yok;
Sahip olduğum her şey Barberino’da!]

Pasquino e le api [Pasquino ve Arılar] adlı kafiyeli cümlelerle yazılmış bir broşürde Arılara, Barberini ailesinin hanedanlık amblemine saldırılır:

Armalarında taşıdıkları o arıların ismiyle tanınan Papa’ya ve onun kuzenine:

Pasquino: Sahi arılar, canının istediği kadar nektar toplamak için cennetten Roma topraklarına kovuldunuz, göster bana şimdi balmumunu ve izin ver tadayım yaptığınız tatlı balı.

Arılar: Ne kadar açgözlüsün! Barbarca yaptığın savaş ve benim için yeryüzünde döktüğün kan- bunlardır senin balmumun ve balın.

Pasquino’nun kendisi her yönüyle papa-karşıtı olsaydı, Katolikler ismini broşür yayınlama amaçları için kullanırlardı. Örneğin, Kalvinist’lere saldıran Katoliklerce yazılmış daha az keskin olmayan bazı broşürler vardır; Passevent Parisien respondant à Pasquin Romain. De la vie de ceux qui sont allez demeurer à Genéve et se disent vivre selon la réformation de l’évangile: faict en forme de Dialogue (Paris, 1556) genel başlığı altında toplanmıştır. Bunlar Pasquino ve Passevent arasında geçen diyaloglar biçiminde yazılmıştı ve her şekilde Kalvinistlere saldırıyordu. ‘Les gros paillardz de leur Eglise, comme Calvin, Favel et Viret’.

Aynı şekilde Bernini’ye düşüncelerinin kapsamı ve onları uygulaması açısından engel olunmamıştır. Bir yandan hicivlerindeki cesaret, diğer yandan, içinde, sarakasının17 okunu atmaktan korkmadığı St Peter’sin ana yapısı, her ikisi de bu insanın tipik özelliğidir. Şimdi, St Teresa’nın mistik coşkunluğunun resmini yapma kisvesi altında (yine bir kilisenin, bu defa Santa Maria delle Vittorie kilisesinin18 en kutsal yerinde) Bernini’nin, kendi gerçekliği içinde şaşırtıcı olmayan şiddetli bir histeriğin orgazm halini ve onun kendinden geçişini nasıl resmettiğini anımsatmamız gerekir (Foto 5). Bu muzip bir şakaydı ve Papa’yı hedef alıyordu. Aynı Papa, 9 yıl sonra, müstehcen , şehvetli ve açık saçık
olan tüm resimlerin Hıristiyan evlerinden uzaklaştırılması
için bir yönetmelik yayımladı. Bu iki eşkıya arasında varolan arkadaşlıktan dolayı, St Teresa’nın büstü aynı zamanda büyük bir sanatçı da olan birinin- Bernini’nin- karakterine uygundu. Şunu unutmamalıyız ki bu ikili, Roma
Panteon’unun revağından ‘yüz seksen altı bin paund değerindeki bronzların ’(Larousse, Grand dictionnaire universel) yıkıcı talanından beraberce sorumludur. ‘Urban, Peter’i giydirmek için Flavian’ı soydu’. Pasquino’nun hazır ve nazır şakacı yorumuydu bu. Belki de bu, Urban’nın hedef aldığı ve kışkırttığı Bernini’nin, iki Rönesans çan kulesiyle Agrippa Panteon’un şeklini bozmasının ‘karşılığıydı.’ Nasıl düşünülürse düşünülsün, ‘Bernini’nin eşek kulakları’ takma
adını tamamen korudular. Daha sonra, sanatsal zevk egemen - - - - - - - - -. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .(Foto 5)
oldu, ve bu iki ‘dovecotes (güvercinlik)’ artık yok oldu; ama
1725’lerde, o yıllarda yapılmış mimari çizimlerin albümlerinde görülebileceği gibi onlar hala yerlerindeydiler. Fakat tarih Urban VIII’un başına daha kötü bir çift eşek kulağı yerleştirdi: bilmesinlercilik (obscurantism) ve zulmün çift taraflı mengenesi. İnsanlık 1633’ü, St Peter’deki yüksek altarın üzerindeki çardağın yapım yılını hiçbir zaman unutmayacak. Çünkü onun yapıldığı yıl Roma tarihinin ve papalığın en utanç verici zamanlarıdır: aynı yıl- 22 Ocak 1633’de-, ‘Engizisyon mahkumu’, Galileo Galilei zorla ve alenen sözünden döndü; onun ‘Copernik’in kabul olunmuş doktrinlere karşı geliştirdiği öğretileri’ni ret etmesi sağlandı!

Şu sorunun sorulması doğaldır: Nasıl oldu da kimse Bernini’nin muzip eşek şakasını fark etmedi? Nasıl oldu da yıllarca, burnunun dibinde, tüm Barberini klanına yöneltilmiş bu mermer taşlama varken Papa Urban VIII ayin yaptı? Ayrıca masal, bir takım söylentilerin ve şüphelerin ortaya çıktığı gerçeğini ima etmektedir. Bu bağlamda, Papa’ya Bernini’niyi bu düzenlemeyle ilgili sorgulaması gerektiği söylendi. P. Noury bunu şöyle anlatır:

Papa Urban VIII ondan eserini açıklamasını istediğinde Bernini belirsizce yanıt verdi: ‘Bu çalışma ailenizle ilgilidir’. Papa sanatçının Barberini ailesinin armaları kastettiğini sanır, fakat sanatçının kafasında bu cümlenin farklı bir anlamı vardı.

Armalar dokunulmadan kaldı.

Bu ima fark edilmemiş olarak kaldığı ölçüde, süs amaçlı bu armaların tahrip edilmemiş olarak korunduğu şahitlerce tespit edilir; Örneğin Dr. H. Vigouroux Dr. Witkowski’ye, Roma’daki kardeşi The Abbé Vigouroux’un kendisine bu konuda gönderdiği bir mektuptan bahseder:

Chronique médicale’de yayımlanan çizimler tamamiyle doğru, ancak bu armalı kalkanlarda insanın gördüklerini kavrayabilmesi için bir doktor olması gerekir. Ben onları hep fark ettim, çünkü St Poul ve St Peter’un mezarının hemen yanına, yerden yaklaşık bir metre yüksekliğe yerleştirilmiş. Herkes onları görebiliyor; ama önceden uyarılmadıkça kimsenin bir şeyden şüphelenmeyeceği kesin. Oraya gittiğimde, erkekler ve kadınlar yakında yapılan ayin müziğini (Mass)19 duymak için bu armalı kalkanlara yaslanıyorlardı, ve onların içinde birilerine ait armalardan daha fazla bir şey görmüyorlardı.

Roma dergisi L’Asino, Chronique médicale’de yayımlanan materyali ele geçirip bu talihsiz kalkanlar konusunda insanların gözlerini açana kadar hiç bir şeyin farkına varmayan bu erkeklerin ve kadınların nasıl davrandığını, 1903 yılı boyunca haftalık yayımlanan bu dergide basılan birkaç başlıktan çıkartabiliriz:

Bernini Heykellerinin Öneminin Açığa Vurulmasının Sonuçları . . .
St Peter Katedrali’ne Yapılan Geçersiz Hac Ziyaretine Tüm Dünyadan Meraklı Ziyaretçilerin İnanılmaz Akını .
Hıristiyanlık’ın Önemli Bazilikası20 Komedi Tiyatrosuna döndü . . .
Gösteriler, Kargaşa, Şiddet . . .
Vatikan’ın Aldığı Önlemler
Roma Curia (papaz hükümeti)’sı Bernini’nin Oyduğu Armalı Kalkanları Görüşme Eğiliminde . . .

Bu kasırga ve karışıklıkların neden daha önce ortaya çıkmadığı, Bernini’nin hicvinin kendi bütünlüğündeki sırrının neden daha sonra açığa vurulmadığı bilmecesini çözmek istiyorsak, cevabı papalarda, St Peter’de, Noury ve Witkowsky’de aramamız boşunadır; ne de Roma Curia’nın bu Barberini ailesinin bahtı kara armalı kalkanlarını hiçbir zaman açıkça gizlemedikleri o saçağın altında.

Bilmecenin cevabı önemli ölçüde şu gerçekte yatar: resmin tamamı, montaja dayalı ifadenin gerçek ‘imgesi’, sadece, bir birini izleyen ‘film karelerinin’ ardışık olarak yan yana konulmasıyla ortaya çıkmaktadır. Kalkanlar kendi başına bir anlam ifade etmezler. Tek tek ve ayrı olarak baktığımızda her biri dilsizdir. Ama sekizi bir araya geldiğinde, ve St Peter’sin kabri ve bir tüm bazilika ile birlikte ele aldındığında bu düzenleme, asırların içinden papalık tacının altında gizlenmiş yağmacılara ve eşkıyalara karşı çınlamaktadır.

Görüntüler, görüntülerin farklı aşamaları ve onları oluşturan unsurlar kendi içlerinde masum ve okunmaz haldedirler. Asıl darbe, bu unsurlar ardışık bir görüntü içinde yan yana getirildiği zaman indirilir. Kalkanların sütunların çevresine, sağ açıya ve birbirinden altı metre uzaklığa yerleştirilmesi- daha doğrusu ‘teşhir edilmesi’-, koskocaman dörtkenarlı çardağın bütün çevresinde dolaşmak ve belirli bir köşeden (sol taraftaki ön direk) başlamak gerekliliği, bu sekiz montaj dizisinin kurnacza yapılmış ayırımını hazırlayan faktörlerdir. Öyle bir yöntem ki onunla, Katolikliğin can evinde, en zehirli hiciv, yüzyıllarca şifrelenmiş biçimde kalmayı becerdi.

Bu hicvin parçalarını birbirinden ayırmak, ardışık olarak yan yana konulduklarında ortaya çıkaracakları görüntüyü gizlemenin en iyi aracıdır.

Benzer bir örneği anımsatmaya çalışalım. Aslında de bu örnek, Avrupa kıtasının diğer kıyısında, hemen hemen üç yüz yıl sonra, ve tamamıyla farklı bir sınıf bağlamında ortaya çıkar. O her yerde, sansürün, mesela 1905’deki çarlık hükümetinden daha az kemirici olmayan bir sansürün uyanıklığından kaçınmanın bir aracıydı. Her iki durumda sansürcüyü aldatabilmenin yöntemi aynıydı. Her iki durumda temel ilke, ancak ardışık olarak yan yana koyma biçimindeki montaj tekniğiyle anlam kazanacak görüntülerinin ayrı ayrı gösterilmesiydi. Bu örnekteki araç oyulmuş mermer değildi ve yüzyıllar boyu sürmesi için tasarlanmamıştı; hicivli bir derginin sayfaları üzerindeki çizerin mürekkebiydi. Bunlardan biri, açık, ileri derecede bir korumanın kalabalık okları gibi, düşmana doğru yağdırılıyordu, otokrasiyi yıkmaya yönelik hareketin ilk dalgası olarak büyük ve yaygın bir kabarmaya eşlik ederek.

Bunu, bir kalabalığın askeri güçlerce dağıtılması türünden olaylara her hangi bir imada bulunulmasının kesinlikle yasak olduğu 1905’de etkin olan yaşlı bir gazetecinin hatıralarına dayanarak aktarıyorum. Böyle bir sahne bir dergide nasıl iletilebilirdi? Yasağın etrafını dolaşıp geçen bir yol bulundu: alakasız iki resim çizildi. Bir tanesi- kusursuz bir sinematografik kare!- uygun adım yürüyüş yapan bir dizi asker ayaklarını gösteriyordu; diğeri ise düzensiz bir şekilde gerileyen sivillerin karmakarışık ayaklarını. Resimler sansürcüye ayrı ayrı ve farklı günlerde gösterildi. Sansürcü bu süslemelerin geçmesinde bir mahsur görmedi; resimlerin tek başlarına fazla bir önemi yoktu ve kendi içlerinde zararsızdılar. Fakat bu resimler derginin sayfalarında, tek bir görüntünün, birden canlanıp harekete geçen bir kalabalığın dağıtılma görüntüsü içinde kaynaşacak şekilde yerleştirildiler. Sansürcü aldatılıyordu. Üstü kapalı anlatım hedefine ulaşmıştı. Bu fark edilince derginin dağıtımı durduruldu ama çok geç kalınmıştı. Sansürcünün ismi Savekov idi; magazinin adı ise Zritel’[Seyirci].

Shebuyev’in dergisi Pulemët [Makine-Silah] bu tür montajı, derginin maskelenmesinin gerekli bir parçası olarak ortaya koydu. Pek çok sayısında ön ve arka kapaklar bu montaj görevini yerine getiriyordu. Resmettikleri şeşlerin ve onların grafiksel anlamları, önemli ölçüde, ilk ve son sayfanın yan yana konulmasıyla açığa vuruluyordu.

3. Sayının kapağında ‘bir Rus deniz eri’, ‘Rusya’nın özgürlüğü denizde doğdu’ başlığıyla birlikte gösteriliyordu. Arka kapakta ‘God-fearing savaşçıları’ başlığı vardı ve sinirlendirilmiş Kazaklar’ın dörtnala giden bir müfrezesi gösteriliyordu. İkisinin yan ayna konulmasının ne anlama geldiği açıktır. 4. Sayının kapağı Baba Gapon’u gösteriyordu, arkasında tipik Rus suratlarınadan oluşan kalabalıkla birlikte. Başlık şöyleydi: ‘Beni İzleyin’. Arka kapakta da aynı başlık vardı: ‘Beni İzleyin’, fakat üstündeki resim bir protestodan topallayarak uzaklaşan yaralı insan kalabalığını gösteriyordu . . .vb.

Zritel’de, zihinde resimleri yan yana koyma açısından daha karmaşık olan bir yöntemin ‘montajlarını’ kullandı. Örneğin bir çizim yirmi beş karanlık figür gösteriyordu, onların arasından II. Nicholas’ı, III.Alexander’ı, pek çok grandükü, Kronstadt’ın Papaz John’unu ve pek çok bakanı tanımak oldukça kolaydı. Başlı şuydu: ‘25 siluet’, onu bir çarpı işareti izliyordu ve sonra ‘4’ rakamı. Çizimler sansürden geçti, ne olduğu fark edilemedi: dörtle çarpılmış yirmi beş karanlık figür yüz karanlık figür ediyordu, bir ‘Karanlık Yüz’. Ondan sonra ‘Karanlık Yüz’ ifadesi genel bir kullanım kazandı, kullanılması kesin olarak yasaklanmasına rağmen.

İç mimariyle ilgilenilseydi, mimarlık tarihi içinde daha ‘doğrudan’ örnekler gösterilebilirdi. Faaliyet alanlarını ve önemlerini aşama aşama ortaya koyan Hagia Sophia’daki yükselen yer altı mezarlarının sistemleri, ya da montaj dizilerinin hesaplanmış büyüsünü çoğu kere kendimce taktir ettiğim Chartres Katedrali’ndeki kemer altları ve kemerli yapının birbirini karşılıklı etkilemesi.

Bu örnekler montaj tekniğini mimarlıkla birleştirmekle kalmaz; montaj içinde mise en cadre ve mise en scéne arasındaki daha yakın, daha acil bağın canlı bir şekilde altını da çizer. Köşe taşlarından biridir bu, onsuz ne yerküre anlayışı olabilirdi ne de montaj sanatının daha planlı ve tutarlı öğretisi.





DİPNOTLAR

1. Eisenstein’in bahsettiği bu çizim bulunamamıştır.

2. Şimdi Moskova’nın kuzey doğu banliyösünde bulunan Kolomenskoye, 1952’de Eski Rusya’nın büyük Prenslerinin yazlık ikametkahı oldu. Burada gönderme yapılan ahşap sarayın yapımına 1667’de başlandı ama Büyük Catherine’nin emriyle yıkıldı. Kolomenskoye şimdi Rus mimarisinin açık hava müzesi haline getirilmiştir.

3. Bu resim de bulunamamıştır.

4. David D. Burlyuk (1882-1967), Rus sanatçı, şair, eleştirmen ve Fütürismin kurucularından. 1918’de Rusya’dan göç etti.

5.
Robert Delaunay (1885-1941), özellikle renk ve devinim arasındaki ilişkiyle ilgilenen Fransız ressam. Ayrıca sayfa 120’ye bakınız.

6. Fransız mimar ve mühendis Auguste Choisy’a (1841-1909) gönderme yapılmaktadır. Mimarlık Tarihi (Histoire de I’architecture) (1899) adlı eseri, tartıştığı binaların aksonometrik gösterimiyle resimlendirilmiştir.

7. Atina Akropolü'nün bir haritası için (çev.):
http://plato-dialogues.org/tools/acropol.htm

8. Resim konusu olmaya elverişli (çev.)

9. Bu, ‘baş hizasından’ değil de bir açı oluşturarak ya da çapraz bir konumdan yapılan film çekimlerinde denenebilir. (E.)

10. Caryatid: Kadın heykeli şeklinde taş sütunlar (çev.)

11. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yer (çev)

12. St.Peter's Kilisesi fotoğrafları için (çev.):
http://www.qedata.se/e_js_peterskyrkan.htm

13. Altar: üzerinde tanrıya sunulan şeylerin bulunduğu Hıristiyan kiliselerindeki masa veya yüksek yer (çev).

14. Dellhore’nın kitabında bizi ilgilendiren konu bir detay bolluğuyla başlar ve çok miktarda fotoğraf ve çizimle sunulur. Bu tür ayrıntılara ilgi duyan okuyuculara, bizim yalnızca özet bir biçimde anımsatabildiğimiz bu kitabı öneririz. (E.)

Bernini hakkında bilgi almak için (çev.):
http://www.kfki.hu/~arthp/bio/b/bernini/gianlore/biograph.html
http://www.thais.it/scultura/bernini.htm

16. İlk kalkandaki kadının ağzı kapalıdır ve neredeyse gülümsemektedir; ayrıca, yukarısındaki taç, ortasında, şirin bir gülümsemeyle bakan bir kadın yüzü taşıyan tek taçtır. (E.)

17. Saraka: İğneleyici ve küçümseyici söz, dokunaklı alay, acı söz, istihza (çev.).

18. Bu kilisenin ön cephesi (E.)

19. Mass: Katolık kiliselerinde ekmek ve şarabın takdisi ayini; ve bu ayine mahsus müzik (çev.)

20. Basilica: dikdörtgen şeklinde ve iki tarafı sütünlu, tamamı yarım daire şeklinde salondan ibaret kilise vs.; bu üslupla yapılmış katolik kilisesi (çev.)

21. Mahkeme, papaz hükümeti (çev.)

22. Kara Yüzler, devrimci Rusya öncesinde Yahudilere karşı planlı katliamlar yürüten Sami karşıtı terörist gruplardı.