OAmerika'da
yapılan seçimin ertesi günü...
Her şey olduğu gibi devam ediyor.
Oysa işlerin daha da kötüye gideceği belirginleşti, kimse farkında
değil...
Bush aynı Özal gibi, ABD'deki
tüm gericilerin desteğini alarak dört yıllığına yeniden iktidara
geldi. Gericilerden kastedilen ise Hıristiyan dinciler, ırkçı milliyetçiler,
savaş ve ölüm sevicisi rambolar ve bunları çok iyi kullanmasını
bilen sermaye sahipleri, şirket yöneticileri, Wall Street bankerleri...
Ve Halliburton, Northrop Grumman, Lockheed Martin gibi savaşın varlığından
doğrudan kar sağlayan şirketler...
Nasıl olur da Amerikan halkı, savaş yanlısı olmasına
rağmen babasının forsunu kullanıp Vietnam'da savaşa gitmeme iki
yüzlülüğünü göstermiş, 11 Eylül'de uçaklar İkiz Kulelere çarptığında,
şapsallaşıp yerinden bile kalkamamış, Irak'a savaş açmak için ileri
sürdüğü bütün nedenler asılsız çıkmış, 1000'den fazla Amerikan askerinin
ölümüne, 200 milyar dolardan fazla paranın ziyan edilmesine neden
olmuş George W. Bush adındaki bu zeka ve bilgi düzeyi kıt adama
oyunu gözünü kırpmadan vermiş olabilir? Hem de fazlasıyla... Hem
de Demokratik temsilcileri ve senatörleri yerinden atarak... Nasıl
olur?...
Demokrat Parti'nin Acizliği
Demokratlar her seçimde, oy kaybetmemek, hatta
oy kazanmak umuduyla, kendilerini biraz daha Cumhuriyetçilere yaklaştırdılar.
Sağcıları sağcıların oyununda yeneceklerini sandılar. Kerry, "yanlış
anlaşılmasın" diye liberal etiketini bile kabul etmedi. İnsanlar
sağcının gerçeği varken, neden onun kötü bir kopyasına oy versinler
ki? Amerikan Demokrat Partisinin içine düştüğü durumu, Türkiye'de
CHP'nin, tabanı genişletelim derken, taban büsbütün kaybetmesine
benzetmek yanlış mı olur?
Seçim ertesinde Amerika Demokratların neden kaybettiklerini,
bundan sonra ne yapmaları gerektiğini konuşuyor. Tezler genellikle
Demokratların halktan uzaklaştıkları, ahlak gibi konularda halkın
önemli bulduğu konuları gözardı ettikleri düşüncesi etrafında yoğunlaşıyor.
Kerry dincilerin kulaklarına hoş gelen şeyler söyleseymiş, seçimin
sonucu böyle olmazmış. Bunları söyleyenler yalnızca Cumhuriyetçiler
değil; birçok Demokrat da aynı görüşü paylaşıyor. Demokrat Parti'yle
Cumhuriyetçi Parti arasındaki farklılık her geçen gün biraz daha
azalıyor. Demokrat Parti'nin ekonomik ve toplumsal adalet ilkelerinden
uzaklaştığını ve uzaklaştıkça küçüldüğünü belirten Demokrata rastlamak
gün geçtikçe zorlaşıyor. Demokratların halkın yararına yapmak istedikleri
her şey yarım yamalak, yarı gönüllü, halktan kopuk şeyler olduğu
için, Cumhuriyetçiler tarafından daha işin başında engelleniyor.
Sanki iki taraf kuralları belli bir oyun oynuyorlar. Cumhuriyetçilere
para döken sermayedar sınıfı daha az da olsa, Demokratlara da para
yardımında bulunuyor. Yani Demokratlar da düzene gebe. Kerry son
seçimde, Bush kadar olmasa da, Demokrat Parti için rekor düzeylerde
para topladı. Bu kadar parayı sıradan insanlar ve sendikalar vermiş
olamaz. George Soros'un katkıları bile o parayı açıklayamaz. Şirketlerin
ve işadamlarının Demokrat Parti'nin Önseçim Kongresi'nde, milletvekilleri
ve senatörlerine verdikleri, halka ve basına kapalı kokteyller dillere
destan olmuştu. Böyle bir partiden halkın yararına iş beklemek hayalcilik
olur. Halka gerçekleri söyleyen, onun yararını savunan bir partinin
yokluğunda ise ortalık dincilere ve milliyetçilere kalır.
Sermaye, Dinci ve Milliyetçi İttifakı
Seçim propagandalarının dünya ve ülke olaylarına
bakış açısı getirmeyen insanlar üstündeki etkisi yadsınamazdı. Bush
yetersiz bir politikacı olabilir ama onun seçim işlerinden sorumlu
danışmanları Karl Rove ve Karen Hughes için aynı şey söylenemez.
Bu insanlar Amerikan halkını tanıyorlar ve bundan yararlanmayı çok
iyi biliyorlar. Seçim sonrası yapılan incelemelere göre Bush'un
seçilmesinde en önemli etken dincilerin kiliselerde yaptıkları ahlakçılık
propagandası olmuş. Anlaşılan, eşcinsellerin evlilik yapamamasının,
kadınların kürtaj olamamasının ya da biyolojik araştırmalarda embriyo
kullanılamamasının milyonlarca insanın işsizliğinden, Irak savaşıyla
ilgili yalanlardan, ölen askerlerden, harcanan milyarlardan daha
önemli olduğunu Amerikan halkına kabul ettirmişler. Garip olan şey,
insanların gözlerinin bu denli boyanmasının bir Üçüncü Dünya ülkesinde
değil, sanayileşmiş bir ülkede meydana gelmesi. Bush'a oy veren
herkesin Bush'u olduğu gibi, her yanıyla kabul ettiğini söylemek
yanlış olur. Ama anlaşılıyor ki insanların ahlak damarına basabildiğinizde,
eğer cahilse, onlara yaptıramayacağınız şey yok gibidir.
Amerika yalnız gericilerin ağırlıkta olduğu bir
ülke değil, aynı zaman da insan varlığı olarak da geri bir ülke.
Birçok büyük şirket ve onlara sermaye sağlayan zengin adamların
varlığı bu gerçeği değiştirmiyor. Veya bazı teknolojik konularda
ileri düzeyde olması... Amerika’nın insanları geri... Eğitim olarak
geri, duygusal olarak geri, bilgisel olarak geri... Nüfusunun büyük
kısmı kendi kasabalarından ya da eyaletlerinden başka bir yer görmemiş.
Kendileri gibi olmayana kuşkuyla bakıyorlar...
İşte bu düzeyde milyonlarca insan, kiliselerde,
kışlalarda, barlarda bir araya gelip kendileri gibi yetersiz bir
kişiyi dört yıllığına daha başkan yaptılar. 11 Eylül sonrasında
başlayan yoğun anti-terör propagandası altında, bir o kadar daha
insan, onlara katıldı. Örnek vermek gerekirse, 2000 yılında Demokratlara
oy veren bekar anneler kendilerini teröristlerden daha iyi koruyacak
umuduyla bu seçimde Bush'a oy verdiler.
İnsanların Bush'a oy verme nedenlerinin başında
“ahlakın elden gidiyor” olması geliyor. Dincilerin ne pahasına olursa
olsun engellemeye çalıştıkları üç konu var: 1) Eşcinsellerin evlilik
yapabilmesi, 2) hücre araştırmalarında embriyo kullanılması ve 3)
kadınların kürtaj yaptırması. Geçmişte işi kürtaj yapan doktorları
öldürmeye kadar vardırmışlardı. Dinci kesimin önemli bölümünü oluşturan
Katoliklerin ruhani lideri Papa, diğer Avrupa ülkeleriyle birlik
olup, Irak savaşına karsı çıktı. Katolikler, bu yüzden Bush'a karşı
çıkacaklarına, ahlaki düzeni daha iyi koruyacak diye Bush'a oy verdiler.
Irkçı milliyetçi kesim de aradığı her şeyi Bush'ta
buluyor. Bush'un "Irak'a savaş açmak için Birleşmiş Milletler'den
izin almamız gerekmiyor" demesi bile onların Bush kampına dahil
olmasına yeter. Ya da "Avrupa sosyalizminin" dayattığı
Dünya Mahkemesi ve Kyoto Protokolü gibi ABD'nin ekonomik ve askeri
liderliğini hedefleyen uluslararası anlaşmalara dahil olunmaması...
Onlara göre dünya bir yana, 'Amerikan İmparatorluğu'nun çıkarları
bir yana. Birleşmiş Milletler'de ABD'nin bütün saygınlığını yitirmiş
ve soyutlanmış olması milliyetçileri rahatsız etmez. Eğer Amerika'nın
elinde karşı konulamaz bir askeri güç varsa, bu güç imparatorluğun
çıkarları doğrultusunda her fırsatta kullanılmalıdır. ABD'nin Pasifik
Okyanusundaki sömürgelerini saymazsak, Birleşmiş Milletler kararlarında
ABD'nin yanında bir tek İsrail kalmıştır. Tabii İsrail'in yanında
da tek ülke: ABD.
Bush Pentagon'u
Bush'un savaş başlatmaya bu kadar yatkın olması
nereden kaynaklanıyor? Bu soruyu, Amerikan emperyalizminin bütün
dünyayı, hiçbir rekabet tanımadan, kısa yoldan, yani askeri güç
kullanarak, tek başına eline geçirme stratejisiyle yanıtlayabiliriz.
Bu strateji 2002 Eylülü’nde "Ulusal Güvenlik Stratejisi"
başlığıyla bütün dünyaya ilan edilmiştir. Körfez savaşının ertesinde,
ABD ve İngiltere dışında bütün ülkeler Saddam'ın zorla devrilmesine
karşı çıkmışlardı. Saddam Körfez Savaşından sonra uygulanan ambargolara
rağmen yıkılmadı. Saddam, Amerikan ve İngiliz uçaklarının daha sonraki
12 yıl boyunca Irak'ı her gün bombalamasına rağmen yıkılmadı. Doğrusu
bu durum Fransa, Almanya, Rusya, Japonya ve Çin gibi, Amerikan ve
İngiliz rekabetinden uzak, Irak'a silah dışında her şeyi serbestçe
satabilen ülkelerin işine geliyordu. Amerikan ve İngiliz uçaklarının
milyonlarca dolar harcayarak yıktıkları binalar, köprüler ve yollar,
bu ülkelerden ithal edilen araç-gereç ve malzemelerle onarılıyordu.
Var olan durum Amerika tarafından kabul edilecek gibi değildi!
ABD ve İngiltere "Irak'ı ele geçiririz; petrolünü
ucuza kapatırız; Irak'a bütün gereksinimlerini biz satarız; diğerleri
bize bakmakla yetinirler" değerlendirmesinden kalkarak, İspanya,
İtalya ve Polonya gibi Almanya-Fransa gölgesinden sıyrılmak isteyen
bir iki ülkeyi de çeşitli vaatlerle peşlerine takarak yola koyuldular.
Aslına bakılacak olursa, daha İkiz Kulelerin bombalanmasından önce,
Irak'ı işgal planları yapılıyordu. Planlardan birine göre, 20 bin
askerlik bir güçle Bağdat'a saldıracaklar, Saddam'ı yakalayacaklar
ve Irak kısa zamanda ABD ve İngiltere'nin olacaktı. Nitekim İkiz
Kule bombalama olayının hemen ertesinde Rumsfeld ve Pentagon'daki
çevresi, "Irak zayıf, Afganistan yerine Irak'a saldıralım"
tezini ileri sürebildiler. Kitle İmha Silahları gibi bir bahane
zaten oldum olası masada duruyordu. Saddam Filistinli teröristlere
de arka çıkıyordu. Irak'a demokrasi getirmekten daha asil ne olabilirdi
ki? Ayrıca, 12 yıl süreyle bombalanmaktan bunalan Iraklılar, hiç
şüphe yok ki, Amerikan askerlerini kucaklarını açarak karşılayacaklardı.
Ahmet Çelebi gibi bu işlerden anlayan bir Iraklı öyle diyorsa, öyle
olmalıydı.
Cheney, onu Nixon'la tanıştırıp yıldızını parlatan
Rumsfeld ve Rumsfeld'in Pentagon'daki Likut bağlantılı Yahudi uzmanları
(Wolfowitz ve Feith) bu tezleri fazla zorlanmadan Bush'a kabul ettirdiler.
Ama Irak'ı ele geçirmenin ve elde tutmanın diplomatik ve askeri
planları, dünya ve Irak gerçeğini daha yakından bilen Dışişleri
Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve CIA'daki birçok diplomat, general
ve analisti ikna etmeye yetmedi. Pentagon'un hayalci cengaverleri
Körfez ve Afganistan zaferlerinden sonra o kadar sarhoşlaşmışlardı
ki, kimseyi dinleyecek halleri yoktu. Onları dinleyen Bush vardı
ya...
ABD'de Yahudiler kendilerini azınlıktan sayarlar
ve geleneksel olarak azınlıkların partisi sayılan Demokrat Parti'ye
oy verirler. Zaten yapısında Yahudi düşmanı Aryan ırkçılar barındıran
Cumhuriyetçi Parti'den yana oy kullanmaları onlardan beklenmemelidir...
Ama son yıllarda, özellikle Bush'tan sonra, onlar da parti saflarını
değiştirdiler. Bush'un, aynı Likut'un istediği gibi, Batı Şeria'nın
büyük kısmının İsrail tarafından ilhak edilmesine göz yumması, bağımsız
Filistin devleti planlarını rafa kaldırması, Siyonist çevreleri
Bush'a yaklaştırdı. Hele ki bazı Siyonistlere Pentagon'da önemli
yetkiler verilmesi, tutucu Yahudi topluluğunun tepeden tırnağa Bush
yanlısı kesilmesine yetti.
Doğru dürüst kanıt gösteremeden, bütün dünyanın
ayağa kalkmasına, Kuveyt dahil Irak'ın komşularının bile kabul etmemesine
rağmen, uluslararası konvansiyonları çatır çatır çiğneyerek savaşı
başlattılar. Yaşamın gerçekleriyle karşılaşmaları fazla zaman almadı.
Bütün aramalarına rağmen üstüne zehir bulaşmış bir tüp bile bulamadılar.
Şiiler Amerikan askerlerini sanılanın tersine hiç de kollarını açarak
karşılamadılar. Sünniler fazla kayıp vermeden iktidardan çekildiler
ve gerilla savaşı vermeye başladılar. Rumsfeld medyayı Saddam'a
arka çıkmakla suçlayıp, "böyle gerilla savaşı olmaz" dedi.
Zaman onu yalanladı. Lumpenler bütün Irak'ı yağmaladı. Rumsfeld
sevinçten yapıyorlar dedi. O konuda da haksız çıktı. Uğruna 10000'lerce
Iraklının, 1000'den fazla Amerikalı askerin öldürüldüğü petrol alev
oldu, isi bir kara bulut halinde Irak göklerine yayıldı. Şimdilerde
Felluce'ye saldırıp Sünni savaşçıları silip süpüreceklerini iddia
ediyorlar. Ondan sonra işler yoluna girecekmiş. Saddam'ın oğulları
öldürüldükten sonra da aynı şeyleri söylediler. Saddam yakalandıktan
sonra da; savaş 30 Haziran'da "bittikten" sonra da...
Bush'lu Amerika'dan Beklenilen
Bush'un seçimleri kazanması dünyayı neden endişelendirmeli
sorusu, dünyada ve Amerika'da süregelen saldırganlık düzeninin en
iyimser varsayımla bir dört yıl daha süreceği, en kötü varsayımla
bu ölüm ve fakirleşme girdabının şiddetini ve hızını artıracağı
ve hatta küresel felakete yol açacağı öngörüsüyle yanıtlanabilir.
Amerika’nın askeri bütçesi kendinden sonra gelen
20 askeri gücün bütçesinin toplamından daha fazladır. Böyle bir
gücü elinde tutan ve Tanrı'dan aldığı görevle hareket ettiğine inanan
Bush'un yapamayacağı şey yoktur. Amerika'nın atabileceği en tehlikeli
adım, Şeytan Ekseni'ne dahil edilen İran'a saldırmak olacaktır.
Irak'ın içinde bulunduğu karmaşa ABD'yi bugün için böyle bir çılgınlık
yapmaktan alıkoymaktadır. Ama İran'a saldırmak için ekonomik, askeri-stratejik
ve içe-dönük propaganda zemini hazırdır.
Aynı Irak savaşında olduğu gibi, İran'a giden yolun
taşları da Bush'un ideologları tarafından döşenmeye başlanmıştır.
Çoğunluğu Amerikan Girişim Enstitüsü'yle (American Enterprise Institute)
bağlantılı olan makale yazarları (Michael Ledeen, Charles Krauthammer,
George Will, vb.) düzenli aralıklarla İran'ın kontrol altına alınması
gerekliliği üzerine yazılar yazmaktadırlar.
Michael Ledeen'in yazılarına aşağıdaki linkte göz
atabilirsiniz:
http://www.nationalreview.com/ledeen/ledeen-archive.asp
İran'ın hedef alınmasının nedenleri şöylece açıklanabilir...
İran, Irak'tan daha tehlikelidir çünkü atom bombası
üretmek doğrultusunda önemli adımlar atmaktadır. İran, Afganistan,
Irak ve Lübnan'daki teröristlere yardım etmektedir. İran mollaların
yönettiği geri bir ülkedir. İran'a demokrasi götürmek, Şah'ın ve
İranlı öğrenciler tarafından rehin tutulan ABD Tahran elçiliği çalışanlarının
öcünü almak, Amerika'nın boynunun borcudur. Tamamen hayal ürünü
olan Irak masalına inanan Amerikan halkı, içinde gerçeklik payı
olan böyle bir gerekçeler dizisini fazla zorlanmadan kabul edecektir.
İran'a saldırmak askeri-stratejik olarak hem gereklidir
hem de olanaklıdır. Eğer Irak'ta mollalar demokratik olarak başa
gelirlerse, İran'daki mollalarla elele verecekler ve ortaya çıkacak
Şii ittifakı, Suriye ve Lübnan'ı da aralarına alarak ABD'nin Orta-Doğudaki
çıkarlarını, Arabistan ve Ürdün gibi halk desteğinden kopuk rejimlerin
istikrarını ve İsrail'in güvenliğini askeri açıdan tehdit edecektir.
Irak'ta ABD yanlısı bir düzen kurulabilirse, bu düzenin en büyük
düşmanı İran olacaktır. İran, Irak'ta kendine taraftar bulmakta
zorluk çekmeyecektir.
İran; Irak, Afganistan ve Pakistan gibi Amerikan
yanlısı ve hatta Amerikan askerlerinin bizzat bulunduğu ülkelerle
çevrilidir. Irak'ın tersine, Sünni Arap dünyasından kopuk olan İran
birden fazla cephede önemli bir varlık gösteremez. Tahran'a yapılacak
hızlı bir indirmeyle rejimin başı kolayca kesilir.
Asıl önemlisi, İran da Irak gibi petrol üreticisi
bir ülkedir. İran, petrol geliriyle, Amerika ve kendisinin savaş
masraflarını karşılayacak güçtedir. Bugünün İran'ıyla ticaretten
yararlanan yalnızca Avrupa, Japonya, Çin ve Rusya'dır. ABD ve İngiltere
ise bu karlı alışverişin dışında tutulmaktadır.
Amerika'nın İran'a yönelik bu planları inanılması
güç bulunabilir. Irak savaşının borusu öttürülmeye başladığında
da birçokları söylenenleri içi boş tehdit olarak yorumlamıştı. Amerika'nın
başında kendini modern zaman peygamberi sanan ve "seçimlerde
kazandığı sermayeyi" harcamaya niyetli olduğunu açıklayan George
W. Bush gibi bir çılgın olduğu sürece Amerika'dan her şey beklenebilir.