ELİF ŞAFAK VE
MAHREM: ÇOĞULCU BİR ROMAN Tülay
Akkoyun
(Zonguldak Karaelmas Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Fransız Dili ve Edebiyatı)
“Her kafes ardında mütecessis gözler vardır;
denilebilir ki,
kafeslerin her bir deliği baklava biçimi bir casus gözüdür;
binlerce tahta çerçeveli göz mahalleyi bekler.”
Refik Halid ( Üç Nesil-Üç Hayat )
Elif
Şafak’ “Mahrem” isimli yapıtının en başına Refik Halid’den yukarıdaki
alıntıyı yerleştirmiştir. Ardından roman baş kişisi Şişman Kadının
gördüğü bir düşün anlatıldığı, asıl başlangıçtan önceki bölüm gelir.
Şişman Kadın düşünde uçan bir balon görür, rüzgar çıkınca
uçan balon hava kaçırmaya başlar ve roman baş kişisi bu hava kaçırmayı
kusma olarak ifade eder, tıpkı kendisinin de gerçek yaşantısında
yaptığı gibi.
Mahrem başlığı konulduktan sonra bir önceki bölümde
görülen düş tekrar anlatılır ve yazar daha sonraki bölümlerde de
görüleceği gibi kendi yazdıklarını aynı eser içinde cümleler, paragraflar,
sahneler halinde tekrarlamaya başlar. Bu bölümde, ileride sırrını
öğreneceğimiz ve romanın üzerine kurulu olduğu bir, iki, üç sayıları
çok sık tekrarlanmaktadır.
Romanda iki önemli kişilik vardır, cüce olduğunu
öğrendiğimiz cüce adam Be-Ce. Çocukken Cüce-Büce dedikleri için,
zamanla kendisine bu isime benzeyen ve alfabenin ilk iki harfinin
okunuşu olan Be-Ce’yi isim yapar. İsim olarak Kafka’nın K’si gibi
ismi heceye indirgeyerek, bireyin silikleşmesini görürüz bu yapıtta,
roman baş kişisi kadının adı ise hiç geçmez, sadece çok şişman olduğunu
öğreniriz.
Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi devasa bir çadır
kurmaya, değişik kadın tiplerinden bir kumpanya oluşturmaya karar
verir. İlk kadın “Hilkat Garibesi” Samur kızdır. Samur Kızın öyküsünün
anlatılması için 17. a dönülüp, 1648’de yaşanan bir öykü anlatılır.
Altıncı Bölümde İstanbul 1999’a dönülür ve bölüm
başlığının hemen altında, cüce Be-Ce’nin hazırladığı tersten başlayan
Nazar Sözlüğünün “z” harfinden “zahir”in tanımı verilir.
“zahir: Tanrı’nın doksan dokuz isminden biri
olan zahir, gözden saklanmayan demektir.” (sf.73)
Bu açıklama romanın adı “Mahrem” in tam da zıt
anlamlısıdır. İsmi verilmeyen, romanın baş kişisi Şişman Kadın ve
sevgilisi Be-Ce’nin yaşadığı ilişki de mahremdir, zira biri cüce
diğeri şişman bu iki kişi ancak mahremiyet içinde birlikte yaşayabilirler.
“Z” harfiyle başlayan Nazar Sözlüğünden “zaman” tanımlanır, bu kez
geriye işleyen zamanın vurgulandığı kedilerle ilgili bir küçük öykücük
yer alır. “zarf” küçük bir öyküyle tanımlanır sözlükte. “Zayiçe”nin
“zehir”in tanımı verilir, ardından “Zeliha” ismi ile ilgili bir
öykü anlatılır. Be-Ce’nin hazırladığı Nazar Sözlüğü sondan başa
doğru giden bir sözlüktür. “zenne”nin, “zevahir” in tanımları yapılır
(görünüştür zevahir).
Nazar Sözlüğünde “zırh”, “zıtlık”, “zihin”, “zilzâl”,
“zina”, “ziya”, “zorba” ve “zühre”nin tanımları yapılır. Be-Ce her
ne kadar sıralamanın önemsiz olduğunu söylese de Şişman Kadını dinler
ve “A” harfine dönmeye karar verir, bu kez “Adem ile Havva” ve “Aşk”ın
Ay çiçeği” nin öyküleri anlatılır, “ay”ın tanımı yapılır.
Mahrem isimli bu yapıt içerisinde ancak bir çok
kitabı kurcalayarak bulabileceğimiz çok hoş öyküler yer almaktadır.
Nazar Sözlüğü “A” harfinden “ay tutulması”, “ayn-el yakîn” ve “ayna”
ile devam eder.
“B” harfinden “Babil Kulesi”, “Basilisk”, “baykuş”
un öyküleri anlatılır. “Babil Kulesi: İnsanlar Tanrı’yı o kadar çok merak ediyorlarmış
ki, onu görebilmek için arşı delen bir kule yapmaya karar vermişler.
İnşaat tez zamanda yükselmiş. Bütün işçiler uyumla, şevkle çalışmaktaymış.
Ama tam da göğün yedinci katının sınırları zorlanırken, Tanrı her
işçiye ayrı bir dil vermiş. Artık kimse kimseyi anlayamadığı için
inşaat durmuş.
Zira Tanrı görülmek istemiyormuş.” (sf.92)
Bu öykü de romandaki diğer öyküler gibi görmek
ve görülmek üzerine felsefi anlamlar içermektedir. Tanrı mahremiyet
hakkını kullanıp, insanların her birine ayrı dil vererek inşaatı
durdurur. Bu romanda Nazar Sözlüğü içerisinde yer alan tüm öyküler
görmek ve görülmek üzerine olup, kitabın adını ve içeriğini desteklemektedir.
Nazar Sözlüğü’ne gelince, TDK Sözlüğüne göre nazar; bakış bakmak,
anlamına gelmektedir, o halde kitabın içinde geçen Nazar Sözlüğü
de görmek/görülmek ve mahremiyet ile ilintilidir.
“C” harfinden “cadı”, “camera obscura”, “cemal”,
“cennet-cehennem”, “ceviz ağacı”, “cin” ile, “Ç” harfinden “çekirdek”
ile, “D” harfinden kıyamet günü yerden çıkacak olan hayvan anlamına
gelen “Dabbetülarz”, “E” “Ef’î”, “Elsa’nın Gözleri”, , “F” harfinden
“fal”, “Fames”, “fotoğraf albümleri” nin tanımları, küçüklü büyüklü
öyküler yer alır.
“Aç Gözünü” adlı bölümde 1885 Pera’sına geri dönülür.
Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi’nin vişne renkli çadırı gündüz kadınlar
için açıldığı gibi gece de erkekler için açılmaktadır., fakat tek
bir koşulla; hiçbir erkek bu çadıra yalnız gelmemelidir. Vişne rengi
çadırın doğuya bakan kapısının ayın karanlık yüzü olduğu belirtilir
ve bununla ilgili bir de hikaye anlatılır. Bu hikayeden “sevilmemek
de, ağlarken görülmek de, yapayalnız kalma sebebiymiş” gibi
bir ifadeyle yine görmek/görülmek vurgulanır.
Postmodern kurgunun özelliklerinden olan tekrarlar
bu romanda fazlasıyla yer almaktadır. Aşağıdaki alıntıda görüleceği
gibi, bu bölümde aynı tümcelerin tekrarı söz konusudur.
“Gün geldi, altı ablasının altısının da münasip
gördüğü bir kısmet bulundu.” (sf.43)
“Gün geldi, altı ablasının altısının da münasip
gördüğü bir eş bulundu Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi’ye.” (sf.106)
Bir başka paragraf tekrarı 44. sayfadaki bir paragrafın 109. sayfada
tekrarlanmasıdır.
“O kadar uzun zaman olmuştu ki yürümeyeli...”
Sayfa 44’te anlatılan bir kadınla karşılaşma sahnesi
sayfa 109’da bir erkekle karşılaşma sahnesine dönüştürülür. Sayfa
45’teki, bir kadınla Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi arasında geçen
konuşmalar, sayfa 110’da, bir erkekle yapılan konuşmalardır, fakat
yine aynı kelimeler kullanılır. Sayfa 48’deki vişne renkli çadırla
ilgili dört paragraf sayfa 112’de tekrarlanır.
Fransa 1868 adlı bölümde de tekrarlar söz konusudur,
sayfa 114 ve 115’teki iki paragraf sayfa 120 ve 121’de tekrarlanmaktadır.
Bu kez Madame de Marelle isimli bir kadının ve ikiz bebeklerinden
Anabelle’in hikayesi aktarılır. Gezici kumpanya sahibinin Anabelle’e,
La Belle Anabelle adını takıp, ailesinden satın alarak kumpanyaya
dahil etmesi anlatılır.
Pera 1885 adlı bölümde yine Keramet Mumî Keşke
Memiş Efendi’nin çadırına dönülür, bir önceki Pera 1885 isimli bölümün
tekrarıdır bu kez.
İstanbul 1999 isimli bölümde, Nazar sözlüğüne “G”
harfinden kelimelerle devam edilir; “gölge”, “gölge oyunu”, “gözbağı”,
“gözbebeği”, “gözcü”, “gözlük”, “H” harfinden “halüsinasyon”, “harem
ağası”, “hayal”, “hayalbilim”, “hümay” sözcükleri, “İ” harfinden
“iğne deliği”, “J” harfinden “jaluzi”, “Janus”, “K” harfinden “Kalipso”,
“kedi”, “kem göz”, “keşif”, “kimlik”, “komşu kadın”, “korse”, “koza”,
“kör”, “körebe”, “köstebek”, “kurban”, “kurşuna dizilenler”, “kurşun
dökme”, “Kyklop”, “L” harfinden “Lamia”, “M” harfinden “makyaj”,
“masa altı”, “maske”, “mikrop”, “Morpheus”, “mucizevi göz”, “N”
harfinden “nokta”, “O” harfinden “Oryantalizm”, “P” harfinden “Pandora”,
“Pamuk Prenses”, “paravan” kelimelerinin tanımları verilir. Bu bölümde
yine mahremiyetle ilgili bir yorum yapılır.
“sevgililik, mahremiyet kaybı.” (sf.170)
Sobe, İstanbul 1980 isimli bu bölümde Şişman Kadının bilinçaltı
açığa çıkartılarak düğüm çözülür. Vişne rengi ile ilintili olarak,
çocukluğunda vişne ağacından topladığı vişneler, çocukluğundaki
en derin, en acı anıyı depreştirir. Bu bölümde bir çocuk tekerlemesi
alıntılanır, yine tekrarlar görülür.
“Öğleden sonraları zaman, arka bahçede şekerleme
yapardı.” (sf.171)
“O öğleden sonra zaman, arka bahçede şekerleme
yapıyordu.” (sf.175)
“Zamanın her zamanki gibi şekerleme yaptığı
o öğleden sonra.....” (sf.177)
Çocukken, oturdukları evin bahçesindeki vişne ağacından
topladığı vişneleri yedikten sonra, çekirdeklerini yandaki kömürlüğün
çinko damına atıyordu, düşen her çekirdek ses çıkartıyordu, attığı
çekirdeklerle vişne damını çökertmeyi umuyordu küçük kız, zira ses
çıkarıyordu kömürlük, dilini tutamıyordu. Babaanne ise “Çok konuşanın
dili kanar.” diyordu. Kömürlükte bir mahremiyet gizliydi, çirkin
bir mahremiyet.
“kömürkötülükkötükömürlükömür” (sf.174)
Arka arkaya dizilmiş bu kelimeler bilinçaltındaki
kötü bir anının açıklaması gibidir. Şişman kadın çocukken uğradığı
cinsel taciz sonucu, sürekli yemek yemeye başlar, bilinçaltındaki
bu olayı, o olaydan ağzında kalan iğrenç tadı sürekli yiyerek gidermeye
çalışır. O olayın tek görgü tanığı olan, ev sahibi Kıymet Hanım
Teyze’nin kedisi Elsa’yı da, bu nedenle öldürüp ağaca asmıştır.
Aslında, o olay sırasında Elsa’yı önce fark etmez, sadece bir çift
gözün kendisine yapılan tacizi izlediğini hisseder, ünlü Fransız
Şairi Aragon’un Elsa’nın gözleri isimli yapıtına göndermede bulunur,
belki de bu nedenle kedinin ismi Elsa’dır. Kitabın başından beri
sözü edilen vişne rengi, vişne ağacı, vişne lekesi zor çıkan bir
meyve olarak bilinir. Şişman Kadının bilinçaltındaki bu kötü olayı
vişne lekesi gibi uzun süredir taşımaktadır. İşte bu nedenle Şişman
Kadın “Çocukluğun arka bahçesi vişne ekşisi tadındadır.”
(sf.199) ve “Hatırlamak, bayramlık elbiselerde leke bırakır.”
(sf.198)der, bu yüzden “tadına bakanların dişleri kamaşır”(sf.198).
Birden üçe kadar da sayamaz bir daha o küçük kız büyüyüp Şişman
Kadın olduğunda bile.
“Bu yüzden işte, bir türlü sayamıyordu birden
üçe. Bir’i bir kenara kaldırmıştı. İki’yi bir kenara. Ha bire savruluyordu,
toplamlarına varamadıkça.” (sf.119)
İstanbul 1999 isimli bölüme gelince, Nazar Sözlüğü
“P” harfiyle kaldığı yerden devam eder; “pencere”, “perde”, “pervane”,
“portre”, “prizma”, sonra “R” harfinden “rasathane”, “renk körü”,
röntgen, “rüya”, “S” harfinden “saklambaç”, “samur”, “sarık sandalı”,
“Ş” harfinden “şems”, “şişko”, “T” harfinden “taht-ı revan”, “tebdil
gezmek”, “televizyon”, “temaşa”, “theatrum mundi”, “U” harfinden
“ultrason”un tanımları ve bazılarının da küçük öyküleri aktarılır.
Unutulduğu sanılan pek çok anlatı başka bir yapıt
içerisinde yer alarak, ona güncel anlamlar yükler. Yapıtlar özgünlüğünü,
unutulduğu sanılan o eski anlatıların yeniden gündeme getirilmesi,
güncelleştirilmesinden ileri gelir. Elif Şafak’ın “Mahrem” adlı
yapıtında bu eski anlatıların işlevi, insanın gizlerini, içinde
saklı kalmış, bilinç altına itilmiş özlem ve öfkeleri, acıları açığa
çıkarmaktır. Metinlerarası bir düzlemde, yeni bir bütünün yüzeyi
kazındıkça altından, çok eskilere dayanan kimi anlatıların izlerine
rastlanır. Bu eski anlatılar insanın varoluşuna ayna tuttuğundan
çok derin anlamlar içerir, bunları içinde bulunduran yapıt da çok
anlamlı, çok sesli bir yapıya sahiptir.
Bu bölümde Şişman Kadın, Be-Ce’nin gözlerini, tıpkı
Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi’ninkiler gibi tasvir eder; iki kesik
çizgi halinde.
“Çini mürekkebiyle çekilmiş iki incecik; iki
kesik çizgiydi gözleri: acı çikolata karası renginde.” (sf.204)
Be-Ce’nin görünenden çok görünmeyenle ilgilendiğini,
sırf görünmeyene ulaşabilmek için, görüneni deşmekten geri durmadığını,
gözlerden sakınmak yerine gözlerle uğraştığını, gözlerin tacizini
bile bile resim atölyelerinde çıplak pozlar vererek kendini teşhir
edebildiğini, hiçbir şeyi göründüğü gibi kabullenmediğini anlatır.
Görünenden çok görülmeyeni görmek, ötekini görebilmektir, öteki
olan yabancıdır hep, ya da yabancı olan hep ötekidir.. Bu yapıtta
yer alan “hayalbilim” in tanımı da bunu ifade etmektedir.
Şişman Kadın bir tek Be-Ce’nin bakışlarından rahatsız
olmaz. Çok şişman olduğu için gözlerden ırak olması mümkün değildir,
insanların onun cüssesine bakmaktan fırsat bulup gözlerine bile
bakmadıklarının farkındadır. Bu bölümde aslında en başta anlatılması
gereken yere Şişman Kadın ile Be-Ce’nin tanışmalarına dönülür, cüceler
ve kitabın adı “Mahrem”, mahremiyet ile ilgili yorumlarda bulunur
Şişman Kadın.
“Var oldukları halde var olmayan, seyirlik
oldukları halde ortalıkta görünmeyen insanlar vardı bu şehirde;
cüceler, sakatlar, şişkolar...göze tuhaf görünen bütün insanlar...
Dışarının gözlerinden sakınan, evlerin mahremiyetine sığınan, varlıkları
mahrem olan insanlar...” (sf.203)
Kendisi de tıpkı Cüce Be-Ce gibi mahrem insanlardandır,
dışarıda rahat edemedikçe kendi içine kapanır, kendi içine kapandıkça
da dışarıda rahat edemez ve saklanmayı tercih eder.
Birçok öykünün iç içe geçtiği bu yapıtta, Madame
de Marelle’in öyküsü buna en iyi örnektir. Madame de Marelle’in
ikiz çocuk doğurduğu bir doğum olayı anlatılır; Kocası öldükten
sonra, uzun süredir yaşlı kâhyası ile yaşadığı çiftliğe bir gün
çok hoş bir delikanlı gelir. Madame de Marelle’e göre, Tanrı onu
sınamak için göndermiştir bu yakışıklı genci. Bir gün nehir kenarına
gittiğinde orada delikanlıyı görür ve rüyasında sürekli davetkâr
sözlerini duyduğu bu delikanlıya bu kez karşı koyamaz, onunla birlikte
olur, ondan hamile kalır ve hamileliği boyunca odasından çıkmaz,
sadece kâhya ile görüşür, delikanlıyı da bir daha görmez.
Bu olayın hemen ardından ise, aslında Madame de
Marelle’in kocasının yaşadığını öğreniriz Monsieur de Marelle karısının,
o tabloyu bir yıl önce oraya astığını hatırlar ve tablonun üzerindeki
örtüyü açınca da ikizlerden güzel olan bebeğin yüzünün tablodaki
delikanlının yüzüyle aynı olduğunu fark eder, ondan sonra da güzel
bebekten nefret eder, onu her gördüğünde nasıl ihanete uğradığını
anımsar. Bu güzel bebeğin adı Anabelle’dir, kırlarda, porsukağacı
ormanında avare avare gezen Anabelle’i bir gün, bir gezici kumpanya
sahibi görüp hayran olur, o güzelliği herkesin görmesi için onu
satın almak ister. Böylece Anabelle, Keramet Mumî Keşke Memiş Efendinin,
İstanbul’daki vişne rengi çadırında La belle Anabelle olarak gösterilere
çıkar.
Romanın sondan üçüncü bölümünde ise yine bir Madame
de Marelle söz konusudur. Bu kez malikâne sahibi Madame de Marelle
malikâneyi yeniden döşemeye karar verir, bu işlemler sırasında bir
kutu bulur. Kilitli kutunun içinde bir resim olduğunu öğrenir, kutunun
içinde çok güzel bir delikanlının resmi olduğunu ve onu gören herkesin
acı çektiğini söyler yaşlı hizmetçi. Kadın bir an düşündükten sonra
kutuyu açmaktan vazgeçer. Buradaki olay da mitolojideki Pandora’nın
kutuda en son umudu bırakıp kutuyu kapatmasına göndermede bulunulur.
“Öyleyse gözümün önünden kaldırın.” der.
(sf.218)
“Haklısınız efendim. Her zaman her şeyin görülmesi
gerekmiyor. Bazı şeyler gözden ırak olmalı ve de öyle kalmalı!”
der yaşlı hizmetçi.
Madame de Marelle bu olayı zamanla tamamen unutur
ve bu aşamada, romanın bitmesine üç bölüm kala, Madame de Marelle
ile ilgili iç içe geçmiş önceki iki öykü yalanlanır. Aslında Madame
de Marelle’in pas rengi çocuklar doğurup büyüttüğünü, Anabelle diye
birine de hiç rastlanmadığı belirtilir. Madame de Marelle görmemesi
gerekeni görmekte ısrar etseydi, işleyacaği o kabahat yüzünden Anabelle
o korkunç güzelliğiyle seyirlik insanlar arasında olacaktı, oysa
kutuyu açmadığı için böyle bir şeyin olmadığını belirterek önceki
hikayeleri inkar eder, böylece de Şişman Kadının takıntılı olduğu
Bir, İki, Üç rakamlarından, İki rakamının olmadığı belirtilir.
“Hiç doğmadı la belle Anabelle. Hiç olmadı böyle biri. Yoktu
zaten. Ne denli güzel olursa olsun, sırf seyirlik olsun diye seyrine
bakılacak suret yoktu. Güzeller güzeli, porsukağacı ormanlarının
yegâne perisi, menevişli hayat iksiri de olsa, hakkı vardı gözlerden
ırak kalmaya. O olmayınca vişne rengi çadırın seyircilerinin gözlerini
daha da açmaları gerekmedi. Hiç olmadı İki. Bir rakam eksildi.”
(sf.218)
Gözlerden ırak kalmaya herkesin hakkı vardır gibi
bu yorumla yine romanın adı ve ana temasıyla bağlantı kurulur. Metinlerarası
tekniğinin özelliklerinden biri olan, roman içinde roman, öykü içinde
öykü, metin içinde metin ve bu öykülerin iç içe geçmesiyle çok katmanlı
bir yapıya sahiptir “Mahrem” isimli bu yapıt. Aynı öykülerin, aynı
sahne, aynı tümce, aynı sözcüklerin tekrarlanması da aynı tekniğin
özelliklerindendir.
Bu yapıt içerisinde, Sibirya’da geçen Samur Kızın
öyküsü de Madame de Marelle’in öyküsü gibi romanın sonuna doğru
inkar edilir. Romanın sonuna doğru iç içe geçmiş bu öykülerin inkarı
okuyucuyu düşle gerçek, gerçekle kurgu ikilemine düşürerek şaşırtır,
bu da aynı tekniğin özelliklerindendir. Bu teknikleri uygulamak
da yazarın yaratıcılık boyutunu gösterir. Yazar istediği öyküyü
kurgular ya da alıntılar, bunları harmanlar ve özgün bir metin ortaya
çıkarır. Zira postmodern yapıya göre neyin anlatıldığı değil nasıl
anlatıldığı önemlidir, zira bu yapıda en dikkat çeken şey çoğulcu
olmasıdır. Önemli olan bir çok metni aynı metin içinde buluşturup,
özümleyip yeni bir üslupla yeniden yazma eylemidir.
Sondan ikinci bölümde Samur kızın hikayesi de yalanlanırken mahremiyetle
ilgili yine aynı yorumda bulunulur.
“Hiç doğmadı Samur-Kız. Hiç olmadı böyle biri.
Yoktu zaten. Ne denli çirkin olursa olsun, sırf seyirlik diye seyrine
bakılacak suret yoktur. Çirkinler çirkini, hilkat garibesi, cibilliyet
vebali de olsa, hakkı vardı gözlerden ırak kalmaya. O olmayınca
vişne rengi çadırın seyircilerinin gözlerini daha, daha da yummaları
gerekmedi. Hiç olmadı Bir. Bir rakam eksildi.” (sf.220)
Bu bölümde, Şişman Kadının takıntılı olduğu Bir,
İki, Üç rakamlarından Bir yok edilir.
Son bölümde, Hayalifener Apartmanındaki Be-Ce’nin evinde havagazını
açıp yemek yiyerek intihara kalkışan Şişman Kadınla ilgili iç içe
geçmiş durumların çözülmesi söz konusudur. Komşular kapıyı kırmaya
çalışırlar, bu arada yazar, Nazar Sözlüğünde “U” harfinden unutmanın
tanımını verir.
“Unutmak: Göz temizliği” (sf.222)
Ardından “V” harfinden “veda”nın tanımı verilir.
Havagazı ile şiştiğini zanneden Şişman Kadın kendini kocaman bir
Sıfır olarak tanımlar. Sıfırı bütün rakamların arasında havadan
hafif olan tek rakam olarak belirtir, madem ki o kadar hafiflemiştir
artık rahatlıkla gökyüzüne yükselebilir.
Kadınların ellerinden sıyrılmayı başaran Şişman
Kadın terasa çıkar, bu arada da çocukluğundaki o kötü olaya tanık
olan kediyi gördüğünü belirtir. “Y” harfinden “yabancı”, “yaldızcılık”,
“yalıngöz”, “yaşam”, “yay”, “yılanın ayağı”, “Z” harfinden “zümrüdüanka”nın
tanımları verilir. Romanın ana teması mahremiyetle ilgili can alıcı
yorumlar yapılır.
“Bilmek istiyorum bir mahremiyeti var mı insanoğlu-insankızının,
insan olmanın? Ara sıra da olsa, gözlerden kaçabileceğimiz, görülmekten
kurtulabileceğimiz gececil bir an, karanlık bir nokta, kadid bir
boşluk, belirsiz bir yırtık, ufacık bir çatlak, önemsiz bir kaçak...hani
sanki, bit ısırmış, kene yapışmış, tırtıl kemirmiş, sülük emmiş,
güve yemiş, gökten düşen üç elmanın birinden kurt çıkıvermiş kadar
küçük, küçücük bir mahremiyet var mı bu seyirlik dünyada.”
(sf.226)
Sona iyice yaklaşırken de kendini, romanın başında,
düşünde gördüğü balon olarak hisseder, Şişman Kadın.
Bir uçan balonum ben. Sönüyorum şimdi. Havalandıkça
hava kaçırıyorum. İçime aldığım havayı, içine karıştığım hayata
veriyorum. Gövdem, üzerine inen sineklikten kıl payı kurtulup sersemlemiş
bir sinek gibi vızırdaya vızırdaya, bir oraya bir buraya savruluyor
havada. Eğer aşağıda bana bakan bir yalnız-çocuk varsa şu anda,
gözden kaybolmak üzere olduğumum farkındadır herhalde. Ama zaten
bu kadar seyretmek yeter. Zaten daha fazla görülmek istemem. Çünkü
mahremdir hayat. Ve mahrem olan her şey gibi, bazı bazı ırak kalabilmelidir
gözden, gözlerden.” (sf.227)
Bütün bu olaylardan sonra romanın en başına dönülür.
Şişman Kadının bindiği dolmuşta yanında oturan kadının çocuğunun
sürekli birikiüç diye saymasına sinirlenmesi sonucu, roman boyunca
anlatılan olaylar ya Şişman Kadını aklından geçenlerdir, ya da uyuklarken
gördüğü düştür.
Sondan başlayıp başa doğru gitmektedir roman, bir
düşle başlayıp başka bir düşle, hatta aynı düşle bitmektedir. Romanda,
bu başa dönüş postmodern kurgunun özelliklerindendir, bitti denilen
yerde yeniden başa dönülür, bir kısır döngü söz konusudur.
Yazar, bu kadar çok kavramı Nazar Sözlüğü kapsamında,
bu kadar çok öyküyü de kurgu dahilinde iç içe geçirmiştir. Aslında
“Mahrem” isimli romanın içinde iki ayrı roman var gibidir. Bir bölümde
Şişman Kadının öyküsü anlatılırken, diğer bölümde Keramet Mumî Keşke
Memiş Efendinin ve vişne renkli çadırındaki güzel ve çirkin birçok
kadının öyküleri anlatılmaktadır. Ayrı ayrı bölümlerde anlatılan
bu iki roman, Şişman Kadının hayatı hakkında ipuçları vermekte ve
romanın sonunda tek bir romana dönüşmektedir. Şişman Kadının mahremiyetle
ilgili düşünceleri, yazarın görüşlerini de yansıtmaktadır, zira
Elif Şafak bütün yapıtlarında, görünenin ardındaki görünmeyeni aramakta
ve bunu da çeşitli röportajlarında belirtmektedir.
Postmodernizmin temel eğilimlerinden biri olan çoğulculuk bu romanın
yapısını oluşturmaktadır. Bu özellik yapıtın içeriğine, diline,
yapısına, türüne zenginlik katmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz
gibi birçok kitabı kurcalayarak bulunabilecek çok sayıda bilgi bu
yapıt içerisinde yer almakta, içerik olarak yapıta felsefi derinlik
kazandırmaktadır. Gerçek ile düşün, gerçek ile kurmacanın iç içe
olması, birçok farklı metnin ve zıtlıkların bir arada bulundurulması,
roman kişiliklerinin çokluğu ve karmaşıklığı, içsel konuşmalar postmodern
türün özelliklerindendir. Mitolojik, masalsı, destansı, ansiklopedik,
mistik birçok metin bu yapıt içerisinde buluşarak kitabın başlığı
olan “Mahrem”i, mahremiyeti desteklemekte ve bütün bu alıntılarla
yapıta başka bir anlam yüklenmektedir.
Yapıtta birçok uydurma olayın yanında gerçek olaylar
da yer almaktadır, hangisinin uydurma hangisinin gerçek olduğunun
kararı da okuyucunun dikkatine bırakılmıştır. Bilinçli okuyucu bunları
tek tek fark ettikçe, bulmaca çözer gibi hoş bir tat alacaktır yapıttan.
Üst kurmaca kapsamında, bu yapıtta İstanbul’un
herhangi bir semtinde bulunan Hayalifener Apartmanı somut mekan,
Keramet Mumî Keşke Memiş Efendinin vişne renkli çadırı da soyut
mekan olarak yer almaktadır. Soyut mekan roman kişiliklerinden Keramet
Mumî Keşke Memiş Efendinin kurmak istediği yerdir. Hayalifener Apartmanı
da kurgusaldır, yazar tarafından kurgulanan bir mekândır, fakat
gerçek yaşamla paralellikler gösterdiğinden diğerine göre somuttur.
Postmodernizmin bir başka özelliği de çoğulcu bakış
açısıdır, klasik romandaki Tanrısal anlatıcı yoktur. Somut mekânda
geçen olaylar roman baş kişisi Şişman kadın tarafından anlatılmakta,
soyut mekânda geçen Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi ile ilgili olaylar
da üçüncü tekil şahıs tarafından aktarılmaktadır. Romanın sonunda
ise, yalanlanan birçok olayla birlikte de, yazarın hakim olduğu
bir başka bakış açısı görülmektedir. Böylece birçok farklı bakış
açısıyla anlatılan roman klasik romana göre daha objektif bir bakış
açısına hakimdir. Yazar mahremiyeti sorgularken var olan dünyanın
sorgulamasını yapmaktadır. Görünen değil görünmeyenin ardındaki
anlamdır önemli olan. Görüneni aynen anlatmak fotoğraf çekmek gibidir,
Oysa “mahremdir hayat. Ve mahrem olan her şey gibi, bazı bazı ırak
kalabilmelidir gözden gözlerden.