SAYI 19 / 08 KASIM 2004

 

BİR BARIŞ PROJESİ OLARAK ŞİİR ÇEVİRİSİ

Neşe Yaşın



Şiirin, bir toplumun ruh haline, bilinçaltına, hayatı kavrayışına dair bize söylediğini başka bir şeyin söyleyebileceğini pek düşünemiyorum.

Çatışma içindeki etnik grupların şairleri kendi toplumsal deneyimlerinden süzülüp gelen şiirleriyle, bizleri toplumlarının tarihsel ve güncel deneyimlerine, acılarına, travmalarına, kafamızı karıştıran düğümlerine yakınlaştırırlar.

Özellikle çatışmalı toplumlardaki birbiriyle çelişen tarih anlatıları ve ötekinin kimliğine ve deneyimlerine ilişkin çarpıtılmış imgeler, ötekinin şiiriyle karşılaşınca başka bir gerçekliğe taşınıyor. Taraf olanların kendi taraflarını haklı çıkarmak için abartmaya, yalana başvurdukları, seçici belleği devreye koydukları bilinen bir şey.

Çatışan tarafların ürettiği metinlere hep böyle bir kuşkuyla yaklaşılıyor. Kendilerini ve ötekileri sunuş biçimleri kuşkusuz ki taraf olmanın zayıflıklarını içerecek, burada kendi tarihsel haklılığını ve ötekinin haksızlık ve zulmünü öne çıkarma kaygısı baskın çıkacaktır.

Bir toplumu anlayabilmek için onların şairlerine bakmak önemli bir kolaylık sağlar bize.

Şair bütün bu tarih anlatılarından, egemen çatışma söylemlerinden uzakta mı peki?
İyi şairlerin böyle olduğu saptamasını yapabiliriz. Şair kendi atmosferini, özgün dünyasını oluştururken varolan paradigmadan, dolaşımdaki üsluptan uzaklaşma gereği duyacak ve kendi kavramlarını oluşturup, anlaşılmaz ve zor kavranır olanı bize duyumsatabilecektir.

Burada, şair kuşkusuz ki bize içinde yaşadığı toplumun deneyimini, onun ruh halini de kendi yaşantıları çerçevesinde aktarabilecektir. Onların coğrafya ile olan ilişkileri ve o coğrafya ile kurdukları aidiyet… Kendilerini ve bizi algılayışları… Yaşadıkları travma ve hüsran kuşkusuz ki en fazla şiirde belirgin olabilecektir.

Mahmut Derviş’in şiirlerinde duyumsadığımız ezilmişliğe gururla karşılık veren Filistinli ruhu Yehuda Amichai’ deki daha sakin ama için için yanan bir çatışma ağıdı, savaşın anlamsızlığı karşısında şaşkın ve umarsız bireyin içlenmeleri ile karşı karşıya gelir.

Burada şiirin aynı zamanda bölünme ve çatışmanın bir aracı olarak kullanıldığını da göz ardı etmiyorum. Ama özellikle okullarda ve milli törenlerde kullanılan bu tip milliyetçi, antagonist şiirler edebiyatların zamanla etkisini yitiren popüler ürünleri arasındadır. Has şiirin kalıcılığına erişemezler.

Kıbrıs’ta iki toplum arasındaki karşılıklı çeviri deneyimleri yeniden yakınlaşmanın güçlü bir aracı haline gelebilmiştir.

İki toplumun birbirlerinin şiirlerini çevirme çabaları biraz da paradoksal olarak iki toplumun birbirinden fiziksel duvarlarla ayrıldığı döneme denk düşmektedir.

Bölünmeden önce iki toplumun şairleri arasında çok az işbirliği ve karşılıklı çeviri gerçekleşmiştir.

Çevirilerin hızlanması ve birbirinin edebiyatına ilgi 70’li yılların sonlarında gerçekleşir.

Kıbrıs’ta bölünmeye karşı çıkan ve ötekinin acılarına da duyarlılık gösteren 74 kuşağı şairleri şiir çevirisine girişirler.

Yapılan karşılıklı çeviriler, o dönemde barışseverler arası bir birlik ruhu oluşturur. Barış etkinliklerinde, militarist ortamın yarattığı boğucu atmosfer altında çekingenlikle okunan bu şiirler toplumun pek çok kesimi için şaşırtıcıdır.

Kendi şiirleri ve Rum şairlerle yaptıkları işbirliğiyle resmi ideoloji ve tarih anlatılarnı tehdit eden dönem şairleri baskı görürler. 74 kuşağı şairlerinin çeşitli nedenlerle diyasporaya çıkmaları ve bunun ağırlıkla Türkiye olması bir süre şiir çevirilerini ve ancak üçüncü ülkelerde gerçekleşen şair buluşmalarını aksatır.

1989’daki Berlin aydınlar buluşması ardından başlayan hareketle şiir çevirisi bir miktar daha ivme kazanır.

Şiir çevirisinin daha kapsamlı ele alınması ise 1999’da İsveç- Gotland’daki Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum sanatçılar buluşması sırasında gerçekleşen çeviri atölyesindedir.

Geçtiğimiz ay 4 Kıbrıslıtürk ve 3 Kıbrıslırum ve 1 Kıbrıslıermeni şair Istanbul’da Adalar Festivali bünyesinde bir çeviri atölyesinde yeniden bir araya geldik. Ko-ordinatörü olduğum bu projede çalışma yöntemimizi anlatırken önce şairlerden bazı itirazlar vardı. Birlikte nasıl çalışabiliriz; şiir yalnızlık isteyen bir şey diye ama çalışmaya başlayınca herkes kendini kaptırdı. Önce iki dili bilen kişiler kaba, kelime kelime bir çeviri yapıyorlar. Elimizde aynı şiirin İngilizce bir çevirisi de var. Sonra çevirmen şair bir köşeye çekilip çalışmasını yapıyor. Sonra danışmaya başlıyor. Şiirin şairine sorular soruyor. Sesleri ve melodiyi işitmek için ona şiiri sesli olarak okutuyor. Takıldığı bir sözcüğü pek çok kişiye soruyor. Bir anda herkes işbirliğine giriyor ve en uygun sözcüğü bulmaya çalışıyor.

Sonuçta ortaya başarılı ürünler çıktı. Üç günlük bir atölye çalışması için hedefimiz olan kitabı yetiştirmeyi tabii ki başaramadık ama önemli bir adım atmış olduk.

Bu çeviri atölyesi bana şiir çevirisinin güçlü bir barış projesi olabileceğini düşündürdü. Özellikle Kıbrıs’taki 74 trajedisine ilişkin şiirleri olan Kyriakos Charalambides’in şiirleriyle uğraşırken bunun Kıbrıslırumların travmatik ruh hallerini daha iyi kavramakta yardımcı olduğunu gördüm.

Kıbrıslıtürklerin Kıbrıslırumların 1974 deneyimlerine ilişkin anlamadıkları, belki de anlamaktan kaçındıkları şeyler şiirle ortaya çıkıyor. Burada politikanın soğuk suçlayıcı söylemi yok. Bir insanlık durumu anlatılıyor.
Şiir canlı, kendi kendini çoğaltan, bizi zamanlar, mekanlar, durumlararası yolculuklara çıkaran bir varlık olarak orada duruyor.

Kayıplara ilişkin bir şiir okurken oradaki travmayı, çaresizliği hissediyorsunuz.

Bu artık politik söylemdeki gibi sizi tehdit eden bir şey değil ama sizi kapsayıp ortak eden bir şey.

Kendi dilinizin sözcüklerine taşınan ötekilerin acısı birden size ait acılarla buluşuyor.
Bir çeşit acı ikizliği oluşuyor.

Türkoloji bölümünde Kıbrıslıtürk edebiyatı derslerimden ise tamamen farklı bir deneyim aktarmak istiyorum.

Dört yıldır Kıbrıs Üniversitesinde Kıbrıslırum ve Yunanlı öğrencilere verdiğim Çağdaş Kıbrıslıtürk Edebiyatı dersinde Kıbrıslıtürklerin sosyal, kültürel tarihleri içinden şiiri inceliyorum.

1960‘lardaki Milliyetçi Şiir üzerine birkaç ders ayırıyorum ve sınıfta bu örnekleri çeviriyoruz. Bunu ilk yapışımda öncelikle biraz ürktüğümü itiraf etmeliyim ama sonuçta iyi gittiğini ve çok işe yaradığını gözlemledim. Bu şiirlerde kendi toplumlarına ilişkin suçlamalar var ama bunları okurken öfkelenmiyorlar çünkü kendilerinde olan benzer örnekleri filan anımsıyorlar. Tabii ben bunu yaparken öncesinde milliyetçilik ve onun söylemi üzerine de bir çerçeve çiziyorum ve metinlere duygusal değil ama akademik bir yaklaşım gerçekleştiriyoruz… Tabii ki duygusal bağlantı kurmak da kaçınılmaz.

Özker Yaşın’ın Ayvasıl köyünde Kıbrıslıtürklerin katledilişini anlatan şiiri ilginç bir örnek. Şiirde anlatılan vahşet öğrencileri önce irkiltiyor. Sınıftan “Manamu re!” gibi bir ses çıkabiliyor. Tabii şiirin gerisinde “Gavurlar vahşi hayvan gibiydi/ Gözlerinde parıl parıl kin gibi bir dize de var. Bunu biraz ürkerek okuyorum. Sonra milliyetçi şiirde ötekilerle ilgili nitelemeler gibi bir yere geçiyoruz.

Bir sonraki derste ise 74 Kuşağı imgeleriyle milliyetçi şiirin imgelerini karşılaştırıyoruz.

Sonuçta şiir, şairini olduğu gibi toplumunu da çıplaklaştıran bir şey. Şairlerin dolaşıma verdikleri yeni imgeler ve sözcükler bazen paradigmayı şiddetle sarsabiliyor. Şiir bazen insanı afallatıyor ve düşüncede nitel bir sıçramaya neden olabiliyor. Çatışmanın ve bölünmenin ruhlarda yaptığı tahribatın şiirden daha etkili bir ilacı yok.