Şiirin,
bir toplumun ruh haline, bilinçaltına, hayatı kavrayışına dair bize
söylediğini başka bir şeyin söyleyebileceğini pek düşünemiyorum.
Çatışma içindeki etnik grupların şairleri kendi
toplumsal deneyimlerinden süzülüp gelen şiirleriyle, bizleri toplumlarının
tarihsel ve güncel deneyimlerine, acılarına, travmalarına, kafamızı
karıştıran düğümlerine yakınlaştırırlar.
Özellikle çatışmalı toplumlardaki birbiriyle çelişen
tarih anlatıları ve ötekinin kimliğine ve deneyimlerine ilişkin
çarpıtılmış imgeler, ötekinin şiiriyle karşılaşınca başka bir gerçekliğe
taşınıyor. Taraf olanların kendi taraflarını haklı çıkarmak için
abartmaya, yalana başvurdukları, seçici belleği devreye koydukları
bilinen bir şey.
Çatışan tarafların ürettiği metinlere hep böyle
bir kuşkuyla yaklaşılıyor. Kendilerini ve ötekileri sunuş biçimleri
kuşkusuz ki taraf olmanın zayıflıklarını içerecek, burada kendi
tarihsel haklılığını ve ötekinin haksızlık ve zulmünü öne çıkarma
kaygısı baskın çıkacaktır.
Bir toplumu anlayabilmek için onların şairlerine
bakmak önemli bir kolaylık sağlar bize.
Şair bütün bu tarih anlatılarından, egemen çatışma
söylemlerinden uzakta mı peki?
İyi şairlerin böyle olduğu saptamasını yapabiliriz. Şair kendi atmosferini,
özgün dünyasını oluştururken varolan paradigmadan, dolaşımdaki üsluptan
uzaklaşma gereği duyacak ve kendi kavramlarını oluşturup, anlaşılmaz
ve zor kavranır olanı bize duyumsatabilecektir.
Burada, şair kuşkusuz ki bize içinde yaşadığı toplumun
deneyimini, onun ruh halini de kendi yaşantıları çerçevesinde aktarabilecektir.
Onların coğrafya ile olan ilişkileri ve o coğrafya ile kurdukları
aidiyet… Kendilerini ve bizi algılayışları… Yaşadıkları travma ve
hüsran kuşkusuz ki en fazla şiirde belirgin olabilecektir.
Mahmut Derviş’in şiirlerinde duyumsadığımız ezilmişliğe
gururla karşılık veren Filistinli ruhu Yehuda Amichai’ deki daha
sakin ama için için yanan bir çatışma ağıdı, savaşın anlamsızlığı
karşısında şaşkın ve umarsız bireyin içlenmeleri ile karşı karşıya
gelir.
Burada şiirin aynı zamanda bölünme ve çatışmanın
bir aracı olarak kullanıldığını da göz ardı etmiyorum. Ama özellikle
okullarda ve milli törenlerde kullanılan bu tip milliyetçi, antagonist
şiirler edebiyatların zamanla etkisini yitiren popüler ürünleri
arasındadır. Has şiirin kalıcılığına erişemezler.
Kıbrıs’ta iki toplum arasındaki karşılıklı çeviri
deneyimleri yeniden yakınlaşmanın güçlü bir aracı haline gelebilmiştir.
İki toplumun birbirlerinin şiirlerini çevirme çabaları
biraz da paradoksal olarak iki toplumun birbirinden fiziksel duvarlarla
ayrıldığı döneme denk düşmektedir.
Bölünmeden önce iki toplumun şairleri arasında
çok az işbirliği ve karşılıklı çeviri gerçekleşmiştir.
Çevirilerin hızlanması ve birbirinin edebiyatına
ilgi 70’li yılların sonlarında gerçekleşir.
Kıbrıs’ta bölünmeye karşı çıkan ve ötekinin acılarına
da duyarlılık gösteren 74 kuşağı şairleri şiir çevirisine girişirler.
Yapılan karşılıklı çeviriler, o dönemde barışseverler
arası bir birlik ruhu oluşturur. Barış etkinliklerinde, militarist
ortamın yarattığı boğucu atmosfer altında çekingenlikle okunan bu
şiirler toplumun pek çok kesimi için şaşırtıcıdır.
Kendi şiirleri ve Rum şairlerle yaptıkları işbirliğiyle
resmi ideoloji ve tarih anlatılarnı tehdit eden dönem şairleri baskı
görürler. 74 kuşağı şairlerinin çeşitli nedenlerle diyasporaya çıkmaları
ve bunun ağırlıkla Türkiye olması bir süre şiir çevirilerini ve
ancak üçüncü ülkelerde gerçekleşen şair buluşmalarını aksatır.
1989’daki Berlin aydınlar buluşması ardından başlayan
hareketle şiir çevirisi bir miktar daha ivme kazanır.
Şiir çevirisinin daha kapsamlı ele alınması ise
1999’da İsveç- Gotland’daki Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum sanatçılar
buluşması sırasında gerçekleşen çeviri atölyesindedir.
Geçtiğimiz ay 4 Kıbrıslıtürk ve 3 Kıbrıslırum ve
1 Kıbrıslıermeni şair Istanbul’da Adalar Festivali bünyesinde bir
çeviri atölyesinde yeniden bir araya geldik. Ko-ordinatörü olduğum
bu projede çalışma yöntemimizi anlatırken önce şairlerden bazı itirazlar
vardı. Birlikte nasıl çalışabiliriz; şiir yalnızlık isteyen bir
şey diye ama çalışmaya başlayınca herkes kendini kaptırdı. Önce
iki dili bilen kişiler kaba, kelime kelime bir çeviri yapıyorlar.
Elimizde aynı şiirin İngilizce bir çevirisi de var. Sonra çevirmen
şair bir köşeye çekilip çalışmasını yapıyor. Sonra danışmaya başlıyor.
Şiirin şairine sorular soruyor. Sesleri ve melodiyi işitmek için
ona şiiri sesli olarak okutuyor. Takıldığı bir sözcüğü pek çok kişiye
soruyor. Bir anda herkes işbirliğine giriyor ve en uygun sözcüğü
bulmaya çalışıyor.
Sonuçta ortaya başarılı ürünler çıktı. Üç günlük
bir atölye çalışması için hedefimiz olan kitabı yetiştirmeyi tabii
ki başaramadık ama önemli bir adım atmış olduk.
Bu çeviri atölyesi bana şiir çevirisinin güçlü
bir barış projesi olabileceğini düşündürdü. Özellikle Kıbrıs’taki
74 trajedisine ilişkin şiirleri olan Kyriakos Charalambides’in şiirleriyle
uğraşırken bunun Kıbrıslırumların travmatik ruh hallerini daha iyi
kavramakta yardımcı olduğunu gördüm.
Kıbrıslıtürklerin Kıbrıslırumların 1974 deneyimlerine
ilişkin anlamadıkları, belki de anlamaktan kaçındıkları şeyler şiirle
ortaya çıkıyor. Burada politikanın soğuk suçlayıcı söylemi yok.
Bir insanlık durumu anlatılıyor.
Şiir canlı, kendi kendini çoğaltan, bizi zamanlar, mekanlar, durumlararası
yolculuklara çıkaran bir varlık olarak orada duruyor.
Kayıplara ilişkin bir şiir okurken oradaki travmayı,
çaresizliği hissediyorsunuz.
Bu artık politik söylemdeki gibi sizi tehdit eden
bir şey değil ama sizi kapsayıp ortak eden bir şey.
Kendi dilinizin sözcüklerine taşınan ötekilerin
acısı birden size ait acılarla buluşuyor.
Bir çeşit acı ikizliği oluşuyor.
Türkoloji bölümünde Kıbrıslıtürk edebiyatı derslerimden
ise tamamen farklı bir deneyim aktarmak istiyorum.
Dört yıldır Kıbrıs Üniversitesinde Kıbrıslırum
ve Yunanlı öğrencilere verdiğim Çağdaş Kıbrıslıtürk Edebiyatı dersinde
Kıbrıslıtürklerin sosyal, kültürel tarihleri içinden şiiri inceliyorum.
1960‘lardaki Milliyetçi Şiir üzerine birkaç ders
ayırıyorum ve sınıfta bu örnekleri çeviriyoruz. Bunu ilk yapışımda
öncelikle biraz ürktüğümü itiraf etmeliyim ama sonuçta iyi gittiğini
ve çok işe yaradığını gözlemledim. Bu şiirlerde kendi toplumlarına
ilişkin suçlamalar var ama bunları okurken öfkelenmiyorlar çünkü
kendilerinde olan benzer örnekleri filan anımsıyorlar. Tabii ben
bunu yaparken öncesinde milliyetçilik ve onun söylemi üzerine de
bir çerçeve çiziyorum ve metinlere duygusal değil ama akademik bir
yaklaşım gerçekleştiriyoruz… Tabii ki duygusal bağlantı kurmak da
kaçınılmaz.
Özker Yaşın’ın Ayvasıl köyünde Kıbrıslıtürklerin
katledilişini anlatan şiiri ilginç bir örnek. Şiirde anlatılan vahşet
öğrencileri önce irkiltiyor. Sınıftan “Manamu re!” gibi bir ses
çıkabiliyor. Tabii şiirin gerisinde “Gavurlar vahşi hayvan gibiydi/
Gözlerinde parıl parıl kin gibi bir dize de var. Bunu biraz ürkerek
okuyorum. Sonra milliyetçi şiirde ötekilerle ilgili nitelemeler
gibi bir yere geçiyoruz.
Bir sonraki derste ise 74 Kuşağı imgeleriyle milliyetçi
şiirin imgelerini karşılaştırıyoruz.
Sonuçta şiir, şairini olduğu gibi toplumunu
da çıplaklaştıran bir şey. Şairlerin dolaşıma verdikleri yeni imgeler
ve sözcükler bazen paradigmayı şiddetle sarsabiliyor. Şiir bazen
insanı afallatıyor ve düşüncede nitel bir sıçramaya neden olabiliyor.
Çatışmanın ve bölünmenin ruhlarda yaptığı tahribatın şiirden daha
etkili bir ilacı yok.