(Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Fransız Dili ve Edebiyatı)
1960’lı yıllarda Barthes ve Kristeva gibi kimi
eleştirmenlerce ortaya konulan metinlerarası kavramı ve tekniği
günümüzde, Türk Edebiyatında da yoğun olarak kullanılmaktadır. Çok
eskilerde, tarihe, yazara, yazarın psikolojisine, ereklerine göre
ele alınan metinler, daha sonraları söylemlerin iç içe geçtikleri,
yapıtların üst üste gelerek birbirleriyle karşılaştıkları, kesiştikleri,
çok sesli, çok anlamlı ve çok katmanlı bir kavşak konumuna gelmişlerdir.
Bu durumda metinleri salt yazarlarından yola çıkarak incelemek yetersiz
kalacaktır. Zira metin artık sadece kendisini yazan yazarın değil,
metin içinde yer alan birçok yazarın söylemlerine de yer verdiğinden,
birçok farklı görüş içermekle çok sesli, birçok metnin iç içe olması
ile de çok katmanlı bir yapıya sahiptir.
Metinlerarası, metnin içine ayrışık unsurlar sokarak;
alıntı, gizli alıntı, öykünme, basmakalıp sözler, anıştırma, gönderge,
yansılama, anlatı içinde anlatı gibi birçok teknik içermektedir.
Metinlerarası 1960’lı yıllardan sonra Yeni Romancıların eserlerinde
en yoğun kullanımına ulaşır, zira yeni romana ait yeni arayışlarda
bulunulan, yeni hatta karşı roman diye adlandırılan bu tür metinlerarası
tekniğinin kullanılmasına son derece uygun bir zemin hazırlamaktadır.
Oysa metinlerarasının çok da yeni bir teknik olarak algılanmaması
daha doğru olacaktır. Montaigne’in “Denemeler”inde, her denemenin
başına Latin ve Grek yazarlardan yaptığı alıntılar, metinlerarasında
epigraf olarak tanımlanmaktadır.
Postmodern söylem içerisinde, metinlerarası çerçevede
yazınsal veya yazınsal olmayan anıştırmalara, alıntılar sıkça rastlanır.
Böylece metin, farklı metinlerin kesiştiği, söylemsel parçaların
kolajına dönüşür. Bu teknikle geleneksel romanla aktarılan dünya
görüntüsünün yerini, yazının tek başına yüklendiği çoğul nitelikli
bir metinsel görüntü alır.
Günümüzde
Türk Edebiyatında da birçok yazar bu teknikten yararlanmaktadır.
Bu çalışmamızda, metinlerarası tekniğinin yoğun olarak kullanıldığı,
Buket Uzuner’in “İki Yeşil Susamuru” eserini incelemeye çalışacağız.
Yazar bu eserin başında Turgut Uyar, Cemal Süreyya,
Metin Altıok, Nazım Hikmet, Nilgün Marmara, Aşık Veysel, Konstantis
Kavafis, T.S. Eliot, Sylvia Plath gibi şairlerin şiirlerinden, Hegasias’tan,
Lucretias’tan, Scott Peck’in “The Road Less Travelled” adlı eserinden
ve Saki’nin (H.H.Munto) “Laura” adlı öyküsünden alıntılar yaptığını
belirtmiştir.
Romana başlamadan hemen önce de Erasmus’tan yazı
yazma üzerine aşağıdaki alıntı yapılmıştır:
“Birşeyler yapmaya karar verdiğimden, fakat ciddi
bir eser yazmak için uygun durumda bulunmadığımdan, deliliğe bir
övgü yazarak neşelenmek istedim”
Yazarın, Erasmus’un bu ifadesini romanın başına
alması, kendisinin de yazı yazma konusunda aynı düşündüğünü, yazdıklarının
hiçbir nedensellik içermediğini belirttiğini düşünebiliriz. Yapılan
alıntılar, alıntılanan fikrin aksini belirtebileceği gibi aynı düşünceyi
paylaştığını ifade etmek için de kullanılabilir.
Birinci bölümün başında Nilgün Marmara’dan dizeler
epigraf olarak yer almaktadır:“Çocukluğun kendini saf bir biçimde
akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!”
“İki Yeşil Susamuru” içerisinde, intihar sürekli
irdelenen bir kavramdır. Roman kişiliklerinden Teoman’ın annesi
Cahide Hanım, diğer bir roman kişiliği Mike “Adı Ölümdü” isimli
bir roman yazmakta, hatta notalarını çıkarttığını ifade ederek bunun
müzikal bir roman olacağını belirtmektedir. Daha sonra, Mike da
Teoman’ın annesi gibi intihar edecektir.
Romanın birinci bölümünden itibaren Mallarmé, Oscar Wilde, Marx
Stirner, Leo Tolstoy, Shakespeare, Brecht, Pvese, Zweig, Camus,
Rilke, Gide, Bacon gibi birçok yazar ve şair adı geçmektedir. Bu
yazar ve şairlerin ölüm-yaşam-intihar sorunsalı ile ilgili sözleri
ve dizeleri yer almaktadır.
İntihar etmeyi planlayanlara matematikle uğraşmalarını,
matematikle kurtulacaklarını öneren Bacon, “Yazmazsam, tek yol intihardır.”
Diyen Gide, “İyi bir eylem, güzel bir hareketten sonra kendini öldürebilirsin”
yorumunda bulunan Rousseau gibi birçok yazarın konuyla ilintili
sözleri kurgu içerisinde harmanlanarak yeni bir metnin ortaya çıkmasına
dayanak oluşturmuşlardır. Ayrıca bir aydının intiharı etrafında,
yaşadığı dönemin toplumsal analizini yaparak eleştiren Oğuz Atay’ın
“Tutunamayanlar’ı da bu eserde kaynak oluşturmaktadır:
“Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanıydı anlattığı.
Ödül almıştı kitap, ama yine de görmezden geliniyordu, çünkü aydınları
ve aydın sorumluluğunu müthiş gırgıra alıyordu. Gocunmuşlardı. Öyle
diyordu gülerek: “Gocunanlar”... (sf.77)
Bu sözlerle, Oğuz Atay’ın söz konusu eserini anımsatarak,
metinlerarası “anıştırma” tekniğini kullanmaktadır.
Birinci bölüm 117. Sayfada Hemingway ve Jack London’ın
yaşama bakış açıları ele alınarak, roman kişilikleri bu görüşler
doğrultusunda yönlendirilir.
“Evet, Hemingway hayata bir kavga, bir oyun, bir
gösteri olarak bakmıştır, ama aslında en çok bir arayıştır yaşam
onun için. Gerçekte ondan daha çok önce yaşamış, çok daha kavgacı,
aykırı ve uyumsuz biri vardı ki, beni Hemingway’den daha fazla etkilediğini
itiraf etmeliyim. Jack London’dı bu!
London, bazen bilinçli, çoğu zaman bilinçsiz olarak, içinde çelişen
iki karşıt uç arasına kurduğu incecik köprüde, son derece rahatsız
yaşamıştır. Hem düzenli hem yerleşik, hem serüvenci, serseri...
Sonunda elbette böylesi karşıt iki kişilikten biri baskın çıkıp
öbürünü yok edecek, böylece huzura kavuşacaktı. Doğal olan budur.”
(sf.117)
Söz konusu yazarların yaşam karşısındaki bu tavırlarıyla,
intihar sorunsalı irdelenmekte, roman kişiliklerinden Mike da iki
karşıt kişilik taşımaktadır. Bir yandan sürekli babasını ararken,
bir yandan da yazmaya çalışarak ölümsüzlüğü yakalamak için yazdığı
kitabın ismi de yine ölümü taşımaktadır. “Adı Ölümdü”
Birinci bölüm sonlarına doğru T.S Eliot’tan İngilizcesini,
dip not olarak da Türkçesini alıntıladığı bu eseri Türkçeye çeviren
çevirmenin adını da vermiştir. Biz bu çalışmada, eserde dip not
olarak verdiği Türkçe alıntıya yer vereceğiz.
”Burada su yok, yalnızca kaya var/Kaya. Hiç su
yok ve kumlu yol/ (...) Kimdir o hep yanında yürüyen üçüncü kişi?/
Sayıyorum, yalnız sen ve ben varız, ikimiz/ Ama başımı kaldırıp
da, beyaz yola bakınca/ Hep biri daha var yanında yürüyen/ Bilmiyorum,
kadın mıdır, erkek mi?/ Ama kimdir o hep yanında yürüyen. (Çev.Yüksel
Peker) Yazan: T.S.Eliot”
Yine birinci bölüm sonlarına doğru, Konstantis
Kavafis’ten bir şiir alıntısı yapar, dip not olarak şairin adını
ve şiiri Türkçeye çevirenin de Cevat Çapan olduğunu belirtir:
“ ’Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim’
dedin/ ‘bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet./Her çabam
kaderin olumsuz yargısıyla karşı karşıya/-bir ceset gibi-gömülü
kalbim/Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?/Yüzümü nereye
çevirsem, nereye baksam/kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün/boşuna
bunca yılı tükettiğim ülkede’/Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir
deniz bulamazsın./Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda/dolaşacaksın.
Aynı mahallede koşacaksın;/aynı evlerde kır düşecek saçlarına./Dönüp
dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka/bir şey umma-/ömrünü
nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,/öyle tükettin demektir bütün
yeryüzünde de.” ’ (sf.167)
Gördüğümüz gibi, Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ı
ile aşağı yukarı aynı içerikte olan Konstantin Kavafis’in “Kent”
isimli bu şiiri, incelemekte olduğumuz “İki Yeşil Su samuru” ile
tematik benzerlikler içermektedir.
İkinci bölüm başında da G.C. Linchtenberg’den bir
alıntı yapılmıştır:
“Beş yüz yıldan beri, ülkenin hiçbir yanında, kimsenin
sevinçten ölmediği ileri sürülüyor.” (sf.191)
Bu alıntıdan sonra Saki (H.H. Monro) ‘nin “Laura”
adlı öyküsünden bir alıntı ile yine ölüm, diriliş ve su samurundan
söz edilir. Bu alıntının ardından su samurları ile ilgili bilgi
verilirken de insanın ekolojik dengeleri bozduğu belirtilir. (sf.193-194)
İkinci bölüm sonlarına doğru Nedim Gürsel’ in bir
ifadesi bulunur:
“Her kentin bir aşk çağrıştırdığını Nedim Gürsel
mi söylüyordu?” (sf.236)
Bir başka büyük şairimiz Nazım Hikmet’ in ünlü
dizeleri sanki yaşam ve ölüm ikilemine bir yanıt olarak verilmektedir:
“Yaşamak şakaya gelmez/büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın/bir
sincap gibi mesela/yani yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey
beklemeden/yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.” (sf.337)
İkinci bölüm sf.240 da bu kez geç yaşta intihar
etmiş bir başka şairimiz Nilgün Marmara’nın “Yitik Kaynak” isimli
şiiri üç dörtlük olarak yer almaktadır. Yine aynı bölüm 246. sayfada
Metin Altıok’ tan dizeler yer alır:
Neden kedi seven
Bir insan
Olduğumu
Biliyorum da
Kedisiz ve sevgisiz
Getiriyorum
Yaşadığım günlerin
Yaprak döken sonunu”
246. sayfada ise bu kez ünlü şairimiz Cemal Süreya’nın
ölüm haberi ve şairin ölümü hicveden dizeleri yer almaktadır:
“Ölüyorum tanrım
bu da oldu işte
her ölüm erken ölümdür
biliyorum tanrım
ama ayrıca aldığın şu hayat
fena değildir
üstü kalsın”
Üçüncü ve bölüm İse romanın sona yaklaşmakta olduğunu
belirtmek için “Nasıl Bitti?” başlığını taşımakta ve iki ayrı alıntı
daha yer almaktadır. Son sayfada Sylvia Plath’den bir alıntı ile
roman sona ulaşmaktadır:
“Kaldı ki, bilmek, her zaman çözüm getirmez! Ve
belki de, “ölmek/bir sanattır her şey gibi, Eşsiz/Bir ustalıkla
yapıyorum bu işi.” (sf.276)
Romanın bitiminden hemen sonra da bu kez kitabın
adı ile ilintili olarak, Ana Britannica, Cilt 20, sayfa 151’den
Susamurları ile ilgili derlenen bilgi aktarılmaktadır.
İncelemekte olduğumuz bu eserde mektup, şiir, roman gibi bir çok
edebi tür iç içedir. Romanın konusu olan ölüm ve yaşamla ilgili
alıntılar, gerçekte yaşamış yazar ve şairlerin eserlerinden yapılmıştır.
Roman kişilikleri birbirlerinden uzak kaldıkları dönemlerde de düşüncelerini,
yine içinde bir çok edebi alıntı bulunan mektuplarla aktarmışlardır.
Romanın sonlarına doğru, roman baş kişisi Nilsu
Baran’ın anlatıcıya verdiği bir dosyada, gerçekte B. Uzuner’in “İki
Yeşil Susamuru” isimli eserinin bulunması, metinlerarası tekniklerinden
biri olan, roman içinde roman olarak değerlendirilebilir. Roman
içinde yazılan romanın, bir roman kişiliği tarafından anlatıcı yazara
verilmesi de, kitabı, gerçek-kurgusal ikilemi içerisinde bırakarak
gizemli kıldığından, okuyucunun ilgisini çekmeyi başardığını düşünmekteyiz.
Bu ikilem, kitap okunup bittikten sonra, bir süre daha okuyucunun
zihnini meşgul etmeye devam etmektedir, böylece yorumu okuyucuya
bırakarak, ona da bir görev yüklemektedir. Adeta oyun gibi olan
bir kurguda, okuyucu dışarıdan da olsa bir rol üstlenmektedir.
Eser içinde bir çok yazar ve şairden alıntılar
yapılarak esere çok katmanlılık ve zenginlik kazandırıldığını düşünmekteyiz.
Okuyucunun uzun uğraşılar sonucu edineceği bu bilgiler, tek bir
eser içinde yer alıp kaynak da verildiğinden daha da kolay kazanılacaktır.
Edebiyatta alıntılar yapmanın çok eskilere dayandığını belirtmiştik.
Fakat günümüzde metinlerarası tekniği ile bunlar, bu eserde de görüldüğü
gibi daha da yoğun kullanılmaktadır. “İki Yeşil Susamuru”, yapılan
alıntıların, yazarın yazdıklarıyla iyice harmanlandıktan sonra,
yeni anlamlar yükleyerek, yeni bir metnin ortaya çıkmasının güzel
örneklerinden biri olarak gösterilebilir, yeter ki, ortaya böylesine
orijinal bir metin çıksın.