SAYI 17 / 20 EYLÜL 2004

 

TÜRK TOPLUMU VE TELEVİZYON

Etem Özgüven

(İstanbul Bilgi Üniversitesi)



Yapılan tartışmalar, kampanyalar ve otobanlar trafik kazalarını azaltma yönünde bir etki yapıyor gibi görünmüyor. Türkiye’deki kazaların azaldığına dair bir araştırma sonucu duymadım ve okumadım.

Ama belki de yabancı yönetmen getirilerek yapılan kampanyaların başarısızlığı, dikkatsiz ve alkollü araba kullanımı, yolların bozuk-işaretlerin yetersiz oluşunun ötesinde , bu sorun daha derin, daha anlamlı, daha felsefi; tüm bunlardan dolayı daha zor çözümlenebilir bir sorun olabilir: Eşekten otomobile geçen bir toplum olmamız saptaması bu sorunun gerçeğine yaklaştırabilir bizi. Ya da, eşek ve arabayla benzer bir ilişki içinde olmamız, her ikisinin gelişiminde hiçbir toplumsal ve bireysel katkımız olmaması. Belki de o yüzden eşeklerle arabalar benzer şekillerde süsleniyor bu ülkede. Otomobilin bulunmasında ve geliştirilmesinde direk ya da dolaylı hiçbir payımız olmadığı için, bu gelişim süreci toplumda ve kültürde sindirilmediği için otomobil kazasını bilinçaltımızda eşekten düşmeye benzettiğimizi düşünüyorum.

Batılı toplumlarda eşekten ya da attan sonra atlı arabalar oradan bisiklet ve tek silindirli saatte üç beş kilometre hız yapan araçlar ve bugünkü gelişmiş otomobiller geliştirildi. Bu gelişmeyi onlar gerçekleştirdi, duydu, okudu, yazdı. Bu gelişme diğer gelişmelerle birlikte değişti, devindi ve yerleşti; yollar, trafik işaretleri, korna, ilkyardım, dikiz aynası, yaya geçitleri gereksinim haline geldi ve bulundu. İnsanlar direk ya da dolaylı sürece girdiler, sürece katkıda bulundular ve süreçten etkilendiler. Türkiye’de eşekten inildi saatte üç yüz kilometre hız yapan otomobile binildi. Sergen biniyor, Sedat Bucak biniyor. Her ne kadar, ulaşım araçlarının geliştirilmesinde çağlar boyu geride kalmışsak da hasbel kader ilk kayığın denize indirildiği bir coğrafyada yaşamanın ve göçebeliğin getirdiği bir ilgi ve bilgiden söz edebiliriz. (Bunlar çok gerilerde kalmış ve bugünkü toplumla az ilgili olsa da) Ancak minyatür ve hat dışında her tür görüntüye dayalı sanatın yasak ve günah olduğu bir devletler silsilesinden Mustafa Kemal Atatürk ve devrimleri sayesinde çıkarak vatandaş olmuş kulların televizyon gibi bir araca ne kadar yabancı oldukları ortadadır.

İşte bu yabancılık (her anlamda, ayrıntılarına girmek korkutucu olacaktır, neredeyse mide bulantısı yapacak kadar karmaşık.) bu toplumu TV ile, otomobille kurduğu ilişkiden daha tehlikeli bir ilişki içine sokmuştur, sokuyor, sokacak; Binlerce güzellik yarışması, Türkçe’nin yok oluşunun hızlanması, şiddetin kanıksanması, toplumsal bellek kaybının bunaklık düzeyine ulaşması, toplumsal şizofreni.


Bu zavallı ülkenin ve insanların hiç ihtiyaç duymadığı ellerde, hiç ihtiyaç duymadığı şekilde kullanılan yüz binlerce kamera, ışık, kurgu cihazı,özel efekt cihazı, stüdyo, elektrik enerjisi... Biri bir gün bunun hesabını yaparsa inanmakta güçlük çekilebilir. Bu kadar parayla her köye okul, hastane yapılabilir, ülke ormanla doldurulabilirdi. “Benim televizyonum var her şeyi görüyorum”


İşin maddi yönünün daha da korkunç gerçeği bu ithal gereçlerin teknolojisinin her gün gelişmesi ve eldekilerin eski teknoloji haline gelmesidir. (Broadcast) Dünyada geçerli yayın kalitesi her geçen gün ilerlemekte ve bu ülkede üretilen işler bunun ardında kalmaktadır. Ancak İHA dışındaki kurumların böyle bir endişeleri olduğunu sanmıyorum. İhlas Haber Ajansı herkesin bildiği gibi linç, dinar depremi gibi sanatsal ve kültürel olayları “sıcağı sıcağına” dünyaya ulaştırarak hem ülkece duyduğumuz yapıtlarımızı satamama utancımızı siliyor hem de mümtaz bir kuruluş olarak uluslararası arenalarda boy gösteriyor, neredeyse CNN’e bile kafa tutuyorlar.

Tüm bunların ötesinde, Yıldırım Akbulut, Aykut Işıklar ya da Saadettin Teksoy’dan daha korkunç olan şey kaset konusudur. Sanıyorum biraz isteksiz ya da ağırbaşlı davranılsaydı, bu kadar görgüsüz ve azgınca atlanmasaydı kaset satmak için bu stüdyoları bedava kurarlardı. Akan bir nehir gibi akıyor kaset bu ülkeye üzerine Erman’la Şansal Abi’nin, Kadir Çelik’in görüntüleri işleniyor. Bir gün biri her gün kasete verilen dolar miktarını hesaplarsa inanmayabilirsiniz. Trafik kazalarında dünya birincisi olduğumuza inanıyorsunuz ama buna inanamayabilirsiniz.