Yapılan tartışmalar, kampanyalar ve otobanlar trafik
kazalarını azaltma yönünde bir etki yapıyor gibi görünmüyor. Türkiye’deki
kazaların azaldığına dair bir araştırma sonucu duymadım ve okumadım.
Ama belki de yabancı yönetmen getirilerek yapılan kampanyaların
başarısızlığı, dikkatsiz ve alkollü araba kullanımı, yolların bozuk-işaretlerin
yetersiz oluşunun ötesinde , bu sorun daha derin, daha anlamlı,
daha felsefi; tüm bunlardan dolayı daha zor çözümlenebilir bir sorun
olabilir: Eşekten otomobile geçen bir toplum olmamız saptaması bu
sorunun gerçeğine yaklaştırabilir bizi. Ya da, eşek ve arabayla
benzer bir ilişki içinde olmamız, her ikisinin gelişiminde hiçbir
toplumsal ve bireysel katkımız olmaması. Belki de o yüzden eşeklerle
arabalar benzer şekillerde süsleniyor bu ülkede. Otomobilin bulunmasında
ve geliştirilmesinde direk ya da dolaylı hiçbir payımız olmadığı
için, bu gelişim süreci toplumda ve kültürde sindirilmediği için
otomobil kazasını bilinçaltımızda eşekten düşmeye benzettiğimizi
düşünüyorum.
Batılı toplumlarda eşekten ya da attan sonra atlı
arabalar oradan bisiklet ve tek silindirli saatte üç beş kilometre
hız yapan araçlar ve bugünkü gelişmiş otomobiller geliştirildi.
Bu gelişmeyi onlar gerçekleştirdi, duydu, okudu, yazdı. Bu gelişme
diğer gelişmelerle birlikte değişti, devindi ve yerleşti; yollar,
trafik işaretleri, korna, ilkyardım, dikiz aynası, yaya geçitleri
gereksinim haline geldi ve bulundu. İnsanlar direk ya da dolaylı
sürece girdiler, sürece katkıda bulundular ve süreçten etkilendiler.
Türkiye’de eşekten inildi saatte üç yüz kilometre hız yapan otomobile
binildi. Sergen biniyor, Sedat Bucak biniyor. Her ne kadar, ulaşım
araçlarının geliştirilmesinde çağlar boyu geride kalmışsak da hasbel
kader ilk kayığın denize indirildiği bir coğrafyada yaşamanın ve
göçebeliğin getirdiği bir ilgi ve bilgiden söz edebiliriz. (Bunlar
çok gerilerde kalmış ve bugünkü toplumla az ilgili olsa da) Ancak
minyatür ve hat dışında her tür görüntüye dayalı sanatın yasak ve
günah olduğu bir devletler silsilesinden Mustafa Kemal Atatürk ve
devrimleri sayesinde çıkarak vatandaş olmuş kulların televizyon
gibi bir araca ne kadar yabancı oldukları ortadadır.
İşte bu yabancılık (her anlamda, ayrıntılarına girmek korkutucu
olacaktır, neredeyse mide bulantısı yapacak kadar karmaşık.) bu
toplumu TV ile, otomobille kurduğu ilişkiden daha tehlikeli bir
ilişki içine sokmuştur, sokuyor, sokacak; Binlerce güzellik yarışması,
Türkçe’nin yok oluşunun hızlanması, şiddetin kanıksanması, toplumsal
bellek kaybının bunaklık düzeyine ulaşması, toplumsal şizofreni.
Bu zavallı ülkenin ve insanların hiç ihtiyaç duymadığı ellerde,
hiç ihtiyaç duymadığı şekilde kullanılan yüz binlerce kamera, ışık,
kurgu cihazı,özel efekt cihazı, stüdyo, elektrik enerjisi... Biri
bir gün bunun hesabını yaparsa inanmakta güçlük çekilebilir. Bu
kadar parayla her köye okul, hastane yapılabilir, ülke ormanla doldurulabilirdi.
“Benim televizyonum var her şeyi görüyorum”
İşin maddi yönünün daha da korkunç gerçeği bu ithal gereçlerin teknolojisinin
her gün gelişmesi ve eldekilerin eski teknoloji haline gelmesidir.
(Broadcast) Dünyada geçerli yayın kalitesi her geçen gün ilerlemekte
ve bu ülkede üretilen işler bunun ardında kalmaktadır. Ancak İHA
dışındaki kurumların böyle bir endişeleri olduğunu sanmıyorum. İhlas
Haber Ajansı herkesin bildiği gibi linç, dinar depremi gibi sanatsal
ve kültürel olayları “sıcağı sıcağına” dünyaya ulaştırarak hem ülkece
duyduğumuz yapıtlarımızı satamama utancımızı siliyor hem de mümtaz
bir kuruluş olarak uluslararası arenalarda boy gösteriyor, neredeyse
CNN’e bile kafa tutuyorlar.
Tüm bunların ötesinde, Yıldırım Akbulut, Aykut
Işıklar ya da Saadettin Teksoy’dan daha korkunç olan şey kaset konusudur.
Sanıyorum biraz isteksiz ya da ağırbaşlı davranılsaydı, bu kadar
görgüsüz ve azgınca atlanmasaydı kaset satmak için bu stüdyoları
bedava kurarlardı. Akan bir nehir gibi akıyor kaset bu ülkeye üzerine
Erman’la Şansal Abi’nin, Kadir Çelik’in görüntüleri işleniyor. Bir
gün biri her gün kasete verilen dolar miktarını hesaplarsa inanmayabilirsiniz.
Trafik kazalarında dünya birincisi olduğumuza inanıyorsunuz ama
buna inanamayabilirsiniz.