ZAMAN ÇİZGİSİNİN
KI-RIK-LA-RIN-DA
GİZLENEN şiirsel ŞİDDET
Bâki Ayhan T.
Şiddet, düşlerin denetlenebildiği noktada ortaya
çıkar. Kendini zamanın sonsuz akışına bırakmış, düşlerinin ne /
nasıl olduğu konusunu problem etmemiş kişilerin şiddetle bir alış
verişi yoktur. Şiddetin asıl kaynağı, gördüğümüzü sandığımız ama
aslında hiç de gerçek yüzleriyle göremediğimiz insanların, nesnelerin,
varlıkların öteki yüzünün kavranmasıdır bir başka yönden de. Varlıkların
görünen -kendini gösteren- yüzü duru bir suyun dibiyle aynı görüntüye
sahiptir. Düşlerin durulduğu, hatta yokmuş gibi durulduğu noktadır
bu! Suyun bulandırıldığı, yüzünün de dibinin de açıkça seçilemediği
an, şiddeti de beraberinde getirir.
Şiir, düşlerin denetlenmesini engelleyebilmek için
insanlığın elinde kalmış son anahtardır belki de! Çoktandır ortalarda
görünmeyen şamanların, ışığı ve karanlığı birbiriyle örtüştürerek
gri görüntüler elde eden filozofların bundan böyle, reenkarnasyona
uğrayan ruhlarını şairlerin bedenlerinde yaşatmaya çalışacakları
iyice su yüzüne çıktı. Suyun yüzü -bulanık olsa da- yeryüzüne
en yakın kısmı olduğundan, oraya uzanıp görüntünün en net fotoğrafını
elde etmek daha kolaydır şimdi.
Üstelik bugünden bakılınca zaman çizgisindeki kırıkları
görebilmek daha da kolaydır eski zamanlara göre. Bir şeyin kırığı
görülebiliyorsa, o kırığı dolduran şiddetin görülmemesi de imkânsızdır.
Görebilene... Doğa boşluk kabul etmez, boşlukları sınırsız bir şiddetle
doldurur.
Düşler çoğunlukla zamanın ve doğanın boşluklarında
biçimlenen esrik görüntülerdir. Düşünde genç ve güzel bir kadını
kanatarak seven bir erkek şair bundan böyle şiir yazmasa da olur!
Şiirinde bir rüya nizamını hakim kılmak isteyen şairin
durumundan farklıdır bu. O da elbette kendi çağının moderniydi;
ama şiddete uğrayan şiiri kesin çizgileriyle başlatmak bu yurdun
sınırları içerisinde daha sonraki kuşaklara, kendilerini ikinci
bir yeniliğin kotarıldığı hızlı trenin kompartımanlarında farklı
yolculuklara hazırlayan şairlere nasip olmuştur. Çünkü bu şairler,
düşlerin denetlenebildiği çizgi kırıklarını çok iyi hissedebilmiş,
duygularını olduğu kadar -hatta bazen daha da fazla- duyularını
da bu şiddeti anlayabilmenin hizmetine vermişlerdir. Düşlerini denetlemeyi
düşleyen kişilerdir bu şairler öte yandan da! Şiirin bittiği sanılan
yerde şiiri bulan kişilerdir onlar biraz da... Bununla birlikte
şiirinde rüya nizamını elde etmeye çalışan şairin "Ey
bitmek bilmeyen hıncı zamanın!" (A. H. Tanpınar) dizesinde
şiddeti okumamak mümkün değildir. Belki kendini ele vermek istemeyen
bir öncü olarak! Haksızlık etmemek gerekir, kendisi sükût suikastinden
çok çekmiştir; şimdi bir de haksızlık ederek çektirmemek gerekir
şaire! Ya şu dizeler: "Bazen bir tebessüm, tutuşmuş mercan
/ Rüyasıyle sanki kanlı bir çiçek"
Şiddet, besleyen ve beslenen bir yaratıktır. Beslendikçe
besler, besledikçe beslenir. Narkissos'un suya eğilişindeki sessiz
şiddetin, kahramanın kendisini yok etmeye doğru açtığı yol,
rüya nizamının açtığı yolla birleşerek bu yurdun şiirinde kendi
eklemini bulmuştur. Eklemin zamanda bıraktığı boşluğu dolduran şiddet
kanlı rüyaları da, kendini yok etme arzusunu da, başkalarını hırpalama
isteğini de, kanın ve gücün çekiciliğine kapılmayı da beraberinde
taşır. Şiirden kan çıkarmak, kan gülleriyle imge oluşturmak,
kanayan yaraya tuz basmak, derin kesiklerden sızan
kanın kurumasını istememek, kırbaç izlerindeki kan çizgisini
okşama arzusu duymak, yanardağın üstündeki kuşun kanatlarındaki
yangını seyretmek, yerçekimli karanfilin kan rengine kendini bulaştırmak,
büyük bir saatin altında beklerken sıcak nallardan
sıçrayan kıvılcımları ve siyah eşyalara sıçrayan kanların
bıraktığı lekeleri oldukları yerde bırakmak, hileli anılar terazisi'ndeki
hilenin şiddetini ve pan flütün gizemli sesinde yakalanan
çetenin yarattığı şiddeti duyumsatmak... Bütün bunlar şiirin
şiddetle buluştuğu zaman kırıklarında nefeslenmenin öteki
görüntüsüdür.
En naif olduğu sanılan yerde bile bir şiddet izinin
varlığı ancak yakından bakılınca görülebilir. "intihar karası
bir faytona binmiş geçerken ablam / caddelerinde ölümler aşkı pera'nın"
(E. Ayhan) dizelerinde şiddetin intiharla randevusu ve kendine yönelik
bir şiddet arzusu yoksa, ne vardır ki? Gotik bir filmin unutulmaz
bir karesi gibi duran şu dizelere ne demeli: "arsenik götüren
bir uşak / efendisine" (E. Ayhan) Bu görüntüyü yakalamanın
bedelini bir şairden başka kim ödeyebilir, ödemeye cesaret edebilir?
Kimi zaman da korku, kendi şiddetini içinde barındıran bir yalnızlık
ve giderek çürüyen bir sevişme olarak girer aralık unutulan camdan
içeri: "Sokaklar çok daraldı / okunacak kitap kalmamış evde
/ korku daha da yaklaştı / öpülen yerleri kadının / yavaş yavaş
çürüyor" (E. Ayhan)
Şairin geldiği nokta "En sevimli cinayetleri
işliyorum" (E. Cansever) noktasıdır. Bu noktada neden durmamalı
biraz. Durmalı elbette... Çünkü sevimli cinayetlerçağı
giderek zarif cinayetler çağına eklemlenecek, şairin işlediği
suçlar kendini ayakta tutmaya çalışan bir köhne kulübenin camlarını
sarsan rüzgâr gibi içimizi ürpertecektir. Şiddeti haber vermenin,
şiddetten haber vermenin başka yolları vardır. Hiç duraksamadan,
doğrudan doğruya "Kan var bütün kelimelerin altında" (C.
Süreya) ya da "Bir baltanın parıltısı karışır suyun sesine"
(T. Uyar) demek gibi. Freud'un, "Cinsel ilişkide bir başkasına
acı vermekten haz duyan kişi, ayrıca cinsel ilişkilerde yaşayabileceği
acılardan haz alma yetisine de sahiptir." dediği yerdir şiddetin
bir başka noktası da. Sevişmede bozguna uğramak ve bozguna uğratmak;
bir bağı en hoyrat biçimde bozmak ve bağdan damıtılan şarap tarafından
en hoyrat biçimde dağıtılmak noktası: "Bir kez daha sür hayvanlarını
üstüme /.../ Çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat" (C. Süreya)
Aldatmanın ve aldatılmanın şiddeti, tarafınızdan
düşünüldü mü hiç? Bundaki hazzın şiddeti; korkunun, haksızlığa uğra(t)manın
şiddetine karışır. Şiddetli bir eğilimdir aldatmak! Ötekinin
hakkını vermek için çoğu zaman berikini aldatmak zorundadır
insan. Aslında, ikisi arasında kalan kişinin yaşadığıdır buradaki
şiddet. Bunu göze almıştır zaten o; bir eliyle, yatağından taşmak
üzere olan ırmağı yatıştırmaya çabalarken öteki eliyle yatışkın
bir ırmağı delirtmeye, coşturmaya çalışır: "Geceleri hep başka
kadınları düşünüyorum / Uzak, hain ve mavi" (T. Uyar) İçinde
bol miktarda "s" ve "ş" sesi geçen sözcükleri
birbiri ardınca sıralar öte yandan da! Sözcüklerde şiddetin sesinden
eser yoktur, asıl şiddet seste değil, anlamda gizlidir çünkü: "Sizlere
bir karanlık getireceğim / Sevişen, öpüşen, arzu edenden" (T.
Uyar) Öksürse yalnızlığı belli olacaktır, doğayı kucağına uzatsa
öksüzlüğü belli olacaktır, bir kemanı kötü çalsa sevişmedeki yeteneğinin
sınırları daraltılacaktır, bileğini ya da boynunu çizse akan kanı
kimse durduramayacaktır. Şiddetin cennetle alış verişi yoktur. Şu
da, şiddetin cehenneme eklendiğidir: "Bir cehennemim artık"
(İ. Berk)
Kente şiddet aktı dağlardan; lav değildi, düpedüz
şiddetti. Tarihin yapraklarına kan sıçradı kesilen öteki ağaçlardan;
kan değildi, düpedüz şiddetti. Şiirin dizelerine şiddet bulaştı
küçük anılardan; anı değildi, düpedüz şiddetti.
Dile getiriş biçiminiz önemli değil; ama
şiddetiniz yoksa şiiriniz de yok!