SAYI 17 / 20 EYLÜL 2004

 

ZAMAN ÇİZGİSİNİN KI-RIK-LA-RIN-DA GİZLENEN şiirsel ŞİDDET

Bâki Ayhan T.



Şiddet, düşlerin denetlenebildiği noktada ortaya çıkar. Kendini zamanın sonsuz akışına bırakmış, düşlerinin ne / nasıl olduğu konusunu problem etmemiş kişilerin şiddetle bir alış verişi yoktur. Şiddetin asıl kaynağı, gördüğümüzü sandığımız ama aslında hiç de gerçek yüzleriyle göremediğimiz insanların, nesnelerin, varlıkların öteki yüzünün kavranmasıdır bir başka yönden de. Varlıkların görünen -kendini gösteren- yüzü duru bir suyun dibiyle aynı görüntüye sahiptir. Düşlerin durulduğu, hatta yokmuş gibi durulduğu noktadır bu! Suyun bulandırıldığı, yüzünün de dibinin de açıkça seçilemediği an, şiddeti de beraberinde getirir.

Şiir, düşlerin denetlenmesini engelleyebilmek için insanlığın elinde kalmış son anahtardır belki de! Çoktandır ortalarda görünmeyen şamanların, ışığı ve karanlığı birbiriyle örtüştürerek gri görüntüler elde eden filozofların bundan böyle, reenkarnasyona uğrayan ruhlarını şairlerin bedenlerinde yaşatmaya çalışacakları iyice su yüzüne çıktı. Suyun yüzü -bulanık olsa da- yeryüzüne en yakın kısmı olduğundan, oraya uzanıp görüntünün en net fotoğrafını elde etmek daha kolaydır şimdi.

Üstelik bugünden bakılınca zaman çizgisindeki kırıkları görebilmek daha da kolaydır eski zamanlara göre. Bir şeyin kırığı görülebiliyorsa, o kırığı dolduran şiddetin görülmemesi de imkânsızdır. Görebilene... Doğa boşluk kabul etmez, boşlukları sınırsız bir şiddetle doldurur.

Düşler çoğunlukla zamanın ve doğanın boşluklarında biçimlenen esrik görüntülerdir. Düşünde genç ve güzel bir kadını kanatarak seven bir erkek şair bundan böyle şiir yazmasa da olur! Şiirinde bir rüya nizamını hakim kılmak isteyen şairin durumundan farklıdır bu. O da elbette kendi çağının moderniydi; ama şiddete uğrayan şiiri kesin çizgileriyle başlatmak bu yurdun sınırları içerisinde daha sonraki kuşaklara, kendilerini ikinci bir yeniliğin kotarıldığı hızlı trenin kompartımanlarında farklı yolculuklara hazırlayan şairlere nasip olmuştur. Çünkü bu şairler, düşlerin denetlenebildiği çizgi kırıklarını çok iyi hissedebilmiş, duygularını olduğu kadar -hatta bazen daha da fazla- duyularını da bu şiddeti anlayabilmenin hizmetine vermişlerdir. Düşlerini denetlemeyi düşleyen kişilerdir bu şairler öte yandan da! Şiirin bittiği sanılan yerde şiiri bulan kişilerdir onlar biraz da... Bununla birlikte şiirinde rüya nizamını elde etmeye çalışan şairin "Ey bitmek bilmeyen hıncı zamanın!" (A. H. Tanpınar) dizesinde şiddeti okumamak mümkün değildir. Belki kendini ele vermek istemeyen bir öncü olarak! Haksızlık etmemek gerekir, kendisi sükût suikastinden çok çekmiştir; şimdi bir de haksızlık ederek çektirmemek gerekir şaire! Ya şu dizeler: "Bazen bir tebessüm, tutuşmuş mercan / Rüyasıyle sanki kanlı bir çiçek"

Şiddet, besleyen ve beslenen bir yaratıktır. Beslendikçe besler, besledikçe beslenir. Narkissos'un suya eğilişindeki sessiz şiddetin, kahramanın kendisini yok etmeye doğru açtığı yol, rüya nizamının açtığı yolla birleşerek bu yurdun şiirinde kendi eklemini bulmuştur. Eklemin zamanda bıraktığı boşluğu dolduran şiddet kanlı rüyaları da, kendini yok etme arzusunu da, başkalarını hırpalama isteğini de, kanın ve gücün çekiciliğine kapılmayı da beraberinde taşır. Şiirden kan çıkarmak, kan gülleriyle imge oluşturmak, kanayan yaraya tuz basmak, derin kesiklerden sızan kanın kurumasını istememek, kırbaç izlerindeki kan çizgisini okşama arzusu duymak, yanardağın üstündeki kuşun kanatlarındaki yangını seyretmek, yerçekimli karanfilin kan rengine kendini bulaştırmak, büyük bir saatin altında beklerken sıcak nallardan sıçrayan kıvılcımları ve siyah eşyalara sıçrayan kanların bıraktığı lekeleri oldukları yerde bırakmak, hileli anılar terazisi'ndeki hilenin şiddetini ve pan flütün gizemli sesinde yakalanan çetenin yarattığı şiddeti duyumsatmak... Bütün bunlar şiirin şiddetle buluştuğu zaman kırıklarında nefeslenmenin öteki görüntüsüdür.

En naif olduğu sanılan yerde bile bir şiddet izinin varlığı ancak yakından bakılınca görülebilir. "intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam / caddelerinde ölümler aşkı pera'nın" (E. Ayhan) dizelerinde şiddetin intiharla randevusu ve kendine yönelik bir şiddet arzusu yoksa, ne vardır ki? Gotik bir filmin unutulmaz bir karesi gibi duran şu dizelere ne demeli: "arsenik götüren bir uşak / efendisine" (E. Ayhan) Bu görüntüyü yakalamanın bedelini bir şairden başka kim ödeyebilir, ödemeye cesaret edebilir? Kimi zaman da korku, kendi şiddetini içinde barındıran bir yalnızlık ve giderek çürüyen bir sevişme olarak girer aralık unutulan camdan içeri: "Sokaklar çok daraldı / okunacak kitap kalmamış evde / korku daha da yaklaştı / öpülen yerleri kadının / yavaş yavaş çürüyor" (E. Ayhan)

Şairin geldiği nokta "En sevimli cinayetleri işliyorum" (E. Cansever) noktasıdır. Bu noktada neden durmamalı biraz. Durmalı elbette... Çünkü sevimli cinayetler çağı giderek zarif cinayetler çağına eklemlenecek, şairin işlediği suçlar kendini ayakta tutmaya çalışan bir köhne kulübenin camlarını sarsan rüzgâr gibi içimizi ürpertecektir. Şiddeti haber vermenin, şiddetten haber vermenin başka yolları vardır. Hiç duraksamadan, doğrudan doğruya "Kan var bütün kelimelerin altında" (C. Süreya) ya da "Bir baltanın parıltısı karışır suyun sesine" (T. Uyar) demek gibi. Freud'un, "Cinsel ilişkide bir başkasına acı vermekten haz duyan kişi, ayrıca cinsel ilişkilerde yaşayabileceği acılardan haz alma yetisine de sahiptir." dediği yerdir şiddetin bir başka noktası da. Sevişmede bozguna uğramak ve bozguna uğratmak; bir bağı en hoyrat biçimde bozmak ve bağdan damıtılan şarap tarafından en hoyrat biçimde dağıtılmak noktası: "Bir kez daha sür hayvanlarını üstüme /.../ Çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat" (C. Süreya)

Aldatmanın ve aldatılmanın şiddeti, tarafınızdan düşünüldü mü hiç? Bundaki hazzın şiddeti; korkunun, haksızlığa uğra(t)manın şiddetine karışır. Şiddetli bir eğilimdir aldatmak! Ötekinin hakkını vermek için çoğu zaman berikini aldatmak zorundadır insan. Aslında, ikisi arasında kalan kişinin yaşadığıdır buradaki şiddet. Bunu göze almıştır zaten o; bir eliyle, yatağından taşmak üzere olan ırmağı yatıştırmaya çabalarken öteki eliyle yatışkın bir ırmağı delirtmeye, coşturmaya çalışır: "Geceleri hep başka kadınları düşünüyorum / Uzak, hain ve mavi" (T. Uyar) İçinde bol miktarda "s" ve "ş" sesi geçen sözcükleri birbiri ardınca sıralar öte yandan da! Sözcüklerde şiddetin sesinden eser yoktur, asıl şiddet seste değil, anlamda gizlidir çünkü: "Sizlere bir karanlık getireceğim / Sevişen, öpüşen, arzu edenden" (T. Uyar) Öksürse yalnızlığı belli olacaktır, doğayı kucağına uzatsa öksüzlüğü belli olacaktır, bir kemanı kötü çalsa sevişmedeki yeteneğinin sınırları daraltılacaktır, bileğini ya da boynunu çizse akan kanı kimse durduramayacaktır. Şiddetin cennetle alış verişi yoktur. Şu da, şiddetin cehenneme eklendiğidir: "Bir cehennemim artık" (İ. Berk)

Kente şiddet aktı dağlardan; lav değildi, düpedüz şiddetti. Tarihin yapraklarına kan sıçradı kesilen öteki ağaçlardan; kan değildi, düpedüz şiddetti. Şiirin dizelerine şiddet bulaştı küçük anılardan; anı değildi, düpedüz şiddetti.

Dile getiriş biçiminiz önemli değil; ama şiddetiniz yoksa şiiriniz de yok!



.