SAYI 137 / NİSAN 2007

 

BUDACI TUTUMBİLİM (İKTİSAT) ve TOPLUMSAL BARIŞ



Dr. Ulaş Başar Gezgin*
ulas@teori.org






Özet

Budacı tutumbilim/ tutumyapı, üç açıdan ele alınabilir: Birincisi, iki temel tutumyapı dizgesine alternatif olan bir kurtuluş öğretisi olabilir (economy). Ikincisi, tutumbilimsel düşüncede yeni ufuklar açan; tutumbilime, yeni çözümleme araçları kazandıran, bu alanın odağını değiştiren ve mercekleriyle oynayan bir düşünce dizgesi olabilir (economics). Üçüncüsü, 2500 yıldır uygulanagelen bir yaşam düzenleyicisi olarak -ki bu özellik, dinlerin ve genelde düşünsel akımların üç-beş temel ögesinden biridir-, girdiği yeryapıdaki (coğrafya) toplumsal kurumları yeniden biçimlendiren, ya da altüst edip yenileyen (Weber) ya da tersine, çeşitli toplumsal kurumların bir ürünü olan tarihsel bir olgu olarak da görülebilir. Aslında, bu üç bakışa, dördüncü bir bakış da eklenebilir: Budacı tutumbilim, Budacı tutumbilim uygulamalarını inceleyen bir bilim dalı olarak da görülebilir.

Günümüzün tutumbilimsel düşüncesini, kaba çizgileriyle üçe ayırabiliriz: insanı herşeyiyle yetkin ve ussal (rasyonel) bir varlık olarak gören yeni-klasik okul; dünyayı bambaşka çözümleme araçlarıyla inceleyen ama kimi zaman yetersiz kalan marksçı tutumbilim; ve insanı ussal bir varlık olarak değil alışkanlıkların ve geleneklerin bir ürünü olarak gören kurumsalcı okul. Bu üçüncü okul, insan doğası algısı nedeniyle, yansıbilimi (psikoloji) ve toplumbilimi (sosyoloji), vazgeçilmez bağlaşıklar (müttefik) olarak görür. Çözümleme birimi, tek tek bireyler değil, toplumsal kurumlardır. Budacı yaklaşım, kurumsalcı okula yakın durur.

Bu çalışmada, Budacı tutumbilimin genel hatları çizildikten sonra, toplumsal barışa olabilecek katkısı ele alınmaktadır.

Açkı (anahtar) sözcükler: Buda, Budacılık, tutumbilim, tutumyapı, toplumsal barış

Budacılık Nedir? Ne Değildir?

Buda ve Budacılık konusunda bir sürü yanlış anlama var. Bu yanlış anlamalar, bir yandan Budacı yaşantı içinde bulun(a)mamaktan kaynaklanıyorsa; öte yandan, bu konuda okumamaklıktan da ileri geliyor. Budacı olmayan ülkelerin insanlarına sorsanız, çoğu, Budacılık'ın din, Buda'nın ise peygamber olduğunu ileri sürer. Bu bildiriye bu iki noktadan başlamak, Budacı tutumbilimi tartışmadan önce Budacılık’la ilgili taşları yerli yerine oturtacağı için, olmazsa olmazdır.

Dini din yapan en temel öge, tanrı inancıdır. Din, tanrıya ya da tanrılara inanca karşılık gelir. Oysa Budacılık, tanrısız bir dünya görüşüdür ve bu nedenle, kimi yorumcular, Budacılık'ı bir felsefe okulu olarak görürken; diğerleri, bunun din olduğunda ısrar ederler. Budacılık, tanrısız bir dinse, neye tapıyor Budacılar? Tapınmak da mı yok? Var. Budacılık, çıkışında, Kendini Aşan İnsan'a tapmayı savundu.

Fakat daha sonra, Buda Yonutları (heykel) yaygınlaştı ve inananlar, yonutların önünde diz çöküp dua etmeye başladılar.. Bu, Buda'nın onaylamadığı bir davranıştı. Ancak, insan doğası düşünüldüğünde, bu tapınma biçiminin hiç de şaşırtıcı olmadığını kabul etmek gerekir. İnsanlar, soyutlukları somutlaştırma eğilimindedirler. Diğer bir deyişle, insanlar, duygularını, düşüncelerini ve diğer elle tutulmaz mülklerini birtakım nesnelerde dışsallaştırmak isterler. Uzakta olan sevdiğimizin resmini alırız, çünkü somut bir varlığa, öznel değil öznelerarası bir nesneye gereksinim duyarız. 'Yabancı' bir ülkeden dönerken, oradan "anı kalsın" diye birşeylar alırız. Bunların hepsi de, aynı insansal eğilimin ürünüdürler.

İnananlar, yonutlar önünde eğildiklerinde, putatapar bir etkinlik içinde değildirler. Çünkü, yonutlara değil, yonutlarda görüntüsüne yer verilen Buda'ya tapmaktadırlar. Öte yandan, Buda, bunu da doğru bulmayacaktı. Buda, kendisine tapılmasını da hoş karşılamayan bir insandı. Çünkü Buda'yı Buda yapan, kendini aşmışlığıydı ve Buda, kendisinin tek aşmış insan olmadığını, kendisinden önce birçok insanın kendilerini bilinçsizce aşabildiklerini ve kendisinden sonra da aşanların çıkabileceğini söylemişti. Hatta, yedi yaşındaki çocuklar bile, Buda’ya göre, kendilerini aşabilirlerdi.

Budacılık'ta temel nokta, insanın kendisidir. İnsan, herşeyin özeğidir (merkez). Ruhi Su'nun türküsü, Budacılık'ı çok iyi özetlemektedir: "Ellerin Kabesi var/ Benim Kabem insandır." Budacılık, tanrısız bir dünya görüşü olarak, şöyle bir açılım getirmektedir: Budacılık'ın çeşit çeşit yorumu olmakla birlikte, bir insan, bir yandan tanrıtanımaz (ateist) bir yandan da Budacı olabilir. Ve altın saraylar da, altın tapınaklar da Buda'ya çok uzaktır. Çünkü Buda, kıt kanaat geçinmenin felsefesini yapmıştır. Şu an yaşasaydı, o görkemli tapınaklara gitmez, en yalın tapınakta dalınç (meditasyon) yapardı.

Buda, zamanımızdan yaklaşık olarak 2500 yıl önce, Hindistan-Nepal sınırında, bir prens olarak doğmuştu. Prensliği, düşünsel yolculuğu nedeniyle geri çevirmeseydi; büyük bir ülkenin başında olacaktı. Olmadı. Bir gün tasını tarağını toplayıp, evinden ayrıldı. Ailesini bırakması, Budacılar tarafından, bir askerin evden ayrılmasına benzetilir. Çünkü Buda'nın ülküleri vardı; onları gerçekleştirmek üzere yola çıkmıştı.. Bir elçekmiş (münzevi) yaşamı sürmeye başladı ve bir gün, dalınç yaparken, aydınlandı. Ona ilk inananlar, çulsuzlardı. Yitirecek zincirleri bile yoktu. Sersefilcesine, dağda bayırda dolaşırken, Buda'yla karşılaşmış; aydınlanma etkinliği içine girmişlerdi. Buda, prens olmasına karşın; Budacılık, kast düzeninin bir ürünü olan ve bu düzeni meşrulaştıran Brahmacılık Dini'ne tepki olarak doğmuştu. Eşitlikçiydi. Buda, tarihte bilinen ilk ortaklamacı (komünist) sayılabilir.

Buda, bir peygamber değildi. Peygamber, köken olarak Farsça'dan gelir: Peygam ya da peyam, 'haber' demektir. Ber ise 'ci' ekini verir (örneğin/ emirber). Peygamber, gökten haber getirir. Oysa, Budacılık'ın gökle ilgisi yoktur. Buda, "ben elçiyim" demez. Herkes, aşabilir.



Budacılık'ın Evren Anlayışı ve 5 İlke

Budacılık'ın evren anlayışı, 'Kamma' sözünde örneklenir. Kamma, şöyle özetlenebilir: “Ne ekersen onu biçersin”. Kamma, üç tür açıklamayı dışarıda bırakır: Birincisi, herşeyi Tanrı'nın bir ürünü olarak görmez. İkincisi, her olguyu neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirmez. Üçüncüsü, 'kazacılık' olarak adlandırılan, her olgunun bir kaza, bir şans ürünü olduğu yönlü görüşü de geri çevirir. Budacılık'a göre, olgular, karşılıklı ilişki içindedirler. Aynı anda, bir yandan neden bir yandan sonuçturlar.

Bu "ne ekersen onu biçersin" sözünün doğru olmadığını biliyoruz. Çünkü dünya adil değil. Dünyada güç bakışımsızlıkları (asimetri) var. Gelirin % 80'ini alan % 5'lik bir kesim var ve % 20'sini alan % 95'lik bir kesim. Dünya, adil değil. Dünya, küçük ölçekli sayılabilecek bir başka noktada da adil değil: Bir insan, yolda yürürken kafasına saksı düşebilir ve kişinin sorumlu olmadığı buna benzer birtakım olaylar sayılabilir. Bunlar, kamma ile açıklanamaz. Ancak, kamma'yı Budacılar, bir başka noktadan değerlendirir: "Ne ekersen.." sözü, Budacılık'ın 5 ilkesine uyulup uyulmadığı ile ilişkilendirilir. Budacılık'ta Cennet-Cehennem kavramları da bulunmadığından; bu ilkelere uymak, tümüyle bireye kalmıştır.

Bu beş ilkenin en belirgin özelliği, zorlayıcı olmamalarıdır. Bu ilkelere uymayana ceza verilmez. Özgün Palice metinlerde (Palice, Buda'nın konuştuğu dildir), bu ilkeler, olumsuz komut (emir) kipiyle değil, diğer bir deyişle örneğin, "öldürmeyeceksin!" biçiminde değil, "öldürmesen iyi olur" biçiminde kuruludur.

Genel olarak dinlere baktığımızda ise, dinlerin, bir yasa arayışı olduğunu görürüz. Daha doğru bir biçimde dışavurmak gerekirse, iktidarı ele geçirmiş dinlerin, verili bir toplumdaki yasaların tavsadığı ya da hiç olmadığı zamanlarda çıktığını görürüz. Ne zaman ki, devlet, meşruluk sorunu yaşar ve kurumları neredeyse işlemez duruma gelir; orada ya yeni dinler ya da akımlar çıkar. Yeni dinler çıkar, çünkü dinin yasalarının meşruluğu, inananların gözünde, çok sağlam bir kaya üstüne kurulmuştur. Bu kaya, dinin öne sürdüğü 'kutsallık'tır. Buda da, varolan toplumsal düzenden hoşnutsuz bir insan olarak, yeni ilkeler getirmiştir. Bu ilkeler de, diğer akımların ve dinlerin ilkeleri gibi, toplumsal sorunları gidermek amacını güden yasalar olarak okunmalıdır.

Bu beş ilke şunlardır:

1) Öldürmesen iyi olur.
Bu ilkeye başka din ve akımlarda da rastlıyoruz. Ancak bu ilke, en uç noktasına Budacılık'ta varmıştır. Örneğin; boğa güreşi ve horoz dövüşü ve buna benzer etkinlikler, Budacılık tarafından hoş karşılanmayan edimlerdir. İnsan, evindeki böceği öldürmektense; oturup önce bir düşünmelidir. Böceği öldürmektense, evi böceklendiren koşulları ortadan kaldırmalıdır. Eve bakmaması nedeniyle, bir canlının canına kıyamaz. İnsan, sorumludur. Zorunluluk dışında, bir insanın ya da diğer hayvanların canını alamazsınız. Haz (zevk) için avcılık yapamazsınız.

Bu nokta, Budacılık'taki temel çatlaklardan biridir. Budacılık'ın barışçıl bir din olduğu düşünülür. Oysa, birçok toplukıyıma kılıf olabilecek esnekliktedir. Kenan Evren'in "asmayalım da besleyelim mi?!" sözü, Budacılık'la çelişmez. Budacılar'ı, varolan koşullarda, idamın bir zorunluluk olduğuna inandırırsanız -ki Siyam'da yapılan da buna benzer bir şeydir; insanları öldürüp yine de Budacı sayılabilirsiniz. Dolayısıyla, bir Budacı'nın, asker, polis ya da savaşçı (gerilla) olması, çatışkılı bir durum oluşturmaz. Buda'nın ilk izleyicileri arasında, birçok asker vardı. Askerlik ve polislik işi, bir zorunluluktur. İşkence yapmak da bir zorunluluk sayılabilir. Böyle olunca, Buda'nın ilk ilkesi, paçavraya döner.

2) Çalmasan iyi olur.
Çalmak, Budacılar'ın hoş karşılamadığı bir etkinliktir. Varsıldan (zengin) alıp yoksula vermek için bile çalamazsınız. Herkes sizin gibi yapsa, ortada dirlik düzenlik kalmaz.

Bu ilke, yine sorunlu bir ilkedir. Ahlaksal gelişim alanında, insanlara bir öykücük verilir: A kişisinin karısı, ölüm döşeğindedir. Bir ilaç içse, iyileşecektir. Fakat ilaç pahalıdır. İlaççı da, ilacı ucuza vermemektedir. A kişisi ne yapmalıdır? Çalmalı mıdır? Biraz daha karmaşık düşünenler, "çalmalıdır" derlerken, daha yalın düşünenlerin yanıtları olumsuzdur. Gerekçeleri de, A kişisinin yaptığı iş nedeniyle, cezalandırılacağıdır. Bu, daha geri bir düşünüş biçimidir ve Budacılık da, bu geri düşünüşe yakın durur. Kuralları körü körüne uygulamak ve esnekliğe yer vermemek de, geriliğin bir göstergesidir.

3) Eşeysel (cinsel) sapkınlıklar içine girmesen iyi olur.
Bu ilke, anlaşıldığı üz're, kadın-erkek ilişkilerini düzenlemeye yöneliktir. Evlilik öncesi ve evlilik dışı ilişkiler, hoş karşılanmaz. Kızların evlenmeden önce, yalnızca erden (bakire) olmaları değil, dokunulmamış olmaları da beklenir. Eli, kimsenin eline değmemiş olmalıdır.

4) Yalan söylemesen iyi olur.
Zorunda kalmadığınız halde yalan söylüyorsanız, hoş bir davranış içinde değilsiniz demektir. Kimi zamansa, tersine olarak, yalan söylemek, doğruları söylemekten daha iyi olabilir. Örneğin, birinin sırlarını söylemektense yalan söylemek daha iyidir. Aynı biçimde, devletin gizli bilgilerini satan bir ajan da hoş bir etkinlik içinde değildir. Buda der ki; "Başkalarına zarar vermeyecek doğruları söyleyin."

5) Kimyasal (içki, uyuşturucu vb.) kullanmasan iyi olur.
Bu ilke, yeterince açık. İnsanın, kendisine zarar veren kimyasalları kullanması, hoş değildir.


Budacılar'ın Kutsal Etkinlikleri ve Kurtuluş Kuramı

Bu konuya girmeden önce Budacılık bölüntülerine (mezhep) ilişkin bir anımsatma: Budacılık içinde Kuzey-Güney karşıtlığı var. Kuzey (Mahayana bölüntüsü: Nepal, Çin, Tibet, Moğolistan, Kore, Japonya, Vietnam), daha yumuşak; Güney (Theravada bölüntüsü: Sri Lanka, Myanmar (Burma), Siyam (Tayland), Laos, Kamboçya), daha tutucudur. Tibet bölüntüsü (Vacrayana), ayrı bir tür olarak da değerlendirilmektedir. Mahayana, tapınmalarında, Sanskritçe kullanırken, daha koyu olan Theravada, Buda'nın dili olan Palice'yi kullanmaktadır.

Batılı araştırmacılar, Budacılık'ı genellikle, Hindistan üzerinden öğrendiklerinden, ufak çapta bir dil karışıklığı vardır: Sanskritçe'deki, 'Nirvana, Karma ve Dharma', Palice'den geçmedir. Asılları, 'Nibbana', 'Kamma' ve 'Dhamma'dır.

Buda, 'ruh'un varlığına karşı çıkar. Özdekçidir (materyalist). Buda'ya göre, düşünen ya da algılayan bir varlık yoktur. Düşüncenin kendisi vardır. Ama Brahmacılık'tan alınma, yeniden dirilme inancı vardır. İnsanlar, Nibbana'ya ulaşana kadar, Samsara evresindedirler. Doğar, ölür, yeniden doğar, yeniden ölürler ve bu, döngüsel olarak sürer. Acılar içinde kıvranırlar. Taaa ki, Nibbana'ya ulaşana dek…

Üç tür Buda -yani aşmış insan- vardır. Birinciler, kendilerini bilinçsizce aşmışlardır. İkinciler, kendilerini, bilinçli bir Buda'nın yardımıyla aşmışlardır ama aşmayı, başkalarına öğretemezler. Üçüncüler ise, öngörülebileceği gibi, bilinçli olarak aşmış ve başkalarına öğretebilen Budalar'dır.

Dışarıdan gözler için bir diğer yanlış anlama da, dalınç (meditasyon) konusundadır. Dalınç, yalnızca bağdaş kurup gözleri kapatarak yapılmaz. Birşeyler yiyip içerken de dalınç yapabilirsiniz. Tarlayı sürerken de dalınç yapabilirsiniz. Dalınç, gündelik yaşamda hiç yapmadığımız birşey değildir. Ama gündelik yaşamdaki dalıp gitmelerimizden daha derin ve daha yoğuşuktur (konsantre).

Buda, ortalama insanlar için belli bir ahlak ilkeleri demeti önerirken, rahipler için daha katı bir demet önerir. Diğer bir deyişle, iki ayrı ahlak demeti vardır. Bu da, Aristoteles'in 'Ethica Nichomethica' adlı yapıtındaki, efendi ahlakı ve halk ahlakı ayrımını anımsatır. Ancak Buda, köleci toplumun düşünürü değildir. Ortaklamacı bir öğretmendir. Kaldı ki, Aristo, Buda'dan sonra yaşamıştır. İskender'in Hindistan Seferi düşünüldüğünde, İskender'in öğretmeni olan Aristo'nun, Buda'dan etkilenmiş olması, olasıdır. İsa'nın, İsacı (Hırıstiyan) olmadan önce, Budacılık eğitimi aldığını ileri süren araştırmacılar da vardır.

İnsanlar, öldüklerinde, tören düzenlenir. Bu, yaslı bir tören değildir. Rahipler, dua okumazlar. Çünkü Budacılık'ta dua yoktur. Onun yerine, Buda'nın sözlerini Palice dilinde ve makamla söylerler. Konuklara yemek dağıtılır. Ölü beden, bir süre sonra yakılır. Küller, ya 'stuba' denilen, yere konulmuş çan görüntüsündeki hazneye gelişigüzel serpilir ya da kavanoza konup, tapınağın çevre duvarının iç yanındaki vitrinlere yerleştirilir.

 

Budacı Tutumbilim

Son zamanların gözde konularından biri, Budacı tutumbilimdir. Son yıllara kadar, bu konuda çalışanlar, Budacı rahipler iken ve rahip olmaları nedeniyle, tutumbilimciler tarafından ciddiye alınmazlarken; günümüzde, Doğulu olduğu kadar Batılı araştırmacıların da el attığı bir konudur. Asya için, bu çalışmaların gözde olmasının nedeni çok açıktır: Bir yandan, Batıcı Asya ülkelerinin anamalcı (kapitalist) düzeni, öte yandan Çin ve çevre ülkelerin toplumsalcı (sosyalist) düzeni arasında sıkışıp kalmış ülkeler, yalnızca şimdi değil onyıllardır arayış içindelerdi. Batılı çeşitli düşünürlerse, 'tek-kutuplu' bir dünyada, 'düşünyapılar (ideoloji) öldü' teranesinin çığırtkanlığının yapıldığı bir devirde, sürekli bir düşünsel bunalım içinde bulunmaktaydılar.

Budacı tutumbilim/ tutumyapı, üç açıdan ele alınabilir: Birincisi, iki temel tutumyapı dizgesine alternatif olan bir kurtuluş öğretisi olabilir (economy). Ikincisi, tutumbilimsel düşüncede yeni ufuklar açan; tutumbilime, yeni çözümleme araçları kazandıran, bu alanın odağını değiştiren ve mercekleriyle oynayan bir düşünce dizgesi olabilir (economics). Üçüncüsü, 2500 yıldır uygulanagelen bir yaşam düzenleyicisi olarak -ki bu özellik, dinlerin ve genelde düşünsel akımların üç-beş temel ögesinden biridir-, girdiği yeryapıdaki (coğrafya) toplumsal kurumları yeniden biçimlendiren, ya da altüst edip yenileyen (Weber) ya da tersine, çeşitli toplumsal kurumların bir ürünü olan tarihsel bir olgu olarak da görülebilir. Aslında, bu üç bakışa, dördüncü bir bakış da eklenebilir: Budacı tutumbilim, Budacı tutumbilim uygulamalarını inceleyen bir bilim dalı olarak da görülebilir.

Birinci açıdan bakıldığında, Budacı tutumyapı, ilk bakışta, din eksenli tutumyapı denemeleriyle aynı kulvardaymış gibi görünür. Mormonlar'ın gerçekleştirdikleri türden İsacı denemeleri de, Şeyh Bedreddin'in Muhammedci modeli de aynı biçimde, paylaşım ve yeniden bölüşüm ilişkisine dayanır. Budacı tutumyapı; Robespierre, Owen, Mondragon ve kibbutz deneyleri gibi, bölüşümün, kişisel üretime göre değil gereksinime göre yapıldığı toplulukçu (komüniteryen) deneylerin atası gibi görünür. Bu noktada, bu saydıklarımızla ortak olmakla birlikte, Budacı tutumyapı yaklaşımı, yansıbilimsel (psikolojik) niteliği ve değişim odağı ile tümüyle ayrılır. Budacı rahiplerin tepkisi, toplumsalcı düzenden çok, tüketim çılgınlığına karşı idi. Çünkü bir prens olan, ama düşünsel serüveninde varını yoğunu terkeden Buda, kıt kanaat geçinmenin felsefesini yapmıştı. Ormanlardaki yaşantısı, kır savaşçılarınınkini (gerilla) andırır. Tek farkı, silahsızlığıdır. Dalınçlarında (meditasyon) kendini aşmış; başkalarının da kendilerini bu biçimde kurtarabilmeleri için kente inmiştir. Dürtülere göre hareket etmeyi doğru bulmayan bir düşünür olarak, insan doğası sorunuyla hesaplaşmış ve her insanın aşabilme gizilgücüne (potansiyel) sahip olduğunu öne sürmüştür. Dolayısıyla, Buda yaşasaydı, tüketim çılgınlığına baktığında; bunun, insan doğasından değil, tarihsel koşullardan kaynaklandığını ileri sürecekti. Bu açıdan, ilk toplumsal kurmacı (social constructivist) ve kurumsalcı tutumbilimci sayılabilir.

Anamalcılık, "ekmek yoksa pasta yesinler" der, "pasta yoksa, hiçbirşey yemesinler". Toplumsalcı ve toplulukçu düzenler, "ekmek yoksa, kimse yemesin" der, "pasta yoksa, kimse yemesin". Budacı tutumyapı ise, "ekmek yoksa, pasta yoksa, insan desin ki kendi kendine: "ne gerek var ekmeğe, ne gerek var pastaya. Olmasalar da olur." ve gem vursun gerçekdışı arzularına." Dolayısıyla Budacı iktisat, paylaşımdan önce, kısma tutumyapısına dayanıyor. Budacılık, "küçük olsun benim olsun" diyor. Bu da, tutumbilimsel büyüme gibi bir hedefi, baştan geri çevirmek anlamına geliyor.

Batılı tutumyapılarda mutluluk ve öz-güven, arzularımız/ gerçekleştirebildiğimiz arzular formülünde, paydayı yani gerçekleştirebildiğimiz arzuları ençoklamak (maksimize etmek) ile arttırılabilirken; Budacı yaklaşımda, payı yani arzularımızı enazlayarak (minimize) arttırılır. Asya Kaplanları denilen ülkelerdeki, 'kendine yeten tutumyapı' ülküsü de (ideal), bu formülün Budacı yorumundan ileri gelir.
Bu iki yaklaşım arasındaki karşıtlık, aşağıdaki formülde billurlaşmaktadır:

Mutluluk= Varlık --> arttır (Avrupa-Amerika)   
Arzu --> azalt (Budacılık)               


Budacılık'ın, masadaki kağıt yığınından, tutumbilimsel uygulamaya dönüşmesi, şu soruyu da birlikte getirir: İçedönük bir (din değil) felsefe dizgesi olan Budacılık, büyük ölçekte uygulanabilir mi? Bu soruyu getirir, çünkü yukarıda andığımız tüm dinsel ve dindışı paylaşım toplumu deneyleri, dışadönüktür. Sözkonusu olan, insanın kendisine dönüp, aradığını orada bulması değildir. Böyle olunca, o tutumyapı nasıl işleyebilecektir? İkincisi, Budacılık’a ilişkin yanlış anlamalardan biri şudur: Budacılık'ın bir barış 'din'i olduğu ve saldırganlığı kesinlikle dışarıda bıraktığı düşünülür. Ancak bu, doğru değildir. Budacılık, zorunda kalındığında kullanılan şiddete karşı değildir. Yine de, Budacı tutumyapı, yaşama geçirilirken karşılaşılan temel sorunlardan biri, şiddet kullanımı ve yetke (otorite) olacaktır.

Üçüncü bir sorun, şudur: Birçok düşünce dizgesinde olduğu gibi, Budacılık'ın da çeşit çeşit yorumu var. Yukarıda belirtildiği gibi, belli başlı iki bölüntü (mezhep) var: Hindistan dışında Güney Asya'da egemen olan Theravada ve Kuzey'de baskın olan Mahayana. Bunlar, uygulamayı etkiler mi? Bu bölüntüler, birbirlerinden ciddi bir biçimde ayrılsalar da; temel dayanak noktası değişmez: Arzulara gem vurma açılımı…

Dördüncü bir nokta, Budacı yaklaşımın Budacı olmayan ülkelerde uygulanmasına ilişkindir. Bu yaklaşımın uygulanabilmesi için, uygulama ülkesinin Budacı olması gerekmez. Zaten Budacılık, o kadar genel ilkelerden oluşur ki; bıraktığı boşlukları dolduracak bir ikinci dini ya da dinsizliği taaa başından gereksinir.

Beşinci ve son nokta ise, Budacı yaklaşımın, çevrebilinçci (ekolojist) niteliğine ilişkindir. İnsanın ve doğanın bütünselliğine inanıldığından, Budacılık, yine taaa başından, çevre dostudur.

Budacı tutumyapıya, Webergil ya da karşı-Webergil bir tarihsel olgu olarak bakıldığında, pek fazla çalışmanın yapılmadığını görüyoruz. Budacılık'ın, çıkışında yetinmeci olan duruşu, bir noktadan sonra, altından tapınaklar ve Budalar yapmaya gidiyor. Bu dönüşümün kendisi bile, incelenmeye değerdir. 2500 yıldır yaşam bulan bir düşünce dizgesi, Güney Asya ülkelerinin 'kalkınma' sorununa gelindiğinde, elbette incelenmeye değer olacaktır.

Dördüncü açı, yani Budacı uygulamaları inceleyen bilim dalı olarak Budacı tutumbilim, şimdilik, işlemekten uzaktır. Çünkü Bilge Apiçay’a göre, Budacı yaklaşımın bilinçli bir biçimde uygulamaya geçirildiği yalnızca bir ülke (Bhutan) vardır. Bu uygulamalar arttıkça, dördüncü açının yelkeni de şişmeye başlayacaktır. Zaten bölüntülerden birinin adı olan 'Mahayana', büyük gemi demektir.

Bhutan

Bhutan'ın nerede olduğunu çok az Türkiyeli bilmektedir. Öte yandan, dünyanın aşağı-yukarı yarısı, Bhutan'ın nerede olduğunu biliyor; çünkü Bhutan, Hindistan'a da Çin'e de (daha doğrusu, Tibet'e) komşudur.

Önce, Bhutan'a ilişkin genel bilgiler verilmekte; sonra da eldeki verilerin dışına çıkmadan, değerlendirme yapılmaktadır: Nüfusu, 2 milyondur. İsviçre büyüklüğündedir. Aynı Norveç gibi, ekilebilir toprak oranı, % 2.9’dur. Oldukça dağlık bir ülkedir. Zaten, Himalayalar'ın eteğinde kurulmuştur. Adını da, bir yönüyle, Himalayalar'dan almaktadır: "Himalayalar'dan esen şiddetli canavar fırtınalarının ülkesi." Bayrağında, bu nedenle, canavar görüntüsü vardır. Bu fırtınalar ve yağmur nedeniyle, toprak kayması, oldukça yaygındır. Türkiye'ye benzer bir biçimde, ülkenin sulak ve dağlık olmasının getirdiği bir tutumyapı var. Bu yapı, yükseltilerden aşağıya hızla akan akarsulardan yararlanıldığından, su gücüne dayanmaktadır.

Tarım toplumudur. İşgücünün % 93'ü, tarım alanında, % 5'i, hizmet alanında iken; geriye
kalanlar, işleyim (sanayi) ve tecim (ticaret) alanındadır. Tarım ve ormancılık, nüfusun %90'ını
beslemektedir. (Ekilebilir alanın az olduğu düşünüldüğünde, bu oranın çoğunun, ormancılığa karşılık geldiği anlaşılmaktadır.) Enflasyon % 7’dir. Büyüme oranı, şimdilik yüksektir; çünkü oldukça az gelişmiş ve küçük bir ülkedir. Para birimi, Ngultrum (BTN) ve Hindistan Rupisi’dir. Bir dolar, 48 Ngultrum’dur.

Siyasal yapısına bakıldığında, anayasal olmayan meclisli bir tekbaşçılığın (monarşi) olduğu görülmektedir. Anayasal değildir; çünkü yazılı bir anayasa ya da haklar belgesi bulunmamaktadır. Hukuk, İngiltere ve Hindistan Yasaları'nın bir karışımından oluşmaktadır. 17 Aralık 1907'de, İngiltere'nin böl-yönet siyasasından da beslenerek, ilk kral başa geçmiştir. Bu tarih, Bhutan'ın ulusal günüdür. Bu tarihten önce, 'Bhot' olarak adlandırılan Bhutan halkı, oymaklar (kabile) halinde yaşamaktaydı. 8 Ağustos 1949'da, İngiltere'nin özel çabasıyla, Hindistan'dan bağımsız olmuştur. O zamandan beri, Hindistan'la özel bir anlaşması vardır. Bu anlaşmaya göre, dışişlerine Hindistan bakmaktadır. Kral, 1972'den beri baştadır. Genel seçim yoktur. Belediye seçimlerinde, her aile, bir oy vermektedir. 1998 düzeltimleri (reform), Meclis'e, 2/3 oyla Kral'ı düşürme yetkisi vermiş bulunmaktadır. Dağlarda, Hindistanlı Maocu savaşçılar (gerilla) yanında, en büyük azınlık olan Nepalliler'in savaşçıları da vardır. (Sürgünde) Halkyönetimi (demokrasi) için Birleşik Cephe oluşumu, dışarıdan muhalefetini sürdürmektedir.

Genel nüfus bilgileri şöyledir: Yaşam beklentisi, 52-53 yıldır. Bir kadın, ortalama olarak, 5 çocuk doğurur. (O zaman niye nüfus artışı yüksek değildir? Çünkü bir yandan çocuk ölümleri fazladır; öte yandan, yaşam beklentisi kısadır.) Nüfusun % 75'i, Lama (Tibet) Budacısı; gerisi, Hint ya da Nepal Hindusu’dur. % 50’si, Bhot; % 35’i, Nepalli; gerisi, yerli halktır. Okuma yazma oranı, erkeklerde % 56; kadınlarda % 28 ve toplamda % 42’dir.

Bölgede tarih, yaklaşık olarak, İsa'dan Önce 2000'de başlamıştır. Budacılık, 2. yüzyılda gelmiştir. 1971'de, Birleşmiş Milletler'e kabul edilmiştir. 1974'te, ülkeye ilk kez, uluslararası basın-yayın kuruluşları girmiştir. Aynı yıl, ilk kez, yolcu (turist) kabul edilmiştir. Başlarda, giren yolcu sayısına sınır koyulmuşsa da; bu uygulama, son zamanlarda kalkmıştır.

Son olarak, birkaç dikkat çeken bilgi vardır: Pek fazla uzakonuşur (telefon) yoktur; 1 yayık (radyo) kanalı vardır. 37,000 yayık vardır (1997). Uzagörür (televizyon) kanalı yoktur; 11,000 uzagörür vardır. İnternet kullanıcıları, 2500’dür (2002). Demiryolu yoktur. Karayolu, toplam 3,285 kilometredir. 2 havaalanı vardır. 18 yaşında zorunlu askerlik vardır. Orduya, bütçenin yalnızca % 1.9'u gitmektedir. Başkent Thimphu, dünyanın trafik ışığı olmayan tek başkentidir.

Bhutan'ın nüfusu düşünüldüğünde, Bhutan'daki Budacı düzenin ancak, nüfusun az olması nedeniyle gerçekleştirilebilir olduğu yönlü bir kuşku doğmaktadır. Aynı düzen,
sözgelimi, Çin'de uygulanabilir miydi? Birinci sorun budur. 

İkincisi, Budacılık, toplumları, tarım toplumu olmaya mı özendirir ya da/ yoksa yalnızca tarım
toplumlarına uygun bir düzen mi önermektedir? Üçüncüsü, Budacı düzenin, Krallık'la ilgisi
nedir? Budacı düzen, Krallık yanlısı mıdır? Budacı hukuk nasıl birşey olabilir? Dördüncüsü:
Budacı düzen, genel oy hakkına karşı mıdır? Beşincisi, Budacılık'ın, savaşçılara (gerilla)
karşı tavrı nedir? Altıncısı, Budacı toplumun kadınları, bu kadar doğurgan olmak zorundalar mıdır? Yedincisi, Budacılık, elektronik-dünya karşıtı mıdır?

Bhutan deneyimi, bu sorulara yanıt verememektedir.

Sri Lanka

Dünyada, Budacı tutumbilimi uygulama noktasında, belli başlı ülkelerden biri, Sri Lanka’dır. Sri Lanka, Güney Budacılığı’nın eğitim merkezi işlevi görmektedir. Günye Budizmi’nin rahipleri, Buda’nın dili Palice’yi öğrenmek ve yüksek dinsel eğitim almak üzere Sri Lanka’ya giderler.

Öte yandan, Sri Lanka, dünyanın en yüksek intihar oranına sahiptir. Cinayet oranı, alkol ve uyuşturucu kullanımı, had safhadadır. Çocuk suistimaline çok sık rastlanmaktadır. Ülkede, iç savaş vardır. Budacı düşünürler, bu karanlık tabloyu şöyle açıklamaktadırlar: Sri Lanka’daki insanların çoğu, Budacı’dır; ancak, devlet, Budacı bir devlet değildir (Ariyaratne, 1999, s.16).

Peki Budacı toplum nasıl olur? Birincisi, insanların çoğu, Budacılık’taki üç cevhere yani bir öğretmen olarak Buda’ya, Dhamma ilkesine ve rahiplerin toplumsal örgütlenmesi olan Sangha’ya saygı göstermelidir. Ayrıca, 5 Temel İlke izlenmelidir. Diğer bir deyişle, öldürme, hırsızlık, eşeysel (cinsel) sapkınlık, yalancılık ve alkol ve uyuşturucu türünden madde kullanma olmamalıdır.

İkincisi, devlet yapısı, 5 Temel İlke’yi kolaylaştırıcı bir biçimde oluşturulmalıdır. Devlet, özellikle 6 alanda, bu ilkeleri kolaylaştırmalıdır:

  1. İnsanların ruhsal uyanışı,
  2. Bireylerarası ahlaksal ilişkiler,
  3. Toplumsal ekinin ruhsal ve ahlaksal içeriği,
  4. Toplumsal gelişimi belirleyen ölçütler,
  5. Toplumun tutumbilimsel gelişiminin ilkeleri ve siyasaları,
  6. Yönetim düzeninin dayandığı ilkeler.

 

Sri Lanka’da, bu altı alanın hiçbirinde, Budacı ilkeler uygulanmamaktadır.
Sri Lanka’daki Sarvodaya Şramadana Hareketi, Budacı ilkelerin küçük ölçekte uygulanmasını amaçlayan 40 yıllık bir harekettir. Günümüzde, Sri Lanka’da bulunan 25,000 köyden 11,300’ünde uygulanagelmektedir (Ariyaratne, 1999, s.17).

Sarvodaya Hareketi’ne göre, insanın 10 temel gereksinimi vardır:

  1. Temiz ve güzel bir çevre (kütlesel (fiziksel) ve yansıbilimsel),
  2. Temiz ve yeterli su,
  3. Temel giyinme gereksinimleri,
  4. Dengeli beslenme gereksinimleri,
  5. Yaşamak için yalın bir ev,
  6. Temel sağlık gereksinimi,
  7. Yalın iletişim gereksinimleri,
  8. Enaz enerji gereksinimi,
  9. Eğitim,

(10) Ekinsel ve ruhsal gereksinimler.

Bu on madde, duruma göre, alt maddelere ayrılabilir (Ariyaratne, 1999, s.26).

Sarvodaya köylerinde amaç, para biriktirmek değil, gereksinimleri karşılamaktır (Ariyaratne, 1999, s.26-27). Sarvodaya yaklaşımı, bunların dışında, her bir toplumsal öbeğin (0-5 yaş, 6-16 yaş, 16 ve üstü, anneler, çiftçiler ve yaşlılar) ayrı gereksinimleri olduğunu da kabul eder.

Budacı tutumbilim, insanlık tarihini, gereksinim tutumyapılarının istek tutumyapılarına dönüşümü olarak okumaktadır (Ariyaratne, 1999, s.22). Bu, marksçı yaklaşımla uyuşmaktadır.

Budacı tutumbilim, GSMH’nin, kullanılan birtakım araçların sonucu olarak çıkan varlığı yansıtmasının yanıltıcı olduğunu ortaya koymaktadır (Ariyaratne, 1999, s.23). Bir toplumdaki cinayet, hırsızlık, eşeysel sapkınlık, yalancılık ve madde kullanımı oranları, daha önemli göstergelerdir. Bir toplum, bu yolları kullanmadığı için, tutumbilimsel olarak yoksul olabilir. Bir başka toplum, bu yolları kullandığı için varsıl olabilir. Birinci toplum, ikinci toplumdan daha iyi durumdadır.

Yeni Klasik tutumbilim okulunun tersine, Budacı tutumbilim, kuramın biçimsel güzelliği uğruna gerçekliği feda etmemekte ve bütünsel bakmaktadır (Ariyaratne, 1999, s.25).

Üç zehir (açgözlülük, nefret ve kuruntu), her insanda vardır ama toplumsal kurumlar, onların destekledikleri ölçüde ortaya çıkarlar (Norberg-Hodge, 1999, s.38).

Budacılık, küreselleşmeye karşı, yerel toplulukların oluşturulmasını önermektedir (Norberg-Hodge, 1999, s.39).

Ve son olarak, Budacı tutumbilime göre, tutumbilim, “yoksula aş mı verelim yoksa varsıla yeni arabalar mı alınsın?” sorusuna doyurucu bir yanıt vermek zorundadır. Ancak, yeni klasik tutumbilimciler, bu soruya doyurucu bir yanıt verememektedirler (Puntasen, 2545, s.140).

 

Sonuç

Günümüzün tutumbilimsel düşüncesini, kaba çizgileriyle üçe ayırabiliriz: insanı herşeyiyle yetkin ve ussal (rasyonel) bir varlık olarak gören ve hala yüzyıllanmış varsayımlar üzerinden kendi kurdukları kuramsal dünyalarına gerçekmiş gibi inanan, başat (dominant) olan toplumsal düzenin utangaç sözcüsü olan yeni-klasik okul; dünyayı bambaşka çözümleme araçlarıyla inceleyen ama kimi zaman yetersiz kalan marksçı tutumbilim; ve insanı ussal bir varlık olarak değil alışkanlıkların ve geleneklerin bir ürünü olarak gören kurumsalcı okul. Bu üçüncü okul, insan doğası algısı nedeniyle, yansıbilimi (psikoloji) ve toplumbilimi (sosyoloji), vazgeçilmez bağlaşıklar (müttefik) olarak görür. Çözümleme birimi, tek tek bireyler değil, toplumsal kurumlardır. Budacı yaklaşım, kurumsalcı okula yakın durur. Ancak bu yaklaşım, şimdiye dek, dizgesel (sistematik) olarak, tutumbilime uyarlanabilmiş değildir. Bu nedenle, bu konuda söylenebilecek çok fazla şey yoktur. En azından, tutumbilimin ne kadar Batılı bir bilim olduğunu gözler önüne sermesi açısından önemlidir.

(*) Dr. Ulaş Başar Gezgin, PhD, bilişsel bilimci


Kaynakça

Ariyaratne, A. T. (1999). A Buddhist approach to social and economic development: an experience from Sri Lanka. In S. Sivaraksa (Ed.). Socially engaged Buddhism of the new millenium (ss. 15-33). Bangkok: Sathirakoses-Nagapradipa Foundation & Foundation for Children.

Norberg-Hodge, H. (1999). Buddhist engagement in the global economy. In S. Sivaraksa (Ed.). Socially engaged Buddhism of the new millenium (ss. 34-42). Bangkok: Sathirakoses-Nagapradipa Foundation & Foundation for Children.

Puntasen, A. (2545). Hoksippinayapiçay. Bangkok: Bangatigan.

 

 

 


>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz.