“Eğer siyaset yapacaksan muhakkak surette bir itirafta
bulunacaksın. İster program veya ilgili kayıtlarda, ister mitinglerde,
ister söyleşilerde illa ki ve mutlaki şu üç sihirli sözcüğü yanyana
getireceksin.
- Servet Düşmanı Değiliz!”
.........
Özellikle yükselen seksenler ve alçalan doksanlar ile kulaklarımıza
tanıdık gelmesi bir yana, Allah’ın varlığını kabul ve peygamberi
teyit mertebesinde bir inan meselesi haline getirilen bu düşmanlık
neyin nesidir ki bazı kimseler ve zümreler “tevbe” ederlermiş gibi
bu boş ve komik lakırdıyı ederler sanki bir kelime-i şehadet gibi.
Elbette servet düşmanı olmadıklarını topluma ve/veya
daha çok birtakım etkin ve “sözde” yetkin erk odaklarına itiraf
edenler sağ-patizanlardan veya “eko-liberallerden” olmazlar da solpati-zanlardan
olurlar. Kendilerine sos-lu mos-lu demolu memolu birtakım ideo-sosyal
sıfatlar ve ünvanlar yakıştırmış kimi kimseler ve gruplar adeta
“durup dururken”, birdenbire ve ap-ansızın, “Durun bir dakika...
Biz servet düşmanı değiliz, vallahi de değiliz, billahi de değiliz...Ekmek
Musaf Kapital** çarpsın değiliz” demezlerse
nedense kendilerine gelemezler.
Aslında ortada tuhaf bir durum vardır. Hemen hiç
bir şekilde ister soslu ister sossuz sıfatlara boyanmış bir Allah’ın
kulu bile “Biz servetseveriz.” demediği halde bu adamların derdi
problemi tasası nedir ki bu anlamsız itirafı eder dururlar...
“Servet” ile “Halk” sözcüğü arasındaki ilişkiler
tarihine baktığımızda ortada kimi zaman kanlı kimi zaman barutlu
sahneler buluyor olmak bu itirafı yapmak için bir neden olabilir
mi? Doğal olarak bu iki sözcük arasında pek dostane bir ilişki olmayışı
dünya tarihinin en büyük ve en yeni keşfi olan “demokrasi” ye halel
getirebilir kokusuyla bu tevbe edilmeli mi?
Bir kere gerek bu itirafı edenler ve gerekse de
bu itirafı şu veya bu şekilde bekleyenlerin anlamadığı veya analayamadığı
basit bir gerçek vardır ki bu gerçek yüzünden bu itiraf, itirafı
edenler ile itirafı bekleyenlerin demokrasi ve doğal olarak akıl
fikir zeka kalp vicdan feşmekan kapasitelerinin seviyesizliğini
de ortaya koymaktadır.
Herşeyden önce topluma ister siyasi kanallardan
ister sivil toplum kanallarından bir sistem önermek için herhangi
bir olguya düşman olmanın gereği olmadığı gibi diyelim ki, sosyalist
bir sistemi yahut komünal bir düzeni öneren her akımın, takımın
veya oluşumun ona- buna -şuna veya servete ya da zenginlere düşman
olduğunu kim çıkarmıştır? Dünya tarihi kapitalist sistem dahilinde
hali vakti yerinde sosyalistlerle veya komünistlerle dolu olduğu
gibi hiçte azımsanmayacak derecede fabrikatörlerden, işadamlarından
sosyalist kuramcı ve eylemcilere de tanık olmuştur. Hattızatında
bu kuram veya görüşlere şu veya bu şekilde sahip çıkanların büyük
bölümü köylülerden, proleteryadan, zincirlerinden başka kaybedecek
birşeyi olmayanlardan değil de okumuş çocuklardan, küçük veya mini
minnacık burjuvalardan çıkmıştır ki gerçekte kaybedecek en çok şeyi
olanlar da onlardır ( Bir mini burjuva, gerçekte bir işçiden, köylüden,
toprak ağasından veya fabrikatörden daha özgürdür, tek sorunu bunu
bilmemesidir. ) .
Doğaldır ki yere batasıca seksenlerin alçak ve
pek rüküş yükselen değerleri dünya gezegenini malsever ve mülkperestler
için bir cennet haline getirmiştir. Öyle ki özellikle yaygın ve
yalancı medyaların katkılarıyla sol düşüncede olmak, solcu olmak,
sosyalizm önermek veya daha ötesinde komünist olmak, anarşist olmak
ve daha başka alternatif şeyizmlerden olmak cüzzamlı olmak gibi
topluma yansıtılmıştır. “Eğer ki bir kimse ekoliberal veya sağpatizan
değilse o kimse kesinlikle zenginlerin düşmanıdır” gibi akıl fikir
ve zeka dışı bir “kanı” ile geniş toplum kesimleri kandırılmaya
çalışılmıştır. Oysa ki bu kandırmaca gerçekte Türkiye’de veya dünyanın
başka yerlerinde topluma işlemediği gibi bu tür itiraflara yönelenler
de bu itiraflarını toplum vicdanları için yapmamışlardır. Servet
düşmanı olmadıklarını yineleyen papağangilsolcuların tek kaygısı
kapitali ürkütmemektir (Bu “Korkak Kapitalin Tavşanlığı” meselesini
kurcalamayı gelecek sayıya bırakıyorum kısmetse). Yoksa “Halk” denen
mahlukat bu kimselerin servet’e mi, mehmet’e mi neye düşman olup
olmadıkları ile pek ilgilenmez. Hattızatında özelde Türkiye Halkı
için bırakınız serveti, kereveti, günümüzün yetkililerince günde
kırk kez söylenmezse elden kaçacağı sanılan diğer siyasi ilmihal
lakırdıları da pek değil, hiç ama hiç önemli değildir.
( Örnek: “Türkiye, Laik, Devleti Milleti Bölünmez,
Sosyal Hukuk Devleti Cumhuriyetidir” gibi... Atomların bile bölündüğü
bir dünyada sanki bir ortak atadan türeyip aynı anadan aynı anda
doğmuş “yetmişmilyonuzlarmışız” gibi “Atatürk İlkelerini kabul etmeyenlerin
Allah belasını versin, O vermezse biz veririz” anlayışı ile “Toplumu”
veya “Halkı” ilkokul bahçelerinde sıraya girmiş ve “and içen” kara
üniformalı “bir küçük çocuk milleti” sanmaya devam eden bir zihniyetin
egemen olduğu bir ülke daha çok, nispeten bile olsa, DEMOKRATİK
seçimler ve kimilerininin aklını fikrini felç edip vicdanına inme
indiren ne sonuçlar görür. Hattızatında mevcut iktidar da “sol söylem”
tadı bulmuş bir halktan bahsediyoruz buradaki, bu daha şimdiden
bir dünya klasiğidir...)
Bir sistem önermek, bir sistemi savunmak başka
bir sisteme veya o sistemi savunan aygıt ve öznelere düşman olmayı
gerektirmez. Ancak ortada hiç mi düşman yoktur veya tarih boyunca
olmamıştır. Tabii ki olmuştur ve olacaktır da. Bir kimse tamamen
duygusal nedenlerden veya kişisel kıskançlıklarından dolayı “ komünist
veya solcu” olamaz mı? Elbette olur. Nasıl ki bir Kürt’ten kazık
yiyen bir kimse ülkücü olabiliyorsa, nasıl ki bir Türk sevgili tarafından
aldatılmış bir başka Türk, “Fransız hayranı Türk düşmanı” olabiliyorsa,
nasıl ki çocukken gittiği Kuran Kursunda bir türlü sökemediği ElifBa
yüzünden bir gastro-imam’dan sopa yemiş ateşli Kemalistler varsa,
nasıl ki talihsiz aşklarının tek sorumlusu olarak Allah’ı gören
kırıkkalpli ateistler varsa, nasıl ki televizyonda gürdüğü Popztar
şarlatanlıkları nedeniyle El-Kaide’ye katılıp “büyüyünce şehit bomba
olmak istiyorum.” diyen kalpte değil sözde islamcılar varsa ideolojik
yansımaları soldan gelen duygusal ve nazik bünyeli insanlar da elbette
olmuş ve olacaktır.
Ne var ki, bir bireyin zenginlere “gıcık” olması
“solcu veya komünist” olmak için yeterli olsaydı bugün dünya tarihi
ve coğrafyası ile sistemleri de büyük ölçüde farklı olabilirdi.
Bir kere “gıcık olma” hali geçicidir ve genellikle erken yaşlara
has bir haldir (Elbette bazı inatçı bireyler de kele fele ve sakala
rağmen bu gıcıklık sendromu sürebilir. Ama istisnalar “aydın” bile
olsalar kaideyi bozamaz. ) Öte yandan kabul etmek gereklidir ki,
bu duygusallık hali gerçekte sosyalist teorilerin yumuşak karnı
olmuştur. Hakikaten çağımızın itirafçı ve tövbekar solcuları ve
sosyal demokratları gibi tarihte sırf hasetlerinden dolayı solcu
veya komünist olmuş kimseler bu teorilere pratikte hayli zararlar
da vermiştir ki Sovyet Sosyalist Bürokrasi Cumhuriyetleri ve ÇKP
Halk Cumhuriyeti bu türden örnekler nedeniyle ya yokolup gitmişler
veya dünyanın en kapitalist şirketlerinden birisi haline gelmişlerdir.
Fakat yine de ortada olan kötü örnekler hiç kimseye
servet düşmanı olmadığını papağan gibi yineleme mecburiyeti getirmemeli.
Çünkü zenginlere veya servete düşman olma nedeniyle solcu olmak
ile Allah’a düşman olup ateist olmak arasında hemen hemen hiçbir
fark yoktur. Nasıl ki o ateist bir ateist olmayıp en iyimser tahminle
“isyankar bir kul” ise bizim zenginlere gıcık olan hasetkarımızda
solcudan başka herşeydir ve işte bu durum saçmalığı ve komedisi
nedeniyle kendilerini hakikaten solcu gören kimseler için servet
düşmanı olmak veya olmamak meselesi Hamlet’in meselesi kadar bile
önemli değildir.
Kişisel olarak her sistemi önermek ve savunmak
benim doğal hakkımdır. Ola ki yanlısı olduğum sistem demokrasi dışı
olsun ve hatta demokrasi dışı yollardan savunulsun. Ola ki illa
ki “devrimle” gelsin. Size düşen benim fikrimi kısasa kısas yöntemiyle
karşılamaktır. Eğer siz, demokrasi içindeyseniz ilk bulduğum silahlı
kuvvetin paçasına tutunmak herşeyden evvel benim demokrat olmadığımın
kanıtıdır ki 21. yüzyılın insan tanımına “demokrat” sıfatı daha
şimdiden sızmış ve kendine yerleşeceği bir anlam bütünlüğü aramaktadır.
( Bakılmasın buşlara, kuşlara, Yeni Dünya Düzenbazları
ile Eski Dünya Kumarbazlarına... Bunların hepsi “Medeniyet” denilen
ve hala, evet hala tek dişi bulunan Pro-Deccal canavarın torunu
olan Neo-Deccal’e, yani tekgözlü “Teknoloji”ye biat faaliyetleridir.
Nihayetinde beklenen “Mesih” yeryüzüne inmiştir ve onun adı da “Demokrasi”
dir...)
Bir kimsenin veya kurumun servet düşmanı olmadığını
itiraf etmesi ne anlam ifade etmeli?.. Şeylerin kırkanlamını***
düşünmekten yoruldum ben de illallah...
İtiraf ediyorum... “Ben Bir Halk Düşmanıyım!”
Niye mi?... “Servet Düşmanı” değilim de ondan...
..................
notlar:
* Türk Sol Siyaset İlmihali: Kısmetse birkaç
yıl sonra yazacağım.
** Bu “Kapital” Marks’ın ki değil, bildiğimiz adi para, elin kiri
yani...
*** kırkanlam: kırk tane anlam