TARİHE, BELGESELE,
REKLAMA DAİR BAŞLIKSIZ BİR YAZI
Etem Özgüven
Belgesel arkaik ve çağdışı bir kelime gibi geliyor
kulağa. Sürekli olarak çok farklı şekillerde yanlış anlaşılmış ve
yanlış kullanılan bir kelime, kavram; Örneğin günümüzde insanlar
"Ben sabahtan akşama kadar diskaviri ya da neyşinıl ceyografik
seyrediyorum" derken entellektüel düzeylerini, duyarlı kişiliklerini
belgesel izlediklerini kanıtlayarak sergilemek istiyorlar. Halbuki
o kanallardaki şeyler doğru kullanılan anlamıyla belgesele en uzak
yapımlar.
Belgeseller; araştırmacılar tarafından hayli farklı
şekillerde sınıflandırılıyorlar. Etnolojik, araştırma, yolculuk,
doğa belgeselleri; haber gerçek belgeseller, doküdramalar ya da
bavul belgeselleri vs. Bu ayırımların bir televizyon kurumunda rafların
tasnifini kolaylaştırması ya da bir araştırmacının incelemelerini
daha düzenli yapabilmesi dışında "belgesel" öğrencilerine
bir faydası olacağını düşünmediğim için bu sınıflamalara girmiyorum.
Derslerimde tüm belgeselleri "propaganda" belgeselleri
olarak tanımlıyorum. Gene benim sınıflarımda; bu ülkede belgesel
derslerinin önemli bir kısmını kaynattığını düşündüğüm "belgesel
gerçekliği ve belgesel objektifliği" konuları hemen hiç tartışılmıyor.
Belgeselin bir propaganda aracı olduğunu iddia eden bir bakış nasıl
olur da gerçeklik ve tarafsızlıktan söz edebilir. Dahası biz, belgeselin
bir kurmaca olduğunu kabul ediyor ve bir kurmaca oluştururken gereken
teknikler ne ise onların üzerinde duruyoruz. Yani bir illüzyonu
yaratmanın yöntemlerini kavramaya, uygulamaya çalışıyoruz; iyi bir
aydınlatma, iyi bir kurgu, iyi bir kamera kullanımı nedir, nasıl
yapılır vs.
Belgesel propagandadır dedim ve belgeselin de diskaviride
izlenmeyeceğini söyledim. Burada küçük bir parantez açmama müsade
ediniz lütfen:
Reklamların amacının mal ya da hizmetin satışını arttırmak olduğunu
düşünüyoruz. Genel olarak da bu doğrudur herhalde, bunda çok fazla
tartışılacak bir şey yok. Ancak günümüzde bir ikinci amaçlarını
açık bir biçimde görüyorum ve bu gözlemi sizlerle paylaşmayı gerektirecek
kadar önemli buluyorum. Bir örnek üzerinden anlatayım. YapıKredi
Bankası'nın ya da bir bankanın (hangisi uygunsa) gençleri bankaya
yönlendirmek için açtığı son kampanya benim anladığım kadarıyla
yetmişleri seksenları anlatıyor, yanılıyorsam da altmışları ya da
ellileri. Parende atan, lolipop yalayan kızlar, hulahup çeviriyorlar,
merdiven tarabzanlarından kayıyor ve bankaya gidiyorlar. Bu reklamın
tüketimi arttırmak amacı da olabilir pek tartışmak niyetinde değilim
ama en önemli işlevi TARİHİ DÖNÜŞTÜRMEKTİR; yeniden yazmaktır, distorte
etmektir, çarpıtmaktır, tahrif etmektir. (artık hangi kelimeyi beğenirseniz
onu kullanın) Seksenli yıllarda (ellilerde, altmışlarda ve yetmişlerde
de) bu ülkede insanlar ölüyordu, işkence vardı, karaborsa vardı,
darbe vardı, savaş vardı, insanları memleketlerinden ve üniversitelerden
sürüyorlardı. Yalnızca ip atlayan ve parande atan kızlar yoktu.
Dolayısıyla yakın zamanlarda izlediğiniz özellikle çok büyük prodüksiyonlu
önemli reklamlara baktığınız zaman bunların amaç ve işlevlerinin
esasen tarihi dönüştürmek olduğunu daha açık görürsünüz. Tarihi
dönüştürürseniz bugünü ve daha da önemlisi yarını da dönüştürürsünüz.
Anadolu'da dolaşan telefon reklamındaki kızın dolaştığı Anadolu
bizim Anadolu'muz mu, özgürlük bu kadar ucuz bir kelime mi. Ford
minübüs reklamlarında gördüğümüz kadar bereketli ve yeşil mi mi
ortalık, balıklar ve inekler besili, köylüler mutlu mu, kamyoncular
hep gülen gözlerle kamyonlarına atın sırtına vurur gibi sevecen
şaplaklar mı indiriyorlar. (ne büyük yaratıcılık değil mi; breh
breh…) Hayır. Bakınız bu benzin, banka, otomobil, deterjan, kolalı
içecek propaganda filmlerine o filmlerin TARİHİ DÖNÜŞTÜRDÜKLERİNİ
açıkça göreceksiniz. (elbette tüketimi de pompalamak istemektedirler
bunun aksini savunmuyorum ve bu özellik önemli bile değil geldiğimiz
noktada)
Bir önceki paragrafın son cümlesinde reklam filmi
yerine propaganda filmi tanımlamasını kullandım ve altını çizdim.
Bir reklam filmini bu şekilde tanımlayabilir miyiz. Evet, çok doğal
olarak yapabiliriz. Yazımın ilk başında belgeselin propaganda filmi
olduğunu söylemiştim. O zaman benim yaklaşımıma göre reklam filmi
ve belgesel propaganda filmlerinin iki ayrı versiyonu oluyor. Bundan
da ileriye bir adım atarsak reklam, belgesel oluyor. Evet gayet
tabii. Bundan doğal bir şey olabilir mi. Artık günümüzün insanının
algı sınırı, vakti kullanma biçimi, anlama kapasitesi, sabrı ve
benzeri özellikleri gözönünde bulundurularak yarım ya da bir dakikaya
indirilmiş belgeseller üretiliyor ve biz onları daha yaygın kullanılan
adları olan "reklamlar" olarak biliyoruz, izliyoruz. Lene
Reifenstahl ya da Flaherty dönemleri geride kaldı. Günümüzün çok
kısa belgesellerini devlet, ulusal ve çokuluslu şirketler bu yeni
formatta üretiyor ve izletiyorlar. Bunların kısa olmalarının sayılamayacak
kadar faydası var. (bu fayda bize değil tabii bu propagandayı gerçekleştirenlere)
ancak bu "kısalık ve kısalığın işlevsel önemi" konusu
bir başka yazının konusu. Bu formatın tercihi zamansızlıktan ya
da televizyonun süresinin pahalılığından kaynaklanmıyor, bu propagandanın
etkinliğini arttıran çok biliçli bir tercih…
Bu propaganda filmleri ya da resimleri ya da metinleri
ya da logoları; bilboardlardan, radyolardan, televizyonlardan, sanal
ortamlardan, sinemalardan, spor takımlarının formalarından, ünlü
insanların şapkalarından, binaların cephelerinden, çakmaklardan,
otobüs koltuklarının baş dayanan yerlerinden, tren ve uçak biletlerinden,
köfte satan lokantalardan, dondurmacılardan ve spor sahalarının
yüzeyinden, denizlerin altından ve gökyüzünden fışkırarak o kaba
o acımasız o saldırgan o bıktırıncaya kadar tekrar eden ve gene
tekrar eden ve ardından gene tekrar eden yapılarıyla yalnızca kelimelerimizi,
dilimizi, söylemek istediğimiz her şeyi elimizden almakla kalmıyor,
bütün anlamlı görüntüleri aynı amaçla "kötüye kullanılmış"
tek bir plastik öge ve anlayışa dönüştürmekle kalmıyor, çekirgelerin
bir tarlayı talanını andırır bir tüketim ideolojisini yüceltmek
ve benimsetmeye çalışmakla kalmıyor; TARİHİ DE DÖNÜŞTÜRÜYOR. Dolayısıyla,
YARINI DA.
Bakın aslında bazı üçüncü dünya ülkelerinde şu
sıralarda bir de ne oluyor. Şu oluyor. Bu çılgın tüketim kültürünün
gelişiminde en büyük paya sahip olduğunu savunan reklam(cı)lar eğer
bu savları doğruysa dünyanın ekolojik anlamda yok oluşunun da önemli
sorumlularından biri.(Bu tamamiyle reklamcıların kendi bakış açılarının
mantıklı sonucu olarak oluşan bir çıkarım.) Dünya çevresel olarak
bir yok oluşa giderken ve gelir dağılımı sürekli bozulurken Türkiye
gibi geri kalmış (az gelişmiş, gelişmekte olan, A.B.'ye aday vs.)
bir ülkede bir an gelir ki devlet ya da özel sektör "sosyal
reklam" denen şeye (bu da bir başka yazı konusu) bir bütçe
ayırır. Bu bütçe ayırmanın anını örneğin Taksim'de arabanızın camını
silmeye çalışan çocukların kocaman bir kayayı lüks otomobilin camına
patlatma günü belirler. Yani açlığın, işsizliğin, gelir dağılımındaki
adaletsizliğin yani şiddetin cici çocuklara temas ettiği an belirler
bu bütçe ayırma mevzuunu. Ve bu bütçe ayırıldığı an ne olur biliyor
musunuz. O güne kadar bu tüketim ve hizmet propaganda filmlerini
üreterek az ya da çok dolaylı ya da direk bu çevresel, ahlaki yozlaşmanın
ve çöküşün ve bu tüketim çılgınlığının sebeplerinden önemli biri
olan reklam şirketleri, (belgesel şirketleri, propaganda filmi üreten
şirketler vs.) bu sosyal reklam üretme işine de soyunurlar. Vaktiyle
"bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz" demişlerdi.
ona kızıyorduk. Okuması yazması pek yerinde olan bu, sabahları Dülsinea'da
kahvaltı yapan akşamları Babilon'da eylenen; koltuk altlarında bir
Radikal sıkıştırılmış, Açık Radyo müptelası, Kembiriçte okumuş İstanbul'lu
efendi çocuklar "sosyal reklamı da" kendileri yapacaklar
elbet. her anlamda; kimisi müziğini yapacak, kimisi metnini yazacak,
kimisi oynayacak ve bunda da en ufak bir beis duymayacaklar…
Bunu yaparken de "ablam şarkısını söylesin, zevcem oynasın,
eniştem çeksin, baldız da kurgulayıversin artık" gibi ulusca
hiç yabancı olmadığımız "dışarıya zırnık koklatmam" gibi
kabaca "aman neme lazım iyi olacak da ne olacak para içeride
kalsın bari" gibi kibarca izah edilecek "ayrıca"
yüce bir mantıktan hareket edecekler/ediyorlar.
Reklam ve belgeselin aslında günümüzde aynı şey
olduğunu söyledim o zaman bu söylediklerimde doğruluk ihtimali varsa;
biz belgesel hocaları kendimizi ve öğrencilerimizi birer reklam
filmi çekecek kadar iyi bir teknikle donatmalıyız ki onlar propaganda
filmlerini izleyiciyi etkileyecek biçimde gerçekleştirebilsinler.
Dönüştürülen tarih ve ahlakı olumlu bir noktaya çekmek iyi niyetle,
hamasetle ve arkaik bir söylemle olmuyor. Olmaz da ve bu ortada.