SAYI 13 / 05 TEMMUZ 2004

 

RESMİ İDEOLOJİDE KIBRIS TERMİNOLOJİSİ

Bora Ercan



18 Mart 2002 ne kadar yakın bir tarih değil mi? Daha üzerinden 2 yıldan biraz fazla zaman geçmiş üzerinden, bir ülkede bu süreçte ne değişebilir ki! Bu yazının o dönemde yayımlanan medyakronik adlı basın eleştirisi sitesinde yayımlanış tarihi. Değişime başka bir gösterge böylesine gereksinim duyulan bir sitenin artık yayında olmamasıdır. Bununla birlikte Kıbrıs sorununda da ciddi değişikler olmuştur. Bu yazı o gün yazılan yazının bir güncellenmesi gibi algılanabilir, buna ek olarak da küçük bir bellek yoklaması yapmış oluruz belki.

Bazı ülkelerde yöre isimleri hep sorun olagelmiştir. Sınırlarını tarihin ya da coğrafyanın değil de, siyasî oyunların belirlediği böylesine ülkelerden olan Türkiye’de Yukarı Mezopotamya, Pontus gibi coğrafi tanımlamalardan rahatsız olunur. Aynı şekilde Yunanistan da Yugoslavya’nın dağılmasından sonra kurulan Makedonya’nın adından rahatsız olmuş, rahatsız olmakla kalmayıp ülkenin adını ‘Former Yugoslav Republic of Macedonia-Eski Yugoslavya Makedon Cumhuriyeti’ olarak değiştirtmiştir.

Şu günlerde sık sık duyduğumuz, kanıksadığımız için dikkat etmediğimiz haberlerden biri şöyle başlıyor: “KKTC lideri Rauf Denktaş’la Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Glafkos Klarides.......” (tabii artık bu iki lider değişti, her ne kadar Denktaş hala daha Cumhurbaşkanı ise de etkinliğinin ne denli azaldığı da ortadadır.) Bu ve böylesi haberlerden anlaşılan adada bir devletin, bir de başka bir yönetimin olduğudur. Uzun yıllar ise bu söylem Kıbrıs Rum Kesimi olarak bize yayın organları tarafından dikte ettiriliyordu. Türkiye’de hazırlanan bazı haritalarda ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) adına rastlamak olanaklı. Son zamanlarda da bazı televizyon haberlerinde Avrupa Topluluğu’na girecek olan devletin Güney Kıbrıs olduğunu öğreniyoruz (Güney Kıbrıs’ın Kıbrıs Cumhuriyeti olarak 1 Mayıs 2004’te AB’ye girdiğini anımsatalım). Ancak şu ana kadar Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ya da o ülkenin bütün dünyada kabul gören adının, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kullanımına tanık olamıyoruz. Oysa bütün bunlar bizim yıllardır yüzleşmek istemediğimiz, ertelediğimiz sorunların bir sonucu. Kabul etsek de etmesek de, farklı isimler uydursak da, orada dünyanın tanıdığı bir devlet var. Örneğin, o devletin vatandaşları kendi ülkelerinin pasaportlarıyla istedikleri yere gidebilirler, çoğu zaman da vizesiz. KKTC pasaportu taşıyanlar ise bir de TC pasaportu taşımak zorundalar, eğer vize alabilirlerse seyahat edebilirler. Onlara ise vize almalarında uzun yıllardır özellikle Batılı ülkelerin gösterdiği kolaylıklar, bu durumu kötüye kullanmak için sonradan KKTC pasaportu alanlar sayesinde artık gösterilmiyor. TC pasaportuna yapılan muameleyi ise burada açmaya hiç gerek yok sanırım. (23 Nisan 2003 tarihinde KKTC yönetimi içten gelen baskılara dayanamayarak günübirlik geçişlere izin verdi. Sonucun ne kadar ilgi ve içtenlikle karşılandığını Kıbrıs halkının bugüne kadar birkaç küçük olay dışında barış içinde birbirlerini ziyaret etmeleri açıklıkla göstermekte. Bu süreçten sonra Kıbrıslıtürklerin binlercesinin her ne kadar resmi söylem yadsısa da Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu aldıkları bir gerçek, daha önce bu pasaport elde ediliyordu ancak güçtü ve bir miktar (mafyatik) para gerektiriyordu.)

Pekiyi dünya, nüfusuna oranla en çok üniversiteyi ve kumarhaneyi bulunduran KKTC’ye nasıl bakıyor. Yani dünyanın herhangi bir yerinden üzerine Turkish Republic of Northern Cyprus(KKTC) yazan bir mektup atsak o mektup adresini bulur mu? Hayır! Mektubun üzerine Mersin 10-Turkey yazmak zorundasınız. (Ya da telefon etmek isterseniz Türkiye üzerinden 392 kodunu kullanmalısınız.)

Uluslararası direkt uçuşlara kapalı olsa da, Türkiye gibi ekonomisinin düzelmesi için turizme bel bağlamış olan, bırakınız düşman ülkeleri, birilerinin dost ve kardeş ülkeleri tarafından bile tanımayan, yalnızca TC’nin KKTC olarak tanıdığı devlet yurt dışında nasıl pazarlanır? İşte bunun için yabancı gazetelerin hafta sonu verdikleri gezi eklerine ya da gezi dergilerindeki ilanlara bakmak gerekli. Örneğin İngiltere’de her hafta sonu gazetelerin verdiği gezi eklerinde Kuzey Kıbrıs için ilanlara rastlanabilir. Bu ilanlarda, reklamlarda başlık olarak sadece Northern Cyprus-Kuzey Kıbrıs kullanılır, hatta bunlardan birinin içeriğinde turist kalabalıklarından uzak sakin, tarihi yerleri bozulmamış, harika bir Kıbrıs’ın varlığından söz ediliyor ve ilginçtir Hıristiyan azınlığı yok denecek kadar az olan ülkenin tanıtımında görsel malzeme olarak bir kilise kullanılıyor!

Diyesim madalyona güneyden bakarsak, onların da resmi düzlemde “Kuzey Kıbrıs Türk Yönetimi” söyleminde olduğunu anlayabiliriz. Tabii bu söylem zaman zaman işgal altındaki topraklar şeklinde olabiliyor.

Evet zaman bizim siyasetçilerimizin eşref saatlerini beklemiyor. Darwinci kurama göre söylersek değişen koşullara ayak uyduramayanlar doğada yaşama, varolma şansı bulamazlar. Bu ülkeyi yönetenler Nasrettin Hoca’dan beri bulundukları yeri değil dünyanın, evrenin merkezi sanıyorlar, buna inanmayanlara da aldırmıyorlar. Ülkede çıkıp da kimse 2002’de Avrupa Birliği’ne girmeye hak kazanan ülkenin adının Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu söyleme cesaretini gösteremiyor.

Barış adımları atılmasında Türkiye’nin olumlu adımlar attığı inkar edilemez. Fakat sorgulanması gereken konu ertelenen, yoksanan gerçeklerin çözümünün belirli bir kaba pragmatizm zorunluluğuyla başlamasıdır. Çünkü bu sorunla yaşamaktan belki biz bıkmayız, bizim içimizde 74 ruhuyla yaşayan ve bundan beslenen insanlar vardır, lakin dünya bıkmıştır. Birleşmiş Milletler ve AB sıkışırması olmasa TC hükümetinin bu sorunla böylesi samimiyetle ilgileceğinden şüpheliyim.

Neyse bu zaman zarfında kapılar açıldı, insanlar doğdukları evlerini gördüler, eski fotoğraflarını buldular, kısacası ötekinin canavar olmadığı gördüler. Hatta şimdi de yavaş yavaş İstanbul’a geliyorlar. İki hafta önce Kıbrıslırum arkadaşım Andreas İstanbul’a geldi. Girişin nasıldı diye sorduğumda bireysel bir sorun yaşamadığından söz etti ama tabii devletimiz tanımadığı pasaporta nasıl işlem yapacak; işlem yapmayacak, işlem başka bir kağıda yapılıyor.

Dünya kamuoyu önünde hep haksız olarak görülmemizin karşılığını bunlar zaten bizi sevmezler arabesk söyelmiyle kendini aldatmak olmamalı, akılcı potitikalarla ve elbette sorunları geçiştirmeden çözümlemek olmalıdır.

Bakalım önümüzdeki yıllarda bu konunun altından hangi sular akacak.





.