SAYI 127 / OCAK-ŞUBAT 2007

 

AVRUPA YAKASI RÜZGÂRI



Dr. M. Kubilay Akman
mkakman@mail.com



ATV’de Avrupa Yakası, Ata Demirer ve Bülent Polat (Şesu) gibi dizinin “lokomotifi” denebilecek oyuncuların ayrılmasının ardından, beklenenin aksine daha geniş bir izleyici kitlesi ve artan beğeniyle izlenmeye devam ediyor. Dizinin başarısında, Gülse Birsel’in titiz bir çalışmayla, ince esprilerle kaleme aldığı senaryo, başarılı oyuncu kadrosu ve kaliteli reji anlayışı kadar izleyicinin aslında çok bilinçli bir tercihle ne tür bir dizi konsepti umduğunu ortaya koyması da etkili oldu. Avrupa Yakası’ndaki insanlık durumları Türkiye’nin mevcut halleriyle örtüştüğü, eleştirel bir tutumu düzeyli bir komedi tarzıyla buluşturduğu oranda daha çok TV izleyicisinin ilgi odağı haline geliyor.

Her kesimden, ama daha çok da eğitimli, orta sınıf, genç izleyiciden talep gören Avrupa Yakası, her karakteriyle ironik bir mizah sergilerken, bizi kendimiz ve çevremizdeki bireyler, sosyal çevreler hakkında düşünmeye itiyor. Ata Demirer’in canlandırdığı Volkan karakterinin pozisyonunu değilse de semiyotik “fonksiyonu”nu alan Sacit (Tolga Çevik) giderek “delikanlılık”tan uzaklaşan bir dünyada varolma mücadelesi veren bir mahalleli genç modelini, Tacettin (Veysel Diker) metropole uyum sağlama sorunları yaşayan nahif Anadoluluyu, Tanrıverdi (Sarp Apak) aynı sosyal tabakanın nispeten daha iyi adapte olan ve bunu bir alt-kültür (rock) dolayımıyla yapmaya çabalayan bir üyesini, İffet (Hümeyra) ve Tahsin (Gazanfer Özcan) çifti ise global akımlar, devinimler karşısında başı dönen “eski İstanbulluyu” temsil ediyorlar. Burhan’ın (Engin Günaydın) sosyallik sınırlarını zorlayan taşralılığı, Gaffur’un kendisini kuşatan orta sınıf yaşamını hiçe sayan anti-sosyal taşkınlıkları ve tabii ki Aslı’nın bütün bunların ortasında (Gülse Birsel) büyümemekte direten, sevimli, ironik, şakacı ve açık yürekli bir geç “genç kızlık” profili çizerek durması Türk izleyicisini kahkahalara boğuyor.

Dizinin olumluluklarının altını şöyle ana hatlarıyla çizmek istiyorum: tüm kırsal içerikli dizilere ve oralarda yaratılan atmosferlere rağmen, Türkiye, kendine özgü bir yoldan da olsa kentleşiyor, kentlileşiyor. Avrupa Yakası, kentlileşen ve modernleşen Türk insanının beğenisini yansıtması açıdan anlamlıdır. Ayrıca, iyi emek harcandığında bir projenin “starlar” ya da starlaşanlar ayrılsa da var olmaya devam edebileceğini ve hatta daha başarılı olabileceğini göstermiştir. Popüler kültür ve izleyicileri arasındaki o fazlasıyla indirgemeci anlayışı, yani toplumun çok mekanik bir düzeyde manipüle edildiği söylemini bir kenara bırakacak olursak, Avrupa Yakası örneği izleyicinin sanıldığından daha etken olduğunu ve beklentileri yanıltabileceğini ortaya koymuştur.

Tabii, işin daha ekonomik boyutları hakkında da söylenecek birkaç söz var. Malum, dizinin reyting grafiği yükseldikçe ATV’nin sayısız tekrarlara, günlük Avrupa Yakası ritüellerine yönelmesi gündeme geldi. Bence, şu “gerçeklikle de bağ kuralım” anlayışı adına Yılbaşlarının dizilere taşınması da artık pek tat vermiyor. Bu tekrarlar, yılbaşı ve benzeri gündemleri dizilere taşıma girişimleri gerçekten izlenme oranını artıran taktikler midir yoksa farkına varmadan “altın yumurtlayan tavuk”u kesmek anlamına mı gelir, bu ayrı bir tartışmanın konusudur. Hiçbir kanal, hiçbir diziye mutlak bir reyting kaynağıymış gibi bakmalıdır. Yanlış adımlar iyi işleri bir anda gündemin dışına taşıyıp imajı yıpratabilir.

Avrupa Yakası ekran başında harcanan zamanı hak eden özgün bir yapım olarak görünüyor. Bu türden iyi çalışmaların sayısının artmasını umuyorum.

 

 


>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>
İzinsiz Gösteri'de yayımlanan yazılar ve görselller izin alınmadan ya da kaynak gösterilmeden kullanılamaz