SAYI 11 / 03 HAZİRAN 2004

 

LİNGAM: ŞİVA'NIN CİNSEL ORGANI

Nurdan Çakır



Seyyar satıcıların tezgahlarında, iş yerlerinin en resmi olanlarının bile bir köşesinde ve bir çok alışveriş merkezinin standında gördüğüm heykelcikler dikkatimi çekiyor. Olips taşından yapılmış çoğunluğu siyah, son derece estetik görüntüde heykeller bunlar. Boyutları 2-3 santimden başlayan ve devasa ölçülere ulaşan aynı tip heykellerin esrarını çözmemle kahkahalarımı patlatıvermem bir oluyor!

Öyle bir yerde tutuyor ki gülme krizim, kalabalığın içinde kim vurduya gideceğimi düşünerek biraz rahatlıyorum. Rchikesh'te, Ram Jhula köprüsüne çok yakın bir aşramın Ganj kıyısındaki Ganga Arti törenindeyiz. Bütün kutsal yerlerde olduğu gibi, terliklerimizi çıkarıp tapınağın merdivenlerindeki halılarla kaplanmış merdivenlere oturuyoruz. Henüz arti töreni başlamadı, dev hoparlörlerden "Omm shanti shanti" ezgileri sürekli olarak tekrarlanmakta... Selamlaşıyoruz törene katılanlarla, herkes ne yapıyorsa bende onu yapıyorum... Gözgöze geldiğimiz insanlar, iki ellerini göğüs hizasında birleştirerek "namaste" diyorlar bende "namaste" diyerek selamlıyorum. Din adamları ve dilenciler "Hariom" demeyi tercih ediyorlar! Hariom= Zihnimi çalan Tanrı anlamında bir sözcük.

Merdivenlerin bittiği Ganj kıyısındaki terasa benzeyen düzlükte, kare şeklinde bir ateş sürekli yanmakta. Ateşin etrafına belirli sayıda kişi oturmuş alevlere kokulu otlar ve pirinç taneleri atmaktalar. Ateşe konan odunlar, tütsü yapılan sandal ağacından düzgün boyutlarda özel olarak kesilmiş. Bu arada, ateşin etrafında oturanlar belirli aralıklarla değişiyorlar, birileri kalkıyor diğerleri oturuyor...

Bir rahip mikrofondan ilahiler söylemeye başladı ve malum harmoniumda ona eşlik ediyor. İlahi sözcüklerden oluşan ezginin ritmi giderek hızlandıkça, aşramın merdivenlerindeki kalabalıkta ki coşkulanma dalga dalga yayılıyor atmosfere... Günbatımı alacalığında yanan odunların, alev kıvılcımları göğe yayıldıkça havadaki iç bayıltan tütsü kokusu genzimi gıcıklıyor... Bütün duyularım iş başında, bir taraftan kendimi bu atmosfere uyumlanmış hissederken, diğer taraftan da her şeyin dışında bir gözlemle algılamaya çalışıyorum bu topluluk ruhundaki elektriği...

Tören tüm coşkusu ile devam ederken, turuncu sariler içindeki genç rahiplerin taşıdığı bir kütle dikkatimi çekiyor. 80-90 cm. ebatlarda dikdörtgenimsi kaideyi saygıyla yüksekçe bir yere bırakıyorlar, Genç rahiplerden bir kaçının ellerinde yağdanlık gibi taslar var, kaidenin üzerindeki heykelin tepesinden kaşıkla bir kaç damla yağ akıtıyorlar... Yağ akıtıldıktan hemen sonra da süt faslı başlıyor, biraz yağ biraz süt devamlı tekrarlanıyor. Meraktan yerimde duramıyorum, o acaip simsiyah heykelin anlam ve önemini merak ediyorum doğal olarak !

Merakımı gidermek için biraz daha beklemeliyim, zira;
tam bu sırada yakışıklı baş rahip mikrofonla dua faslına başlamış oluyor...Harmonium, zilli sopalar ve org eşliğinde rahibin ve rahipler korosunun "Omm nama Şivayaaa" mantralarının salınımına bırakıyorum kendimi... Bütün topluluk sanki tek bir ruh! Bedenler kutsal bir devinim içinde, herkes bir ağızdan yüksek sesle tekrarlıyor mantrayı. Sağa sola sallandıkça yerimde durabilmek güçleşiyor.
Dansetmek ve bedeni uçuşa geçirmek kaçınılmaz oluyor....Etrafımda tertemiz ipek sariler ve Şalvar-i kamiz içindeki kadınlar, genç kızlar ve erkekler, hatta saçları taralı küçük çocuklar... Bu sırada, baş rahip önünde duran kobra başlı tütsülü ve ateşli şamdanı yanındakine uzatıyor, artık şamdan elden ele geziyor... Çok ağır olan şamdanı eline
alan kişi, belirli bir sırayla 3 defa başında dolandırıyor ve bir başkasına veriyor...

Şamdan dolaştırma faslının bitimini, baş rahibin elinde kocaman bir Hindistan cevizi yaprağını Ganj'a bırakma girişiminden anlıyoruz... Yaprak kurutulup kayık şekline getirilmiş, üzerinde taze çiçekler ve yağlı fitili ateşlenmiş mumlar var. Baş rahip, yaprağı suya bırakınca ardından bir miktarda süt döküyor nehire, Ganj kutsanmış oluyor
böylece... Artık saatler epeyce ilerlemiş, aşramın
merdivenleri meşale ve mumlarla ışıl ışıl... Herkesin ellerinde yapraktan kayıkları, suya doğru bir yöneliş... Dileği olanlar uzun uzun dilek tutuyorlar, çok şık tasarlanmış adeta sanat eseri görünümündeki yapraklarının üzerine gönüllerince objeler yerleştirmişler... Kimi bir kumaş parçası koymuş, kimi de para. Hepsinde mutlaka mum yanıyor. Dileğini tutan usulca salıveriyor kayığını Ganj'ın kutsal sularına. Gecenin ılık meltemiyle dans eden ateş çiçekleri Ganjın üzerinde nazlı nazlı salınıyorlar...Görsellik muhteşem, hiç susmayan müzik ve meşalelerin alevleriyle son derece mistik bu ortam, insanın içinden gelip geçiveren çoğalma duygusunu tetikliyor. Bu sırada olumsuz hiç bir şeyi düşünemiyorsunuz. Sanki bütün dinsel törenler bu kadar keyifliymiş, yaşam mücevherlerle bezenmiş bir armağanmış gibi geliveriyor insana.

Dilek yaprağını Ganj'a bırakanlar, yapraklarının ardından bir süre bakıyorlar. Yaprağı en uzun mesafeye hiç devrilmeden gidenlerin dilekleri hemen gerçekleşiyormuş... Ganj'ın sularına bırakılan bu adak seramonisinden sonra herkes aynı yöne doğru ilerliyor... İşte, benim merakımı cezbeden heykelin önündeyim ! Dikkatlice izliyorum heykelin etrafındaki insanları. Sırayla gelip heykelin baş kısmına bir kaç damla yağ ve süt akıtıyorlar, selam vererek dokunup öpüyorlar ve akıttıkları yağlı sütten tadıyorlar parmaklarını ıslatarak! Heykelin çapı 30-35 santim kadar, boyu ise tam belli değil çünkü; boru şeklindeki tepesi yuvarlak heykel bir başka heykelin içine girmiş şekilde tasarlanmış. Yine de görünen kısım 70 santim civarında. Bu 70 santimlik yuvarlak ve uzun obje, vulva şeklinde yuvarlak geniş bir kaideye oturmuş şekilde duruyor ve sanki döl yolu kanalı gibi bir borudan yağlı süt akıtıyor. Bu yağlı sütlü kanalda da sperm şeklinde kuyruğu incecik şekiller var. Heykelin en tepesinden akıtılan yağlı süt, altaki vulva dudağına benzeyen oluktan akıyor ve insanlar ellerini uzatarak akan sıvıyı içiyorlar... Ayrıca bu heykelin her bir yanına taze çiçek yaprakları yapıştırıyorlar. Etraf çiçekten geçilmiyor...

Cinselliğin, yaşamın dinamiği olduğu düşünülürse, tabulaştırılmamış bir putlaşmaya şapka çıkarasım geliyor fakat; gülmekten de kendimi alamıyorum....Şiva ve karısı Perivata'nın en mahrem beden uzuvlarıyla
(Lingam ve Yoni) cümle alem esas duruşa geçmiş vaziyette...Şiva'nın cinsel organını simgeleyen Lingam'a duyulan saygı ve tapınma karşısında, her ne kadar
gülmekten kırıldıysam da, bu karşılaştığım yeni durum bir
çok tabuyu kurcalattı belleğimde... Öyle ya, bizim yetiştiğimiz toplumlarda cinsellik dış kapının son mandalı bile değildir! Her şey yorgan altındadır ya!!! Müslümanın, Hıristiyanın, Musevinin saklı gizli görünmeyen devinimidir cinsellik
olgusu. Musevi dindarlarının (şeriatçıları) cinsel birleşmelerini düşününce iyice aklım uçuyor havalara... Olamaz bu kadar çelişki, adamlar hiç soyunmadan
çarşaftan açılmış bir delikle iş görüyorlar İsrailoğullarının soyunu sürdürebilmek kaygısıyla!

Lingam'la böylesi bir tanışmadan sonra fark ediyorum ki, bereket gerektiren her köşe bucakta küçücük de olsa bir Lingam heykeli var. Her dükkanda, her tezgahta, evlerin en baş köşelerinde... Esnaf her sabah Lingam'a saygı sunup çiçekler armağan ediyor tütsü eşliğinde.

Yaşamın varoluş gerçeğini yadsımak şöyle dursun, varoluşun ana unsurlarını baş tacı eden bir kültürle böylesi bir şölen içinde hemhal olmak, unuttuğum ve artık kurcalamak istemediğim düşüncelerimi açığa çıkardı. Cinsel özgürlük kavramının, batıda şekilleniş biçimi üzerinde kaygılanmadan edemedim yine!
Dinsel baskıların gölgesindeki insanların, doğalarına karşı gelişlerindeki suç-günah unsuru nasıl da yozlaşmalara sebebiyet veriyor. İran gerçeğindeki cinsel korkuyu uzun uzun eşelemek istiyorum dönüşümde... Batılı diye adlandırılan gelişmiş toplumların duygu ve sevgisiz çiftleşmelerini de artık göz ardı etmek istemiyorum ... Vazgeçmiştim dış dünyanın kendi doğrularıyla iş görmesinin doğru-yanlış diye didiklenmesinden! Nasılsa, her insan her toplum kendi doğrusunu eğrisini bulacaktı deneyimleriyle. Şimdi bu vurdumduymaz ruh halimi terketsem mi diye düşünür oldum. Gözlemlerim sonucu duyumsadıklarımı diğer insan varlıklarla paylaşamayıp kendi iç dünyama hapsedeceksem ne anlamı var bunca yorgunluğun, uykusuzluğun ve maddi külfetin?

Gereksinim duyan insan, duyduğu açlığa doğru mıknatıs gibi çekilir! O öyle bir çekiliştir ki; sadece ve sadece insanın ruhundan gelen bir arzuyla harekete geçer ve ancak kendisi bulur ulaşacağı kaynağı... Bütün kutsal kaynaklarda bir söz vardır. "İsteyin, dileyin, arzulayın o size verilecektir".
Kimden istenecek? Kimden dilenecek? Bu söylemin altını kurcalayan akıl, insan denilen sınırları sonsuz gücün kendi yaratım enerjisini sorguluyor olmasın! Batı, boşuna "doğu doğu" diye mitleştirmiyor bu eski uygarlıklar dünyasını! Kendini yeniden keşfeden bir insanlık fenomeni ile karşılaşan Batılı, bu özgürlükler ülkesinin yaptırımsız doğallığı karşısında, ne pisliğini görüyor ne de geri kalmışlığını... Kaybettiğini sandığı ruh titremesini aramaya gelenlerin başıboş dolaştığı aşramlarda, bağlantısız bir dünya insanı kimliği ile soluk almak nasıl bir duygudur? Burada, Hintlilerden daha fazla Batılı turistleri gözlemlediğimi fark ediyorum! Onları buralara getiren açlıklarını hissetmeye çalışıyorum, salt gezip görmek mi? Sanmıyorum,
her biri kendini arıyor gölgesini göremeden ardında...

İnsanları Hindistan'a mıknatıs gibi çeken dürtüyü yavaş yavaş anlamaya başlıyorum galiba! Sen nelere kadirsin Lingam!

RCHİKESH - Hindistan