SAYI 11 / 03 HAZİRAN 2004

 

YAŞASIN İRRASYONALİZM-BÖLÜM II

Bora Ercan



Yıllar önce Ankara’nın orta yerine, tam da okulların açıldığı dönemde, Başbakan Tansu Çiller imzalı bir pankart asılmıştı. Pankartın üzerinde ‘eğitim en önemli sorunumuzdur’ yazıyordu. Bu ülkenin en iyi bilinen, her an da yaşayan bir sorunun, sorun olduğunu yineleyen bir Başbakan’dan böyle bir söz duymamız karşısında, o başbakan Çiller olduğu için pek de şaşırmayız elbette.

Son yıllarda, her ne kadar toplumun değer yargıları değişmiş, bazı aileler bilgi eğitiminden umut keserek çocuklarını manken, şarkıcı, futbolcu yapmaya çalışsalar; onları pop star, futbol star, gelin-damat star gibi yarışmalara soksalar da Türkiye’de hala daha yemeden yediren, içmeden içiren aileler çocuklarının doğru düzgün eğitimleri için her şeyi vermeye hazır. Ancak bu hazır olma halinin sonucu, arabesk bir söylem olacak ama; tam bir hüsran. Çünkü böyle bir bakanlık, böyle bir sistem, böyle bir öğretmen yetiştirme mantığının sonucunun başka bir şey olması şaşırtırdı zaten.

Milli Eğitim Bakanlığı liseden mezun olan bir gencin tarih, coğrafya, yabancı dil, matematik, fizik, kimya, biyoloji bildiğini; çok iyi resim yaptığını; en az bir müzik aleti çalarak müziğe yetenekli olduğunu; sağlam kafa sağlam vücutta bulunur ilkesinden yola çıkarak her bir öğrencinin iyi bir fiziğe sahip olduğunu (hatta marşlar eşliğinde uygun adım yürüyerek askeri disipline yatkın olduğunu); iyi birer müslüman olmanın yanı sıra bütün dinlerden, felsefelerden anladıklarını, bu konular üzerine fikir yürütebildiklerini; neredeyse bir yazar kadar Türkçe’yi iyi, yanlışsız kullandıklarını; Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı ‘pırıl pırıl’ gençler olarak vatanlarına hizmet aşkıyla tutuştuklarını sanıyor yıllardır. Çünkü bütün bu dersler okullarda tüm ağırlığıyla okutuluyor, sadece okullarda değil elbette dershanelerde üstüne para verilerek tekrar da ediliyor, çocuklar bu bilgiler arasında neden-sonuç ilişkileri kuramasalar da, yani neyi neden bildiklerini bilmeseler de, soru kalıplarını ezberlemek zorunda kalıyorlar çünkü bu konular insanlarımızın yaşamlarını doğrudan ilgilendiren sınavlarda soruluyor. O güzelim beyinlerin içi bir sürü kullanılmaz, hantal bilgiyle dolduruluyor. İnsanların yaratıcıklarına ket vuruluyor, özgür düşünce ve kendini ifade öldürülüyor, okullar neredeyse mutsuz insan üretme fabrikaları gibi işliyor. Bir de bunların üzerine bitmez tükenmez sınavlar.........

LGS

En güzel mevsim ilkbahardır, insan yaşantısının ise ilkbahara en yakışan çağı ilkgençlik ve gençlik dönemleridir kuşkusuz. Ne yazık ki bu güzelim bahar günlerini orta okuldan üniversite sonlarına kadar birçok genç sıkıntı içinde geçirir. Mayıs sonundan başlayarak her hafta sonu bir sınav yapılır hem de Türkiye çapında. Bütün bu sınavlara ek olarak okullarda da sınavlar vardır, üniversitede de, ama işte bitmez işte: üniversite sonrası bile sınav.....can mı dayanır. Hesaplayın lütfen, yaşantınız boyunca küçüklü büyüklü kaç tane sınava girdiniz? Ya da kaç kez sınandınız.

Bir zamanlar genç nüfusumuz artıyor diye sevinen dar bakışlı politikacılar şimdi bu artan nüfusun içinde bulunduğu durumu düşünüyorlar mı acaba? Açılımı Lise Giriş Sınavları olan bu sınav örneğin, ülkemizin çocuklarını daha küçük yaşlardan sıkıntı ve stresle tanıştırdığı için çok önemlidir. Bunun dışındaki işlevi ise özenle seçilen gençlere Devletin Anadolu liselerinde kötü bir eğitim vererek (derslerin boş geçmesi, teknik yetersizlikler gibi) başka bir gerçeklikle insanları genç yaşta yüz yüze bırakmasıdır. Dünyanın başka neresinde 14 yaşında insanlar cumartesi-pazar dahil sabah akşam ders çalışır!

ÖSS

Yaşananların hiçbiri beklenmedik değil aslında, eskiden gençler kazanmak için çalışırlardı, şimdi ise neredeyse 2 milyon insanın girdiği bir sınavda kaybetmemek için çalışıyorlar, hem de daha büyük bir emek harcayarak. İstediği bölümü kazanamayan, ve belki de hiçbir zaman kazanamayacak olan, gururu kırılan, incinen gençler koca bir mutsuzluk, güvensizlik duygusuyla hayata atılıyorlar.

Devlet insanların sorunlarına akılcı yaklaşımlarda bulunmayınca, herkes çözümü kendi olanaklarıyla yaratmaya çalışıyor. Bırakınız Amerika’yı, İngiltere’yi sadece Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de 5000 Türkiyeli öğrenci varmış!

Üniversiteye giriş için başka bir sistemin, böylesi bir eğitim anlayışı içinde olmadığını farkındayım. Bir ülkenin eğitim politikalarını ekonomi politikalarından ayrı tutamazsınız. İşgücü açısından ülkenin gereksinimleri neyse o meslek grubundan o kadar insan yetiştirilmelidir. Bütün bunlar ise günübirlik yaşanan bir ülkede uzun vadeli politikaların olmasını gerekli kılar. Diyesim başlı başına hayat anlayışımızı; zaman algılayışımızı değiştirmemiz gerek. Bir de üniversitenin, hele hele bu kadar çok gereksiz bölümün farkında olmamız.

KPSS- Kamu Personeli Seçme Sınavı

Hadi ilkokuldan üniversite bitirene kadar yapılan bu sınavlardan geçtik, Türkiye’nin az da olsa güvenilir kurumlarından olan ÖSYM Tıp Uzmanlık Sınavından, Üniversite Sınavına, Devlet Memurluğu sınavından Öğretmenlik sınavına kadar bir sürü sınav düzenliyor. Üniversitenin eğitim fakültesinden diplomasını almış, stajını yapmış bir öğretmenin öğretmen olmak için tekrar sınava alınması anlaşılır şey değil, hele hele o sınavda başarısız olması (YAŞASIN İRRASYONALİZM!). Devlet kendi verdiği diplomayı tanımıyor mu? Bu sınavlarda sorulan soruların içerikleri de tartışılır, çünkü hala daha mesleki bilginin çok ötesinde özel hazırlık gerektiren ve meraklısı dışında hiçbir işe yaramayacak bir sürü soru, fakat daha da önemlisi, elbette bütün bu sınavların sonunda birileri başarısız olacak, başarısız olmak durumunda kalacak. Sorunlara çözüm bulmaktansa, çözümlere sorun yaratan verimsiz devlet bürokrasisinin insanları içine düşürdüğü acısanı bir durumdur günümüz Türkiyeli insanının yaşadığı bu tip sorunların altında yatan.

Dershaneler

Çarpık eğitim düzeni, çarpık ekonomik düzen gibi birilerinin işine geliyor. Bakınız bu ülkede dershaneden bol bir şey yok. Çocuklar hafta sonları koşup oynayacaklarına sınıflara tıkıştırılıp, beyinleri pratik soru çözme gibi tekniklerle dolduruluyor. Bu, bence bir insanlık suçudur (gerçekten buna inanıyorum, abartmıyorum-çünkü sistem gittikçe çocukların potansiyellerini zorluyor. İlkokul öğrencileri bile çözülmesi zor denklem problemleriyle uğraşıyorlar). Dershaneler sadece LGS ve ÖSS’ye değil LES, KPSS gibi sınavlara da öğrenci hazırlamakta. Şimdi düşünün bir hemşire adayı KPSS için matematik öğrenmeye çalışıyor. Tam bir irrasyonalizm!

Yakında kim 500 milyar ister yarışmasına hazırlık kursları da açılırsa şaşırmayın, çünkü İtalyan yemekleri kursu bile hali hazırda hizmetinizde. Kısacası bütün bir ülke kurs görüyor. Hedefler ve çabalar büyük de sonuç yok!

................


Eğitim için para gerektiği konusu ise kolay bir kaçamak. Yıllardır ABD ambargosu altında yaşayan yoksul Küba’da okuma yazma oranının yüzde yüz olması, dünyanın en iyi tıp eğitiminin orada verilmesi, buna paralel olarak da en iyi sağlık hizmetine sahip olması; yine yoksuk bir ülke olan Hindistan’ın tüm dünyaya bilgisayar uzmanı yetiştirmesi, bunun yanında İngiltere, Amerika gibi ülkelerin bu elemanlara ihtiyaç duymaları nasıl açıklanır. Eğitim bir gelenek işidir. Yıllar önce bu konuda çok önemli atılımlardan biri olan Köy Enstitüleri günümüzde var olsaydı, bugün ekonomik durumumuz hakkında bir şey söyleyemem ama dünyanın en iyi eğitiminin verildiği, en eğitimli insanlarının yaşadığı daha güzel bir ülke olurduk süphesiz.

İnsan dünyanın her yerinde varlığını sürdürebilme özelliğiyle doğadaki diğer canlılardan ayrılır. İnsanın başka bir özelliği de nerede olursa olsun zihinsel ve fiziksel gelişiminin aynı olmasıdır, yani her yerde 6-7 yaşlarında ilkokula 11-12 yaşlarında da orta okula başlanır. Yine hangi kültür, hangi coğrafya olursa olsun insanın gelişim ve öğrenme psikolojileri birbirlerinin neredeyse aynıdır. Bunun için eğitim evrensel bir bilimdir. Yapılan araştırmaların sonucunda, elde edilen bulgulara göre en iyi sisteme ulaşılmaya çalışılır. Çünkü bir toplumun geleceğidir eğitim. Örneğin, bir hastalığa erken tanı konulduğunda hasta eğer tedavi için gerekenleri yerine getirirse, iyileşmesi daha çabuk ve kolay olur. Çiller’in yaptığı gibi problemin varlığı tanısının konulması değildir yapılması gereken, yani hastalıkla birlikte yaşamaktansa gerekli önlemler ışığında tedavi yöntemlerini uygulamaktır. Ancak, bu da, belki safça olacak ama iyi niyetle olasıdır.

Çözümler hiç de uzak değil oysa kötü bir eğitimin herkes için kötü olacağının bilincinde olsa yasa koyucular.




.