Yıllar önce Ankara’nın orta yerine, tam da okulların
açıldığı dönemde, Başbakan Tansu Çiller imzalı bir pankart asılmıştı.
Pankartın üzerinde ‘eğitim en önemli sorunumuzdur’ yazıyordu. Bu
ülkenin en iyi bilinen, her an da yaşayan bir sorunun, sorun olduğunu
yineleyen bir Başbakan’dan böyle bir söz duymamız karşısında, o
başbakan Çiller olduğu için pek de şaşırmayız elbette.
Son yıllarda, her ne kadar toplumun değer yargıları
değişmiş, bazı aileler bilgi eğitiminden umut keserek çocuklarını
manken, şarkıcı, futbolcu yapmaya çalışsalar; onları pop star, futbol
star, gelin-damat star gibi yarışmalara soksalar da Türkiye’de hala
daha yemeden yediren, içmeden içiren aileler çocuklarının doğru
düzgün eğitimleri için her şeyi vermeye hazır. Ancak bu hazır olma
halinin sonucu, arabesk bir söylem olacak ama; tam bir hüsran. Çünkü
böyle bir bakanlık, böyle bir sistem, böyle bir öğretmen yetiştirme
mantığının sonucunun başka bir şey olması şaşırtırdı zaten.
Milli Eğitim Bakanlığı liseden mezun olan bir
gencin tarih, coğrafya, yabancı dil, matematik, fizik, kimya, biyoloji
bildiğini; çok iyi resim yaptığını; en az bir müzik aleti çalarak
müziğe yetenekli olduğunu; sağlam kafa sağlam vücutta bulunur ilkesinden
yola çıkarak her bir öğrencinin iyi bir fiziğe sahip olduğunu (hatta
marşlar eşliğinde uygun adım yürüyerek askeri disipline yatkın olduğunu);
iyi birer müslüman olmanın yanı sıra bütün dinlerden, felsefelerden
anladıklarını, bu konular üzerine fikir yürütebildiklerini; neredeyse
bir yazar kadar Türkçe’yi iyi, yanlışsız kullandıklarını; Atatürk
ilke ve inkılaplarına bağlı ‘pırıl pırıl’ gençler olarak vatanlarına
hizmet aşkıyla tutuştuklarını sanıyor yıllardır. Çünkü bütün bu
dersler okullarda tüm ağırlığıyla okutuluyor, sadece okullarda değil
elbette dershanelerde üstüne para verilerek tekrar da ediliyor,
çocuklar bu bilgiler arasında neden-sonuç ilişkileri kuramasalar
da, yani neyi neden bildiklerini bilmeseler de, soru kalıplarını
ezberlemek zorunda kalıyorlar çünkü bu konular insanlarımızın yaşamlarını
doğrudan ilgilendiren sınavlarda soruluyor. O güzelim beyinlerin
içi bir sürü kullanılmaz, hantal bilgiyle dolduruluyor. İnsanların
yaratıcıklarına ket vuruluyor, özgür düşünce ve kendini ifade öldürülüyor,
okullar neredeyse mutsuz insan üretme fabrikaları gibi işliyor.
Bir de bunların üzerine bitmez tükenmez sınavlar.........
LGS
En güzel mevsim ilkbahardır, insan yaşantısının
ise ilkbahara en yakışan çağı ilkgençlik ve gençlik dönemleridir
kuşkusuz. Ne yazık ki bu güzelim bahar günlerini orta okuldan üniversite
sonlarına kadar birçok genç sıkıntı içinde geçirir. Mayıs sonundan
başlayarak her hafta sonu bir sınav yapılır hem de Türkiye çapında.
Bütün bu sınavlara ek olarak okullarda da sınavlar vardır, üniversitede
de, ama işte bitmez işte: üniversite sonrası bile sınav.....can
mı dayanır. Hesaplayın lütfen, yaşantınız boyunca küçüklü büyüklü
kaç tane sınava girdiniz? Ya da kaç kez sınandınız.
Bir zamanlar genç nüfusumuz artıyor diye sevinen
dar bakışlı politikacılar şimdi bu artan nüfusun içinde bulunduğu
durumu düşünüyorlar mı acaba? Açılımı Lise Giriş Sınavları olan
bu sınav örneğin, ülkemizin çocuklarını daha küçük yaşlardan sıkıntı
ve stresle tanıştırdığı için çok önemlidir. Bunun dışındaki işlevi
ise özenle seçilen gençlere Devletin Anadolu liselerinde kötü bir
eğitim vererek (derslerin boş geçmesi, teknik yetersizlikler gibi)
başka bir gerçeklikle insanları genç yaşta yüz yüze bırakmasıdır.
Dünyanın başka neresinde 14 yaşında insanlar cumartesi-pazar dahil
sabah akşam ders çalışır!
ÖSS
Yaşananların hiçbiri beklenmedik değil aslında,
eskiden gençler kazanmak için çalışırlardı, şimdi ise neredeyse
2 milyon insanın girdiği bir sınavda kaybetmemek için çalışıyorlar,
hem de daha büyük bir emek harcayarak. İstediği bölümü kazanamayan,
ve belki de hiçbir zaman kazanamayacak olan, gururu kırılan, incinen
gençler koca bir mutsuzluk, güvensizlik duygusuyla hayata atılıyorlar.
Devlet insanların sorunlarına akılcı yaklaşımlarda
bulunmayınca, herkes çözümü kendi olanaklarıyla yaratmaya çalışıyor.
Bırakınız Amerika’yı, İngiltere’yi sadece Azerbaycan’ın başkenti
Bakü’de 5000 Türkiyeli öğrenci varmış!
Üniversiteye giriş için başka bir sistemin, böylesi
bir eğitim anlayışı içinde olmadığını farkındayım. Bir ülkenin eğitim
politikalarını ekonomi politikalarından ayrı tutamazsınız. İşgücü
açısından ülkenin gereksinimleri neyse o meslek grubundan o kadar
insan yetiştirilmelidir. Bütün bunlar ise günübirlik yaşanan bir
ülkede uzun vadeli politikaların olmasını gerekli kılar. Diyesim
başlı başına hayat anlayışımızı; zaman algılayışımızı değiştirmemiz
gerek. Bir de üniversitenin, hele hele bu kadar çok gereksiz bölümün
farkında olmamız.
KPSS- Kamu Personeli Seçme Sınavı
Hadi ilkokuldan üniversite bitirene kadar yapılan
bu sınavlardan geçtik, Türkiye’nin az da olsa güvenilir kurumlarından
olan ÖSYM Tıp Uzmanlık Sınavından, Üniversite Sınavına, Devlet Memurluğu
sınavından Öğretmenlik sınavına kadar bir sürü sınav düzenliyor.
Üniversitenin eğitim fakültesinden diplomasını almış, stajını yapmış
bir öğretmenin öğretmen olmak için tekrar sınava alınması anlaşılır
şey değil, hele hele o sınavda başarısız olması (YAŞASIN İRRASYONALİZM!).
Devlet kendi verdiği diplomayı tanımıyor mu? Bu sınavlarda sorulan
soruların içerikleri de tartışılır, çünkü hala daha mesleki bilginin
çok ötesinde özel hazırlık gerektiren ve meraklısı dışında hiçbir
işe yaramayacak bir sürü soru, fakat daha da önemlisi, elbette bütün
bu sınavların sonunda birileri başarısız olacak, başarısız olmak
durumunda kalacak. Sorunlara çözüm bulmaktansa, çözümlere sorun
yaratan verimsiz devlet bürokrasisinin insanları içine düşürdüğü
acısanı bir durumdur günümüz Türkiyeli insanının yaşadığı bu tip
sorunların altında yatan.
Dershaneler
Çarpık eğitim düzeni, çarpık ekonomik düzen gibi
birilerinin işine geliyor. Bakınız bu ülkede dershaneden bol bir
şey yok. Çocuklar hafta sonları koşup oynayacaklarına sınıflara
tıkıştırılıp, beyinleri pratik soru çözme gibi tekniklerle dolduruluyor.
Bu, bence bir insanlık suçudur (gerçekten buna inanıyorum, abartmıyorum-çünkü
sistem gittikçe çocukların potansiyellerini zorluyor. İlkokul öğrencileri
bile çözülmesi zor denklem problemleriyle uğraşıyorlar). Dershaneler
sadece LGS ve ÖSS’ye değil LES, KPSS gibi sınavlara da öğrenci hazırlamakta.
Şimdi düşünün bir hemşire adayı KPSS için matematik öğrenmeye çalışıyor.
Tam bir irrasyonalizm!
Yakında kim 500 milyar ister yarışmasına hazırlık
kursları da açılırsa şaşırmayın, çünkü İtalyan yemekleri kursu bile
hali hazırda hizmetinizde. Kısacası bütün bir ülke kurs görüyor.
Hedefler ve çabalar büyük de sonuç yok!
................
Eğitim için para gerektiği konusu ise kolay bir kaçamak. Yıllardır
ABD ambargosu altında yaşayan yoksul Küba’da okuma yazma oranının
yüzde yüz olması, dünyanın en iyi tıp eğitiminin orada verilmesi,
buna paralel olarak da en iyi sağlık hizmetine sahip olması; yine
yoksuk bir ülke olan Hindistan’ın tüm dünyaya bilgisayar uzmanı
yetiştirmesi, bunun yanında İngiltere, Amerika gibi ülkelerin bu
elemanlara ihtiyaç duymaları nasıl açıklanır. Eğitim bir gelenek
işidir. Yıllar önce bu konuda çok önemli atılımlardan biri olan
Köy Enstitüleri günümüzde var olsaydı, bugün ekonomik durumumuz
hakkında bir şey söyleyemem ama dünyanın en iyi eğitiminin verildiği,
en eğitimli insanlarının yaşadığı daha güzel bir ülke olurduk süphesiz.
İnsan dünyanın her yerinde varlığını sürdürebilme
özelliğiyle doğadaki diğer canlılardan ayrılır. İnsanın başka bir
özelliği de nerede olursa olsun zihinsel ve fiziksel gelişiminin
aynı olmasıdır, yani her yerde 6-7 yaşlarında ilkokula 11-12 yaşlarında
da orta okula başlanır. Yine hangi kültür, hangi coğrafya olursa
olsun insanın gelişim ve öğrenme psikolojileri birbirlerinin neredeyse
aynıdır. Bunun için eğitim evrensel bir bilimdir. Yapılan araştırmaların
sonucunda, elde edilen bulgulara göre en iyi sisteme ulaşılmaya
çalışılır. Çünkü bir toplumun geleceğidir eğitim. Örneğin, bir hastalığa
erken tanı konulduğunda hasta eğer tedavi için gerekenleri yerine
getirirse, iyileşmesi daha çabuk ve kolay olur. Çiller’in yaptığı
gibi problemin varlığı tanısının konulması değildir yapılması gereken,
yani hastalıkla birlikte yaşamaktansa gerekli önlemler ışığında
tedavi yöntemlerini uygulamaktır. Ancak, bu da, belki safça olacak
ama iyi niyetle olasıdır.
Çözümler hiç de uzak değil oysa kötü bir eğitimin herkes için kötü
olacağının bilincinde olsa yasa koyucular.