SAYI 7 / 01 MAYIS 2004

 
MATEMATİK, DİN VE BATIL İNANÇ

Nurettin Çalışkan



Tarihe bakıldığında matematikçilerin kayda değer "ortak" özelliklerinin dine bağlılıkları olduğu görülecektir.

Birçok matematikçi (Newton'un hocası Isaac Barrow, Gerbert, din ve felsefe profesörü Bernhard Bolzano, ve John Wallis gibi) Kilisede yetişmiş ve dini görevler almıştır. Bazıları (Bernoulli'ler, Leonard Euler, Auguston Luis Cauchy, Ernest Eduard Kummer, Leopold Kronecker, Berhand Riemann gibi) matematik eğitimi yanında dini eğitim almışlardır. Geride kalan önemli sayıda matematikçiler ise dinlerine bağlı kalmış ve inançlarının gereklerini yerine getirerek yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Pascal gibi Matematik çalışmalarını bir yana iterek kiliseye sığınan matematikçilere de raslanılabilinir.

İnançlarının yaşamlarını etkilemesinin yanında birçoklarının matematiği ve onun araçlarını değerlendirmelerindeki etkisi de görülebilir.

Bir çoğumuz Pisagoras'ı adı ile anılan teoremden ( bir dik üçgende dik kenarların kareleri toplamı hipotenüsün karesine eşittir) biliyoruz. Bu teorem eşek davası olarak ta bilinir.

Pisagoras milattan önce 580 yılında Sisam adasında doğdu, 532 yılında zorba kral Polikrates'ten kaçarak güney İtalya'da ki Kroton'a göç etti. Bu kent de gizli bir din okulu kurarak öğrencilerine din, töre ve siyaset öğretmişti. Bu bilimlerin tümüne matemata'lar adını vermiştir ki ilk anlamı insan bilgisinin tümünü kuşatan demek olan matematik sözcüğüde buradan gelmektedir. Pisagoras'a göre " evren bir sayı uyumudur. Dünyanın kurucu ilkeleri zıtlıktadır. Ancak doğadaki bütün zıtlıkların kökü bir ile çok arasındaki zıtlıktır. Oysa saltık bir, ne tek ne çifttir, hem tek hem çifttir. İlk varlık olan bir, noktadır. Nokta, devinimle çizgi; çizgi devinimle satıh; satıh, devinimle cisim olmuştur. Öyleyse her başka cisim, bir başka sayının karşılığıdır. Duyum, anlak ve zeka işte bu cisimden çıkar. İnsanlar bir ile sayar, bir ile düşünürler. Bir insanla tanrı arasında ortak bir ilkedir. Bir bilenle bilineni, düşünenle düşünüleni birleştiren ortak ölçüdür. Bir, erkek bir ilkeyle dişi bir ilkenin bileşimidir. Evrensel üçleme (ruh, can ve beden), tanrısal birliktelik içindir. Teklik, üçlüğü özetlediği gibi üçlükte birleşerek dörtlük görünüşüne de geçebilir.Sayılar biliminin ana ilkeleri bu ilk dört sayıdadır. Öteki sayılar, bu dört sayının birbiriyle çarpılması ve toplanması sonunda elde edilebilirler. Örneğin yedi, üçle dördün toplanmasından meydana gelir ve insanın Tanrıyla birliğini belirtir. On ilk dört sayının toplamına eşittir ve Tanrının sürekliliğini anlatır."

Her şeyi tamsayılar üzerine kuran bu öğretiye inananlar, dik kenarları 1 birim olan üçgende hipotenüsün uzunluğunun olduğunu gördüler ve bu sayının ortaya çıkmasıyla bir şaşkınlık yaşadılar. Tam sayılar evrenin temel yapı taşları ise, onlarla ifade edilemeyen bir uzunluk nasıl olabilirdi?. sayısını bir sır olarak saklamak için aralarında ant içtiler ve bu sayının özelliklerini ve tamsayılarla ilgisini anlamaya çalıştılar. Ve bu sayıyı irrasyonel -akıldışı- olarak nitelendirdiler.

Pisagoras milattan önce 500 yıllarında, okulunda çıkan bir yangın yüzünden öğrencileriyle birlikte ölmüştür. Bir efsaneye göre, rasyonel sayılarla ölçülemeyen uzunluklarının varlığını ortaya çıkarması sonucu, Pisagoras ve okulu tanrılar tarafından yakılarak cezalandırılmış. Başka bir söylenti ise, gizli kalması gereken sayısının Pisagor'un öğrencilerinden birinin dışarıya sızdırması sonucu okul tarafından cezalandırıldığıdır.

Pisagorculuk, İsa'dan önce V. ve IV. yüzyıllarda daha da gelişti. Pisagoras'un öğretilerini ilk olarak toplayan Kroton'lu Philolaus, Hipparkhos, aynı zamanda asker olan Plato'nun arkadaşı Tarent'li Archytas ve Lokris'li Timaios bu dönemin bilinen Pisagorcu düşünürleridir. Bu dönemde Pisagorculuğun sayı mistisizmi bu kişilerce geliştirildi. O dönemde sayı mistisizmi üzerine düşünceler ‘..Bilinebilen biçimdir, biçimse sayıya ve ölçüye özgüdür. Her biçim bir sayı oranıyla belirlenir. Her uyumda sayıca belirlenmiştir. Sayı bütün nesneleri uyumlu ve böylece de tanınabilir kılar. Bilmek sayıca bilmek demektir.Gerçek sayıya göredir...‘ biçiminde oluşuyordu.

Pisagorcular tek ve çift sayılar arasındaki farkla da büyülenmişlerdi. Tek sayılar, sınırlı olanı, erili, sakinliği, doğruluğu, ışık ve iyiliği; çift sayılar, sınırsız olanı, dişili, hareketi, eğriliği, karanlık ve kötülüğü temsil ediyordu. Bu görüş daha sonra çokça destek buluyordu. Platon (Eflatun) için bütün çift sayılar kötülük işaretiydi. Shakespeare, tek sayılarda Tanrısallık olduğunu, Virgil Tanrı'nın tek sayılardan hoşlandığını söyleyecekti.

Pisagoras'un sayılar öğretisi sonradan "sayıcılık" adını alıyordu. Pisagor'un sayıcılığı, Yahudi felsefesi Kabala'dan, Hristiyan ve İslam gizemciliğine kadar bütün dinsel alanları etkiledi. Sayıcılık İslam düşüncesinde "Hurifilik" adını alıyordu.

Matematiğin bilimlerdeki etkinliği, doğanın matematiksel bir düzen içermesine dayanır görüşü, 17. ve 18. yüzyılın yaygın bir görüşü idi. Bu görüşü ileri sürenlerin gözünde Tanrı yetkin bir matematikçidir. Evren, kendisini matematiksel bir dille açığa vuracak şekilde kurulmuştur. Doğada gözlenen ilişkilerin matematiksel formül veya denklemlerle ifade bulması bunun bir kanıtıdır.

1707-1783 yılları arasında yaşamış Fransız matematikçi Leonard Euler matematiğin, evrenin yapısal düzenini yansıttığı inancındaydı. Ona göre matematiğin kesin ve zorunlu doğruları Tanrı dediğimiz kanıtlarını taşımaktaydı. Doğayı Tanrı elinden çıkmış bir sanat yapıtı sanan Gottfried Wilhelm Leibniz’ de matematikle doğa arasındaki uyumu, düşünce ile evren arasındaki uyuma bağlıyordu. Fransız Rene Descardes ise, tüm kuşkucu yaklaşıma karşın, matematiksel doğruları Tanrı'nın doğuştan düşüncemize yerleştirdiği sayı ve şekil kavramlarının bir sonucu sayıyordu.

18. yüzyılda Tanrı'nın varlığını cebirsel olarak göstermenin üzerinde konuşuldu. O dönemde, matematiğin kavram ve yöntemleri kullanılarak doğanın anlaşılabileceği düşüncesinin yanında, doğa dışı olgu ve olayların da açıklanabileceği düşünülüyordu. Bir çok matematikçi, matematiksel yoldan Tanrı'nın varlığını kanıtlamaya çalıştılar.

E.T. Bell "Men of Mathematics" , D.E. Smith "History of Mathematics" , F. Cajori "A History of Mathematics" ve D.J. Struik "kısa Matematik Tarihi" adlı kitablarında felsefeci Didero ile Matematikçi Euler arasında geçen dialoğu anlatıyorlardı.

Fransız filozofu Denis Diderot (1713-1784), Kraliçe Katerina tarafından Rusya'ya çağırılır. Diderot, dine karşı düşüncelerini her fırsatta dile getiren bir filozoftur. Söylemleriyle Rus çariçesi Katerina`yı kızdıran Diderot`a bir ders vermek isteyen Katerina, Euler`den bu konuda yardım ister. Euler, matematiksel bir yoldan Tanrı`nın var olduğunu kanıtlayabileceğini eğer isterse bunun kanıtını Diderot`a sunabileceğini söylemesi üzerine, Katerina bu haberi Diderot`a iletir. Didero matematikçilerin Tanrı'nın varlığını cebirsel yolla gösterdiklerini duymuştu ve öğrenmeyi istiyordu, bu yüzden Çariçe Katerina'nin saraya davetini memnuniyetle kabul eder. Euler ve Diderot, büyük bir kalabalık önünde karşılaştılar.
"...Euler, Diderot'ya doğru ilerledi, ciddi ve ikna edici bir üslupla
Bayım,


şeklindedir, o halde Tanrı vardır. Yanıt veriniz.
Bu söz üzerine Diderot biran sessizleşir. Sessizliğini, etraftakilerin kahkahayla karşılaması üzerine, Katerina'dan Fransa'ya dönmek üzere izin isteyerek toplantıdan ayrılır. "