Tarihe bakıldığında matematikçilerin kayda değer
"ortak" özelliklerinin dine bağlılıkları olduğu görülecektir.
Birçok matematikçi (Newton'un hocası Isaac Barrow,
Gerbert, din ve felsefe profesörü Bernhard Bolzano, ve John Wallis
gibi) Kilisede yetişmiş ve dini görevler almıştır. Bazıları (Bernoulli'ler,
Leonard Euler, Auguston Luis Cauchy, Ernest Eduard Kummer, Leopold
Kronecker, Berhand Riemann gibi) matematik eğitimi yanında dini
eğitim almışlardır. Geride kalan önemli sayıda matematikçiler ise
dinlerine bağlı kalmış ve inançlarının gereklerini yerine getirerek
yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Pascal gibi Matematik çalışmalarını
bir yana iterek kiliseye sığınan matematikçilere de raslanılabilinir.
İnançlarının yaşamlarını etkilemesinin yanında
birçoklarının matematiği ve onun araçlarını değerlendirmelerindeki
etkisi de görülebilir.
Bir çoğumuz Pisagoras'ı adı ile anılan teoremden
( bir dik üçgende dik kenarların kareleri toplamı hipotenüsün karesine
eşittir) biliyoruz. Bu teorem eşek davası olarak ta bilinir.
Pisagoras milattan önce 580 yılında Sisam adasında
doğdu, 532 yılında zorba kral Polikrates'ten kaçarak güney İtalya'da
ki Kroton'a göç etti. Bu kent de gizli bir din okulu kurarak öğrencilerine
din, töre ve siyaset öğretmişti. Bu bilimlerin tümüne matemata'lar
adını vermiştir ki ilk anlamı insan bilgisinin tümünü kuşatan demek
olan matematik sözcüğüde buradan gelmektedir. Pisagoras'a göre "
evren bir sayı uyumudur. Dünyanın kurucu ilkeleri zıtlıktadır. Ancak
doğadaki bütün zıtlıkların kökü bir ile çok arasındaki zıtlıktır.
Oysa saltık bir, ne tek ne çifttir, hem tek hem çifttir. İlk varlık
olan bir, noktadır. Nokta, devinimle çizgi; çizgi devinimle satıh;
satıh, devinimle cisim olmuştur. Öyleyse her başka cisim, bir başka
sayının karşılığıdır. Duyum, anlak ve zeka işte bu cisimden çıkar.
İnsanlar bir ile sayar, bir ile düşünürler. Bir insanla tanrı arasında
ortak bir ilkedir. Bir bilenle bilineni, düşünenle düşünüleni birleştiren
ortak ölçüdür. Bir, erkek bir ilkeyle dişi bir ilkenin bileşimidir.
Evrensel üçleme (ruh, can ve beden), tanrısal birliktelik içindir.
Teklik, üçlüğü özetlediği gibi üçlükte birleşerek dörtlük görünüşüne
de geçebilir.Sayılar biliminin ana ilkeleri bu ilk dört sayıdadır.
Öteki sayılar, bu dört sayının birbiriyle çarpılması ve toplanması
sonunda elde edilebilirler. Örneğin yedi, üçle dördün toplanmasından
meydana gelir ve insanın Tanrıyla birliğini belirtir. On ilk dört
sayının toplamına eşittir ve Tanrının sürekliliğini anlatır."
Her şeyi tamsayılar üzerine kuran bu öğretiye
inananlar, dik kenarları 1 birim olan üçgende hipotenüsün uzunluğunun
olduğunu gördüler ve bu sayının ortaya çıkmasıyla bir şaşkınlık
yaşadılar. Tam sayılar evrenin temel yapı taşları ise, onlarla ifade
edilemeyen bir uzunluk nasıl olabilirdi?.
sayısını bir sır olarak saklamak için aralarında ant içtiler ve
bu sayının özelliklerini ve tamsayılarla ilgisini anlamaya çalıştılar.
Ve bu sayıyı irrasyonel -akıldışı- olarak nitelendirdiler.
Pisagoras milattan önce 500 yıllarında, okulunda
çıkan bir yangın yüzünden öğrencileriyle birlikte ölmüştür. Bir
efsaneye göre, rasyonel sayılarla ölçülemeyen uzunluklarının varlığını
ortaya çıkarması sonucu, Pisagoras ve okulu tanrılar tarafından
yakılarak cezalandırılmış. Başka bir söylenti ise, gizli kalması
gereken
sayısının Pisagor'un öğrencilerinden birinin dışarıya sızdırması
sonucu okul tarafından cezalandırıldığıdır.
Pisagorculuk, İsa'dan önce V. ve IV. yüzyıllarda
daha da gelişti. Pisagoras'un öğretilerini ilk olarak toplayan Kroton'lu
Philolaus, Hipparkhos, aynı zamanda asker olan Plato'nun arkadaşı
Tarent'li Archytas ve Lokris'li Timaios bu dönemin bilinen Pisagorcu
düşünürleridir. Bu dönemde Pisagorculuğun sayı mistisizmi bu kişilerce
geliştirildi. O dönemde sayı mistisizmi üzerine düşünceler ‘..Bilinebilen
biçimdir, biçimse sayıya ve ölçüye özgüdür. Her biçim bir sayı oranıyla
belirlenir. Her uyumda sayıca belirlenmiştir. Sayı bütün nesneleri
uyumlu ve böylece de tanınabilir kılar. Bilmek sayıca bilmek demektir.Gerçek
sayıya göredir...‘ biçiminde oluşuyordu.
Pisagorcular tek ve çift sayılar arasındaki farkla
da büyülenmişlerdi. Tek sayılar, sınırlı olanı, erili, sakinliği,
doğruluğu, ışık ve iyiliği; çift sayılar, sınırsız olanı, dişili,
hareketi, eğriliği, karanlık ve kötülüğü temsil ediyordu. Bu görüş
daha sonra çokça destek buluyordu. Platon (Eflatun) için bütün çift
sayılar kötülük işaretiydi. Shakespeare, tek sayılarda Tanrısallık
olduğunu, Virgil Tanrı'nın tek sayılardan hoşlandığını söyleyecekti.
Pisagoras'un sayılar öğretisi sonradan "sayıcılık"
adını alıyordu. Pisagor'un sayıcılığı, Yahudi felsefesi Kabala'dan,
Hristiyan ve İslam gizemciliğine kadar bütün dinsel alanları etkiledi.
Sayıcılık İslam düşüncesinde "Hurifilik" adını alıyordu.
Matematiğin bilimlerdeki etkinliği, doğanın matematiksel
bir düzen içermesine dayanır görüşü, 17. ve 18. yüzyılın yaygın
bir görüşü idi. Bu görüşü ileri sürenlerin gözünde Tanrı yetkin
bir matematikçidir. Evren, kendisini matematiksel bir dille açığa
vuracak şekilde kurulmuştur. Doğada gözlenen ilişkilerin matematiksel
formül veya denklemlerle ifade bulması bunun bir kanıtıdır.
1707-1783 yılları arasında yaşamış Fransız matematikçi Leonard Euler
matematiğin, evrenin yapısal düzenini yansıttığı inancındaydı. Ona
göre matematiğin kesin ve zorunlu doğruları Tanrı dediğimiz kanıtlarını
taşımaktaydı. Doğayı Tanrı elinden çıkmış bir sanat yapıtı sanan
Gottfried Wilhelm Leibniz’ de matematikle doğa arasındaki uyumu,
düşünce ile evren arasındaki uyuma bağlıyordu. Fransız Rene Descardes
ise, tüm kuşkucu yaklaşıma karşın, matematiksel doğruları Tanrı'nın
doğuştan düşüncemize yerleştirdiği sayı ve şekil kavramlarının bir
sonucu sayıyordu.
18. yüzyılda Tanrı'nın varlığını cebirsel olarak
göstermenin üzerinde konuşuldu. O dönemde, matematiğin kavram ve
yöntemleri kullanılarak doğanın anlaşılabileceği düşüncesinin yanında,
doğa dışı olgu ve olayların da açıklanabileceği düşünülüyordu. Bir
çok matematikçi, matematiksel yoldan Tanrı'nın varlığını kanıtlamaya
çalıştılar.
E.T. Bell "Men of Mathematics" , D.E. Smith "History
of Mathematics" , F. Cajori "A History of Mathematics"
ve D.J. Struik "kısa Matematik Tarihi" adlı kitablarında
felsefeci Didero ile Matematikçi Euler arasında geçen dialoğu anlatıyorlardı.
Fransız filozofu Denis Diderot (1713-1784), Kraliçe Katerina tarafından
Rusya'ya çağırılır. Diderot, dine karşı düşüncelerini her fırsatta
dile getiren bir filozoftur. Söylemleriyle Rus çariçesi Katerina`yı
kızdıran Diderot`a bir ders vermek isteyen Katerina, Euler`den bu
konuda yardım ister. Euler, matematiksel bir yoldan Tanrı`nın var
olduğunu kanıtlayabileceğini eğer isterse bunun kanıtını Diderot`a
sunabileceğini söylemesi üzerine, Katerina bu haberi Diderot`a iletir.
Didero matematikçilerin Tanrı'nın varlığını cebirsel yolla gösterdiklerini
duymuştu ve öğrenmeyi istiyordu, bu yüzden Çariçe Katerina'nin saraya
davetini memnuniyetle kabul eder. Euler ve Diderot, büyük bir kalabalık
önünde karşılaştılar.
"...Euler, Diderot'ya doğru ilerledi, ciddi ve ikna edici bir
üslupla
Bayım,
şeklindedir, o halde Tanrı vardır. Yanıt veriniz.
Bu söz üzerine Diderot biran sessizleşir. Sessizliğini, etraftakilerin
kahkahayla karşılaması üzerine, Katerina'dan Fransa'ya dönmek üzere
izin isteyerek toplantıdan ayrılır. "