SAYI 7 / 01 MAYIS 2004

 
ARE YOU UNBREAKABLE? ( KIRILMAYAN MISIN? ) - BÖLÜM I

Gürkan Haydar Kılıçarslan



GİRİŞ:

Dünyanın belki de ilk, ilk seyirde verdiği müthiş tadı – asla - sonraki seyirlerde vermeyecek filmi “6th Sense ( 6.His )” ile dünyanın belki de ilk, bin kez seyredilse bile hiçbir tad vermeyecek filmi “Signs ( İşaretler )” arasında yaptığı bir film var Hint kökenli yönetmen M. Night Shyamalan’ın... Bu film, Türkiye’de Costa Gavras’ın filminden aynı adlı filminden (ölümsü/Z) habersizlerce ve filmin hikayesiyle zerre kadar alakasız bir şekilde “Ölümsüz” adıyla gösterime giren “Unbreakable (Kırılmayan)”. Taliplilerince yeterli ilgiyi gördüğünü sandığım bu filmin esrarı ise seyredildikçe tad vermesi. Doğrusu her filminde “tür sineması” ile zekice dalgasını geçen ve Amerika ile Avrupa’da sokakta görülse her türlü ırkçı saldırıya kalması an meselesi olan bu usta yönetmenin “Unbreakable” filmi hakkında söylenen her türlü söz arasında bir tanesi var ki, bu soruyu herkes kendisine sormalı. İngilizce aslı “Are you Unbreakable?” olan bu soru elbette “Kırılmayan mısın?”dır...

GELİŞME:

Kırılmayan olmak ne demek? Her şeyden önce, elbette filmi izleyen ve aklında tutan herkes bu sorunun baş şartının hiç hasta olmamak veya uğranılan kazalardan yara almadan kurtulmak olduğunu sanıyorlarsa filmi bir on defa daha izlemeliler. Çünkü bu tür bir sanıyla yola çıkıp kendisini Kırılmayan sanan her birey giriştiği her tür rijit eylemden veya karıştığı her sosyo-mekanik hadiseden sayısız kırık ve çıkıkla çıkabilir. Çünkü realistik hayatta hakikaten bir Kırılmayan varsa bu siz değilsiniz. ( Emin olabilirsiniz ve lütfen denemeye de teşebbüs etmeyiniz. ) Filmin veya hikayenin mecazi veya metaforik yanı ile ilgilendiğimizi söylemekte yersiz elbette.

UYARI:

( Zaten bunu anlamaktan acizseniz ve akıl-fikir yaşınız 18’in altındaysa lütfen bu yazıyı ve siteyi acilen terkediniz, aksi halde yazının devamında, her şeye rağmen varolan tüm akıl-fikir dengeniz zarar görebilir ki bu durumdan bu satırların yazarı ve site editörleri kesinlikle mes’ul değildirler. )

GELİŞME ÖTESİ:

Kırılmayan’ın belirleyici olan tek yanı gerçekte “Koruyucu” olmasıdır. Aşırı derecede somut olanı reddeden ( bir futbol starı olmak gibi ) bir bireyin ( Bruce Willis – Kırılmayan ) tercih ettiği soyutta bile (aşk gibi) aradığını bulamayıp her sabah “üzgün” kalkması, ( çünkü aşk bile somutlarca gölgelenmiş ) kendi zıttını kendinden habersiz yaratabilir mi? Daha doğduğu sırada kemikleri kırılan çizgi romanların dünyasından fırlayan zıttı – Elijah ( Samuel Jackson )- Kırılmayan’ı aradığı halde kanımca tavuk yumurtadan değil, yumurta tavuktan çıkmıştır. Eğer “Kırılmayan” değilseniz “Kötülük” yoktur. Eğer “Koruyucu” değilseniz korunacak hiçbir şey yoktur. Ve hatta ortada bir zıtlık bile yoktur. Elijah bile gerçekte zıttını aramak için hain planlar yapmıştır. O’na her kim “Kötü” diyecekse bilsin ki kıskançlığından der ( Hasetçi’nin tipik özelliği ulaşamadığı, ulaşamayacağı, ama ulaşmak için anasını ve babasını bile satabileceğini sanabilecek olması ve herşeye rağmen ulaşamayacağı herşeye “iyi” veya kötü” demesidir.).

Oysa hepimiz biliyoruz ki – en azından biz akıllı entellektüeller, değil siz yarım porsiyon dantellektüeller – dünyada mutlak anlamda “iyi” ve “kötü” diye bir şey yoktur. Bu bir yanılsamadır. Holywood’un basit bir klişesidir bu. Gelişmemişlik göstergesidir iyi ile kötü arasında seyrüseferler düzenlemek. Bu akıllılığımız muhafazakar izafiyetçiliğimizden gelmez. Okuyuculuğumuzdan gelir. Karşılaştığımız her türlü hadisenin gölgesinin düştüğü kağıtları okuruz biz. Ve okuduğumuzda şunu anlarız. Bir şeyin kötülüğü veya iyiliği kendi içinde olduğu kadar bizim içimizdedir de. Sözgelimi hayatta sadece Kemalist olmuşsak Cumhuriyet Gazetesi neye kötü derse o kötü olur bizim için. Bunun adı okumak değil, bir okur olmaktır sadece. Ya da hayatta sadece İslamcı olmuşsak bütün Yahudiler kötü olabilir bizim için, ki bu da bir Faşizmdir ki hadi koyu islamcıları kırmayalım ve sadece bir an için dünyanın tüm Yahudilerini Siyonist veya Faşist sayalım (varsaysak ki buna rağmen). Veya hayatta sadece Komünist olabilmişsek, dünyanın tüm işçilerini doğuştan iyi ve kardeş, patronları ve burjuvaları düşman ve kötü belleyebiliriz ki bunun da önceki örneklerde görülecek “saftirizm”lerden bir farkı yoktur. Dünyadaki sayısız “İZM” ideolojilerinin hemen hemen tamamı bağlı kaldığı mutlak referansları yüzünden gerçekte SAFTİRİZM’den türemedir. Bu tür izmlere bağlı olanlara da SAFTİRİK denir (Saftirist değil ). Çünkü tüm bu saftirizm ideolojileri için sadece ve sadece iyiler ile kötüler vardır. Ve ne acıklıdır ki neredeyse gelmiş geçmiş tüm ideolojiler basit bir Holywood klişesini aşamamışlardır ( Belki bir iki hariciyet, nihilizm ve anarşizm için öngörülebilir. )

Elbette her türü referansta hatları belirgin olan iyilik ve kötülük unsurları dünya kurulalı beri vardır. Ama mesele de zaten buradadır. Herkes bilir ki günahsız bir bebeği öldürmek şeytana göre bile kötülüktür. Lakin dünya kurulalı beri de günahsız bebekler her gün doğrudan veya dolaylı öldürülmektedir. Yani dıştan bakan bir göz için Satanizm gibi zorlama izmlerin insafını sarsacak olgular sıradan vakalar olarak yaşadığımız gezegende yaşanmaktadır. Ve insanın bu gezegenin sabrına hayran kalması da işten bile değildir. Taşları bile KIRACAK her türlü “neredeyse mutlak kötülüğün” hergün planlı ve programlı bir şekilde yaşanagelmesi karşısında hala bir KIRILMAYAN olmak nasıl bir duygudur? Bu duygu nasıl anlaşılabilir?
( Unutulmamalıdır ki depremler sadece tektonik olaylar değildirler. ( Bir materyalist için öyle olabilir ama her şeyden önce depremin kendisi materyalist değildir. Ancak bunun ispatı bu yazıyı aşar. Kısmetse başka bir zaman... ) Düşünüyorum da, -yemin billah- ben dünya olsam, üzerimde yaşanan bunca kötülüğe her türlü referanstan bakabileceğim halde dayanamaz ve ikide bir yattığım yönün tersine dönerdim de insanlar bir parça akıllanırlar da sadece kendi çevremde bir mevlevi gibi huzur içinde dönmediğimi anlarlar diye ümit ederdim.)

Bu duyguyu, yani her türlü melanetin arasında bir SAFTİRİK olup olmadığımızı anlamanın en iyi yolu şüphesiz her nevii rütbeden herhangi bir “İZM askeri” olup olmadığımıza karar vermektir. (İzmler arasında en belirgin ve kapsayıcı olanı da şüphesiz “Egoizm” ve bağlıları “Egoistler”dir. Dünyadaki her izm’in 72 kolu olmasına rağmen bu “izm”, dünya kurulalı beri tek bir kol ve yol olarak tüm istikrarı ile insanlık tarihi ile yarışmaktadır.).

Kırılmayan olmak ya da olmamak. Hamlet’in anlayamadığı diğer mesele de budur. Hiç şüphesiz hayatta yapabileceğimiz şeyler “bu iyi, bu kötü” demekten ve vicdanımızın her dediğini bir basit parti milletvekili ya da bürokrat gibi salla başı al maaşı misali onaylamak değildir. Vicdanımız bizi yönetiyorsa biz yandık demektir. Çünkü vicdanımızı ele geçiren bizi yönetir. Oysa vicdanımızı biz yönetiyorsak kimsenin kölesi olmayız demektir. ( Aslında burada bile bir tehlike vardır. O da kendimizin kölesi olmaktır ki o da dünyanın en tehlikeli ve çirkin izmine götürüp bizi o izmin kubur çukuruna atar bırakır. O izm’de yine egoizm’den başkası değildir.)

SONUÇ:

En iyisi kendi karşıtlığımızı yaratmak olsa gerektir. Yani tavuk olup yumurtlamamız gerekmektedir. İşte o vakit anlarız ki muhtemelen bir KIRILMAYAN’ız. Çünkü yarattığımız o karşıtlık kimbilir belki de bizi yağmurlu gecelerde en kötülerin peşine düşürecektir.