Dünyanın belki de ilk, ilk seyirde verdiği müthiş
tadı – asla - sonraki seyirlerde vermeyecek filmi “6th Sense ( 6.His
)” ile dünyanın belki de ilk, bin kez seyredilse bile hiçbir tad
vermeyecek filmi “Signs ( İşaretler )” arasında yaptığı bir film
var Hint kökenli yönetmen M. Night Shyamalan’ın... Bu film, Türkiye’de
Costa Gavras’ın filminden aynı adlı filminden (ölümsü/Z) habersizlerce
ve filmin hikayesiyle zerre kadar alakasız bir şekilde “Ölümsüz”
adıyla gösterime giren “Unbreakable (Kırılmayan)”. Taliplilerince
yeterli ilgiyi gördüğünü sandığım bu filmin esrarı ise seyredildikçe
tad vermesi. Doğrusu her filminde “tür sineması” ile zekice dalgasını
geçen ve Amerika ile Avrupa’da sokakta görülse her türlü ırkçı saldırıya
kalması an meselesi olan bu usta yönetmenin “Unbreakable” filmi
hakkında söylenen her türlü söz arasında bir tanesi var ki, bu soruyu
herkes kendisine sormalı. İngilizce aslı “Are you Unbreakable?”
olan bu soru elbette “Kırılmayan mısın?”dır...
GELİŞME:
Kırılmayan olmak ne demek? Her şeyden önce, elbette
filmi izleyen ve aklında tutan herkes bu sorunun baş şartının hiç
hasta olmamak veya uğranılan kazalardan yara almadan kurtulmak olduğunu
sanıyorlarsa filmi bir on defa daha izlemeliler. Çünkü bu tür bir
sanıyla yola çıkıp kendisini Kırılmayan sanan her birey giriştiği
her tür rijit eylemden veya karıştığı her sosyo-mekanik hadiseden
sayısız kırık ve çıkıkla çıkabilir. Çünkü realistik hayatta hakikaten
bir Kırılmayan varsa bu siz değilsiniz. ( Emin olabilirsiniz ve
lütfen denemeye de teşebbüs etmeyiniz. ) Filmin veya hikayenin mecazi
veya metaforik yanı ile ilgilendiğimizi söylemekte yersiz elbette.
UYARI:
( Zaten bunu anlamaktan acizseniz ve akıl-fikir
yaşınız 18’in altındaysa lütfen bu yazıyı ve siteyi acilen terkediniz,
aksi halde yazının devamında, her şeye rağmen varolan tüm akıl-fikir
dengeniz zarar görebilir ki bu durumdan bu satırların yazarı ve
site editörleri kesinlikle mes’ul değildirler. )
GELİŞME ÖTESİ:
Kırılmayan’ın belirleyici olan tek yanı gerçekte
“Koruyucu” olmasıdır. Aşırı derecede somut olanı reddeden ( bir
futbol starı olmak gibi ) bir bireyin ( Bruce Willis – Kırılmayan
) tercih ettiği soyutta bile (aşk gibi) aradığını bulamayıp her
sabah “üzgün” kalkması, ( çünkü aşk bile somutlarca gölgelenmiş
) kendi zıttını kendinden habersiz yaratabilir mi? Daha doğduğu
sırada kemikleri kırılan çizgi romanların dünyasından fırlayan zıttı
– Elijah ( Samuel Jackson )- Kırılmayan’ı aradığı halde kanımca
tavuk yumurtadan değil, yumurta tavuktan çıkmıştır. Eğer “Kırılmayan”
değilseniz “Kötülük” yoktur. Eğer “Koruyucu” değilseniz korunacak
hiçbir şey yoktur. Ve hatta ortada bir zıtlık bile yoktur. Elijah
bile gerçekte zıttını aramak için hain planlar yapmıştır. O’na her
kim “Kötü” diyecekse bilsin ki kıskançlığından der ( Hasetçi’nin
tipik özelliği ulaşamadığı, ulaşamayacağı, ama ulaşmak için anasını
ve babasını bile satabileceğini sanabilecek olması ve herşeye rağmen
ulaşamayacağı herşeye “iyi” veya kötü” demesidir.).
Oysa hepimiz biliyoruz ki – en azından biz akıllı entellektüeller,
değil siz yarım porsiyon dantellektüeller – dünyada mutlak anlamda
“iyi” ve “kötü” diye bir şey yoktur. Bu bir yanılsamadır. Holywood’un
basit bir klişesidir bu. Gelişmemişlik göstergesidir iyi ile kötü
arasında seyrüseferler düzenlemek. Bu akıllılığımız muhafazakar
izafiyetçiliğimizden gelmez. Okuyuculuğumuzdan gelir. Karşılaştığımız
her türlü hadisenin gölgesinin düştüğü kağıtları okuruz biz. Ve
okuduğumuzda şunu anlarız. Bir şeyin kötülüğü veya iyiliği kendi
içinde olduğu kadar bizim içimizdedir de. Sözgelimi hayatta sadece
Kemalist olmuşsak Cumhuriyet Gazetesi neye kötü derse o kötü olur
bizim için. Bunun adı okumak değil, bir okur olmaktır sadece. Ya
da hayatta sadece İslamcı olmuşsak bütün Yahudiler kötü olabilir
bizim için, ki bu da bir Faşizmdir ki hadi koyu islamcıları kırmayalım
ve sadece bir an için dünyanın tüm Yahudilerini Siyonist veya Faşist
sayalım (varsaysak ki buna rağmen). Veya hayatta sadece Komünist
olabilmişsek, dünyanın tüm işçilerini doğuştan iyi ve kardeş, patronları
ve burjuvaları düşman ve kötü belleyebiliriz ki bunun da önceki
örneklerde görülecek “saftirizm”lerden bir farkı yoktur. Dünyadaki
sayısız “İZM” ideolojilerinin hemen hemen tamamı bağlı kaldığı mutlak
referansları yüzünden gerçekte SAFTİRİZM’den türemedir. Bu tür izmlere
bağlı olanlara da SAFTİRİK denir (Saftirist değil ). Çünkü tüm bu
saftirizm ideolojileri için sadece ve sadece iyiler ile kötüler
vardır. Ve ne acıklıdır ki neredeyse gelmiş geçmiş tüm ideolojiler
basit bir Holywood klişesini aşamamışlardır ( Belki bir iki hariciyet,
nihilizm ve anarşizm için öngörülebilir. )
Elbette her türü referansta hatları belirgin olan iyilik ve kötülük
unsurları dünya kurulalı beri vardır. Ama mesele de zaten buradadır.
Herkes bilir ki günahsız bir bebeği öldürmek şeytana göre bile kötülüktür.
Lakin dünya kurulalı beri de günahsız bebekler her gün doğrudan
veya dolaylı öldürülmektedir. Yani dıştan bakan bir göz için Satanizm
gibi zorlama izmlerin insafını sarsacak olgular sıradan vakalar
olarak yaşadığımız gezegende yaşanmaktadır. Ve insanın bu gezegenin
sabrına hayran kalması da işten bile değildir. Taşları bile KIRACAK
her türlü “neredeyse mutlak kötülüğün” hergün planlı ve programlı
bir şekilde yaşanagelmesi karşısında hala bir KIRILMAYAN olmak nasıl
bir duygudur? Bu duygu nasıl anlaşılabilir?
( Unutulmamalıdır ki depremler sadece tektonik olaylar değildirler.
( Bir materyalist için öyle olabilir ama her şeyden önce depremin
kendisi materyalist değildir. Ancak bunun ispatı bu yazıyı aşar.
Kısmetse başka bir zaman... ) Düşünüyorum da, -yemin billah- ben
dünya olsam, üzerimde yaşanan bunca kötülüğe her türlü referanstan
bakabileceğim halde dayanamaz ve ikide bir yattığım yönün tersine
dönerdim de insanlar bir parça akıllanırlar da sadece kendi çevremde
bir mevlevi gibi huzur içinde dönmediğimi anlarlar diye ümit ederdim.)
Bu duyguyu, yani her türlü melanetin arasında bir SAFTİRİK olup
olmadığımızı anlamanın en iyi yolu şüphesiz her nevii rütbeden herhangi
bir “İZM askeri” olup olmadığımıza karar vermektir. (İzmler arasında
en belirgin ve kapsayıcı olanı da şüphesiz “Egoizm” ve bağlıları
“Egoistler”dir. Dünyadaki her izm’in 72 kolu olmasına rağmen bu
“izm”, dünya kurulalı beri tek bir kol ve yol olarak tüm istikrarı
ile insanlık tarihi ile yarışmaktadır.).
Kırılmayan olmak ya da olmamak. Hamlet’in anlayamadığı diğer mesele
de budur. Hiç şüphesiz hayatta yapabileceğimiz şeyler “bu iyi, bu
kötü” demekten ve vicdanımızın her dediğini bir basit parti milletvekili
ya da bürokrat gibi salla başı al maaşı misali onaylamak değildir.
Vicdanımız bizi yönetiyorsa biz yandık demektir.
Çünkü vicdanımızı ele geçiren bizi yönetir. Oysa vicdanımızı
biz yönetiyorsak kimsenin kölesi olmayız demektir. ( Aslında burada
bile bir tehlike vardır. O da kendimizin kölesi olmaktır ki o da
dünyanın en tehlikeli ve çirkin izmine götürüp bizi o izmin kubur
çukuruna atar bırakır. O izm’de yine egoizm’den başkası değildir.)
SONUÇ:
En iyisi kendi karşıtlığımızı yaratmak olsa
gerektir. Yani tavuk olup yumurtlamamız gerekmektedir. İşte o vakit
anlarız ki muhtemelen bir KIRILMAYAN’ız. Çünkü yarattığımız o karşıtlık
kimbilir belki de bizi yağmurlu gecelerde en kötülerin peşine düşürecektir.