SAYI 7 / 01 MAYIS 2004

 
YAŞASIN İRRASYONALİZM -BÖLÜM I  

Bora Ercan



En yalın anlamıyla rasyonalizm akılcılık demektir. Türkçe’de ön ek olmadığından dolayı irrasyonalizmin karşılığını son ek kullanarak akıldışılık olarak verebiliriz. Ancak bu sözcüğün irrsayonalizm kavramını yeterince karşıladığı da söylenemez. 20. yüzyılın en önemli filozoflarından Wittengstein “dilimizin sınırları dünyamızın sınırlarıdır’ der, bu sözü bir toplumun dili için de geçerli kılabiliriz. Dilerinde kar sözcüğünü onlarca farklı şekildeki karşılıklarıyla kullanan kuzey kutbu halkları ve dillerinde kar sözcüğü bulunmayan ekvator bölgesi halkları buna verilebilecek en iyi örneklerdendir. Türkçemizde irrasyonalizm sözcüğünün yaygın ve anlaşılır bir karşılığının olmaması da irrasyonalitenin tutarlılığı olsa gerek.

Daha önce de İzinsiz Gösteri’de yayınlanan makalelerde sayılarla toplumların arasındaki ilişkiler vurgulandı. Zaman zaman mistik boyutlara ulaşsa da sayılarla genel olarak para işlerinde, zaman ve mekan olgusunun ölçülmesinde, bir de yasa maddelerinde içli dışlıyız en çok.

Bir dik üçgende hipotenüsün (dik açının karşısındaki kenar) karesi diğer dik kenarların karelerinin toplamlarına eşittir. Bu teorem Pisagor teoremi olarak bilinir. Pisagor kendisinden önce de kullanılan bu teoremin kanıtını yaparak adını teoreme vermiştir. Nurettin Çalışkan’ın İzinsiz Gösterinin 3. sayısında yayımlanan ‘Sayılarla Yaşamak’ başlıklı yazısında tamsayıların Pisagorcuların inanışlarının temelini oluşturduğundan söz edilmişti. Ancak kendi ispatladıkları teoremle Pisagorcular kendi kurdukları düşünce akımını temelden sarsmışlardır. Çünkü teorem sonucunda ortaya irrasyonel sayılar ortaya çıkmıştır. Kendi kanıtlarıyla kendi düşünce sistemlerini ancak matematikçiler yok edebilir.

İrrasyonel sayılar günlük yaşamda rasyonel sayılar gibi kullanılmazlar. Örneğin yasa maddeleri günlük yaşamda kullanılan diğer sayılar gibi rasyonel sayıların bir alt kümesi olan pozitif tamsayılardan oluşmakta;

426

Türk Ceza Kanununun halkın ar ve haya duygularını inciten yayın ve yayımlarla ilgili düzenlemeyi yapan maddesinin adıdır 426. Bu madde dayanak gösterilerek zaman zaman yazınsal ve felsefesi değeri olan kitaplar toplatılmakta. En son Irvine Welsh’in Olağanüstü Üç Kimyasal Romans ve Porno adlı kitapları başta olmak üzere toplam altı kitap toplatıldı. Yasak kitaplarla ilgili daha ayrıntılı bir çalışma yaptığımız için hepsinin isimlerini burada vermeyeyim. Ancak dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var: Az önce yasak kitap yazdım ve birçoğunuza garip gelmedi bu söylem, ancak yanlış bir kullanımdır bu kulanım çünkü kitap yasaklanmıyor, dağıtımı ve üretimi yasaklanıyor. Böylesi kitaplardan birer kopya bulundurmak yasaya göre suç değil. Ancak insanların kafalarının içlerine yıllar yılı sokulan korkular sonucu ders kitapları dışındaki kitaplara toplumun büyük bir kısmında şüpheyle yaklaşıldığı bir gerçek. (Bu konuda kısaca da olsa bazı anımsatmalar yapalım. Malunuz özelikle bir dönem evler polisler tarafından basılır, en büyük suç unsuru olan kitaplar aranırdı. Bu aramalarda yaşananlar biraz da karikatürleştirilerek anlatılır. İşte bunların bazıları: Polisler tarafından Karl Marks’ın Kral Marks, Nikos Kazancakis’in Nikos Kazanacağız, Meydan Larousse’un sonundaki Rus vurgusuyla, Viladimir İlyiç Lenin (VI. Lenin) Altıncı Lenin olarak okunması, bir matematik kitabı olan General Calculus’ün, komünist bir general olarak algılanmasıdır.)

Bununla birlikte internet çağında hangi gerekçeyle olursa olsun kitap toplatmanın mantığı sorgulanmalı. Çünkü bütün bu metinler, örneğin, www.yasakkitap.net ya da www.devletinsevmedigikitaplar.com adında bir site açılarak yayımlanabilir ve yasakçılar da hiçbir şey yapamazlar.

Kitap korkusu/yasaklaması konusunda daha çok şey söylenebilir. Örneğin ‘forbidden zone-no photography’ bölgesine TC kimliği taşıyan bir erkek olarak saçlarınız kazınıp da girdiğinizde elinizdeki bütün kitaplar toplanır, üzerlerine ‘görülmüştür’ damgası vurulur. Ayrıca dışardan mektup atmak da yasaktır. Bütün mektuplar okunur, damgalanır. Hafta sonu izinlerinde askerler internet kahvesine gidip mail atarlar artık, lakin, gelin görün ki maillerde görülmüştür damgası yok! Hani zaten ülkedeki posta sisteminin de çöktüğü, mektupla kimsenin uğraşmak istemeyeceği başka bir konudur.

Toparlarsak, ülkemizde kitabevinin bulunmadığı yüzlerce yerleşim yeri var. Fakat bir irrasyonallik örneği olarak, her ne kadar telefon hatları yeterli olmasa da, internetin bulunmadığı yer yok. Ve halkın interneti çoğunlukla ne amaçlı kullandığı biliniyor (buyrun size düşünmeniz için bir konu hem de ülkemizde internetin 10. yılı münasebetiyle düzenlenen internet haftası tüm yurtta, KKTC’de ve dış temsilciliklerimizde törenlerle kutlanırken, ancak bilgisayar ve internet kültürü konusunda yeterince çalışmalar yapılmazken........).
Sonuçta, ar ve hayasına düşkün olan halkı 426 koruyor. Dili, kültürü ve düşünceyi zenginleştirmek için uğraşan yazarlar ve yayıncılar devlet tarafından cezalandırılıyor.

1402

Bir sayı olarak ne kadar da masum duruyor değil mi 1402. Bugün ÖSS sınavlarına hazırlanan öğrenciler için pek de fazla bir şey ifade etmeyebilir bu sayı: Önü sonu bir çift sayı! Ancak bir yandan insanların yaşamlarını bir yandan da bir ülkenin binlerce gencinin eğitimini bire bir etkilemiş bir yasa maddesidir. Bir yasa maddesinin de ötesinde 12 Eylül anlayışının bir özetidir de.

Bir ülkenin almış olduğu siyasi ve ekonomik kararlarıyla insanlarının düşünsel ve fiziksel gücünü nasıl organize ettiği, nasıl değerlendirdiği o ülkenin gelişmişlik ölçütüdür denebilir mi? Diyesim Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bir kara lekesi olan 1980 darbesinden sonra ilk hedef düşünce ve bilimin var olduğu yerlerin olduğu. Değil mi ki bugün de TÜBİTAK başta olmak üzere YÖK, MEB gibi kurumlar ülkenin gündeminde hiç düşmez. İşte bu anlayışın zaten var olan kökenleri Kenanizm ile hayat buldu. Yayıncılar, gazeteciler, yazarlar, okurlar, kısacası düşünen insanlar öyle ya da böyle askerlerin hedefiydi. Ancak askerlerin silahları sadece top tüfek değildi bu kez, yasalar ellerinin altındaydı. Atom bombasının etkisi bir kaç kuşak sürerdi, pekiyi yasalar ve eğitimle ülkeyi, özellikle gençleri ve çocukları istendik yönde değiştirmenin etkisi ne kadar sürerdi? Hem değil mi ki askerler her şeyi en iyi bilirlerdi. Bakın emekli subaylar hala daha her yerde, en olmadı milli güvenlik derslerinde, liselerde.

İnsan kolay yetişmez. Binlerce saat okursunuz da o bilgilerden yeni bir bilgiye ulaşmak ömür alır, hele hele onları karşınızdakine aktarmak başka bir meseledir. Bu yasayla ülkemizin en iyi yetişmiş üniversite öğretim üyeleri üniversiteden uzaklaştırıldı. Onların yerlerine boş kalan kadrolara ise şişirme profesörler atandı. Ordinaryüs Profesör Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bu şişirme ‘prof’ politikasını protesto için ünvanını kullanmazdı.

2911

‘Aşk örgütlenmektir, bir düşünün abiler’ der şair. Devlet ise ‘ne yaparsan yap ama gösterme’ anlayışındadır. Bu anlayış ne yazık ki toplumun büyük bir bölümünde de geçerlidir. Kimse görmeden yanlış bir şey yapmanın sakıncalı olmadığına inanma eğilimdedir yığınlar. Kendilerini fiziksel ve ruhsal olarak temiz sanır ya bu ülkede insanlar, gülerim: sokakları, denizleri, havayı kısacası doğayı küçüklü büyüklü kirletmek, korna çalmak ve sayılsa uzayacak olan bunların yanında ensestten pedofiliye zoofiliye uzayan fili’ler listesinde de en başa güreşirler oysaki.

Yapmayacaksın işte, beş kişiden fazla bir araya gelmeyeceksin, elin boş olacak, kuşlamayacaksın, pullamayacaksın, bağırmayacaksın: 10 emir gibi bir şey yani, kısacası yak sigaranı üfle, en olmadı maça git orada bağır, ya da al korsan CD’ciden bir porno tak VCD’ye izle, çıkma sokaklara hele hele 16 Martlarda, 15-16 Haziranlarda, 1 Mayıslarda. Savaş olsun yanı başında, sen evinde otur, Mezopotamya’nın, Babil’in talanını izle, karın sana çay yapar, ayağına getirir. CNN de boş durmaz sana savaşı ayağına getirir merak edersen, ama sen gene de neme lazım pop starı izle.

Vatandaşını vatandaşı gibi görmeyen, kulu gibi gören bir devlet anlayışı 2911 ve türevleri yasalarla, ibreti alem olsun diye sokaktan geçenleri bile döverek, bu ülke insanlarını sus pus televizyon karşısında ortanın altı zeka düzeyli TV dizilerine mahkum etti. Şimdi artık ‘çocukların içlerinde kendilerinden daha büyük çocuklar yoksa’ bundandır.


657

Devlet memurluğu yasasıdır bu yasa. Boş zamanlarda okunabilir, anlaşılan yerlerinde gülünebilir, ağlanabilir: İş garantisi tartışılmaz. Devlete kapağı attın mı, gerisi gelir. Onun için fazla sorgulamamalı değil mi? A tabii artık kolay kolay da memur olunmuyor, sınavlara girmek gerek. Bir devletin bu kadar çok memmurun olması da nedir?

Bunun yanında ayrıcalıklı vatandaş olunarak yeşil pasaport almaya da hak kazanılabilir bilmem kaçıncı derecenin kaçıncısı olarak. Eh ama o kadar uğraşana kadar ele silah alıp cinayet işlense kırmızı pasaport alınıyor. Sahi Abdulah Çatlı 657’den emekli olabilir miydi?