( 2 yıl önce yazılan ama yayınlanmayan
bu metni,
Orhan Gencebay'ın yeni bir albüm çıkarması nedeniyle ve
popüler kültür tartışmalarına katkıda bulunmak amacıyla
yayımlıyoruz.)
Bu yazı, Meral Özbek’in doktora çalışması olarak
yazdığı ve kitaplaştırdığı, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay
Arabeski 1 adlı çalışmasını incelemeye ve eleştirmeye
yönelik olarak kaleme alınmıştır.
Her
ne kadar Özbek bu çalışmasında ‘Orhan Gencebay arabesk müziğinin
nasıl ortaya çıktığını, içeriği ve değişmesi konusunda bir çerçeve
çizilmeye; arabeskin Türkiye’nin özellikle 1950 sonrası hızlanan
‘modernleşme’ sürecine nasıl bir anlam haritasıyla yanıt verdiğini,
hem müzikal hem şarkı sözleri yapısı ve hem de toplumsal anlamı
açısından bakılarak incelenmeye çalışıldığını söylese de, kitabın
ilk bölümünün modernleşme, popüler kültür ve hegemonya konusunda,
ister arabesk bağlamında düşünelim isterse ondan bağımsız düşünelim,
özellikle Türkçe literatür için oldukça önemli bir kavramsal tartışmayı
içerdiğini belirtmek gerekiyor.
Mazlumlara Dönüş Çabası: Sosyalist Bir
Prespektifte Halka
Ait PopülerKültür
Arabesk gibi üzerinde çok konuşulmuş ama ‘bilimsel’
denebilecek çalışmalara çok da dahil olamamış, ya da dahil edilecek
kadar ciddi
ve önemli bulunmamış; klasik Modernleşme kuramına dayanan, genellikle
anlamaktan çok baştansavmacı, yoksayıcı, indirgemeci bir tavırla
ve ‘dışardan’ bir gözle bakılmış bir konuyu; Kültürel Çalışmalar
yaklaşımı içinden, eleştirel bir gözle, ‘mazlumlara dönme’
duyarlılığıyla ve bir ‘özgürleşme projesi’ kapsamında ele almış
ve
farklı bir perspektif geliştirmeyi başarmış bir incelemeyle karşı
karşıyayız.
Arabesk tartışmalarında yaygın ve egemen olan görüş,
arabeski tartışırken genellikle ‘yoz’, ‘dejenere’, ‘zevksiz’, ‘kaderci’,
‘Arap müziği’, ‘ağlama kültürü’, ‘yanlış bilinçli’ gibi nitelemelere
yaslanmakta, kimi zaman açıkça dile getirmese de arabeskin bir ‘kitle
kültürü’ olduğu yönünde geniş bir uzlaşma sergilemektedir. Tabii
buradaki ‘kitle kültürü’ kavramı dolaylı ya da dolaysız arabesk
müziğin aslında sanat olmadığı anlamı çıkartılacak bir biçimde kullanılmakta2
ve böylece, Özbeğin de belirttiği gibi, kaderci bir söyleme sahip
olduğu iddiasına dayanılarak, arabeskin hakim ideolojiye direnme
ve özgürleşme niteliklerine sahip olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Oysa ulaşılan bu sonuç hem tehlikeli ve tartışmalı, hem de ileride
görüleceği üzre tam tersi de iddia edilebilecek bir sonuçtur.
Hemen belirtelim ki, Özbek’in çalışmasının önemi
sadece Arabesk kültüre ilişkin egemen yaklaşımları alaşağı etmesi,
özgün, tutarlı ve kültürel tartışma alanında Türkiye’deki sosyalist
perspektifi geliştirici ve zenginleştirici bir tavıra sahip olması
değil; tüm bu tartışmaları bir tür turnusal kağıdı gibi kullanıp,
özellikle Türkiye’deki Batılılaşmacı ve Modernleşmeci solun kültür
tartışmalarındaki ‘seçkinci’, kendi varolmaları gereken politik
ve ideolojik konumla çelişkili ‘duruşlarını’ sergilemesi ve bunları
aşmaya yönelmesidir. Kendi değişiyle, popüler kültürü ve arabeski
anlamada sağ ve solun kullandığı yüksek/alçak, hakiki/yoz gibi kendinden
menkul ikilemlerin ardında hangi ortak varsayımların yattığını ve
bunun olmazlığını göstermeye çalışmasıdır. Sol için bu durum ne
yazık ki daha da vahimdir. Meral Özbek, ‘halk’ın önemli olduğunu
ve kazanılması gerektiğini varsayan sol perspektifin, halkın kurucu
öğelerinden biri haline gelmiş kentli halk sınıflarına ait bir kültürü,
‘kültürlü, aydınlanmış azınlık’ ile ‘cahil, yoz kaderci kitleler’
ikilemine dayalı bir çözümlemeyle küçümseyerek yoksaymasını çok
şaşırtıcı bulmaktadır. ‘Halkın çeşitli kesimlerinin cahilliklerinden
dolayı şu yada bu biçimde dışardan yola getirilmeye muhtaç olduğu’nu
iddia eden buyurgan bir yaklaşımı sosyalist bir kültürel politikası
olarak kabul etmiyor:
“Yoksul kitlelerin kültürsüzlüğü ve onların sevdikleri şeylerin
yozluğuyla uğraşmak yerine, insanları eşit ve özgür yaşamaktan ve
bu dünyayı ve kendini tanımak ve geliştirmekten mahrum eden koşullarla,
onların durduğu yerde, onlarla birlikte uğraşmayı seçen bir perspektif
ve pratiğin sola yakıştığını düşünüyorum." (s.10)
Meral Özbek tam da bu noktada, kitabı boyunca ele
alacağı temel yaklaşımları da içinde söylem olarak barındıran, haklı
bir uyarıda bulunuyor:
“Hiçbirşeyi değiştirmeden, mevcut olanı paylaşmadan başkaları
adına yapılan her ‘yüksek kültür, sanat’ ısrarı, bunlara sahip olmadığı
düşünülen kitleleri ikinci kez mahkum etmekten ve dahası mevcut
hakim kültürel iktidarın ekmeğine yağ sürmekten öte gitmiyor. Çünkü
halka ait olarak bildiğimiz popüler kültür alanı aynı zamanda hakim
sınıfların at oynattıkları, egemenliklerini pekiştirmek için üzerinden
mücadele verdikleri ve kazanmak istedikleri bir alan. Hakim sınıfların
değer ve fikirleri, popüler duygu ve düşüncelerin içinde eritilerek,
böylece de popüler alandaki direnme etkisizleştirilerek, yaygınlaştırılıyor.
O halde hem boyun eğme hem de direnmenin çelişkisini taşıyan bu
alan, soyalist politikalarla eklemlenerek kazanılması gereken çarpaşık
bir mücadele alanıdır.” (s10-11)
Görüldüğü üzere, hakim bakışın aksine, popüler kültürü ‘yoz’ olarak
değil ‘halka ait’ bir kültür olarak kabul ediyor. Popüler kültürü
ne kapitalist kültür ile özdeş görüyor ne de tamamıyla ondan kurulmuş
kabul ediyor; (Hall’a referansla) sürekli gerilim içinde duran,
teslim olma ve karşı koymaya, eski yeni farklı tarzlara ait çelişkili
öğeleriyle karmaşık olan ve kültürel iktidar ilişkileri ve mücadelesi
çerçevesinde de sürekli değişen bir kültürel alan olduğunu belirtiyor.
Orhan Gencebay arabeskini de böyle bir kültürel gerilim içinde değerlendiriyor.3
Popüler kültür kavramının Özbek’in çalışmasında
benimsediği en önemli analiz kavramlarında birisi olduğunu da eklemeliyiz.
Arabeski Yeniden Anlamlandırma: Hem Direnmenin Hem De Boyun
Eğmenin Alanı
Arabeskin genel kabul gören değerlendirmesi onu,
gelenekselcilik ve modernizm arasında kalmış gecekondu kültürü olarak
görmekte, toplumsal geçişin bunalmını yansıtan kültürel krizin ve
uyumsuzluğun dile getirilmesi diye nitelemekte; arabesk müziği ise
Türkiye’nin çarpık kapitalistleşmesinin yansıması olan yoz bir müzik
olarak tanımlamaktadır.
Bu ortakduyusal değerlendirmeye örnek olarak Şenyapılı’nın
Müzik Ansiklopedisi’ nde4 dile getirdiği görüşleri veriliyor. Şenyapılı’ya
göre arabesk müzik, kentlerde yaşayan ve kır kökenli geniş yığınların,
çevreye uyumsuzluklarının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Arabesk
sadece bir müzik olayı olmayıp, kente göçen, kent yaşamıyla uyum
sağlayamamış, kentlilerin ‘horlamaları’na, ‘küçümsemeleri’ne, ‘düşmanca
tavır alışlar’ına ve ayrıca ‘işsizlik’e, ‘ekonomik yetersizlikler’e
maruz kalmış kır kökenli nüfüsün kültürüdür. Kırdaki geleneksel
ortamı kente taşıyan bu nüfusun kırsal değerleri bırakmamasının
nedeni de bu uyumsuzluktur.
Özbek öncelikle bu değerlendirmelerde göze çarpan,
toplumsal olgularla, kültürel ürünler arasında kurulan yansıtma
ilişkisini eleştirmektedir. Hakim yorum tarzına göre arabesk geçiş
toplumunun ürünü olarak, hem gelenekselin bozulmuş halini, hem de
modern olamamış bir marjinalliği yansıtırken, kır kökenli uyumsuz
kentlilerin (gecekonducuların) kültürel ürünü olan arabesk müzik
ise, toplumsal geçişin bulanımını yansıtan bir kültürel bunalımın
ifadesidir. Oysa Özbek, Hall’a referanla, ‘kültür’ ve ‘sınıf’ arasındaki
ilişkinin ‘yansıma’ ilişkisi değil, bir ‘eklemlenme’ ilişki olduğunu
söyleyerek bu değerlendirmeleri doğru bulmamaktadır.
(s. 22)
Bu noktada bir parantez açıp, ‘eklemelenme’ kavramının bu çalışmanın
anahtar analiz kavramlarından birisi olduğunu belirtelim. Bu eklemlenme
ilişkisine örnek olarak ANAP’ın arabesk ile ilişkisini vermektedir.
Şöyle ki, 1969- 77 yılları arasında, büyük kentlerdeki gecekondulu
seçmen CHP’ye oy verirken, 1983 yılıyla birlikte ANAP’a oy vermeye
başlaması, o dönemde arabesk müziğin TRT’den yayınının yasak olmasına
rağmen, iktidardaki ANAP’lı seçkinleri, seçim kampanyalarında arabesk
şarkıları kullanması ve arabesk müziğe yasağın kaldırılması konusunu
parti içinde tartışmasıyla arabeskin yananlamlarına ‘sağcı’ bir
nitelik eklenmiştir. Ancak Özbek’e göre, arabesk zevk ile ANAP’a
oy verme arasındaki ilişki, bütünüyle örtüşen ve birbirini tanımlayan
bir ilişki olmayıp, belli bir tarihi bağlamda, siyasi-hukuki yaptırımların
ve ideolojik hegemonyanın da belirlediği bir ilişkidir. (s 22) Bu
noktada Özbek, yine Hall’a referans yaparak, can alıcı bir tespitte
bulunuyor:
“(...)ANAP üyelerinin arabeski ‘sevmeleri’, ‘arabeskin’
bütünsel bir yeni-muhafazakar ideolojiye sahip olduğunu ispat etmez.
Bu olsa olsa hakim ideolojinin nasıl işlediğini ortaya koyabilir:
Yani, hakim siyasal-kültürel ideoloji, ortakduyudaki çelişkilerden
yararlanarak, gerçekten aşağıdan gelen ihtiyaç ve zevkleri kendi
sistemi içinde özümsediği ve bu öğeleri hegemonik bir ideoloji olarak
yeniden kurduğu ölçüde başarılı our." (s. 22-23)
Öte yandan Özbek, Senyapılı’nın arabesk müzği gecekondu
müziği nitelemesine karşı çıkarak, onu kent kültürünün bir ürünü
olarak görür.5 Çünkü arabeskin ortaya çıkışını sağlayan tüm etmenler,
sanayileşme süreci ile birlikte gelen ve ancak kentlerde varlık
bulan etmenlerdir.
Arabeske
yönelik hakim bakış, Özbek’e göre, popüler kültürün aşağıdan yukarı
doğru gelen, zaman içinde konumu değişen/değiştirilen ve ‘hem direnme
hem de bir boyun eğme alanı’ (Hall) olduğunu, onun
çok yönlü anlamını ve önemini gözardı etmektedir. Türkiya’nin aşağıdan
yukarıya doğru ortaya çıkan ilk büyük kitlesel kültürel biçimlenmesi
denebilecek arabesk müzik:
“Türkiye’nin 1960’lardaki ‘modernleşme’ sürecine hem bir yanıt,
hem de bizzat bu ‘modernleşme’ sürecini oluşturan bir biçimlenmedir.”
(s.25)
Bu değerlendirmelerin ışığında Özbek, Şenyapılı’nın
aksine, arabesk müziğin kentlere göçen kırsal nüfusun hem çevreye
uymasının, varkalmanın yolunu bulabilmesinin başarılı bir göstergesi,
hem de ‘kırdaki geleneksel ortamı kente taşıyarak ‘değil, toplumsal
yapı bakımından kentsel usüllerin etkisi altında varkalmanın göstergesi
olduğunu belirtmektedir. Görüldüğü üzere bu bakış, aslında pek çok
değerlendirmede de görülen, bir tersyüz etmeyi barındırmaktadır.
‘Geçiş’ Toplumlarında ‘Geleneksel’ ile
‘Modern’ Arasındaki İlişkiyi Anlama Çabası: Karma ilişki ve Biçimlerin
Eklemlenmesi
Modernleşme esas olarak, Batılı olmayan toplumların
‘geleneksel toplum’dan ‘modern toplum’a doğru geçirmekte oldukları,
‘geleneksel toplum’, ‘geçiş toplumu’ ve ‘modern toplum’ şeklindeki
üç aşamalı değişim sürecini ifade eder. Modernizm ile ilgili kuramsal
tartışmanın Özbek’in çalışması için önemi, arabesk konusunda Türkiye’de
hakim olan yaklaşımın örtük kaynağının, Modernleşme Kuramının bu
konudaki varsayımlarına dayanması; yani ‘kente göçen kır kökenli
nüfusun’ kültürü olan arabeskin ‘geleneksel’ ya da ‘geri’ olduğu,
ve ‘kentsel (modern) yaşantıya uyamamanın’ ifadesi olduğunun iddia
edilmesidir. Bu çalışmanın asıl ilgi alanı ise, Modernleşme kuramının
‘geleneksel’ ve ‘modern’ kavramları arasında kurduğu ‘ikililik’
ilişkisidir.
Modernleşme kuramına göre, ‘geçiş’ toplumlarında,
geleneksel toplumsal ilişki ve biçimlerle Batı’dan ihraç edilenler
arasında uzlaşmaz bir çelişki yaşanmakta; geleneksel-modern ‘ikililiği’nin
devam ettiği bu toplumlarda, geleneksel değer ve kurumların modernleşmeye
direnmekte ve engel teşkil etmektedir. Özbek Modernleşme kuramına
yönelik eleştirilerden bahsetmekte ve ‘kültürel değişim’ açısından
eleştirilerin ortak noktalarını tespit etmektedir:
“Ortak olduğu ileri sürülecek olan her iki nokta birbirini bütünleyen
ve geleneksel (kapitalism-öncesi) ve modern (kapitalism) kategorileri
(üretim tarzları) arasındaki ilişkinin yeniden biçimlendirilmesine
ilşkindir. Birincisi, ‘geçiş’ toplumlarında eski ile yeni arasındaki
ilişkinin karma biçimlerin hakimiyetiyle sonuçlandığı; ikincisi
ise, birer ideoloji olarak geleneksellik ve modernliğin birbirini
dışlamayabileceği üzerinedir.”
(s. 36)
Bı noktada, Singer’in modernleşme kuramına alternatif olarak geliştirdiği
kültürel değişim kuramının temelini oluşturan karma ilişki ve biçimler
kavramlarıyla karşılaşıyoruz. Hint toplumunu örnek olarak veren
Singer, kültürel değişimi bir uyum mekanizması olarak kavramsallaştırıyor.
Biçim ve ilişkiler açısından ise bu değişimin karma ilişki ve biçimler
getirdiğini; geleneğin değişmeye kapalı durağan bir yapısı olmadığını
ve geçiş toplumlarında geleneksel ile modern arasındaki ilişkilerin
çeşitli biçimleri olduğunu, ancak bu ilişkinin hakim biçiminin birleşme
ilişkisi olduğunu belirtiyor. Özbek, Gufield’ın yukarıdaki yaklaşımı
kabul ettiğini ve fakat Singer’in toplumu birim olarak almasına
karşın, toplumsal farklılıkların önemini vurguladığını; özgül geleneklerin
içeriğindeki çeşitliliğe dayanarak, modern biçimlerle aralarında
‘kabul etme’ (yerine geçme), ‘yadsıma’ ve ‘iç içe geçme’ ilişkileri
olabileceğini söylediğini hatırlatıyor.
Görüldüğü gibi, modernleşme kuramını içerden eleştiren
görüşler, geleneksel-modern ilşkisinde ‘ikililiğe’ karşı, ‘karma’
ilişki ve biçimlerin varlığını savunuyorlar. Marksist paradikmadaki
‘eklemlenme’ kavramının üstünlüğü ise, bu ilişkinin bir süreç olduğu
ve hem ‘karma’ hem de ‘çelişki’ niteliklerini birarada taşıdığı
önermesinde yatmaktadır. Bu bağlamda Özbek’in Gencebay arabeskiyle
ilgili olarak burada yazdığı dipnotu alıntılamadan geçemeyeceğiz:
“Bu çalışmada Orhan Gencebay arabeskinin ortaya çıkış nedenleri,
biçim ve anlamı incelenirken, terimin kendisi kullanılmasa bile,
ilşki ve biçimlerin ‘karma-çelişkili’ ya da – Stuart Hall’un popüler
kültür tanımında da görüleceği gibi ‘boyun eğme- direnme’- şeklinde
belirlenen ‘eklemlenmiş’ niteliğine dayanılacaktır.”
(s. 43)
Bir güdüp-yönetme aracı olarak geleneğin icadından, bağımlılık perspektifiyle
destekleyerek Üçüncü Dünya ülkelerinin özgüllüğünden bahseden ve
nasıl bir modernleşme sorusuna cevap arayan Özbek, geleneksel denilen
ve eklemlenerek biçim değiştirse de en azından bazı öğeleri açısından
devamlılık gösteren biçim, ilişki ve değerleri, direnme açısından
anlamlı kılanın, bunların paylaşımcı bir istemi yansıtmaları ve
böylece özgürleşme projesi açısından dönüştürülebilme potansiyeline
sahip olmalarıdır diyor.
Modernleşme ve Popüler Kültür: Hegemonya,
Kitle Kültürü ve Popüler Kültür Tartışması
Modernleşme ve modernlik kavramlarını Berman’ın
yaklaşımına uygun olarak tanımlanmaktadır: modernleşme kapitalist
endüstrileşme süreçlerinin kamaşık bir bütünüdür. Bu kavramsal tercih,
modernleşmenin mutlaka ‘modernlik’ getirmeyeceği, başka bir değişle
modernleşmenin ‘modernlik’ tasarımları ile denk düşmediği yerlerin
ortaya konabilmesini sağlamaktadır. Berman modernleşme süreçlerinin
yarattığı tarihsel tecrübeyi, toplum ve birey düzeylerinde ifade
ediyor. Sosyoekonomik ve bireysel gelişmenin bireyde yarattığı gerilim
tecrübesinden bahsediyor. Özbek bu yaklaşımın, özellikle Gencebay
şarkıları ile müziği ve kendisi hakkında söylediği sözler bütününde
ifadesini bulan bireysel tecrübenin anlamının ortaya konmasında
yararlı oduğunu düşünüyor. Sosyoekonomik gelişme olarak modernleşme
ile buna ilişkin tecrübenin ifadesi olarak ‘modernleşmeye yanıt’
arasındaki ilişki ya da modernleşme ile popüler kültür arasındaki
ilişki, Kültürel Çalışmalar’ın, özellikle Staurt Hall’un kavramları
aracılığıyla geliştirilmiştir. Hall’a göre:
“Popüler kültür, saf anlamda ne bu reform ve dönüştürme süreçlerine
karşı popüler geleneklerin direnmesi, ne de onların yerine, üzerine
geçirilen yeni bir biçimdir. Popüler kültür, bu dönüşümlerin gerçekleştiği;
oluştuğu alanlardır. (...) Popüler kültürdeki ikilikten, yani popüler
kültür içinde kaçınılmaz olarak bulunan kapsanma (kontrol altına
alınma) ve direnmenin çifte hareketinden...” (s58-59)
Özbek buradan hareketle, ‘kaderci’ bir söyleme
sahip olduğu iddia edilen arabeskin özgürleştirici/ütopik bir yana
sahip olduğunu ve özgürleştirici bir proje açısından genel olarak
popüler kültürün önemli olduğunu ortaya koymak için, sanat-popüler
kültür, özgürleşme- güdüp yönetme tartışmalarının içine girer. Kitle
kültürü kavramını salt ticari bir beyin yıkama, boş bir oyalanma
ve her açıdan uluslararası şirketler tarafından belirlenen bir ‘komplo’
kuramına göre tanımlayan ve kültürün günlük hayattaki işlev ve işleyişlerini
gözardı eden güdüp yönetme sosyoloklarını değil; onların yaklaşımını
‘hegemonya’ kuramı aracılığıyla dolaylı bir biçimde eleştiren ve
sanat- popüler kültür ilişkisini farklı bir paradikma içinden reddeden
İngiliz Kültürel Çalışmaları yaklaşımını benimser.
Özbek’in Türkiye’deki arabesk kültüre yönelik hakim
olan görüşlerden farklı olduğunu belirttiğimiz analizlerini ve değerlendirmelerini
temellendirdiği yaklaşımlardan en önemlisi olarak gördüğümüz popüler
kültür anlayışına geçmeden önce, arabeskin ideolojik eklemlenme
sürecine açıklık getirebilecek olan hegemonya probleminden bahsetmek
gerekiyor. Hegemonya kavramını, Batı toplumlarında hakimiyetin nasıl
sürdürüldüğünü açıklamaya dair, Gramsci’nin geliştirdiği bir kavramdır.
Yönetici sınıflar fraksiyonları ittifakının bağımlı sınıflar üzerinde
bütünlüklü bir otorite kurması sonucu ortaya çıkar. Bu otoritenin
temel kaynağının bağımlı sınıfların rızasının olduğunu, üstyapıların
hegemonyanın başarıldığı esas alanı teşkil ettiğini ve bu alanda
hegemonyanın ideoloji aracılığla işlediğini belirtmek gerekiyor.
Ancak hegemonyada önemli olan, onun verili ve sürekli bir durum
olmaması; aksine, aktif bir biçimde kazanılıp korunması gerektiğidir.
Başka bir değişle, sürekli hegemonya yoktur.
Özbek’in Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski
adlı çalışmasının, bizce, en can alıcı, en kritik ve bir tür yol
ayrımı olarak değerlendirilebilek tartışmalardan biriside popüler
kültürü kavramı ile ilgili tartışmadır. Daha önce de belirttiğimiz
gibi popüler kültür anlayışında Hall’un şu yaklaşımı belirleyicidir:
“(...) (popüler kültür) iktidarda olanların kültürüne karşı
ya da onun adına mücadelenin alanlarından biridir. O mücadele içinde
aynı zamanda, kaybedilecek ve kazanılacak olan şeydir: Boyun eğme
ve direnme alanıdır. Kısmen hegemonyanın yükseldiği ve güvenlik
altına alındığı yerdir... Popüler kültürün önemli olması bu nedenledi.”
(s.87)
Bu çalışmada kitle kültürü ve popüle kültür kavramları
yer değişebilir kavramlar olarak kullanılmamış, aksine ‘popüler
kültür’ kavramı tercih edilmiştir. Popüler kültürün tanımlanması
ise:
“(...) ‘Kültürel Çalışmalar’ yaklaşımı çerçevesinde tanımlanan
‘kültür’ anlayışı ile ‘halka ait’ anlamına yaslanan belirli bir
‘popüler’ anlayışının beraberliği ile oluşturulmuş olan, Stuart
Hall’un ‘popüler kültür’ tanımlanmasına dayanmaktadır. Bu çerçevede
topyekun ‘güdüp yönetme’ kuramı yerine, ‘hegemonya’ kuramına yaslanılmıştır.”
(s.88)
Özbek, yukarıda özetlenmeye çalışılan kavramsal
çerçeve ile ilgi tartışmaları bitirken, arabesk kültür üzerine bu
kavramsal çerçevenin ışığında yeniden bir değerlendirme yapar. Arabeski
yanlızca müzik endüstrisinin körüklediği bir meta olarak kabul etmez.
Özellikle 1976’lar öncesinde, yani müzik endüstrisinin Türkiye’de
atılımından önceki dönemde ortaya çıktığını, gecekondulardaki ifade
tarzıyla örtüşen yapısıyla da yanlızca bir meta olmadığını, aynı
zamanda bir yaşam tarzı olduğunu belirtiyor.
Orhan Gencebay Arabeski: ‘Batsın bu dünya’dan
‘Yaşamak ne güzel’e ‘Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’
Bir kültürel ürün olarak Orhan Gencebay arabeskinin
müzik ve söz yapısı incelendiğinde, Türkiye’nin 1951’ler sonrası
hızlanan ‘modernleşme’ sürecine getirdiği, müphem olarak nitelendirilen
yanıt şu şekilde açıklanır: bir yandan ‘geleceği açık görür, ‘ilerlemeyi’
onaylar, diğer yandansa insani değerler açısından özellikle popüler
geleneğe yaslanarak, modernleşmeyi eleştirir.
Özbek’e göre Orhan Gencebay şarkı sözleri ‘aşk-sevgi’ dünyası üzerine
kurulu olan duygusal bir kod aracılığıyla konuşmaktadır. Bir anlam
haritası olarak Orhan Gencebay arabeski:
“(...) gündelik ve pratik ilişkileri anlamlandırırken, kavramsallaştırırken
ve öte yandan aynı zamanda gündelik hayatta yönelimler yaratırken,
duygusal tecrübeyi baştacı etmiş, problem haline getirmiş görünmektedir.
Aşk, yaşama hakkı ve isyandan kader ve derde dek tüm kavramları
kendisine bağlamakta; ‘seven’in kendine, ötekine, başkalarına, ve
toplumsal sorunlara gösterdiği tepkiler ‘aşk’la bütünleştirilerek,
aşk süzgecinden geçirilerek ifade edilmektedir.” (103)
Orhan Gecebay’ın arabeski, 1960’lardan itibaren
modernleşme sürecinin ivme kazandığı bir dönemde popüler sınıfların
gündelik hayat tecrübesinin bir duyarlılık olarak ifadesi şeklinde
değerlendirmektedir. Bu duyarlılığın odaklaştığı noktalar, olumlu/olumsuz
değerleriyle, bu tecrübenin en çok acı verdiği ya da alkışlandığı
yerlere işaret etmekte; aşk etrafında odaklaştığı, iş ve maddi hayat
konularını ‘gölge hayat’ gibi dışta bıraktığı için, bu duygusal
vurgusuyla biçimsel olarak ütopik niteliğini kazanmaktadır. Ancak
şunu hatırlatmak gerekir ki, Orhan Gencebay’ın biraz kendine özgü
denebilecek arabeski ile, 1980 sonrası Müslüm Baba’dan Küçük Emrah’a
pek çok şarkıcının içinde yer aldığı arabeski aynı kefeye koymamak
ve ayırmak gerekir. Özbek bu ayrımın üzerinde özellikle duruyor
ve özellikle 1980 öncesi ve sonrası arabeskin farklılığını pek çok
açıdan açıklamaya girişiyor. 1980 öncesi, özellikle gecekondulular
ve lümpen proletaryanın ‘başkaldırısını’ ifade eden kültürel ürün
olarak yorumlanan arabesk, 1983 sonrası yeni-muhafazakar ANAP ile
özdeşleştirilmeye başlanmıştır. Başlangıçta bir ‘alt kültür’ niteliği
gösteren arabesk müzik, o kültürü ilk kez tüketerek-yaratan grupları
aşıp genelleşmiş ve böylece sitem içinde evcilleştirilmiştir. 1980
sonrası ortaya çıkan çeşitli arabesk müzik tarzlarının kaynağı da
Orhan Gencebay arabeskidir. Ferdi Tayfur’ların, Nejat Alp’leri,
Ümit Besen’lerin, folk arabesk, taverna, oryantal arabesk, devrimci
arabesk gibi türlerin olduğu bir ortamda artık ne türdeş bir arabesk
müzikten ne de türdeş bir dinleyici kitlesinden bahsedilmesi mükündür.
Ayrıca Orhan gencebay arabeskinin Türkiye’nin modernleşmesine duygusal-direnen
yanıtının taşıdığı radikal potansiyel, 1983 sonrası arabeskinde
‘hem ağlarım hem giderm’ tüende bir duygusal-pragmatik yanıta dönüşmüştür.
Özbek değerlendirmelerini şöyle sürdürür:
“Stuart Hall’un dediği gibi popüler kültür, hakim kültür ve
popüler gelenek arasındaki mücadelenin ‘boyun eğme ve direnme’ alanıdır;
kültürel iktidar kendisini neyin makbul neyin makbul olmadığına
dair çizdiği çizgi ve bu çizgiyi hukukun yanısıra eğitim ve kültür
kurumları aracılığıyla da korumasıyla kendini ortaya koyar. 1980’ler
Türkiye’sinde arabeskin yaygın olan türleri- hem hegemonyanın işleyişi
gereği hem de popüler sınıfların direnmesi sonucu- makbul sınırından
içeri alınmıştır (...).” (s.136)
Kitabın daha sonraki bölümlerinde, Özbek, devlet
müdahalesi, modrnleşen hayat pratikleri, Türk müziğine radyo yasağı,
Türk sinemasında şarkılı Mısır filmleri gibi konular çerçevesinde
Orhan Genceba arabeskinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaya; müzik
yapısı ve şarkı sözleri açısından Orhan Gencebay arabeskinin özelliklerinin
neler olduğu ve bunların nasıl değiştiği gibi soruları yanıtlamaya
çalışmaktadır.
Son bir değerlendirme : Popüler Kültür
İncelemeleri
Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski
adlı bu çalışma, Türkiye’deki arabesk kültür incelemeleri alanında
gerçekten de Stokes’in dediği gibi bir dönüm noktasıdır. Çünkü,
Eğrigönültaş’ın, Özbek tarafından da sahiplenilen ve hakim değerlendirmeden
oldukça farklı olan, 1979-80’lerde dilegetirdiği yorumları bir kenara
ayırdığımızda, kimi zaman, örneğin Emre Kongar gibi , ‘Özgürleşme
mi? Arabeskleşme mi?’adlı makalesinde, arabeskin toplumsal saygısızlık
özelliği olduğunu söyleyip ‘gecekondu kültürü’ diye aşağılayan6
, kimi zaman Onat Kutlar gibi arabesk müziği kaderci ve yoz bir
‘ilkel müzik’ olarak tanımlayan7 ya da Yılmaz Öztuna
gibi arabesk müziği, ‘milli kültür ve psikolojiye en olumsuz ve
dejenere tesirleri’ taşıyan ‘lahmacun musikisi’ olarak gürüp ansiklopedisinde
iki satırlık yer verip önemsemeyen8 seçkinci hakim değerlendirmelerin
aksine; bu çalışmanın, genelde Türkiye’deki modernizm ve popüler
kültür maceralarını açıklayan kavramsal çerçevesiyle, ve özelde
bu çerçeveden ve duruştan yola çıkarak yaptığı arabesk kültür değerlendirmesiyle,
sosyalist perspektifi aslında olması gereken noktaya çektiği, yani
halkı anlamak, kazanmak ve daha özgür bir yaşam adına birlikte yürütülecek
bir mücadeleye katmaya yönelik oldukça önemli bir katkı yaptığı
rahatlıkla söylenebilir.9
DİPNOTLAR
1. Özbek,
M. (1991) Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul: İletişim
Yayınları. 2. Sanatın karşıt kavramı kitle kültürüdür’ (Lowenhal) 3. Can Yücel’in 1980 yılında, ‘Arabesk Olayı: Ne
dediler’ adlı soruşturmaya verdiği yanıt Meral Özbek’in yaklaşımına
yakınlığıyla ve dolayısıyla diğerlerinden farklı olmasıyla dikkat
çekmektedir. Nevzat Atlığ, Selim İleri, Atilla İlhan, Atilla Özdemiroğlu,
Cemal Reşit Rey, Ruhi Su, Vedat Nedim Tör’ün de yanıt verdiği bu
soruşturmada şunları söylüyor: Önemli olan hızla değişen halkın,
eğilimlerini görmezlikten gelen sanat çevrelerine, sanat akımlarına
ve elbette bu alandaki yanlış devlet politikalarına göstermiş olduğu
tepkidir. Arabesk müzik, işte böyle bir tepki olarak, içinde elbette
hem olumlu hem de olumsuz yanları barındırmaktadır. (Bakınız Milliyet
Sanat Dergisi, Yeni Dizi, 9, 1 Ekim 1980, s22) 4. Şenyapılı, Ö.(1985) Müzik Ansiklopedisi, Cilt
1, Ankara: Uzay Ofset Ltd. 5. Martin Stokes, Özbek’in çalışmasının yayımlanmasından
bir yıl sonra yayımlanan ‘Türkiye’de Arabesk Olayı’ adlı kitabının
girişinde benzer bir yaklaşımı sergiler: Arabesk, şehir için şehirli
bir müziktir. (1992: 17) Ne kötü bir tesadüftür ki Özbek’in ve Stokes’ın
kitapları birbirlerinden yaralanamazlar. Stokes, kitabının 1998’de
yayımlanan Türkçe çevirisinde şöyle yakınır: Meral Özbek’in bu alandaki
nefis kitabı (kitabın ayrıntıları ve nüanslarıyla bu kitap asla
yarışamaz; Özbek’in kitabını benim kitabım yayınlandıktan neredeyse
bir yıl sonra okuyabildim) önemli bir dönüm noktasını simgeliyor.
(1992: 17) 6. Emre Kongar (1994) "Özgürleşme mi? Arabeskleşme
mi?", Hürriyet Gösteri, no: 46, 80-81 7. Onat Kutlar (1980)
"Arabesk Olayı", Milliyet Sanat Dergisi, no: 9, 18-19 8. Yılmaz Öztuna (1990) Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi,
s.63, Ankara: Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri Dizisi. 9. Orhan Gecebay ile ilgili internet siteleri: www.orhanabi.com
www.gencebay.cjb.net www.kralorhangencebay.cjb.net www.orhangencebay.com.tr www.geocities.com/gencebayorhan/hayati.htm