Eylül ayı boyunca, önce ilk ve orta
öğretim kurumları her zaman olduğu ve gelecekte de olacağı gibi büyük
sorunlarla, telaş ve tartışmalar içinde açılır. Sonra ise sıra ülkemizin
yanılmıyorsam sayısı 76 olan üniversitesitelerinin birer birer açılmasına
gelir. Bu açılışlar bile başlı başına birer inceleme konusur. Bunca
zamandır hiçbir konuda öngörüde bulunmayan devlet üniversitelerinin
rektörleri, başta parasızlık olmak üzere birçok konuda yakınırlar,
hatta doğalgaz, elektrik, su borçları olduğundan da kış günlerinde
öğrencilerin ve öğretim üyelerinin doğalgazsız ve elektriksiz büyük
sıkıntılar çekerek, ‘bilim’ yapamayacakları konusunda yakınırlar.
Bir de, bunun üzerine, devletin özel üniversiteleri devlet üniversitelerinden
daha fazla destekleyerek yarattığı haksızlığa, bunca zamandır ülkede
yaşanan onca haksızlığa karşı seslerini çıkarmamalarına rağmen tepki
gösterirler.
Türkçe’nin en güzel sözcüklerinden
birisidir ‘içtenlik’. ‘İ’ sesinin verdiği incelik ‘Ç’ sesinin verdiği
çekicilikle birleşip yine Türkçe’nin en önemli özelliği olan sondan
eklemelerle üretilen bu sözcük, sadece ses olarak değil elbette
taşıdığı anlam olarak da oldukça önemlidir. Kazanılması çok zordur
içtenliğin, yitirilmesi çok kolay. Doğu insanının en tipik özelliklerinden
biridir bu. Doğuda birisine, bir şey ikram ettiğinizde ilk olarak
reddeder, eğer içtenliğinizden eminse ikramınızı kabul eder. İşte
yıllardır birkaçı dışında hiçbir öğretim üyesinin tipik birer devlet
memuru olmanın ötesinde işe yarar iş yapmaması onlara olan güveni
kaybettirdi, bu da onların içtenliğine olan inancı zayıflattı. Zaten
eğer o binlerce öğretim üyesinden biri uluslararası platformda bir
iş yapmış olsaydı renkli gazetelerimiz, televizyonlarımız bize bunu,
nasıl ‘Amerika’daki Türk bilim adamının büyük başarısı’ diye duyuruyorlarsa
öyle duyururdu, bizim de bundan haberimiz olurdu. Aslında bizim
onlardan beklediğimiz çok büyük işler de değil; hani gerek ülkemizin
demokratikleşmesi için gerekse adalet, sağlık ve eğitim problemlerinin
çözülmeleri için öneriler sunmalarından geçtik, onca üniversitenin
ekonomi bölümlerini toplasanız yüzlerce profesör, onun iki katı
kadar doçent yapar, bunların birincil sorumluluklarından biri, Kürtçe
için dilekçe veren öğrencileri polise şikayet etmeleri yerine, bir
krizden diğerine savrulan ülkemizde, bu krizlerden çıkış için çözüm
yolları üretmeleri değil midir?
Anımsarsınız, geçtiğimiz yıllarda üniversitelerimizde
rektör seçimleri yapıldı. Rektörler milletvekillerini aratmayacak
kampanyalar düzenlediler neredeyse, hatta bazı şehirlerde seçim
sonrasında protestolar bile yapıldı. İnsanın aklına bilim adamlarının
neden bu denli seçilmek istedikleri konusunda ister istemez sorular
geliyor, tabii bu soruların sonrasında da az önce söz ettiğim içtenlik
konusu gündeme geliyor. Hele hele bugün demokratiklikten dem vuran
bu insanların demokratikleşme konusunda çabalar gösteren öğrencilerini
nasıl da polisle işbirliği yaparak onların eğitim haklarını sekteye
uğraktıkları biliniyorsa. Örneğin, öğrenim gördüğümüz okulda, yaşadığımız
yurtların yanıbaşında jandarma karakolu vardı, zaman zaman sabahın
beşinde basılır aranırdık, bu aramalar esnasında kimi zaman jandarmalar
ders kitaplarımızdan bile rahatsız olur, hemen yurdun önündeki gazete
bayisinde satılan dergileri bile isimlerimizi alarak toplardı, işte
o zamanlar, şimdilerde ‘bizim işimiz elektrik, suyla değil bilimle
uğraşmak’ diyen insanlar yine çeşitli idari kadrolardaydı ve bu
tip konularda hiç mi hiç seslerini çıkarmıyorlardı. Yani benim öğrencim
üşüyecek diyen o düşünceli insanlar, öğrencileri gözaltıları, işkenceleri
yaşarken neredeydiler!
Eğitim ve bilim için para gerektiği konusu ise
kolay bir kaçamak. Yıllardır ABD ambargosu altında yaşayan yoksul
Küba’da okuma yazma oranının yüzde yüz olması, dünyanın en iyi tıp
eğitiminin orada verilmesi, buna paralel olarak da en iyi sağlık
hizmetine sahip olması; yine yoksul bir ülke olan Hindistan’ın tüm
dünyaya bilgisayar uzmanı yetiştirmesi, bunun yanında İngiltere,
Amerika gibi ülkelerin bu elemanlara ihtiyaç duymaları nasıl açıklanır.
Eğitim bir gelenek işidir. Yıllar önce bu konuda çok önemli atılımlardan
biri olan Köy Enstitüleri günümüzde var olsaydı, dünyanın en iyi
eğitiminin verildiği, en eğitimli insanlarının yaşadığı ülke olurduk
süphesiz, dolayısıyla da bugün ekonomik durumumuz daha farklı olurdu.
Bugün tüm eğitim kurumlarımızda bırakınız bilim
üretimini ve öğretimini, güzelim beyinlerin içleri bir sürü kullanılmaz,
hantal bilgiyle dolduruluyor. İnsanların yaratıcıklarına ket vuruluyor.
Ne yazık ki okullar neredeyse mutsuz insan üretme fabrikaları gibi
işliyor. İnsanların yaşantılarının en güzel çağları neredeyse hep
sınanmakla geçiyor. Hadi ilkokuldan üniversite bitene kadar yapılan
bu sınavlardan geçtik de Türkiye’nin az da olsa güvenilir kurumlarından
olan ÖSYM’nin düzenlediği Tıp Uzmanlık Sınavı’ndan, Üniversite Sınavı’na,
Devlet Memurluğu Sınavı’ndan Öğretmenlik Sınavı’na kadar bu olan
sınavlar başlı başına birer tartışma konusu. Bir eğitim fakültesinden
diplomasını almış, stajını yapmış bir öğretmenin öğretmen olmak
için tekrar sınava alınması anlaşılır şey değil, hele hele o sınavda
başarısız olması. Devlet kendi verdiği diplomayı tanımıyor mu? Bir
de bu sınavların sonunda mutlaka birileri başarısız olacak, olmak
durumunda kalacak. Sorunlara çözüm bulmaktansa, çözümlere sorun
yaratan verimsiz devlet bürokrasisinin insanları içine düşürdüğü
acısanı duruma bakın.
Yaşananların hiçbiri beklenmedik değil aslında,
eskiden gençler kazanmak için çalışırlardı, şimdi ise 1.5 milyon
insanın girdiği bir sınavda kaybetmemek için çalışıyorlar hem de
daha çok. İstediği bölüm kazanamayan, ve belki de hiçbir zaman kazanamayacak
olan, gururu kırılan, incinen gençler koca bir mutsuzluk, güvensizlik
duygusuyla hayata atılıyorlar.
İşte bu noktada üniversitelerin rektörleri her
yılın eylül ayı parasızlık yüzünden ağlaşmayı kesip sorumlulukları,
yükümlülükleri gereği, ucuz yollu günü kurtarma politikalarıyla
değil de ciddi ciddi içinde yaşanan sorunlara çok boyutlu ve kalıcı
çözümler üreterek en azından içtenliklerine toplumu yeniden inandırıp,
yitirilen itibarlarını yeniden kazanmalılar.