SAYI 5 / 01 NİSAN 2004

 
REKTÖRLERİN GÖZYAŞLARI

Lodos Egelioğlu



Eylül ayı boyunca, önce ilk ve orta öğretim kurumları her zaman olduğu ve gelecekte de olacağı gibi büyük sorunlarla, telaş ve tartışmalar içinde açılır. Sonra ise sıra ülkemizin yanılmıyorsam sayısı 76 olan üniversitesitelerinin birer birer açılmasına gelir. Bu açılışlar bile başlı başına birer inceleme konusur. Bunca zamandır hiçbir konuda öngörüde bulunmayan devlet üniversitelerinin rektörleri, başta parasızlık olmak üzere birçok konuda yakınırlar, hatta doğalgaz, elektrik, su borçları olduğundan da kış günlerinde öğrencilerin ve öğretim üyelerinin doğalgazsız ve elektriksiz büyük sıkıntılar çekerek, ‘bilim’ yapamayacakları konusunda yakınırlar. Bir de, bunun üzerine, devletin özel üniversiteleri devlet üniversitelerinden daha fazla destekleyerek yarattığı haksızlığa, bunca zamandır ülkede yaşanan onca haksızlığa karşı seslerini çıkarmamalarına rağmen tepki gösterirler.

Türkçe’nin en güzel sözcüklerinden birisidir ‘içtenlik’. ‘İ’ sesinin verdiği incelik ‘Ç’ sesinin verdiği çekicilikle birleşip yine Türkçe’nin en önemli özelliği olan sondan eklemelerle üretilen bu sözcük, sadece ses olarak değil elbette taşıdığı anlam olarak da oldukça önemlidir. Kazanılması çok zordur içtenliğin, yitirilmesi çok kolay. Doğu insanının en tipik özelliklerinden biridir bu. Doğuda birisine, bir şey ikram ettiğinizde ilk olarak reddeder, eğer içtenliğinizden eminse ikramınızı kabul eder. İşte yıllardır birkaçı dışında hiçbir öğretim üyesinin tipik birer devlet memuru olmanın ötesinde işe yarar iş yapmaması onlara olan güveni kaybettirdi, bu da onların içtenliğine olan inancı zayıflattı. Zaten eğer o binlerce öğretim üyesinden biri uluslararası platformda bir iş yapmış olsaydı renkli gazetelerimiz, televizyonlarımız bize bunu, nasıl ‘Amerika’daki Türk bilim adamının büyük başarısı’ diye duyuruyorlarsa öyle duyururdu, bizim de bundan haberimiz olurdu. Aslında bizim onlardan beklediğimiz çok büyük işler de değil; hani gerek ülkemizin demokratikleşmesi için gerekse adalet, sağlık ve eğitim problemlerinin çözülmeleri için öneriler sunmalarından geçtik, onca üniversitenin ekonomi bölümlerini toplasanız yüzlerce profesör, onun iki katı kadar doçent yapar, bunların birincil sorumluluklarından biri, Kürtçe için dilekçe veren öğrencileri polise şikayet etmeleri yerine, bir krizden diğerine savrulan ülkemizde, bu krizlerden çıkış için çözüm yolları üretmeleri değil midir?

Anımsarsınız, geçtiğimiz yıllarda üniversitelerimizde rektör seçimleri yapıldı. Rektörler milletvekillerini aratmayacak kampanyalar düzenlediler neredeyse, hatta bazı şehirlerde seçim sonrasında protestolar bile yapıldı. İnsanın aklına bilim adamlarının neden bu denli seçilmek istedikleri konusunda ister istemez sorular geliyor, tabii bu soruların sonrasında da az önce söz ettiğim içtenlik konusu gündeme geliyor. Hele hele bugün demokratiklikten dem vuran bu insanların demokratikleşme konusunda çabalar gösteren öğrencilerini nasıl da polisle işbirliği yaparak onların eğitim haklarını sekteye uğraktıkları biliniyorsa. Örneğin, öğrenim gördüğümüz okulda, yaşadığımız yurtların yanıbaşında jandarma karakolu vardı, zaman zaman sabahın beşinde basılır aranırdık, bu aramalar esnasında kimi zaman jandarmalar ders kitaplarımızdan bile rahatsız olur, hemen yurdun önündeki gazete bayisinde satılan dergileri bile isimlerimizi alarak toplardı, işte o zamanlar, şimdilerde ‘bizim işimiz elektrik, suyla değil bilimle uğraşmak’ diyen insanlar yine çeşitli idari kadrolardaydı ve bu tip konularda hiç mi hiç seslerini çıkarmıyorlardı. Yani benim öğrencim üşüyecek diyen o düşünceli insanlar, öğrencileri gözaltıları, işkenceleri yaşarken neredeydiler!

Eğitim ve bilim için para gerektiği konusu ise kolay bir kaçamak. Yıllardır ABD ambargosu altında yaşayan yoksul Küba’da okuma yazma oranının yüzde yüz olması, dünyanın en iyi tıp eğitiminin orada verilmesi, buna paralel olarak da en iyi sağlık hizmetine sahip olması; yine yoksul bir ülke olan Hindistan’ın tüm dünyaya bilgisayar uzmanı yetiştirmesi, bunun yanında İngiltere, Amerika gibi ülkelerin bu elemanlara ihtiyaç duymaları nasıl açıklanır. Eğitim bir gelenek işidir. Yıllar önce bu konuda çok önemli atılımlardan biri olan Köy Enstitüleri günümüzde var olsaydı, dünyanın en iyi eğitiminin verildiği, en eğitimli insanlarının yaşadığı ülke olurduk süphesiz, dolayısıyla da bugün ekonomik durumumuz daha farklı olurdu.

Bugün tüm eğitim kurumlarımızda bırakınız bilim üretimini ve öğretimini, güzelim beyinlerin içleri bir sürü kullanılmaz, hantal bilgiyle dolduruluyor. İnsanların yaratıcıklarına ket vuruluyor. Ne yazık ki okullar neredeyse mutsuz insan üretme fabrikaları gibi işliyor. İnsanların yaşantılarının en güzel çağları neredeyse hep sınanmakla geçiyor. Hadi ilkokuldan üniversite bitene kadar yapılan bu sınavlardan geçtik de Türkiye’nin az da olsa güvenilir kurumlarından olan ÖSYM’nin düzenlediği Tıp Uzmanlık Sınavı’ndan, Üniversite Sınavı’na, Devlet Memurluğu Sınavı’ndan Öğretmenlik Sınavı’na kadar bu olan sınavlar başlı başına birer tartışma konusu. Bir eğitim fakültesinden diplomasını almış, stajını yapmış bir öğretmenin öğretmen olmak için tekrar sınava alınması anlaşılır şey değil, hele hele o sınavda başarısız olması. Devlet kendi verdiği diplomayı tanımıyor mu? Bir de bu sınavların sonunda mutlaka birileri başarısız olacak, olmak durumunda kalacak. Sorunlara çözüm bulmaktansa, çözümlere sorun yaratan verimsiz devlet bürokrasisinin insanları içine düşürdüğü acısanı duruma bakın.

Yaşananların hiçbiri beklenmedik değil aslında, eskiden gençler kazanmak için çalışırlardı, şimdi ise 1.5 milyon insanın girdiği bir sınavda kaybetmemek için çalışıyorlar hem de daha çok. İstediği bölüm kazanamayan, ve belki de hiçbir zaman kazanamayacak olan, gururu kırılan, incinen gençler koca bir mutsuzluk, güvensizlik duygusuyla hayata atılıyorlar.

İşte bu noktada üniversitelerin rektörleri her yılın eylül ayı parasızlık yüzünden ağlaşmayı kesip sorumlulukları, yükümlülükleri gereği, ucuz yollu günü kurtarma politikalarıyla değil de ciddi ciddi içinde yaşanan sorunlara çok boyutlu ve kalıcı çözümler üreterek en azından içtenliklerine toplumu yeniden inandırıp, yitirilen itibarlarını yeniden kazanmalılar.