SAYI 5 / 01 NİSAN 2004

 
BİR GÜNEY AFRİKA YOLCULUĞU

Lale Ak



Güney Afrika hakkında asla beklentiye girmeyin. Bu ülke en sınırsız hayalerinizi/beklentilerinizi bile aşacaktır çünkü. Güney Afrika hakkında, benimkiler dahil asla anlatılanlarla yetinmeyin. Güney Afrika kelimelerin sınırlarına sokulabilecek, tasvir edilebilecekten öte bir güzelliğe sahip. 'Dramatik' bir güzellik. Doğal güzellik kavramının en öz tanımı. Adı üstünde: Gökkuşağı ülkesi. Gökkuşağının içinde barındırdığı her renge, insan üstünde yaratacağı her duyguya hakim, bütün bir güzellik...

İki haftalık sürede bü rüya ülkesinin, 'Lonely Planet' detaylarına girmeden, bize yaşattığı duyguları paylaşabilmeyi istiyorum. Dile getirebildiğim ölçüde.

Güneşi, birbiriyle örtüşen okyanusları, vahşi doğası ve en önemlisi, tüm bunlara, değerlerine sonsuz saygısı bulunan sıcacık insanları var Güney Afrika’nın. Güney yarımkürenin güneşi, gökyüzü ilk başta farklılığını gösteriyor. Gördüğünüz, konuştuğunuz, dokunduğunuz her şey size pozitif duygular yaratıyor.



Hayatımıza cok güzel tesadüfler sonucu giren Özlem Dalgıç organize etti bu rüya ülkedeki her türlü ayrıntımızı. Onu bir kısmınız yakından bir kısmınız da medyadan tanırsınız belki. Özlem tek bir cümle ile, yasamamız gereken her şeyi yaşattı bize. Tanıstığımız hiçbir Güney Afrikalı'nın 'bunu da, şunu da yapmalısınız' yorumlarına kayıtsız kalmadık: 'Aa, tabii onu yaptık', 'çoktaan o geçen haftaki programdı',' aaa elbette, Özlem bizi oraya da götürdü/yolladı' şeklinde yorumlar doğal bir şekilde yerleşti konuşmalarımıza. Son gün ayrılırken, adeta aylardır Cape Town'da yaşıyor gibi hissettik kendimizi. Size verebileceğim bir tiyo var: Eğer Güney Afrika’yı dolu dolu yaşamak istiyorsanız, Özlem'e sorun. Eğer ikna edebilirseniz, sizinle gelmesini sağlayın. İçinizdeki maceraperest ve hayalperest kişiyi ortaya çıkaracak, hiç hayal dahi etmediklerinizi yasatacaktir size...

Cape Town'a boylamsal bir seyahatle 11 saatte vardığımızda bizi elbetteki Özlem ve Afrika'nın güneşi karşıladı. Bu güzel havayı değerlendirip, günümüze hemen Table Mountain'in tepesine çıkıp o nefes kesici Cape Town manzarasını seyrederek başladık. Bu bizim, daha önce bahsettigim 'dramatik' güzelligi panaromik olarak ilk kucakladığımız andı, sonrasında detaylarına kavuşacağımız uçsuz bucaksız okyanusları, plajları, bitki örtüsü ve gökyüzünü kapsayan.

Garden Rota'mıza yola koyulduğumuzda, önce vahşi hayvanları biraz 'özelcene' düzenlenmis bir ortamda göreceğimiz Albertina’ya vardık. Vahşi hayat inanılmazlarla dolu. Biliyor muydunuz, vahşi doğada yükseklik korkusu olan, ve belli bir yüksekliğin ötesine çıktığı zaman korkudan çığlıklar atan bir kuş olduğunu? Ve fillerin sadece külaklari ile 3 tonluk vücutlarindaki kan dolasimini sağladıklarını? Peki ya timsahların ağızlarını acik tutmak icin sadece 4 kasla, kapalı tutmak için 40 kaslarını kullandıklarını, kışın beslenmediklerini? Belki National Geographics seyrederek öğrendiniz ama, hiçbir program bir fili kucaklamanın tadını verdi mi? Hiçbir program, bu doğal denge içinde hayvanların asla gereksiz yere öldürmediklerini, sadece yaşayabilmek için birbirlerini avladıkları gerçeğini yakından yaşattı mı? Gözler önüne serilen hayvanlar dünyasının bu gerçeği, günümüzdeki bu savaş dolu insan dünyasının bir parçası olmaktan ütanıp, birine hakaret etmek üzere 'Hayvan' demeden önce bir kez daha düşünmenize sebep olacak...

Garden Rota’mızın ucuna, George'dan Knysna'ya bindiğimiz bir buharlı trenle, 90 km'lik yolü 2,5 saatte alarak, ve el değmemiş dogal güzellikleri seyrederek vardık. İstiridyeye ve okyanusa açılan, İsviçre ve İstanbul boğazını andıran görüntülere doyduk, Plattenberg koyunda Hint okyanusuna ilk kez ayak soktuk. Güney Afrika film endüstrisinde gelişmiş bir ülke, tevekkeli değil, sabah bir plajda yapılan yürüyüş, aynen bir film karesini andırıyor. Burada yerleşti beynime: Eğer cennet diye bir yer varsa, böyle olmalı işte...

Hermanus, balinaların sürekli geçtiği bir koy. ilk balinamızı ve de o muhteşem kuyruk hareketini orada gördük işte. Okyanusun 4 metreyi aşan dalgaları, balinaların doğal içgüdüleri ile bebeklerini koruyarak geçişleri, hayattaki her şeye yeni bir boyut getiriyor: 'Estetik mi dedin? Bir balinanın tonlarca ağırlığıyla okyanusla bütünlesmeşi gibi mi yani?'

Hermanus İstanbul ve bir anlamda dünya icin kötü bir güne denk geldi. Ve işte gene doğadaki hayvanların sonsuz uyumu ile insanların uyumsuzluğu ve vahşiliği gündemde...

Gaansbaai ve 'sözde' öldürücü büyük beyaz köpekbalıkları bir sonraki durak. Jaws filmi köpekbalıklarına yapılmış büyük bir haksızlık. Aşağıdan görünümü penguene benzeyen sörfçülere yaptığı saldırılardan başka insanlarla ilgilendikleri bile yok. Onlarla bizi yakın temasa götüren 'Predator' teknesi ve sahipleri, teknenin yanında bulunan kafese davet ederek, bu büyük, korkunç ama bir o kadar da güzel hayvanların yakından görülmesini sağlıyorlar. Kafes. Yemedi. Suda görüntünün kötü olduğu falan bahane. Benim gibi kötü bir scuba tecrübesi olan ve su altında nefes olayını pek beceremeyen biri, tekneden seyretmeyi tercih etti. Şapkalarımızı cesur Egemen'e ve tur liderimiz Özlem'e çıkarıyoruz tabii burada...

İlk haftamız ve Özlem’le beraberliğimiz bitti. Artık kendi ayaklarımız üzerinde duracağız. Aslında sağdan ilk kez araba kullanan şoför olarak benzin istasyonuna bodoslama dalıp lastiği patlatmaktan başka kötü bir vukuatım yok ama, gene de bizim için yeni bir dönem. Kendi başımıza keşfedeceğiz, ve Özlem’i abuk sabuk olaylar ve isteklerle rahatsız etmeyeceğiz. Yeminliyiz.

Bir gün sonra Egemen'i de havaalanına bırakmadan önce Boulders Parkına gidip penguenlerle yüzdük. Evet, Afrika penguenlerinin 3000 adetlik bir kolonisi, bir gün kafalarına esip bu koya yerlesmisler. Çocuklarla oynaşıp duruyorlar. Gelenlere bakıp poz veriyorlar. Doğal dedik ya. Devam ettik yola, Ümit burnuna, yıllar önce en büyük denizcilerin dalgaları ile boğuştuğu en Güney Batı ucuna ulaştık Afrika kıtasının. Görüntü, nefes kesici.

Ve en sonunda Stellenbosch. Şarap bağları. Artık konuşamadığımız, ve gördüğümüz yeşilliklerle ve doğal güzelliklerle gözlerimizin dolduğu bölge. Dünyanın en güzel cheesecake'ini burada yedik, en leziz şaraplarını burada tattık, kendimize göre şarap bilgileri edinip sarhoş olduk, en güzel kronoslardan birini bize çok yakınlık gösteren ve Özlem'in arkadaşları ile yaşadık. Buradan ayrılırken, artık benim boğazımda düğümlenmeye baslayan bir 'bu rüya bitsin istemiyorum, gerçek hayatın bu olmasını istiyorum' yoğunluğu vardı. Her güzel şeyin bir sonu var ama, bu kadar çabuk gelmeli mi?

Bizi fazlasıyla evde hissettiren, Güney Afrika insanının sıcacık yaklaşımı oldu. Günaydın diyebilmek ve sıcacık gülümseyebilmek icin adeta gözlerimizi yakalamak isteyen tavırları, evinde aileden birini ağırlarcasına misafirperverlik gösteren 'Misafir Evleri'nin sahipleri, yolda sizi sağladıktan sonra yol verdiğiniz için dörtlerini yakan araba sürücüleri, en özel aile ortamlarına yemeğe davet ederek gösterdikleri dostlukları, ülkeleri ile gurur duyan halleri ile bize evimizi anımsattı. Kimbilir belki de buranın bizim için bir gün 'ev' olabileceğinin sinyallerini de verdi.

Son günlerimizi, Cape Town'un birbirinden güzel plajlarına gidip kendimizi güneşe teslim ederek geçirdik. İcimize çektik güzel havayı, buz gibi okyanus dalgalarıyla seviştik, güneşi iliklerimizde hissettik. Hayal ettik güneş yüzlü, dünyanın en önde gelen insan hakları savunucusu Mandela liderliğinde sürekli pozitif etki yaratmak için toplumsal bir çaba içinde bulunan, ırkçılığın iğrenç bir şey olduğunu bizzat kanıtlayan insanlarla aynı ortamı paylaşmayı.

İçimde hep bir yerlerde saklı bulunan, aşırı bir sevme duygusu kabardı gene. Her şeye gülümseyebilmek, her anın tadını çıkarabilmek, sürekli pozitif olabilmek ve bu dünyaya doğru dürüst bir şeyler katabilmek isteğiyle yanıp tutuşuyorum. Nereye gitmek ne yapmak istedigimi bu duyguların dogrultusunda bulabilmek istiyorum. Merakımın hiç bitmediği, her şeye heyecanlı, safça, önyargısız yaklaşabilmek istiyorum. Ve tabii ki bende bu duyguları uyandıran Afrika'ya geri dönebilmek istiyorum.

Bu seyahat boyunca bir çoğunuzun da benim gördüklerimden alacağınız hazzı düsündüm. Gec kalmadan görün. Yasayın ve hissedin bu beklentiler ötesi ülkeyi, ve daha da ötesinde Afrika kıtasını...

Bu yazımı ve bu seyahatimi Özlem Dalgıç'a ithaf ediyorum. Hayallerini takip edip 8 yıldır bu güzellikleri yaşayan tur liderimize, arkadaşımıza.
Hanba Kakühle Özlem...


Notlar:
Seyahatimizin şarkısı: Mark Oldfield 'Moonlight Shadow'
İçeceği: Iced Coffee
Tatlısı: Malva pudding ve Stellenbosch'taki Cheesecake
Ünlü sözü: Enter at your own risk (WC'lerde bile karşımıza çıkan söz)