Türk spor medyasının
çocukluğumdan beri hayran olduğum istikrarlı yanlarından biri hiç
kuşkusuz özellikle Avrupa Kupası maçlarından sonra, "Avrupa Basını
Ne Dedi Ne Dedi?" görev ve sorumluluk aşkıdır.
Doğal olarak bu mesleki "olmazsa hayatta olmaz" alışkanlığı özellikle
1986'dan önce çok neşeli bir alışkanlık değildi. Ne de olsa Simoviçli
Prekazili Cim Bom'un temsil ettiği Türklerin ayak sesleri değil Avrupa'da,
Balkanlar da dahi işitilmiyordu. Ancak özellikle masabaşı futbolculuğuna
karşı millet ve devlet olarak elele verip şanlı Nöşatel zaferini 5-0
değil, Milyonlarca-0 gibi tarihi bir netice ile elde ettikten sonra
spor medyamız kazanılan her maçtan sonra Avrupa ve bazen dünya basınının
hakkımızda neler dediğini (bazen deseydi'lerini) aktarmanın keyfine
vardı. Elbette bu keyif Galatasaray'ın Avrupa şampiyonluğu ve Milli
Takım'ın Dünya üçüncülüğü ile doruklara ulaştı.
Hiç şüphesiz dünyada bizim gibi başkaları da var. Ancak birşeyi söylemek
hemen hemen mümkündür. O da, karşılaştığımız ülke takımlarının basınında
bizdeki gibi bir huy varsa, o basının kendileri hakkında Türk medyasından
aktaracakları fazla mevzularının olmadığıdır. Bir ülke spor medyası
düşünün ki, kendileri hakkında Avrupa ve dünya basınında ne çıkarsa
aktarmaktan büyük bir keyif alıyor. Lakin kendisi rakipleri hakkında
kayda değer ciddi bir değerlendirmeden yoksun. Çünkü her maçtan sonra
yorum ve analizler doğal olarak kendine yönelik ve rakip takımlar
hakkında -hele de maç kaybedilmiş ise- karşı takımın gururunu okşayacak,
övgü niteliğinde neredeyse tek bir satır yok. Elbette istisnalar her
zaman oldu ve olacak. Ne var ki, genel anlamda yabancı medyaların
bizden alacakları fazla bir şey yok. Çünkü Türk spor medyası, maalesef,
genelleyici bir bakışla söylersek tıpkı başka bazı şeylerimiz gibi
"egosantrizm-benmerkezcillik" derdi veya hastalığından hem de "kronik"
anlamda muzdariptir( Bu da zaten medyanın kronik hallerinden bir haldir.).
Elbette bunun bilinçli bir tercih olduğu ileri sürülebilir. Hatta
sorumlusunun bir altküme olarak spor medyası olmayıp, genel anlamda
kapsayıcı yaygın medya olduğu da söylenebilir.
Özellikle kazanılan maçlardan sonra yere göğe, manşetlere sığmaz olan
"Avrupa Basını Ne Dedi Ne Dedi" alışkanlığı bir çeşit mahalle dedikoduculuğu
tadında bir habercilik tarzıdır ve okurların egolarını, nefislerini
tatmin etmekten öte fazlaca bir anlam ifade etmez. Aslında mesele
sadece spor medyası ile sınırlı da değildir. Örövizyon'dan tutalım,
Türkiye ile ilgili her çeşit olumlu olumsuz gelişme hakkında "Avrupa
ve dünya basını Ne Dedi, Ne Dedi" refleksinde olmak, ister istemez
kendimiz için değil, başkaları için yaşıyormuşuz hissini de beraberinde
getiriyor. Öte yandan kendi özgün haber ve yorumlarımız yerine başka
basın organlarının - bazen hiçbir anlam ve değeri de olmayan- yorumları
ile sayfaları doldurmak ta bir çeşit görülmemiş medya yönetimi başarısı
olmalı.
Peki okur olarak sorumluluk yok mu? Medya yönetimleri rahatlıkla bunun
bir okur talebi olduğunu söyleyebilirler. Elbette bu konuda başlıca
sorumluluk okurlarda düğümleniyor. Türkiye Okur-Yazarları şunu hatırlamalı...
Avrupa'nın ve dünyanın senin hakkında ne dediği önemli olsaydı, senin
Avrupa ve Dünya hakkında ne dediğin Avrupa'da ve dünyada hakkıyla
biliniyor olurdu. (Meali, başkaları için haber olma, kendin için haber
ol!.. Hem de, sen değil, başkaları sana haber olsun!)
Ey Okur, medya yönetimleri her çeşit eleştiriyi senin üstüne atıyor.
İşlerine gelir gelmez "Okurun Dediği Olur" diyerek bindikleri dalları
kesiyorlar. Kısacası arkandan konuşuyorlar. O yüzden, git, satın al,
oku, okut, gazeteleri, dergileri, internet medyasını ve onlara ne
istediğini açıkça söyle ki, bir daha medya yönetimleri Avrupa'nın
bizim hakkımızda "Ne Dediğine, Ne Deseydilerine" değil, senin "Ne
Dediğine" bakabilsinler.
Bu vesileyle de bil ki, "O Viyana'dan öte kalasıca Avrupa Avrupa",
senin o gür sesini işçi ve gurbetçi kardeşlerin sayesinde bile duymadıysa
- başta GS olmak üzere, kimse kusura bakmasın- tarihimizdeki ilk ve
saf Avrupa "futbol" fatihi Gençlerbirliği bile az ama öz taraftarıyla
Türklerin ayak seslerininin Mehteran tadını taşıyamaz Viyana'dan öte...
Unutma ki, o Viyana'da bir zamanlar dünyanın en ünlü bestecisi Mozart,
dünyanın en ünlü klasik eserlerinden birini, Türk Marşı'nı bestelemişti.
Yakışır mı sana dedikoduları takip etmek?.. Ne Dedi, Ne Dedi?. Türkçemizde
hoş bir deyim vardır. "Elinin Körünü" dedi...