SAYI 5 / 01 NİSAN 2004

 
AVRUPA BASINI NE DEDİ? NE DEDİ?

Gürkan Haydar Kılıçarslan



Türk spor medyasının çocukluğumdan beri hayran olduğum istikrarlı yanlarından biri hiç kuşkusuz özellikle Avrupa Kupası maçlarından sonra, "Avrupa Basını Ne Dedi Ne Dedi?" görev ve sorumluluk aşkıdır.

Doğal olarak bu mesleki "olmazsa hayatta olmaz" alışkanlığı özellikle 1986'dan önce çok neşeli bir alışkanlık değildi. Ne de olsa Simoviçli Prekazili Cim Bom'un temsil ettiği Türklerin ayak sesleri değil Avrupa'da, Balkanlar da dahi işitilmiyordu. Ancak özellikle masabaşı futbolculuğuna karşı millet ve devlet olarak elele verip şanlı Nöşatel zaferini 5-0 değil, Milyonlarca-0 gibi tarihi bir netice ile elde ettikten sonra spor medyamız kazanılan her maçtan sonra Avrupa ve bazen dünya basınının hakkımızda neler dediğini (bazen deseydi'lerini) aktarmanın keyfine vardı. Elbette bu keyif Galatasaray'ın Avrupa şampiyonluğu ve Milli Takım'ın Dünya üçüncülüğü ile doruklara ulaştı.

Hiç şüphesiz dünyada bizim gibi başkaları da var. Ancak birşeyi söylemek hemen hemen mümkündür. O da, karşılaştığımız ülke takımlarının basınında bizdeki gibi bir huy varsa, o basının kendileri hakkında Türk medyasından aktaracakları fazla mevzularının olmadığıdır. Bir ülke spor medyası düşünün ki, kendileri hakkında Avrupa ve dünya basınında ne çıkarsa aktarmaktan büyük bir keyif alıyor. Lakin kendisi rakipleri hakkında kayda değer ciddi bir değerlendirmeden yoksun. Çünkü her maçtan sonra yorum ve analizler doğal olarak kendine yönelik ve rakip takımlar hakkında -hele de maç kaybedilmiş ise- karşı takımın gururunu okşayacak, övgü niteliğinde neredeyse tek bir satır yok. Elbette istisnalar her zaman oldu ve olacak. Ne var ki, genel anlamda yabancı medyaların bizden alacakları fazla bir şey yok. Çünkü Türk spor medyası, maalesef, genelleyici bir bakışla söylersek tıpkı başka bazı şeylerimiz gibi "egosantrizm-benmerkezcillik" derdi veya hastalığından hem de "kronik" anlamda muzdariptir( Bu da zaten medyanın kronik hallerinden bir haldir.). Elbette bunun bilinçli bir tercih olduğu ileri sürülebilir. Hatta sorumlusunun bir altküme olarak spor medyası olmayıp, genel anlamda kapsayıcı yaygın medya olduğu da söylenebilir.

Özellikle kazanılan maçlardan sonra yere göğe, manşetlere sığmaz olan "Avrupa Basını Ne Dedi Ne Dedi" alışkanlığı bir çeşit mahalle dedikoduculuğu tadında bir habercilik tarzıdır ve okurların egolarını, nefislerini tatmin etmekten öte fazlaca bir anlam ifade etmez. Aslında mesele sadece spor medyası ile sınırlı da değildir. Örövizyon'dan tutalım, Türkiye ile ilgili her çeşit olumlu olumsuz gelişme hakkında "Avrupa ve dünya basını Ne Dedi, Ne Dedi" refleksinde olmak, ister istemez kendimiz için değil, başkaları için yaşıyormuşuz hissini de beraberinde getiriyor. Öte yandan kendi özgün haber ve yorumlarımız yerine başka basın organlarının - bazen hiçbir anlam ve değeri de olmayan- yorumları ile sayfaları doldurmak ta bir çeşit görülmemiş medya yönetimi başarısı olmalı.

Peki okur olarak sorumluluk yok mu? Medya yönetimleri rahatlıkla bunun bir okur talebi olduğunu söyleyebilirler. Elbette bu konuda başlıca sorumluluk okurlarda düğümleniyor. Türkiye Okur-Yazarları şunu hatırlamalı... Avrupa'nın ve dünyanın senin hakkında ne dediği önemli olsaydı, senin Avrupa ve Dünya hakkında ne dediğin Avrupa'da ve dünyada hakkıyla biliniyor olurdu. (Meali, başkaları için haber olma, kendin için haber ol!.. Hem de, sen değil, başkaları sana haber olsun!)

Ey Okur, medya yönetimleri her çeşit eleştiriyi senin üstüne atıyor. İşlerine gelir gelmez "Okurun Dediği Olur" diyerek bindikleri dalları kesiyorlar. Kısacası arkandan konuşuyorlar. O yüzden, git, satın al, oku, okut, gazeteleri, dergileri, internet medyasını ve onlara ne istediğini açıkça söyle ki, bir daha medya yönetimleri Avrupa'nın bizim hakkımızda "Ne Dediğine, Ne Deseydilerine" değil, senin "Ne Dediğine" bakabilsinler.

Bu vesileyle de bil ki, "O Viyana'dan öte kalasıca Avrupa Avrupa", senin o gür sesini işçi ve gurbetçi kardeşlerin sayesinde bile duymadıysa - başta GS olmak üzere, kimse kusura bakmasın- tarihimizdeki ilk ve saf Avrupa "futbol" fatihi Gençlerbirliği bile az ama öz taraftarıyla Türklerin ayak seslerininin Mehteran tadını taşıyamaz Viyana'dan öte...

Unutma ki, o Viyana'da bir zamanlar dünyanın en ünlü bestecisi Mozart, dünyanın en ünlü klasik eserlerinden birini, Türk Marşı'nı bestelemişti. Yakışır mı sana dedikoduları takip etmek?.. Ne Dedi, Ne Dedi?. Türkçemizde hoş bir deyim vardır. "Elinin Körünü" dedi...