SAYI 5 / 01 NİSAN 2004

 
DÜŞ, AŞK VE ŞİİR 

Bora Ercan




I.

Düş gördüğümüzden söz ederiz ancak yanılırız. Düş görmeyiz, onu duyarak, dokunarak, koklayarak, işiterek ve tadarak düş yaşarız. Koklanan düşü tanımlama, tadını aldığınız düşü başkalarına anlatamama korkusu biz insanoğlunun önemli özelliklerinden birini köreltmiştir.

Düşümde gördüm, bir şeyler yiyordum, acıydı, demek değil istediğim: düş tattım acıydı demek.

Bu ikisi birbirinden elbette çok farklıdır. Çünkü tat alma için mutlaka bir şeyler yemek, ya da yeme eylemini ön plana çıkarmaya gerek yoktur. Bunu kolaylıkla başka duyulara da uyarlayabiliriz. Düş kokladım, düş dokundum, düş duydum gibi.


II.

Sen uyu
Ben rüyalara dalayım

             Kıbrıs Türküsü

Düşleri ikiye ayırıyorum: Uyku düşleri ve uyanıklık düşleri.
Bunlar da kendi içlerinde ikiye ayrılırlar: İstemli düşler ve istemsiz düşler.
Sonuçta elimizde dört çeşit düş olur. Çoğunluk istemsiz uyku düşleri ve istemli uyanıklık düşlerini bilir, diğerlerinin ayırdında değildir.

İstemsiz uyanıklık düşleri ve istemli uyku düşleri kişinin kendisini ruhsal olarak eğitmesi ile gerçekleşir. Amerikan yerlilerinin Görü Arayışı ilki için iyi bir örnektir. Ermişler ve peygamberler de bilgeliklerini böyle kazanmamışlar mıdır?


III.

Duyu meselesi önemlidir, yalnızca düşler için değil elbette. İnsanoğlu duyu organlarını geliştirebilir, bedenini geliştirdiği gibi. Tıp dilinde var olan göz tembelliğine; kulak tembelliği, dil tembelliği, ten tembelliği, burun tembelliği gibi diğer terimleri de katabiliriz. Yani dilin fizyolojik olarak hiçbir sorunu olmamasına rağmen beyin tat almayı bilmez. Bu her ne kadar küçük yaşlardan geliyorsa da hiçbir zaman geç kalınmış değildir.

Günlük yaşamda bunun sıkıntısı kendini yaşamın her alanında belli ettiği gibi cinsellikte de belli eder. Frijitlik bu değil midir? Bunun sadece kadınlarda olduğuna inanmıyorum. Birçok erkek dokunma duyusu gelişmediği için cinsellikten zevk alamaz, aldığını sanır. Hem zevk alamayan kadın nasıl zevk versin, ya da tersi.

Sonuçta yaşamdan zevk almak lüks değildir. Hem Cemal Süreya ‘yoksuluz/gecelerimiz çok kısa/dört nala sevişmek gerek’ diye yazmamış mıydı?


IV.

Kıbrıs Diasporasının şairlerinden Gür Genç şiir ve duyular üzerine dikkatimi çekmişti. Birçok insan için şiir melodiden başka bir şey değildir. Ama örneğin Edip Cansever’in ‘Masada Masaymış Ha’ isimli şiiri onlarca sayfalık düzyazı betimlemesinin verdiği görüntüyü, cilt cilt gurme kitaplarının verdiği tadı, ancak usta ressamların resimlerinden alabileceğimiz sabahın tazeliğinin kokusunu verebilir. Ve elbette duyu organlarımızı uyararak ruhumuzun derinliklerine kolaycacık iner. Derdimi bu şiirden başka bir şeyle anlatmam olası değil.

V.

Sadece kulağa hitap eden şiire POP ŞİİR demek istiyorum.

VI.

Yukarıdaki açıklamayı duyu organları ve sanat için de geçerli kılabiliriz. Hem değil mi biz Vivaldi’nin mevsimlerini dinlerken yalnızca duymuyor, görüyor ve kokluyor, hissediyor ve dokunuyoruz da.

VII.

Bir de POP İNSANI yukardaki tanımlar eşliğinde şekillendirelim. Onların varlıkları sadece fizikseldir ve yer kalar, oksijen tüketirler. Bunun için duyu organlarını çok iyi kullanabilirler ancak maddesel olmayan duyuların varlığından bihaberdirler. Onların yaşamı POP HAYATTIR.

VIII.

Popun doğası geçiciliktir.

IX.

Yaşam için gerekli olan besin denince akla yemek gelmesi insanı basit bir madde yapmaktan öteye geçemez. Bir taşıt diyelim, yakıtsız çalışmaz. Bu düşünce işte insanın ne kadar güçsüz ve bağımlı olduğunun düşüncesidir. Hatta artık değil yemek, haplarla bile yaşanır hale gelinmiştir. Böyle kazanılan enerji çabuk tüketilir, bu tüketim ise yaşamın tüketilmesidir aslında.

Doğada var olan diğer gıda kaynaklarından neden haberdar değiliz. Örneğin solunum yoluyla alınan temiz hava, güneşin sırtımızda dolaşması, rüzgarın yüzümüzü yalayıp geçmesi, sevildiğinizi bilmek, sevdiğinizi bilmek, iyi bir uyku. Kısacası doğaya enerji taşıyan her şeyin enerjisi bizim enerjimiz haline gelebilir. Sonrası ise bizim de birer enerji kaynağı olmamızdır.

X.

Aşk soyuttur. Onun’çin insanoğlu tanrı karşısındaki acizliğini aşk karşısında da gösterir. Ve aşık olma eylemini somutlaştırarak, yani aşkını somut bir varlığa aktararak-insanlara, canlılara, cansız maddelere-bu sıkıntısını, acizliğini aşmak ister ancak o zaman aşk, aşk olmaktan çıkar.

Aşk bir amaçtır. Bir yere varmak için araç değildir. Çoğu zaman bir şeyi ele geçirmek için bir kılıftır. Eh tabii aşkın gücünü tartışmıyorum burada ama bir şeyi elde etmek için gösterilen o korkunç enerji nedense fazla süremez işte bu aşkın araçlaştırılmasındandır, oysa ki o amaç olsa doğası gereği başlı başına…………

XI.

Deli aşık olmaz. Aşk zaten deliliktir. Bu iki terim birbiri için kullanılabilir.
Aynı şekilde aşk yoksulların işidir. Çünkü onların düşleri daha güçlüdür ve yapabilecek pek fazla bir şeyleri de yoktur.

XII.

Sanayileşmiş toplumlarda aşk yoktur, aşka ihtiyaç yoktur.

XIII.

Şairler ve aşk üzerine ne düşünmek istiyorum ne de yazmak.