Düş gördüğümüzden söz ederiz ancak yanılırız. Düş
görmeyiz, onu duyarak, dokunarak, koklayarak, işiterek ve tadarak
düş yaşarız. Koklanan düşü tanımlama, tadını aldığınız düşü başkalarına
anlatamama korkusu biz insanoğlunun önemli özelliklerinden birini
köreltmiştir.
Düşümde gördüm, bir şeyler yiyordum, acıydı, demek
değil istediğim: düş tattım acıydı demek.
Bu ikisi birbirinden elbette çok farklıdır. Çünkü
tat alma için mutlaka bir şeyler yemek, ya da yeme eylemini ön plana
çıkarmaya gerek yoktur. Bunu kolaylıkla başka duyulara da uyarlayabiliriz.
Düş kokladım, düş dokundum, düş duydum gibi.
II.
Sen uyu
Ben rüyalara dalayım
Kıbrıs Türküsü
Düşleri ikiye ayırıyorum: Uyku düşleri ve uyanıklık
düşleri.
Bunlar da kendi içlerinde ikiye ayrılırlar: İstemli düşler ve istemsiz
düşler.
Sonuçta elimizde dört çeşit düş olur. Çoğunluk istemsiz uyku düşleri
ve istemli uyanıklık düşlerini bilir, diğerlerinin ayırdında değildir.
İstemsiz uyanıklık düşleri ve istemli uyku düşleri
kişinin kendisini ruhsal olarak eğitmesi ile gerçekleşir. Amerikan
yerlilerinin Görü Arayışı ilki için iyi bir örnektir. Ermişler ve
peygamberler de bilgeliklerini böyle kazanmamışlar mıdır?
III.
Duyu meselesi önemlidir, yalnızca düşler için değil
elbette. İnsanoğlu duyu organlarını geliştirebilir, bedenini geliştirdiği
gibi. Tıp dilinde var olan göz tembelliğine; kulak tembelliği, dil
tembelliği, ten tembelliği, burun tembelliği gibi diğer terimleri
de katabiliriz. Yani dilin fizyolojik olarak hiçbir sorunu olmamasına
rağmen beyin tat almayı bilmez. Bu her ne kadar küçük yaşlardan
geliyorsa da hiçbir zaman geç kalınmış değildir.
Günlük yaşamda bunun sıkıntısı kendini yaşamın
her alanında belli ettiği gibi cinsellikte de belli eder. Frijitlik
bu değil midir? Bunun sadece kadınlarda olduğuna inanmıyorum. Birçok
erkek dokunma duyusu gelişmediği için cinsellikten zevk alamaz,
aldığını sanır. Hem zevk alamayan kadın nasıl zevk versin, ya da
tersi.
Sonuçta yaşamdan zevk almak lüks değildir. Hem
Cemal Süreya ‘yoksuluz/gecelerimiz çok kısa/dört nala sevişmek gerek’
diye yazmamış mıydı?
IV.
Kıbrıs Diasporasının şairlerinden Gür Genç şiir ve duyular üzerine
dikkatimi çekmişti. Birçok insan için şiir melodiden başka bir şey
değildir. Ama örneğin Edip Cansever’in ‘Masada Masaymış Ha’ isimli
şiiri onlarca sayfalık düzyazı betimlemesinin verdiği görüntüyü,
cilt cilt gurme kitaplarının verdiği tadı, ancak usta ressamların
resimlerinden alabileceğimiz sabahın tazeliğinin kokusunu verebilir.
Ve elbette duyu organlarımızı uyararak ruhumuzun derinliklerine
kolaycacık iner. Derdimi bu şiirden başka bir şeyle anlatmam olası
değil.
V.
Sadece kulağa hitap eden şiire POP ŞİİR demek istiyorum.
VI.
Yukarıdaki açıklamayı duyu organları ve sanat için
de geçerli kılabiliriz. Hem değil mi biz Vivaldi’nin mevsimlerini
dinlerken yalnızca duymuyor, görüyor ve kokluyor, hissediyor ve
dokunuyoruz da.
VII.
Bir de POP İNSANI yukardaki tanımlar eşliğinde
şekillendirelim. Onların varlıkları sadece fizikseldir ve yer kalar,
oksijen tüketirler. Bunun için duyu organlarını çok iyi kullanabilirler
ancak maddesel olmayan duyuların varlığından bihaberdirler. Onların
yaşamı POP HAYATTIR.
VIII.
Popun doğası geçiciliktir.
IX.
Yaşam için gerekli olan besin denince akla yemek
gelmesi insanı basit bir madde yapmaktan öteye geçemez. Bir taşıt
diyelim, yakıtsız çalışmaz. Bu düşünce işte insanın ne kadar güçsüz
ve bağımlı olduğunun düşüncesidir. Hatta artık değil yemek, haplarla
bile yaşanır hale gelinmiştir. Böyle kazanılan enerji çabuk tüketilir,
bu tüketim ise yaşamın tüketilmesidir aslında.
Doğada var olan diğer gıda kaynaklarından neden
haberdar değiliz. Örneğin solunum yoluyla alınan temiz hava, güneşin
sırtımızda dolaşması, rüzgarın yüzümüzü yalayıp geçmesi, sevildiğinizi
bilmek, sevdiğinizi bilmek, iyi bir uyku. Kısacası doğaya enerji
taşıyan her şeyin enerjisi bizim enerjimiz haline gelebilir. Sonrası
ise bizim de birer enerji kaynağı olmamızdır.
X.
Aşk soyuttur. Onun’çin insanoğlu tanrı karşısındaki
acizliğini aşk karşısında da gösterir. Ve aşık olma eylemini somutlaştırarak,
yani aşkını somut bir varlığa aktararak-insanlara, canlılara, cansız
maddelere-bu sıkıntısını, acizliğini aşmak ister ancak o zaman aşk,
aşk olmaktan çıkar.
Aşk bir amaçtır. Bir yere varmak için araç değildir.
Çoğu zaman bir şeyi ele geçirmek için bir kılıftır. Eh tabii aşkın
gücünü tartışmıyorum burada ama bir şeyi elde etmek için gösterilen
o korkunç enerji nedense fazla süremez işte bu aşkın araçlaştırılmasındandır,
oysa ki o amaç olsa doğası gereği başlı başına…………
XI.
Deli aşık olmaz. Aşk zaten deliliktir. Bu iki terim
birbiri için kullanılabilir.
Aynı şekilde aşk yoksulların işidir. Çünkü onların düşleri daha
güçlüdür ve yapabilecek pek fazla bir şeyleri de yoktur.
XII.
Sanayileşmiş toplumlarda aşk yoktur, aşka ihtiyaç
yoktur.
XIII.
Şairler ve aşk üzerine ne düşünmek istiyorum
ne de yazmak.