SAYI 2 / 05 MART 2004

 
BİR EĞİTİM POLİTİKASININ DAHA İFLASI

Lodos Egelioğlu




Gazetelerin köşesine sıkışıp kalkmış bir haber; hani Türk bilim adamının dünyadaki başarısı, muhteşem Türk doktoru gibi manşetten verilen haberler kadar dikkat çekmeyen bir haber, bugününden umut kesmiş geleceğini başka coğrafyalarda aramaya çalışan bir ülkenin insanlarının gözünden büyük ölçüde kaçmış bir haber: işte o haber, geleceğimiz hakkında gerçekten umutsuz olmak yeterli bir nedendi. Ama belki de ‘acı patlıcan’ misali değil mi ki ülkemiz insanları zaten yıllardır uygulana gelen yanlış ekonomi ve eğitim politikaları yüzünden bir karabasan yaşıyordu, bir türlü uyanamıyor, sıçrayıp kurtulamıyordu ya şu allahın belası karabasandan, üç eksik beş fazla ne fark ederdi.

1990 başlarında bir de bakmıştık ki ülkemizdeki üniversitelerin sayısı neredeyse iki katına çıkmış. Uyandığında ülke yönetiminin tamamen değiştiğini ya da cebindeki paranın yarı yarıya azaldığını gören bir ülkenin insanları bu karar karşısında şaşırmak, üzülmek, bu karara karşı çıkmak şöyle dursun, sevinmişlerdi bile. Okul açmanın ne gibi bir sakıncası olabilirdi ki! Bu hem ekonomik ve sosyal açıdan geri kalmış yörelerin yerel ekonomilerine, oraya giden öğrenci ve akademisyenlerin barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçları konusunda destek sağlayacak hem de çaycısından şoförüne kadar da başlı başına bir istihdam yaratacaktı, nitekim terfi etmeyi bekleyen yüzlerce akademisyene de gün doğmuştu. Bu sayede ülkemizdeki profesör sayısı da oldukça artacaktı. O an için nitelikle kimse uğraşamazdı. Zaten üniversitelerin yıllar yılı patronu olan kişinin (İhsan Doğramacı) bile akademik kariyeri tartışmalıydı, gidip de kim bulacaktı çalıntı tezlerin kaynağını. Sonuçta karar verilmişti. Devlet büyüktü. Lakin gelin görün ki nasıl il yapılamayan ilçeler hep hayal kırıklığı yaşıyordu, bu kez şehirlerine üniversite kurulmayan insanlar da aynı burukluk içindelerdi. Bunun için küskünlerdi.

Tabii bu büyük devlet daha doğru düzgün binası, kütüphanesi, laboratuvarları, spor tesisleri bulunmayan bu üniversitelerin gelecekteki nitelikli akademik personelini yetiştirmek için ‘muasır medeniyet seviyesine’ ulaşmış ülkelere akademisyen adayları gönderecekti. Öyle de yaptı. MEB ve YÖK tarafından çeşitli şekillerde şeçilen öğrenciler başta Kanada, ABD, İngiltere gibi ülkeler olmak üzere toplam 27 ülkeye burslu olarak gönderildiler. Bu eğitimde devrim niteliğinde bir uygulamaydı. Gençlerimiz dünyanın seçkin eğitim kurumlarında bulunup bilgi ve deneyimlerini arttırarak yurda dönüp, kırsal bölgelerdeki pırıl pırıl Türkiye gençliğine faydalı olacaklardı. Buna kim nasıl itiraz edebilirdi. Devletti bu. İyi olacağına inandığı bir şeyin tartışmasını yapmazdı. Kaybedek zaman da hani, hemen uygulamaya geçilmeliydi.

Gazete haberine göre bu şekilde 3503-üçbinbeşyüzüç kişinin gönderildiği öğreniyoruz. Bu bir şaka değil! Çünkü gidilen ülkelerdeki sadece okul harçları yıllık en az 10.000 Amerikan Doları, üstüne her öğrencinin oranın standartlarında ayda 1000 doları geçen masraflarını, bir de bunların üstüne böyle bir çalışmanın 4-6 yıl arası süreceğini hesaplayın, sonuca siz ulaşın (hatta bu satırların yazarı, devletten bu şekilde burs alarak 8 yılını geçirmiş ve daha da geçirmek isteyen birinin varlığının tanığı olmuştur). Pekiyi gelelim sonuca gazete haberinden öğreniyoz ki bu öğrencilerden, yani 3503 öğrenciden sadece 14’ü doktoralarını tamamlayarak yurda dönmüşler! Bu içler acısı bir sonuçtur. Bir ülkenin bırakınız parasını zamanının, geleceğinin çöpe atılmasıdır.

Burada ilgi çekici olan, o küçük haberin küçük başlığıdır: BURSLU ÖĞRENCİLER BAŞARISIZ. Şimdi yetkililer yapacaklarını yapmışlar, bu öğrencileri yememişler yedirmişler, okumamışlar okutmuşlardı, suçlu olan, başarısız olan öğrencilerdi. Oysaki orta öğrenimini 12 Eylül’den sonra yapmış, tam olarak Özal döneminin köşe dönmeci anlayışıyla yetişmiş olan bu gençler açısından bakıldığında da onlar seçilerek gönderilmişlerdi, not ortalamaları iyiydi, yani koşullar çerçevesinde gitmeyi hak etmişlerdi, o zaman devlet göndermeseydi, n’olmuş yani.

Bu ahlaki sorun tarafları ve kişileri suçlamakla çözülemez elbette. Herkes bir şekilde zeytinyağı misali üste çıkar. Sorgulanması gereken ise işleyiştir. Bireylerin sistemi kötüye kullanmalarının yolu işleyişle aşılır. Buradaki birinci konu seçimdir. Yani hangi dallarda kaç öğrenci gönderileceğidir. Yani bizim ülkemizin neye gereksinmesi olduğudur. Bu konuda elbette bir çalışma yapılmamış, ülkemiz üniversitelerinde kolaylıkla yapılabilecek çalışmalar için bile yurt dışına insan gönderilmiştir. (Zaten yurt dışı üniversiteleri iyidir mantığını anlamak da imkansızdır). Hatta inanılmaz saçmalıktaki konularda bile oralara insan gönderilmiştir. (Keşke YÖK ve MEB bunları açıklasa, kim hangi konu için hangi ülkeye gitmiş! Ya da o küçük haberden yola çıkarak bütün bu olup bitenleri ortaya çıkaracak bir gazeteci çıksa da ayrıntılarıyla öğrensek, belki de birilerine haksızlık ediyorumdur). Benim tanık olduklarım ise Türk Dili, Osmanlı Tarihi, muhasebe, Özbekistan gibi çalışma alanlarında insanların İngiltere’ye gönderildiğidir. O haberde bir de 375 kişinin yüksek lisanslarını bitirdiğini öğreniyoruz. Yani dokuz öğrenciden birinin en azından bir şeyler yapmış olması içimizi ferahlatabilir mi? Tabii onlar da bu işi süresinde yaptılarsa, doktoraya harcanacak süre içinde yüksek lisansı bitirmenin ne anlamı varsa? Yine tanık olduğum başka bir şey de bu arkadaşların nedense kendilerini belli bir ideolojinin yandaşı olarak özellikle o badem bıyıklarıyla rahatlıkla ifade etmekten çekinmemeleriydi. Yanlış anlaşılmasın kimsenin fikriyle, zikriyke işim olmazdı, eğer bu insanlar görevlerini bitirip geri gelselerdi!

Şimdi bu kararları alanlar, uygulayanlar, kısacası bu olayın sorumluları halkın önünde hesap vermeliler. Çünkü bu da bir tür vurguncuktur, hortumculuktur. Oraya gitmek için seçilecek başka insanlar elbette bulunabilirdi. Ya da öğrenciler takibe alınıp başarısızlıkları durumunda geri çağrılabilirlerdi. Nitekim ülkemizin seçkin üniversitelerinin yetiştirdiği gençler arasında halen dünyanın sayılı üniversitelerinde bırakınız öğrenciliği öğretim üyeliği yapanlar var. Ancak nedense devlet bursu için böyle insanlar seçilmez, seçilenler de onca zaman kaldıkları ülkelerin dillerini bile doğru düzgün öğrenemeden geri dönerler. Bu işten ise kazancı olan milyarlarca dolar para akıtılan yabancı ülke üniversiteleri olmuştur. Ülkemizdeki eğitimin politikalarının yanlışlığından dolayı binlerce genç halihazırda Türkiye dışındaki ülkelerde okuyarak zaten oldukça büyük bir kaynağı dışarı akıtmaktadırlar. Dediğim gibi sorun sistem sorunudur. Eldeki kaynakların iyi kullanılmaması, geçmiş deneyimlerden dersler çıkarılarak sorunlara akılcı yaklaşılamaması sonucu ülkemiz eğitim politikası iflas eden uygulamalarıyla kangrene dönüşmüştür.

Yorumsuz ek: Bu yazı yazıldıktan ve geçen hafta burada yayımlandıktan sonra Radikal gazetesinin 07/03/2004 tarihli baskısında aşağıdaki haber yer aldı.




Yurtdışına giden dönmüyor
Yurtdışı özellikle Türkiye'deki kriz dönemlerinde Türk öğrencilerin can simidi oldu. 1990- 2002 yılları arasında devlet bursuyla yurtdışına gönderilen 1991 öğrenciden 769'unun geri dönmediği ortaya çıktı. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in, CHP'li Özlem Çerçioğlu'nun yurtdışı burslarına ilişkin soru önergesine yazılı olarak verdiği yanıt özetle şöyle:
• 1990-2002 arasında devlet bursuyla yurtdışına toplam 1991 öğrenci gitti. Öğrencilerin 769'u geri dönmedi. Öğrencilerin dönmeyi tercih etmediği yıllar 'kriz yılları' 1994 ve 1995. 1994'te 296, 1995'te 180, 1997'de 109 öğrenci geri dönmedi.
• Bakanlığın devlet bursu verdiği öğrencilerden 625'i yurtdışında öğrenimine devam ediyor. Bu öğrencilerin 509'u ABD'de, 57 öğrenci Britanya'da, 26 öğrenci Almanya'da, 32 öğrenci Fransa'da öğrenim görüyor.
• Geçen yıl yükseköğretim kurumlarından 15 bin 464 öğretim elemanı da yurtdışına gönderildi. 1998'de 3 bin 297 kişi yurtdışında çeşitli üniversitelere gönderilirken, 2002'de bu rakam 15 bin 50'ye ulaştı.
• YÖK'ün geçen yıl yurtdışına gönderdiği öğretim elemanlarının büyük bölümü de Amerika'da. Geçen yıl Amerika'ya 2 bin 357 öğretim elemanı gönderilirken, Amerika'yı, 1573 öğretim elemanı ile Almanya, 1073 öğretim elemanı ile Fransa izledi.