SAYI 2 / 05 MART 2004

 
MEDYA İLLÜZYONİZMİ

Gürkan Haydar Kılıçarslan


Bir illüzyonistin işi karşısında yer alan izleyici grubunu gerçekte olmasına olanak olmayan ya da canının istediği şeylere inandırmaktır. Sözgelimi bir illuzyonist şapkasından beş tane tavşan çıkarabilir, bir kimseyi ortadan ikiye ayırabilir ve tekrar birleştirebilir. Hiçbir şey vardan yok, yoktan varolmaz gerçekliğini gözboyacılık hünerleri ile geçersiz kılar. Türkçemiz de "hokkabaz-gözboyacı" olarak adlandırılan bir illüzyonistin maksadı aslında eğlence amaçlıdır. İzleyenler de illüzyonistler de tüm numaraların aslında bir "numara" olduğunu bilirler.

Peki illüzyonistler sadece gösteri dünyasında mı yaşarlar? Hiç şüphesiz gerçek böyle değildir. İllüzyonistlerin en yaygın çalıştıkları sahalardan biri de medyadır. Çünkü medya sağladığı potansiyel ve teknolojik olanaklar ile gösteri dünyasının illüzyonistlerine parmak ısırtacak hatta o parmağı kanatacak güçlerle donanmıştır. Elbette sözkonusu medya aygıtı hitap ettiği toplum, yer ve zaman gibi parametreler ile birebir bağlantılıdır. Zaman zaman bu parametreler medyaya ayakbağı olurken çoğu zaman medyanın yarattığı illüzyon numaralarına yardımcı da olur. Elbette bir de işin endişe veren bir öte yanı vardır. O da medyanın içinde bulunan illüzyonistlerin giderek kendi numaralarına "inanmaya" başlamalarıdır.

Gösteri dünyası illüzyonistlerinin bir teki bile "numaralarına" inanmazken medya dünyası illüzyonistlerinin numaralarına "inanmaya" başlaması nasıl açıklanabilir? Hiç şüphesiz bu farkı belirleyen ana etmen, diğer illüzyonistlerin "inanma mecburiyeti" problemi yaşıyor olmamalarıdır. Çünkü konvansiyonel bir hokkabaz için herşey sade bir gösteri dünyasından ibaretken medya illüzyonisti için mesele hayli karmaşıktır.

Bu durum elbette Hollywood dünyası için de geçerlidir. Sözgelimi her ne kadar hiçbir ciddi Amerikan medya organı "11 eylül eylemlerini Iraklı teröristler yaptı" demediği halde Amerikan kamuoyunda Saddam'ı 11 eylül sorumlusu olarak görme eğilimi büyük ölçüde ‘Armageddon’ gibi filmler ile bağlantılı olsa da Bruce Willis gerçekte değil dünyayı, ayı, göktaşını, bir çakıltaşını bile yokolmaktan kurtaramayacağını bilir. Hatta bu bilgiyi yönetmen ve yapımcılar da paylaşır. Ama medya illüzyonizminin bir başka sahası olan Hollywood yapımlarında bu tür illüzyonlar "eğlence" perdesi ardından pazarlanır. Elbette bu tür illüzyon pazarlamalarında asıl pazarlanan dünyayı Bruce Willis'in kurtaracağından çok, New York göktaşlarınca yerle bir olurken bas bas bağıran siyah taksi şöförünün "Saddam Bombalıyor." çığlığı ve dünya kurtulsa kurtulsa ancak bir Amerikalı tarafından kurtarılacağı illüzyonudur. Ancak bu illüzyonları pazarlayanlar, sadece "pazarlama" dünyasının hiçte bilimsel olmayan kaidelerine inanırlar. Bu durum tıpkı sirk veya kumpanya hokkabazlarının topladıkları müşteri sayısına ve gün sonu hasılat rakamlarına inanmaları gibidir.

Medya dünyasının illüzyonistleri neden kendilerini numaralarına kaptırırlar? Ya da karşıt bir merakla sorarsak bir "gazeteci" veya "yazar" hakikaten savunduğu illüzyon bir teze "inanır mı?"

Elbette bu sorunun yanıtı muhataplarına göre farkeder. Ancak eğer bir kimse, tıpkı Ertuğrul Özkök gibi, bugünün iletişimcilerine "Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu" yerine, yeni rol modelleri bulmasını tavsiye ediyor ve buna "inanıyorsa" şüphesiz bu sorunun birincil derecede muhatabı olmayı göze almış demektir. ( Ertuğrul Özkök Türk medyasında yazılarını ve paragraflarını 'inanıyorum' yüklemi ile bitirme lideri ve olasılıkla şampiyonudur.)

Herşeyden önce 2004 yılı toplum realiteleri ile anılan usta gazetecilerin mesleklerini icra ettikleri zaman dilimleri arasında öyle büyük bir fark vardır ki bu farkı gözardı ederek aradan geçmiş zaman farkını bahane gösterip sözkonusu tezi kuvvetlendirmek medya illüzyonizminden başka birşey değildir. Çünkü Özkök'e tezini kuvvetlendiren ana söylem, bugünün dünyasında gazetecilerin uslüp ve yazılarından ötürü çok sayıda tazminat davası ile karşılaşıyor olduklarıdır (Ertuğrul Özkök, Yeni Gazetecilik Modelleri, Hürriyet).

Herkes bilir ki Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu döneminde gazeteciler arasında bugünkü kadar abuk sabuk tartışma ve hakaret yazıları neredeyse yoktu. Zaten o dönemde Doğan Medya ilkeleri arasında varolan "yazarımız hakaret ve iftira ederse % 20'sini öder" maddesi bile yoktu. Sözkonusu gazeteciler şüphesiz dava edildiler. Ancak bu davalar asla kişisel maksatlı olmayıp çoğunlukla egemen güçler tarafından açılmış davalardı.

Uğur Mumcu ve Abdi İpekçi "aleni ve kendilerine de cephe almış" darbeler döneminde gazetecilik yapmaya çalıştılar. Ve kuşkular yaratan ölümleri bizzat yine darbeler döneminde kullanıldı ki, özellikle ikincisinin ölümü bugünün pazarlanan gazetecilik tipinin hiçte cephe alınmadığı tam tersine kullanıldığı bir sürecin kullanımına sunuldu. Aslında bu durum Türkiye'nin kaderini anlatıyor.

Aslında Medya İllüzyonizmi bir çeşit hastalıktır ve görünüşe göre bulaşıcıdır da... Elbette bu hastalığın en kolay sirayet ettiği ortam da 'iktidar' ortamlarıdır. Aksi halde Yeni Şafak gazetesi'nin 30 Ocak 2004 tarihli Başbakan Erdoğan hakkındaki 'Kendinden Hep Emin' manşeti ve 'sözde' haberi başka türlü açıklanamaz. Elbette Başbakan Erdoğan Türk medyasının kara illüzyonizminden – veya kara büyüsünden- en çok etkilenmiş vatandaşlarımızdan biridir. Ancak bu mağduriyet hali Baskan Buş karşısında nasıl rahat bacak üstüne bacak atıldığının ballandıra ballandıra anlatılmasını gerektirmez. Bu manşet haber kelimenin tam anlamıyla bir medya fiyaskosudur ve gerçek anlamda ötekileşmeye başlamanın büyük alametlerinden biridir. (Ötekilerin Türkiye halkının pek tevessül etmediği başarısız iktidar ve medya illüzyonistleri olduğu dikkate alınmalıdır.) Erdoğan'ın Buş karşısında el kol kulak burun hareketleri Türkiye halkı nezdinde zerre kadar kıymeti harbiye taşımaz. Vucut dili denilen palavradan ibaret şeyin Buş diline döndürülmesi ve manşetleştirilmesi ise asla kabul edilemez ( Kuş dili bile Buş dilinden daha gerçektir.). Bu haber sadece ve sadece 'rol pazarlamacılarına ve hokkabazlık izlemeye gelmiş vakti bol kimselere’ hitap eder ki Yeni Şafak, okurlarının kimler olduğuna karar vermelidir.

Pro-Global ve faşizan karakterler gösteren başka bir dönemin kullandığı rol pazarlamacılığının, soğuk savaşın sıcak bir arenasında ve alenen faşizan bir döneme karşı yapılan evrensel gazeteciliği demode ilan edip bu kullanılmışlık halinin Post-Global yeni dönemde pazarlanmasını tavsiye etmek, 1980 öncesi yaşadığım Ankara'nın bir mahallesinde çocuk halimle şahit olup dehşete düştüğüm Abdi İpekçi'nin katledilmesini darbuka eşliğinde bira içerek kutlayan birtakım kimselerin histerik nağmelerine nota olmaktır.

Uğur Mumcu'nun gazeteciliğine baş mevzu olan 'Devlet' rol değiştirmeyi seviyor diye evrensel gazetecilik rol değiştirecek değildir. Bu durumun aksi kişinin veya kurumun kendi yarattığı illüzyonizme inanmasıdır ki çoğunlukla her illüzyon eşyanın tabiatına ve fizik yasalarına geri döner. Tıpkı şapkalardan çıkan tavşanların kümeslerine tıpış tıpış geri dönmeleri gibi...

Dünyayı illüzyonistler kurtaracak olsaydı Firavun başta kendini kurtarırdı.