SAYI 2 / 05 MART 2004

 
ANTALYA'NIN KURUCUSU ATTALOS GAY MİYİDİ?

Devrim Güven




İşe önce sözlüklerde dolaşarak başlayalım; elimdeki İngilizce'den İngilizce'ye olan sözlük ‘gay'in ilk anlamının 'eşcinsel', sonraki anlamlarının da, biraz eski kullanımlarda ‘neşeli, canlı, hareketli, mutlu' olduğunu yazıyor (eşcinseller kendilerine bu sözcüğü sıfat olarak tesadüfen seçmemiş olsa gerek). İngilizce'den Türkçe'ye olan sözlük ise 'şen, neşeli, parlak, canlı, zevk düşkünü' gibi sıfatları sıraladıktan sonra, bombayı argodaki anlamlarının 'homoseksüel, sapık, çapkın, hovarda adam' olduğunu belirterek patlatıyor. İnsanın kafası nasıl olur da karışmaz. İngilizce konuşan bir arkadaşınız size iltifat edeyim derken, siz bunu hakaret olarak algılayabilirsiniz. Sanıyorum, bu sözlükleri hazırlayanlar sadece o dilin Türk kültüründeki anlamı üzerine durmuyor, kendi değer yargılarına göre anlamlar da oluşturuyorlar. Uzun sözün kısası: öğrenenler için bir şeyi yanlış öğrenmek hiç öğrenmemekten kötüdür, öğretenler için ise bir şeyi yanlış öğretmenin ne kadar kötü olduğu kendilerine kalsın.

Sorun yalnızca 'gay'lerle ilgili değil elbette. Nitekim toplumun yeterince sorgulanamayan cinsel anlayışı tutarsızlıklarla dolu değil mi? Birkaç gün önce Kadıköy'de yürürken köşede yere çömelmiş olan bir grup dolmuşçunun bakışlarının bariz bir şekilde önümde yürüyen genç bir insana yönelidiğini farkettim. O ana kadar dikkatimi çekmeyen bu delikanlıya ister istemez ben de baktım, kulağıma dolmuşçulardan birinin konuşması çalınıyordu bir yandan da 'top bu abi top' diyordu adam ve kendinden emin bir sesle ekliyordu 'ben hemen tanırım'.

Toplumun sapık olmayan, sağlıklı kesimini oluşturan bu insanların nasıl olup da böyle bir sapığı kolaycacık tanıyabildiğine şaşırıyorum. Ama hayır! biraz düşündükten sonra şaşırmıyorum. Çünkü o insanlar ilk cinsel deneyimlerini belki de köyde bir eşekle yaşamışlardı ve bu (onlar için) doğaldı. Ben bunları yazarken kendimi nasıl kötü hissediyorsam eminim siz de okurken yok canım, olamaz diyorsunuz belki ama onlar öyle demiyor hatta geçtiğimiz yıllarda İsviçre'de bir koyunun ırzına geçmekten mahkemeye çıkarılan bir Türkiyeli bunun kendi kültüründe doğal olduğunu söyleyerek hakimi, tabir yerindeyse dumura uğratmıştı. Bu olgu, elbette fırsat bulunduğunda ya da yaratıldığında bir erkekle de 'aktif' olmak koşuluyla rahatlıkla cinsel ilişkiye girilebileceğinin işareti. Hem değil mi ki memleketimin erkekleri 'yorgansız yatar, oğlansız yatmazlar', hele hele bir erkek evli olmasına rağmen geneleve gidebilir, dar ya da geniş aile çevresinde adice cinsel deneyim yaşama girişimlerinde bulunabilir 'baldız baldan tatlı' değil mi?

Bilerek kötülük yapmak bilmeden, umursamadan kötülük yapmadan iyidir. Çünkü kötülüğü yapan kişi yaptığının ayırdındadır, sonuçlarına katlanmayı da göze alıyordur. Ancak yukarıda saydığım tüyler ürpertici kötülükler büyük bir aymazlık ve küstahlıkla toplumumuzun insanları tarafından yapılabiliyor. Buna ek olarak da iki yüzlü ahlak anlayışı olan toplumu yine çelişkili yasalar ve onları yorumlayan hukukçular destekliyor. Bir hayat kadınının tecavüze uğrama vakalarında olduğu gibi.

Yaklaşık iki yıl önce bir İngiliz milletvekili Hollanda'nın başkenti Amsterdam'dan dönerken havaalanında, gümrük kontrolünde durdurulur, çantası aranır. (Ben milletvekiliyim seni sürdürüm durumları orada geçmiyor olsa gerek.) Milletvekilinin çantasından İngiltere'ye sokulması sakıncalı olan porno video kasetler çıkar, daha doğrusu gay porno. İki kız çocuk sahibi, evli barklı bu kişi ise eşcinsel olduğunu söyler, karısı da bunu bildiğini teyit eder. İşlediği suçun para cezasını öder. Bu olay medyada elbette yer alır ama kimseyi incitmeden. Böylece olay çözümlenir. (Ah ulan ah Reha Muhtar'ın eline düşecekti ki o adam görecekti gününü!)

Karısının saçına, atının kuyruğuna, kendi bıyığına dokundurmayan sapına kadar erkek olan ve bunu nedense sık sık tekrarlayan Türk erkeği birçok konuda olduğu gibi bu konuda da kendi tanımlarını ortaya koyar. Yukarıda da anlattığım gibi bu tanımları sonuna kadar savunuyor da. Bu tanımlardan biri Türkiye'de eşcinsel denince akla ilk gelenin erkekler arası cinsel ilişkide 'pasif' olan taraf olmasıdır. Dünya standartlarında ise böyle bir ilişkide söz konusu olan aktiflik pasiflik değildir. O kişilerin her ikisi de eşcinseldir. Yine ilginçtir ki, toplumda eşcinsellik deninde akla kadınlar pek gelmez.

Onlar da zaten bunu, yukarıda söylediğim gibi kapalı toplum olmanın bir özelliğiyle biraz kendiliğinden, biraz da bastırılmış bir şekilde yaşarlar. Eşcinsellik sanıldığının aksine doğu kültürlerinde çok yaygındır. Bu ne sapıklıktır ne de ayıp bir şeydir. Bu açıdan bakıldığında, tutarsız tanımlar değiştirildiğinde de ülkemizdeki eşcinsel sayısının düşünüldüğünün beş altı katı çıkması gerekir.

Her şey değişir. Kültürler de. Bazen öyle çabuk olur ki bu değişim nasıl olduğunu anlayamayız bile. Orta Çağ Avrupası Hıristiyanlığında ters ilişki en büyük günahtır ve cezası ölümdür. Bu nedenle geçen yüzyılların Avrupasından, bugün evlenme hakkı kazanmış olan eşcinseller baskı gördükleri için, o yıllarda bu konuda daha hoşgörülü olan Osmanlı topraklarına sığındığı, İstanbul'a yerleştiği biliniyor. Bugünse ülkemizde eşcinseller sosyetede popüler bir şarkıcı olmadıktan sonra baskı görüyor. Günümüzde İran'dan, Türkiye'den birçok eşcinsel seçimlerini özgürce yaşayabilmek için Batı Avrupa'ya kaçıyor, tam tersine işliyor tarihsel süreç.

Seksizm, cins ayrımcılığıdır. Günlük hayatta ya da meslek yaşamında sadece cinsiyet yüzünden engellenme, ayrımcılığa tabi tutulmadır. Örneğin bir iş başvurusunda tüm nitelikleriniz uysa da erkek, kadın ya da eşcinsel olduğunuz için başvurunuz reddedilebilir. Ancak, bu ayrımcılık sadece erkeklerin kadınlara yaptığı bir ayrımcılık olarak algılanmamalı, kadınlar da erkeklere ayrımcılık yapabiliyor, aynı şekilde bugün Batı toplumlarında bazı yerlerde eşcinseller heteroseksüellere baskı uygulayabiliyor. Örneğin, en basitinden bazı barlara gay değilseniz alınmazsınız.

Sorunun temelinde nereden geliyorsa gelsin ayrımcılık yatıyor. Dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, işimiz, cinsiyetimiz, yaşımız kaç olursa olsun ayrımcılığa karşı çıkmalıyız. Birliktelik için insanlık bir ortak payda olabilir, ya da sadece doğada varolan bir canlı olmak bile yeterlidir bu ortaklık için. Ülkemizde ve dünyada kadın hakları, eşcinsel hakları, çocuk hakları, engelli hakları, işçi hakları, azınlık hakları vb mücadelesi genel anlamıyla insan, hayvan ve doğa hakları mücadelesinden bağımsız düşünülemez. Bütün bu haklar da politizasyonla, kendine güvenle ve mücadeleyle kazanılır.

Sahi Antalya'nın kurucu olan Attalos Gay miydi?